Cevşen’in Nuzul Edilişi
Cevşen, Hz. Peygamber (SAV) ve ümmetine hediye edilmiş emsalsiz bir sırr-ı pür-esrar bir hazinedir. Hz. Ali (KAV) ve ondan torunu İmam Zeynelabidin (S) tavasutuyla nakledilen çok önemli dualardan biridir. Cevşen-i Kebirin okunması gibi taşınmasının da zırh mesabesinde olduğu Hz. Peygamber (SAV) tarafından nakledilmiştir.
Hz. Peygamber (SAV) bir gün zırhını giymiş halde Uhud dağına gidiyordu. Hava çok sıcaktı. Kendileri şöyle buyurdular; Gök yüzüne baktım ve Allaha dua ettim, gök kapıları açıldı, Cebrail (AS) nura bürünmüş halde nazil oldu. Dedi ki sana Cenab-ı Hakdan selam ve hediye getirdim. Üzerinden şu zırhı çıkar, bu duayı oku. Bu duayı okur ve üzerinde taşırsan zırhdan daha büyük tesiri vardır. Hz. Peygamber sordu; Bu duanın tesiri yalnız bana mıdır yoksa ümmetime de şamil midir? Cebrail (AS), bu dua Allah tarafından sana ve ümmetine bir hediyedir buyurdular.
Cevşen’in birçok derde deva, müşküllere çare olduğu ehl-i havas indinde tecrübeyle sabittir. Okuma esnasında hulus-ı kalb, niyet-i tam ile şuruta uymak icab eder. Kitabetinin yanı sıra, her vakitden sonra 3, 7 veya 21 kere okunması da münasibdir.
Cevşen’in Faziletleri
Sözlükte “zırh, savaş elbisesi” anlamına gelen Cevşen, Arapça bir kelimedir. “Büyük zırh” manasında olan meşhur Cevşen-i Kebîr duası ise Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) büyük bir münacatıdır. Bu münacatla Efendimiz (s.a.v.), Cenâb-ı Hakk’a bin bir ismiyle dua eder ve ateşten O’na sığınır.
Bediüzzaman Said Nursi, Cevşen’in “Âl-i Beytin manevî ve gayet mühim bir mirası ve bir feyiz kaynağı” olduğunu belirterek Allah’ı tanıyıp tarif etme konusunda Cevşen’in bir benzeri olmadığını söylüyor. Allah (c.c), Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) hakikatini, ulûhiyetinin tecellilerine kapsamlı bir ayna yapmış ve bütün isimlerinin en büyük ve en yüksek mertebelerine onu mazhar ederek Kur’ân’dan çıkmış “Cevşen” gibi harika bir münacatı O’na nasip etmiştir.
Cevşen-in maddi ve manevi yönden görülen bir çok faziletleri vardır.” Yani: Bin bir esma-i İlâhiyeye sarihan ve işareten bakan ve bir cihette Kur’andan çıkan bir hârika münacat olan ve marifetullahta terakki eden bütün âriflerin münacatlarının fevkinde bulunan ve bir gazvede “Zırhı çıkar, onun yerine bu Cevşen’i oku” diye Cebrail vahiy getiren “Cevşen-ül Kebir” münacatı içindeki hakikatlar ve tam tamına Rabbine karşı tavsifler, ihtiva etmektedir.
Zeynel Abidin’den rivayet edilmiş olup,onun okuduğu virdlerindendir. Zincirleme olarak Ümame,Cafer bin Muhammed Sadık,o da babasından,oda dedesi Hz.Hüseyin’den,oda Hz.Ali’den rivayet etmiş olmaktadır.
Hz. Ali oğlu Hz. Hüseyin’e:”Ey oğlum. Sana kendisinden başka ilah olmayıp,şanı yüce olan Allah’ın sırlarından bir sırrı öğreteyim ki,Allah’ın rasulü o sırrı bana öğretmiştir.. Diyerek o sırrın Cevşen olduğunu bildirir.
Rasulullah anlatıyor:”Vaktaki üzerimde zırh varken ben şiddetli sıcak bir günde Uhud’a gidiyordum.Sema tarafına bakıyor ve Allah’a dua ediyordum. Birden gördüm ki sema kapıları açılmış,Cibril nurlu bir vaziyette indi ve Allah sana Selam,Tahiyyat ve İkramda bulunuyor. Ve zırhı çıkar bu duayı oku”diyor. Ben de onu okudum ve taşıdım. Zira o zırhtan daha büyüktür,koruyucudur. Dedim ki:Ey kardeşim Cibril. Bu sadece benim için mi? Yoksa benim ve ümmetim için mi? Dedi:Ya Rasulallah. Bu dua (Cevşen) Allah tarafından sana ve ümmetine bir hediyedir. Onun (okumanın) sevabını ise,Ancak Allah bilir. Kim ki onu taşır ve okursa,ister sabah,ister akşam,evinden çıktığında Allah hakkında o kişiye salih amel yapmış muamelesi vacib olur. Öyle ki,sanki o kul Tevrat ve İncil,Zebur ve Furkan (Kur’an) okumuş gibi sevab verir.Ve onların her harfine mukabil Huril Îyn-lerden iki zevce verir ve cennette onun için bir ev yapar. Ve ona Tevrat,İncil,Zebur,Furkan,İbrahim suhûfunun harfleri sayısı kadar sevab verir ve İbrahim Halil,Musa Kelim,İsa Ruhullah,Muhammed Hatemi Nebi sevabı kadar sevab verir.
Dördüncü katta da bir beyt vardır ki,ona Beyt-i Ma’mur denilir her gün oraya yetmiş bin melek girer,çıkar. Ve öyle ki kıyamete kadar oraya dönmez. (Bir daha kendine sıra gelmez.) İşte Allah bu duayı okuyanlara bu melaikeler kadar sevab verir.
Hangi kul ki şek ve şüphe göstermeksizin halis bir niyet ile bu duayı Ramazanın evvelinde veya sonunda veya her Cuma gecesi veya gündüzünde okursa,Allah ona kadir gecesini gösterir ve Allah Kadir gecesini yaratır ki onda yetmiş bin melek vardır. Her semada yetmiş bin melek vardır. Mekke’de yetmiş bin melek,Medine-i Münevvere de yetmiş bin melek,doğuda yetmiş bin melek,her meleğin yirmi bin başı vardır,her başta yirmi bin ağız,her ağızda yirmi bin dil Allah’ı muhtelif sözlerle tesbih ederler. Ve onların sevabını bu duayı yapana verir. Allah ile bu duayı yapan arasında da perde kalmaz. Perdesiz olaraktan… Ve Allah’dan her ne şey isterse Allah ona verir.
Cevşen’in faziletine ait Mecmuatü’l-Ahzab’daki ilgili bölümde çok uzun bir rivayet naklediliyor. O rivayette Cevşen duasını okuyanlar için, Tevrat, İncil, Zebur, Kur’ân ve Hz. İbrahim’in (a.s.) sayfalarındaki harfler sayısı kadar sevab verileceği; Hz. İbrahim, Hz. Mûsâ ve Hz. İsâ’nın (aleyhimüsselâm) sevapları kadar sevap kazanacağı; meleklerin kendisine hürmet edip onu tehlikelerden koruyacağı; hem dünya hem ahiret nimetleri için ona dua edecekleri gibi daha birçok faziletlerden bahseder. Oradaki rivayet hakkında Üstad Bediüzzaman şu yorumda bulunur:
“Bir biçare vesveseli ve hassas ve dinsizlerle görüşen bir adam, meşhur dua-i Nebevî olan Cevşenü’l-Kebîr hakkında ve akıl haricindeki sevap ve faziletine dair bir hadisi görmüş, şüpheye düşmüş. Demiş:
“Râvi, Ehl-i Beyt’in imamlarındandır. Hâlbuki hadsiz bir mübalâğa görünüyor. Meselâ içinde der: ‘Bu duaya Kur’ân kadar sevap verilir.’ Hem ‘Göklerdeki büyük melâikeler, o dua sahibini gördükçe kürsilerinden inip ona pek büyük bir tevazu ile hürmet ederler.’ Bu ise, aklın ve mantığın mikyaslarına gelmez” diye, Risale-i Nur’dan imdat istedi. Ben de Kur’ân’dan ve Cevşen’den ve Nur’lardan gayet kat’î ve tam akıl ve hikmete mutabık bir cevap verdim. Size gayet kısa bir icmalini beyan ediyorum. Şöyle ki, ona dedim:
Evvelâ: Yirmi Dördüncü Sözün Üçüncü Dalında on adet “usul” var, böyle şüpheleri esasıyla keser, izale eder. Ona bak, cevabını al.
Saniyen: … Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, o duanın kendi hakkında o azîm mertebesini görmüş, ona haber veren Cebrail Aleyhisselâm’dan işitmiş, başkalarını kendine kıyas etmiş veya edilmiş. Demek o pek fevkalâde ve acip sevap, zât-ı Ahmediye’nin (s.a.v.) velâyet-i kübrâsından ona gelmiş. Küllî, umumî değil, belki o duanın mahiyetinde böyle harika bir kıymet var ve İsm-i Âzam mazharı olan zâtın tebaiyetiyle başkalara dahi o sevap mümkündür; fakat gayet ehemmiyetli şartları var, yalnız okumak kâfi gelmez. Yoksa muvazene-i ahkâmı bozar, farzlara ilişir.
Salisen: …O duadaki yüzer Esmâ-i Hüsnâ’nın hakikatlerine baktığı zaman, değil mübalâğa, belki onların nihayetsiz tecellîlerinden gelmesi mümkün… (Her mümkün her zaman ve herkes için vaki olmaz.)
Rabian: …Hem İslâmiyet’te her sevabın, her fazilet-i a’mâlin en evvel mazharı ve bizlerin bir duada bir zerre sevabımızda, o duada bir dağ kadar sevap ve feyzi kazanan zât-ı Ahmediye (s.a.v.), hususî virdler ve dualar ve şeriat ve risalet cihetiyle değil, belki velâyet-i Ahmediye noktasında ve umumî olmayan derslerinde, kendine verilen en yüksek mertebeyi beyan eder. Kendine tam tebaiyet eden has vârislerini, o noktalara teşvik eder.”
Ayrıca Üstad Bediüzzaman böyle dua ve virdlerin faydalarını düşünerek okuma hakkında şu prensibi de ders veriyor:
“Ubudiyet, emr-i İlâhî’ye ve rıza-yı İlâhî’ye bakar. Ubudiyetin dâîsi emr-i İlâhî ve neticesi rıza-yı Hak’tır. Semerâtı ve fevâidi uhreviyedir. Fakat ille-i gaiye olmamak, hem kasten istenilmemek şartıyla, dünyaya ait faydalar ve kendi kendine terettüp eden ve istenilmeyerek verilen semereler, ubudiyete münâfi olmaz. Belki zayıflar için müşevvik ve müreccih hükmüne geçerler. Eğer o dünyaya ait faydalar ve menfaatler o ubudiyete, o virde veya o zikre illet veya illetin bir cüz’ü olsa, o ubudiyeti kısmen iptal eder. Belki o hâsiyetli virdi akîm bırakır, netice vermez.
İşte bu sırrı anlamayanlar, meselâ yüz hâsiyeti ve faydası bulunan Evrâd-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendî’yi veya bin hâsiyeti bulunan Cevşenü’l-Kebîr’i, o faydaların bazılarını maksud-u bizzat niyet ederek okuyorlar. O faydaları göremiyorlar ve göremeyecekler ve görmeye de hakları yoktur. Çünkü o faydalar, o evradların illeti olamaz ve ondan, onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek. Çünkü onlar fazlî bir surette, o hâlis virde talepsiz terettüp eder. Onları niyet etse, ihlâsı bir derece bozulur. Belki ubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer.
Bu sırdandır ki , cevşen okurken niyet ve maksat, dünyevi ve uhrevi faydalar olmayıp, sadece rıza’i ilahi olmalıdır. Zaten içerisinde ki manalar ve faziletler bellidir. Sizler isteme talebinde bulunmasanız da, Rabbim fazlından dolayı bu faziletleri sizlere ihsan edecektir inşaAllah.