Müzzemmil Suresi Tefsiri

Müzzemmil Suresi Tefsiri

KURAN’I KERİM TEFSİRİ

ÖMER NASUHİ BİLMEN

Müzzemmil Suresi Tefsiri, Türkçe Meali ve Açıklaması


Bismillâhirrahmânirrahîm

Bu mübârek sûre, El-Kalem sûresinden sonra Mekke-i Mükerreme’de nâzîl olmuştur. Yirmi âyet-i Kerîmeyi içermektedir. Bir rivâyete göre yalnız yirminci âyeti Medine-i Münevvere’de inmiştir. Birinci âyetinde Yüce’ Peygamberimize “El-Müzzemmil” diye, yâni: Elbisesine bürünmüş, namaza hazırlanmış diye hitap buyrulduğu için bu mübârek sûreye böyle “El- Müzzemmil” adı verilmiştir.

Bundan evvelki Cin sûresinde Peygamberimizin kalkıp Cenab-ı Hak’ka dua etmekte olduğu bildirilmiş ve o sûre, Peygamberlerin zikrîle sona ermişti. Bu sûrede Peygamberlerin sonuncusu olan Resûl-i Ekrem’e hitap ile başlamış ve kendisine geceleri ibâdet için kalkması emrolunmuş olduğu için bu iki sûre arasında güzel bir alâka vardır.

Bu sûrenin içeriğinin özeti şöyledir:

1. Peygamber Efendimize geceleri kalkıp namaz kılmasını ve Kur’an-ı Kerîm’i okumasını emretmek.

2. Her hususta Cenab-ı Hak’ka tevekkül edilmesini ve sığınılmasını ve inkârcıların sözlerine karşı sabıredilip güzelce bir durum alınmasını tavsiye ve inkârcıları tehdit etmek.

3. Bâzı mâzeretlerden dolayı bir ilâhî lütuf olarak namazlarda ve Kur’an-ı Kerim’i okuma hususunda kolaylık gösterilmiş olduğunu beyan ve namaza, zekâta vesâir hayırlı işlere teşvik etmek.

1. Ey örtüsüne bürünüp örtünen! Yüce Peygamber!

1. Bu mübârek âyetler: Allâh-ü Teâlâ’nın Resûl-i Ekrem hakkındaki iltifatını içeren bir hitabını kapsamaktadır. Gündüzleri bir çok şeyler ile meşgul olan O Yüce Peygamberin kalp huzuruna daha elverişli olan geceleri belirli müddetlerde namaz ile, Kuran okumakla meşgul olmasını emrediyor.

Şöyle ki: İbn-i Abbas Radiyallâh-ü Teâlâ Anh’tan rivâyet edildiğine göre Peygamber Efendimiz, kendisine Cibrîl-i Emîn’in ilk görünüşü zamanında Hıra dağında bulunuyormuş, onun bir cin olması zannîle titremeye başlamış, evine dönerek elbiselerine bürünmüş, heyecanından kurtulmak, sükûna dalmak istemişti, işte bu sırada Cibrîl’i Emîn tekrar görünerek şu ilâhî vahyi teblîğ etmiştir: (Ey örtüsüne bürünüp örtünen!.) Ey peygamberlikle şereflenen Hz. Muhammed Aleyhisselâm!.

2. Geceleyin kalk, birazı müstesnâ.

2. (Geceleyin kalk) İbâdete, namaza devam et (birazı müstesna) geceleyin bir kısmında ise ibâdetle, namaz kılmakla mükellef değilsin, o kısmında uyur, istirahata dalabilirsin.

3. Onun yarısı kalk veya ondan biraz, eksilt yarısından az kalk

3. O kalkılacak miktar ise (Onun) gecenin (yarısı) dır ki: O müddet içinde kalk, namaz kıl (veya) o miktarı (ondan) gecenin yarısından (biraz eksilt) gecenin yarısından biraz daha az zamanda kalk namaza, niyâza devam et.

4. Veya onun üzerine artır ve Kur’an ı güzelce tane tane oku.

4. (Veya) Ey Yüce Peygamber!, (onun üzerine artır) Gecenin yarısından fazla, üçte ikisi kadar bir zamanda namaz kılmaya çalış, sen bu hususta karar verebilirsin (ve Kur’an-ı güzelce tertip ile açıkça oku) o namaz esnâsında Kuran âyetlerini acele etmeksizin harflerini belirtecek bir şekilde, harflerin çıkış yerlerine riâyet ederek kalp huzuru ile oku, nitekim bir hadîs-i şerifte “Kur’an-ı sesinizle süsleyin” diye buyurulmuştur. Cezirede de şöyle denilmiştir. ( ) Yâni: Kur’an’ı tecvide riâyetle okumak, vâcibtir, lâzımdır. Kur’an-ı doğru bir şekilde okumayan kimse ise günahkârdır.

“Tertil” tane tane okumak, âşikâre kılmak, beyan etmek mânâsınadır. Böyle yavaşça okumak anlama ve düşünemeye daha elverişlidir.

5. Şüphe yok ki: Biz sana ağır bir söz vahy edeceğizdir.

5. Ey Yüce Peygamber!. (Şüphe yok ki: Biz sana ağır bir kelâm vahyedeceğizdir.) sana Kur’an-ı Kerim gibi bir nice mühim vazifeleri, teklifleri içeren bir mukaddes kitabın âyetlerini Cibrîl-i Emîn vastasîle indirip vereceğiz. O âyetlerin aydınlık ruhlar üzerindeki tesirleri ne kadar muazzamdır. Yüce Peygamber ise hem onlar ile amel etmekle, hem de onları ümmetine teblîğ ve telkin buyurmakla mükelleftir. Binaenaleyh onun üzerine düşen vazîfe, yalnız geceleri veya gündüzleri namaz kılmaktan ibaret değildir. Onun daha nice kulluk ve peygamberlik vazifeleri vardır.

6. Şüphe yok ki: Geceleyin kalkış, o daha uygundur ve kıraatca da daha sağlamdır.

6. (Şüphe yok ki: Geceleyin kalkış) gece vakitlerinde insanların kalkıp namaz ile, niyâz ile vesâir ibâdetler ile meşgul olmaları (o daha uygundur.) Kalp huzurunu temîne, ibâdet ve itaate devama daha elverişlidir, (ve kıraatça da
daha sağlamdır.) Kur’an-ı okumak için de, zekâyı toplamaya daha müsait bulunmaktadır. Binaenaleyh geceleri ibâdete, okumaya devam edilmesine itinada bulunulmalıdır.

7. Muhakkak ki, senin için gündüz de uzunca bir meşguliyet vardır.

7. Ve ey Yüce Peygamber (Muhakkak ki: Senin için gündüz de uzunca bir meşguliyet vardır.) Bir çok işler ile uğraşmak mecburiyetinde bulunmaktasın, gündüzleri fazla ibâdetle, meşgul olmaya müsait zamanı bulmayabilirsin, binaenaleyh Teheccüt namazı gibi ibâdetleri, tesbîh ve tehmîd gibi, Kur’an okumaya devam gibi güzel amelleri en ziyade gece vakitlerine bırak, o müsait zamanları ibâdet ve itaatsiz, Cenab-ı Hak’ka yalvarmaksızın geçirmemelidir.

8. Ve Rabbin ismini zikred ve bütün varlığınla ona yönel.

8. Bu mübârek âyetler de Resûl-i Ekrem’in Cenab-ı Hak’kı zikre devam ile ve o bütün kâinatın yaratıcısına tevekkül ve işleri havale etmekle ve inkârcılara karşı da sabırîle ve ne gibi muamele ile mükellef bulunmuş olduğunu gösteriyor. Ve o inkârcıların müthiş kıyamet gününde ne kadar ağır, korkunç azaplara tutulacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) Ey Yüce Peygamber!.

Dâima (Rab’bin ismini zîkret) o Kerem Sâhibi Mâbudunu gece ve gündüz zikre, hamd ve tesbîh etmeye devam et, namaz kıl, Kur’an-ı Kerim’i okumakla (ve bütün varlığınla ona yönel) günahlardan alâkayı keserek olanca varlığınla dâima ibâdet ve itaatte bulunmaya çalış.
“Tebettül” İnsanlardan ayrılıp köşeye çekilmek, inzivada bulunmak hakka dönmek mânâsınadır.

9. O Doğunun da, batının da Rabbidir, O’ndan başka ilâh yoktur. O halde O’nu vekîl edin.

9. Çünkü o Kâinatın Yaratıcısı (Doğunun da batının da Rab’bidir.) bütün kâinata sâhip, onlarda tasarruf eden, O âlemlerin Rabbi’dir. Artık yalnız ona yönelmek ve feyz ve saadeti yalnız ondan beklemek icâbetmez mi?

Şüphe yok ki: (O’ndan başka ilâh yoktur.) İbâdet ve itaate lâyık, rablık vasfına sâhip başka bir zât mevcut değildir. (O hâlde O’nu vekil edin.) Bütün işlerini O’na havale etmekle, her hususta ona tevekkülde bulun, muvaffakiyetini ondan niyâzda bulun.

10. Ve diyecekleri şey üzerine sabret ve onları güzelce bir ayrılışla terk eyle.

10. (Ve) Ey Yüce Peygamber!. Bir takım beyinsizlerin, inkârcıların (diyecekleri şey üzerine sabret.) onlar, İslâm dinini inkâr ederler, Muhammed (s.a.v.)’in Peygamberliğini yalanlamaya kalkışırlar, bir nice yüce âyetleri masal kabilinden sanırlar, gözleri perdeler içinde bulunduğu için ufuklara ışıklar saçan o mânevî güneşleri göremezler, onların varlıklarını inkâra devam eder dururlar,

(Ve) Ey ahlâkî fâziletlerin pek yüksek bir örneği bulunan Yüce Peygamber!, (onları) O inkârcıları (güzelce bir ayrılışla terket) onların o câhilce, hareketlerine, bâtıl lâkırdılarına bakıp ta üzülme, kendilerine şiddetli azarlamalarda hitaplarda bulunma, onların işlerini Cenab-ı Hak’ka bırak, onlar nihâyet lâyık oldukları cezalara kavuşurlar.

11. Ve o nimet sahipleri olan yalancıları bana bırak ve onlara biraz mühlet ver.

11. (Ve) Ey Resûlüm!. (O nîmet sâhipleri o yalancıları) Nâil oldukları nîmetlerin, dünyevî servetlerin şükrünü yerine getirmeyen, Allah’ın birliğini, Hz. Muhammed’in peygamberliğini tasdîk eylemeyen Kureyş reisleri olan müşrikler gibi inkârcıları (bana bırak) onların cezalarını bana havale et, ben onlardan senin intikamını alırım: Onları lâyık oldukları cezalara kavuştururum. (Ve onlara biraz mühlet ver) biraz zaman beklesinler, tâ ki: Haklarında takdir edilen zaman geliversin, o vakit cezalarına çarpılmış olacaklardır.

Rivâyete göre bu âyet-i kerîme, Kureyş’in ileri gelenleri hakkında nâzil olmuştur. Onlar İslâmiyetle alay ediyorlardı, bu âyet-i celîlenin inişinden biraz sonra Bedr gazvesinde lâyık oldukları dünyevî helâke mâruz kalmışlardır. Uhrevî azapları ise elbette ki, daha müthiştir. İşte Yüce Yaratıcı onlara da işaret buyuruyor.

12. Şüphe yok ki: Bizim yanımızda ağır prangalar ve bir alevli ateş vardır.

12. (Şüphe yok ki: Bizim yanımızda) O inkârcı, alaycı kâfirler için (ağır prangalar ve bir alevli ateş vardır.) onlar, âhirette pek ağır bağlar ile bağlanacaklardır. Pek ateşli bir mahal olan Cehenneme sevk edileceklerdir. Ve onlar bu dünyada nîmete karşı nankörlük etmelerinin böyle cezasına çarpılacaklardır.
“Enkâl” kayıdlar, demir prangalar, ayaklara bağlanan ağır zincirler demektir.

13. Ve boğaza tıkanıp duran bir yiyecek ve pek acıklı bir azap vardır.

13. (Ve) O inkârcılar için âhirette (boğaza tıkanıp duran) zakkum ağacı gibi (bir yiyecek ve pek acıklı) elem verici (bir azap vardır) ki: Pek müthiştir, onun mahiyetini, şiddet derecesini ancak gaybı bilen Allâh-ü Teâlâ bilir.
“Gusse” keder, hasret, diken boğazda duran şey demektir.

14. O gündeki: Yer ve dağlar sarsılır ve dağlar bir dağılmış kum yığını olmuş olur.

14. Evet.. O azap (O günde) meydana gelecektir, (ki,) O günde (yer ve dağlar sarsılır) kıyamet kopmaya başlar, bütün yer yüzünde hayat sâhipleri hayatlarından mahrûm kalırlar, (ve dağlar bir dağılmış kum yığını olmuş olur) O inkârcı kimseler, o âhiret gününde öyle müthiş felâketlere tutulacaklardır.

Maamafih onlar, dünyada da nice cezalara uğrayacaklardır. Onbeşinci âyet-i celîle, buna işaret etmektedir ve kâfirleri tehdit etmektedir. “Kesîb” toplanmış kumlar demektir. “Mehîl” de dağılmış yumuşak, erimiş dökülmüş şey mânâsınadır.

15. Şüphe yok ki: Biz size aleyhinize şahit olarak bir Peygamber gönderdik, nasıl ki: Firavun’a da bir elçi göndermiştik.

15. Bu mübârek âyetler de Cenab-ı Hak’kın vaktîle Fir’avun’a elçi göndermiş olduğu gibi peygamber zamanındaki inkârcılara da elçi göndermiş olduğu ve Fir’avun’un uğramış olduğu felâketi ihtar ile inkârcıları tehdîd ediyor, sonra kıyametteki azaplara da tekrar işaret ile o günün ne müthiş bir hâlde meydana geleceğini tasvir ediyor ve bu beyan olunan âyetlerin birer öğüt olduğunu açıklayarak bunlara sarılanların hidâyete nâil olacaklarını müjdeliyor.

Şöyle ki: Ey Hz. Muhammed’in zamanındaki ahali, ey küfür ve isyân içinde yaşayan inkârcılar!. (Şüphe yok: Biz) Yâni: Yücelik ve büyüklük sâhibi ilâhî Zâtım, (size aleyhinizde şâhitlik olarak Peygamber gönderdik) Muhammed Aleyhisselâm’ı size Peygamber tâyin ettik, sizden çıkacak fiillere o Yüce Peygamber kıyamet gününde şâhitlikte bulunacaktır. Onun dâvetine icâbet etmeyen inkârcıların da aleyhinde şâhitlik edecektir. Artık onun dâvetine icâbet etmeli, kendinizi ilâhî azaptan kurtarmaya çalışmalı değil misiniz. (Nasıl ki: Fir’avun’a da bir Resûl göndermiştik.) Hz. Mûsa’yı Resûl tâyin etmiştik, Mısır hükümdarı olan o inkârcıyı Allah’ın dinine dâvet etmiş, ona ilâhî azabı ihtar buyurmuştu.

16. Firavun ise o elçiye isyan etti, artık O Firavun’u bir şiddetli yakalamakla yakaladık.

16. (Fir’avun ise) Kendisini selâmet yoluna dâvet eden (o Resûle) Mûsa Aleyhisselâm’a (isyân etti) onun pek iyilik sever olan ihtarlarını dinlemedi, (artık o Firavun’u bir şiddetli yakalamakla yakaladık) onu da ona tâbi olanları da sularda boğduk, denizin dalgaları arasında helâk olup gittiler. Bunların bu hayat tarihleri bilinmektedir, meşhurdur, artık onlardan ibret alınız, siz de Peygamberinizi yalanlamaya devam ederek Fir’avun gibi bir helâke uğramayınız.
“Vebîl” ağır, kaba, şiddetli mânâsınadır.

17. Artık siz küfrederseniz kendinizi nasıl koruyabilirsiniz? Bir günden ki: Çocuktan ak saçlı ihtiyarlara çeviriverir.

17. (Artık) Ey İslâmiyet’e dâvet edilenler!. Bir kere düşünün, eğer (siz küfrederseniz) Cenab-ı Hak’kın birliğinin, onun Peygamberin risâletini tasdik etmez de inkârınızda devam eder durursanız, yarın âhirette (kendinizi nasıl koruyabilirsiniz.) Âhiretin azabından kendinizi nasıl korumaya, muhafazaya muvaffak olabilirsiniz?. (bir günden ki:) O şiddetli âhiret anında ki: O gün (çocuktan ak saçlı ihtiyara çeviriverir.) yâni: O günün şiddeti o kadar fazladır ki: Adetâ onun tesiriyle genç bir kimse bile pek ihtiyar bir hâle gelmiş gibi olur.

Bu ilâhî beyan; o günün şiddetini bir mecaz, bir temsîl yoluyla bildirmektedir. Araplar, bir darb-ı mesel, bir kinâye kabilinden olmak üzere şiddetli bir vakit hakkında derler ki: Bu bir gündür ki: Bunun korkusundan gençler ihtiyarlaşır, çocukların alın saçları bembeyaz kesilir. Maamafih âhiretin şiddetîle bu ihtiyarlık hakikaten de vâki olabilir. Allah’ın kudreti, her şeye fazlasıyla kâfidir.

18. Gök bile onunla çatlamıştır. Allah’ın va’di, mutlaka yerine gelir.

18. Evet.. O kıyamet günü, o kadar müthiştir, o günde (Gök bile onunla) o günün dehşetiyle veya Cenab-ı Hak’kın emrîle (çatlamıştır.) perişan bir hâle gelmiştir ve o günün meydana geleceği hakkındaki (Allah’ın vâ’di, mutlaka yerine gelir.) Artık kimsenin inkâra bir kudreti kalmamış olacaktır.

19. Şüphe yok ki: Bu, bir öğüttür, artık kim dilerse Rabbine bir yol tutar.

19. (Şüphe yok ki: Bu) Tehditleri içeren âyetler, bu kıyamete ait pek korkunç hâdiseler (bir öğüttür.) o müthiş âkıbetleri bir ihtardır, düşünecek kimseler için bir ibrettir. (Artık kim dilerse) Bu âyetlerden, bu beyanattan bir ders alır, uyanır (Rab’bine bir yol tutar) O Kerem Sâhibi Mâbudun rızâsına, rahmetine kavuşturacak bir yol takip eder, selâmete ve saadete erer.

Kısacası: Kerîm, Rahîm, Mâbudumuz, kullarına lütfen bu kadar hikmeti beyan eden âyetleri, öğütleri ihsân etmiş, onlara delilleri, kanıtları göstermiş, takîb edilecek dosdoğru yolu tâyin buyurmuştur. Artık her kul için lâzımdır ki: Bunlardan istifâdeye çalışsın, bunlara muhalefet ederek kendisini dünyevî ve uhrevî felâketlere, azaplara mâruz bırakmasın. İslâm dininin, gösterdiği kolaylığı takdîr ederek ve yücelterek Kerem Sâhibi Mâbud’a şükretmeye devam eylesin.

20. Muhakkak senin Rabbin biliyor ki: Şüphe yok sen gecenin üçte ikisinden biraz eksik ve yarısı ve üçte biri kadar kalkıyorsun ve seninle beraber olanlardan bir gurup da ve Allah geceyi ve gündüzü takdir eder, bildiği siz bunu sayıp başaramayacaksınız. Artık sizi bağışladı, imdi Kur’an’dan kolay geleni okuyun. Bilmiştir ki: Sizden hasta olanlar, olacaktır, başkaları da Allah’ın fazlından bir kâr aramak için yeryüzünde yol tepeceklerdir ve başkaları da Allah yolunda cihadda bulunacaklardır. Artık ondan kolay olanı okuyunuz ve namazı dosdoğru kılınız ve zekâtı veriniz ve Allah için güzelce ödünç vermekle ödünç veriniz ve nefisiniz için hayırdan ne takdîm eder iseniz onu Allah katında daha hayırlı ve mükâfatça daha büyük olarak bulursunuz ve Allah’tan mağfiret isteyin, şüphe yok ki: Allah; Gafûrdur, Rahîmdir.

20. Bu mübârek âyet; Resûl-i Ekrem’in ve onun Ashab-ı kirâmından bir zümrenin geceleri ne kadar müddet ibâdetle meşgul olduklarını gösteriyor. Onlara hastalık gibi, seyahat gibi, cihada atılmak gibi bâzı mâzeretlerinden dolayı kolaylık ihsân buyrulduğunu bildiriyor.

Artık geceleri güç yetirdikleri miktar teheccüt namazında bulunmalarını ve Kur’an-ı Kerimden kolaylarına gelen âyetleri okumalarını ve farz namazlarını kılmayı ve zekâtlarını vermeyi ve Allah’ın rızâsı için sadakalar vermelerini ve istiğfarda bulunmalarını emrediyor ve yapacakları hayrların daha büyüklerine Allah tarafından nâil olacaklarını müjdeliyor.

Şöyle ki: Ey Peygamber!. (Muhakkak senin Rab’bin) İlim ve Hikmet Sâhibi Yüce Yaratıcın (biliyor ki: Şüphe yok sen) namaz kılmak için (gecenin üçte ikisinden biraz eksik) zamanda (ve) gecenin (yarısı ve üçte biri kadar) bir müddette (kalkıyorsun) namaza, niyâza devam ediyorsun (ve seninle beraber olanlardan) İslâm şerefine nâil bulunan Ashab-ı kirâm’dan (bir gurup da) geceleri namaza kalkıyorlar, ibâdet ediyorlar, Kuran okuyorlar.

(Ve Allah geceyi ve gündüzü takdîr eder) onların miktarlarını Allâh-ü Teâlâ’dan başkası tamamen bilemez. Geceleyin ve gündüzlerin vakitleri, aylara ve muhitlere göre değişir ve özellikle birçok işler ile uğraşan ve geceleri uykuya dalıp kalan kimseler, o vakitleri güzelce tâyin edemezler. Binaenaleyh Allah-u Teâlâ ezeli ilmi ile (bildiği siz bunu sayıp başaramayacaksınız) Gecelerin bütün vakitlerini takdir edip, saatlerini sayıp zaptetmeye güç yetiremeyeceksiniz, öyle tâyin edeceğiniz vakitlerde uyanıp namaz kılmanızı kolaylıkla temin edemeyeceksinizdir.

(Artık sizi bağışladı) kalkıp muayyen saatlerde teheccüt namazı kılmayı size bir vazife kılmadı, hakkınızda afv ve keremi tecellî etti, size kolaylık gösterdi. (İmdi Kur’an’dan kolay geleni okuyun) yâni; Geceleri kolayınıza gelen miktarda teheccüt namazı kılın, Kur’an âyetlerini okuyun, siz bu hususta serbestsiniz, maamafih bu, bir vazife değildir. Beş vakit namaz, bunun yerine geçmiştir.

Allâh-ü Teâlâ (bilmiştir ki:) Ey mükellef insanlar!. (Sizden) İslâm ümmetinden (hasta olanlar, olacaktır.) geceleri kalkıp teheccüt namazı kılmayacaklardır, onun içindir ki: Bu ruhsat verilmiştir. (başkaları Allah’ın fazlından bir kâr aramak için yer yüzünde yol tepeceklerdir.) ticaret için seyahate çıkıp yolculuk zahmetine tutulacaklardır. Bunlar da teheccüt namazına muntazam devam edemeyeceklerdir.

(ve başkaları da Allah yolunda cihattâ bulunacaklardır.) Savaş sahâlarına atılacaklardır. Bunlar da geceleri kalkıp teheccüt namazı kolaylıkla kılamayacaklardır. (Artık) Bu gibi sebeplere, hikmetlerden dolayı Allâh-ü Teâlâ size teheccüt namazı hakkında ruhsat vermiştir.

Şimdi siz (ondan kolay olanı okuyunuz) yâni: Kolayınıza gelen miktarda geceleyin kalkıp teheccüt namazı kılınız, Kur’an âyetlerini okuyunuz, bu sizin için mendup bir vazifedir, (ve) Siz ey mü’mîn kullar!, (namazı dosdoğru kılınız) farz olan namazı rükün ve şartları dairesinde yerine getirmeye çalışın (ve zekâtınızı veriniz.) İçinizden şartlarını taşıyanlar, zekât farizasını da yerine getiriversin veya fıtır sadakası versin (ve Allah için güzelce ödünç vermekle ödünç veriniz.) yâni:

Allah rızâsı için hayır ve iyilikte bulunun, fakirlere sadaka verin yoksullar hakkında şefkat ve yardım gösterin (ve nefsiniz için) kendi şahsî menfaatiniz hakkında (hayırdan ne yaparsanız) şu beyan olunan vazifeler ve benzerleri adına dünyada iken her ne şey yapar iseniz, hangi bir iyilikte bulunur iseniz zâyi olmaz, (onun Allah katında) yarın âhirette (daha hayırlı ve mükâfatça daha büyük olarak bulursunuz) onların kat kat sevaplarına nâil olursunuz.

(Ve) Ey Allah’ın kulları!. (Allah’tan mağfiret isteyiniz) İnsanlar, bir
takım kusurlardan uzak olamazlar, o kusurların affını ve bağışlanmasını ve kerîm olan Mâbudunuzdan niyâz etmelisiniz (şüphe yok ki, Allah) o Yüce Yaratıcı (gafûrdur) kullarının bir nice günahlarını affeder ve bağışlar ve (rahimdir) ilâhî rahmeti pek çoktur, dilediği kullarını sonsuz rahmetine ulaştırır, binaenaleyh kulların vazifeleri de O Kerîm, rahîm Mâbudumuzun emirlerine, yasaklarına riâyete çalışmak, onun affını ve bağışlamasını niyâz etmek, onun sonsuz olan ilâhî rahmetini istirhamda bulunmaktır.
Ey Kerem ve merhamet Sâhibi Mâbudumuz!. Bizleri afv ve keremine mazhar buyur. Yüce Kur’an hürmetine âmin.
Daha yeni Daha eski