KURAN’I KERİM TEFSİRİ
ÖMER NASUHİ BİLMEN
Meryem Suresi Tefsiri, Türkçe Meali ve Açıklaması
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu mübarek sûre, Mekke’i Mükerreme’de nazil olmuştur. Doksan sekiz âyeti kerimeden meydana gelmektedir. Hz. İsa gibi bir Yaratılış harikasının muhterem annesi Hz. Meryem’e dair âyetleri kapsamış olduğu için kendisine bu ad verilmiştir. Bu, mübarek Meryem sûresi, sûrei Kehf’in sonunda beyan buyurulan güzel amel ile Yaratıcının birliği İnancının izahını pek mükemmel ve pek ebedî bir şekilde içine almış bulunmaktadır. Bu mukaddes sürede Allah Teâlâ’nın birliği, kudret ve büyüklüğü, yaratmış olduğu kullarını kendisine evlât edinmekten yüce bulunduğu, ve ilâhî dinin Peygamberler tarafından insanlara nasıl tebliğ edilmiş olduğu beyan buyurulmaktadır. Bu Meryem sûresi, başlıca altı mühim kıssayı içermektedir. Şöyle ki: Birinci kıssa, Zekeriya Aleyhisselâm’a aittir. Onun münâcâtını, dualarını tasvir etmektedir. İkinci kıssa Hz. Meryem ile İsa Aleyhisselâm’a aittir. Hz. Meryem’in hayatının temizliğini, Hz. İsa’nın bir kudret bediası olduğunu tasvir buyurmaktadır. Üçüncü kıssa, İbrahim Aleyhisselâm’a aittir. Babası Azer’i Allah’ın dinine ne şekilde davet etmiş olduğunu bildirmektedir. Dördüncü kıssa, Musa Aleyhisselâm’a aittir. Onun Allah’ın hitâplarına mazhar oluşunu ve Harun Aleyhisselâm gibi bir Peygamber kardeşe nailiyetin! göstermektedir. Beşinci kıssa, İsmail Aleyhisselâm’a aittir. Onun Allah katındaki yüksek mertebesini veümmetine namaz ve zekât gibi ibadetleri emir ve tavsiyede bulunmuş olduğunu beyan buyurmaktadır. Altıncı kıssa da, İdris Aleyhisselâm’a aittir. Onun nasıl yüksek bir makama nail olduğunu anlatır ve bütün bu Peygamberlerin üstün mertebelerine ve ne kadar Yüce bir şekilde ibadet ve itaatte bulunmuş olduklarına işaret byurmaktadır. Velhâsıl: Bu mübarek Meryem sûresi: İnsanların muhtelif kabiliyetlerde, eğilimlerde bulunmakta olduklarını bildiriyor. Cenab-ı Hak’kın birliğini, kudret ve yüceliğini tasdik ve güzel amellere devam eden müminlerin pek mutlu âkibetlerini kendilerine müjdeliyor. Nefsanî İsteklerine kapılan, İmân nimetinden mahrum kalan kimselerin de pek cahilce, pek çirkin hâllerini ve pek korkunç akıbetlerini ihtar ederek bütün insanlığı uyanmaya davet buyuruyor.
1. Kâf, Ha, Ya, Ayın, Sad.
1. Bu mübarek âyetler, Hz. Zekeriya’nın kıssasını içermektedir. O Yüce Pegamber’in Cenab-ı Hak’ka olan yalvarmalarını ve bir hayırlı oğul temennisinde bulunmuş olduğunu anlatmaktadır. Şöyle ki: (Kâf, Ha, Ya, Ayın, Sad) kelimeleri müteşabihlerdendir. Mânâsını Allah’ın ilmine havale ederiz. Bununla beraber denilmiştir ki: Bu, Allah Teâlâ’nın veya Kur’an-ı Kerim’in isimlerinden biridir veya bu sûrenin bir ismidir veya Allah’ın ism-i azamıdır.
2. Bu Rabbin rahmetiyle kulu Zekariya’yı anmasıdır..
2. (Bu) okunacak âyetler, (Rabbin rahmetiyle kulu Zekeriyayı anmasıdır) Hz. Zekeriya’nın yüksek mevkiini, Allah Teâlâ’ya olan dua ve niyazını bildirmektedir. Onunu ümeti hakkında nasıl bir ilahi rahmet olduğunu işaret buyurmaktadır.
3. O vakit ki, Rabbine gizlice bir dua ile duadaniyazda bulunmuştu.
3. (O vakit ki) o mübarek Peygamber (Rab’bine) kendisine peygamberlik ve nimet ihsan buyurmuş olan kerem sahibi mabûduna (gizlice) gece içinde sırren, kalben (bir dua ile duada) niyazda, teminnede (bulunmuştu) çünki geceleyin yapılan dualar, daha çabuk kabul olunabilir.
4. Demişti ki: Yarabbi! Muhakkak benim kemiklerim zayıflattı, başımın tüyü de tutuştu ve Rabbim! Sana ne dua ettim ise mahrum kalmadım.
4. Hz. Zekeriya bu duasında (demişti ki: Yarabbi!. Muhakkak benim, kemiklerim zayıflaştı) vücudun en kuvvetli kısmını teşkil eden kemiklere böyle zafiyet ariz olunca diğer kısımları elbetteki, daha çok zayıf düşmüş olur. (başımın tüyü de tutuştu) yani: Beyazlık dağılıp saçlarımı kapladı, ateşin alevi odunlara çarparak yayıldığı gibi bir vaziyet aldı. (ve Rab’bim sana ne dua ettim ise mahrum kalmadım) yani yaşadıkça yaptığım dualarını ilâhî katında kabule şayan oldu, bu hususta eli boş ve ziyanda kalmadım. Bundan sonra yapacağım dualarımı da lûtfen kabul buyur, Ey ulu mabûdum!.
5. Ve ben arkamdan beni takibedecek akrabamdan korkmaktayım, eşim de kısırdır. Artık bana sen kendi tarafından bir oğlu bağışla.
5. (Ve) Yarabbi!, (ben arkamdan beni takibedecek akrabamdan korkmaktayım) yani: Soy bakımından bana mensup olan amcamın çocukları gibi kimselerin benden sonra yaşayarak Allah’ın dinini yaymaya hizmet edeceklerini, benim mesleğimi seçeceklerini pek ümit etmiyorum, (eşim) İysa’ (da kısırdır) evlâdı olmuyor. Artık Yarabbi!. (Bana sen kendi tarafından) bu ihtiyarlığım çağında harika kabilinden âdeta muhalif bir şekilde (bir oğul bağışla) benim sulbümden bir oğuldünaya gelsin, benim yerimi alsın benim yetkime sahip bulunsun.
6. Hem bana vâris olsun hem de Yakub hanedanına vâris olsun ve Rabbim! Onu katında rızaya mazhar buyur.
6. Hz. Zekeriya niyazına devam ederek dedi ki: Yarabbi!. O bana ihsan edeceğin oğul, (hem bana vâris olsun) yani: Benim sahip olduğum ilimde, amelde, peygamberlikte bana halef bulunsun. (Hem de Yakub hanedanına vâris olsun) onların da faziletlerine, güzel huylarına, yüksek tarihi hallerine nail bulunsun. (Ve Rab’bim!.) Ey Kerem Sahibi Yaratıcım!. (onu) o bana öylece vâris olacak oğlumu (indinde) kevlen ve fiilen (uzaya mazhar buyur) her bakımdan iyi, Allah’ın rızasına lâyık bir kul olarak dünyaya gelmiş olsun.
7. Ey Zekeriya! Seni bir oğul ile müjdeleriz ki, adı Yahya’dır. Onun için evvelce kimseyi bir adaş kılmadık.
7. Bu mübarek âyetler, Zekeriya Aleyhisselâm’ın duasının kabul edilip Yahya adında bir oğul ile müjdelenmiş bulunduğunu bildiriyor. Bunu garip karşılayan Hz. Zekeriya’nın kendisine bir alâmet olmak üzere üç gün konuşmaya muktedir olamayacağı ve onun, tesbihte bulunmaları için kavmine işaret etmiş olduğu beyan buyurulmaktadır. Şöyle ki: Allah Teâlâ Hazretleri Zekeriya Aleyhisselâm’ın duasına vahiy yoluyla cevap olarak buyurdu ki: (Ey Zekeriya!. Seni bir oğul ile müjdeleriz ki, adı Yahya’dır) bu isimde senin bir oğlun dünyaya gelecektir (onun için) o dünyaya gelecek Yahya adındaki oğlun için (evvelce) kimseyi (bir adaş kılmadık) yani: Ondan evvel hiçbir kimseye Yahya adı verilmiş olmadı. Bu adın ilk evvel ona verilmiş olması, hakkında bir saygı gösterme alametidir. Vakıa Hz. Yahya, haddızatında pek seçkin vasıflara sahip bulunmuştur. Pek ihtiyar, mübarek bir zatın kısır bulunan eşinden dünyaya gelmesi,mâsum bir hayata kavuşup peygamberlik payesini elde etmiş bulunması onun bu seçkinliği cümlesindendir.
8. Dedi ki: Yarabbi! Bana nereden bir oğul olabilir? Eşim ise kısır olmuştur. Ben de ihtiyarlıktan son yaşa yetişmiş oldum.
8. Zekeriya Aleyhisselâm da daha çok sevinç için, Allah’ın kudretini yüceltmek ve müjdelenmenin zevkini daha çok tatmak için (dedi ki: Yarabbi!.) Ey her şeye kâdir olan kerem sahibi mabûdum!. (Bana nereden bir oğul olabilir?.) adeta göre benim kuvvetli, erkek bir çocuğum nasıl dünyaya gelebilir?, (eşim ise kısır olmuştur) çocuk doğuracak kabiliyeti kalmamıştır. (Ben de ihtiyarlıktan son yaşa yetişmiş oldum) şimdi çocuğu olmayacak tam bir ihtiyar halinde bulunmaktayım. Artık ne kudrettir ki, ne şefkattir ki, bize bu halimizde bir oğul ihsan buyuracaksın.
9. Buyurdu ki: Öyledir. Rabbin buyurdu ki: O bana kolaydır ve muhakkak ki, ben seni bundan evvel yaratmıştım, halbuki, sen hiçbir şey değildin.
9. Allah Teâlâ da vahyederek (buyurdu ki:) Ey Zekeriya!. (Öyledir) gerçekten dediğin gibi sen ihtiyar ve eşin de kısırdır. Fakat (Rab’bin buyurdu ki: O bana kolaydır) her ne kadar adete aykırı görülse de Allah’ın kudretine göre onda bir güçlük yoktur. Cenab’ı Hak, dilediği herhangi bir ihtiyara kuvvet, herhangi kısır bir kadına da yeniden anne olabilmek için bir kabiliyet ihsan buyurabilir. (Ve muhakkak ki, ben seni) ey muhterem kulum Zekeriya!. (Bundan evvel yaratmıştım) seni dünya sahasına getirmiştim (halbuki, sen hiç bir şey değildin) belki sırf bir madûm idin. Artık seni yoktan var eden bir Yüce Yaratıcı sana bu halinde evlât veremez mi? insanlığın ilk babası olan Hz. Adem’i de düşünmeli değil midir?. Onu yoktan var eden bir Yüce Yaratıcı elbette ki, herhangi bir kulunu, her ne halde bulunursabulunsun dileyince evlada kavuşturabilir, onun kudreti sonsuzdur. Buna inanmışızdır.
10. Dedi ki: Yarabbi! Benim için bir alâmet kıl. Buyurdu ki: Senin alâmetin, sen sapsağlam olduğun halde insanlar ile üç gece konuşmaya muktedir olamamandır.
10. Zekeriya Aleyhisselâm (dedi ki: Yarabbi!. Benim için bir alâmet kıl) yani: Ey Kerem Sahibi Yaratıcı!. İnandık, sen her şeye kâdirsin. Fakat o çocuğun ne vakit yaratılacağına dair bir belirti ihsan buyur, annesinin ona ne zaman hamile kalacağını anlamış olabileyim. Cenab-ı Hak da (buyurdu ki: Senin alâmetin) o çocuğun olacağına dair kendisiyle delil getireceğin şey (sen sapsağlam olduğun halde insanlar ile üç gece) arka arkaya üç gün (konuşmaya muktedir olamamandır.) yani: Bir hastalığın, bir dilsizliğin olmadığı halde insanlar ile lisânen konuşmaya böyle bir müddet muktedir olamaman, senin için bir evlât dünyaya geleceğine bir ‘alâmet teşkil edecektir.
11. Sonra mescitten kavmine karşı çıktı da gündüzlerin evvellerinde ve sonlarında tesbihte bulununuz diye onlara işaret eyledi.
11. (Sonra) Zekeriya Aleyhisselâm bu ilâhî vahyi müteakip hemen (mescitten kavmine karşı çıktı) dışarda durup cam-ii şerifin açılmasını bekleyen cemaatin yanına gitti (de) kendileriyle konuşamamaksızın dudaklarını kımıldatarak veya yazı ile yazarak (gündüzlerin evvellerinde ve sonlarında tesbîhte bulununuz diye onlara işaret eyledi) yani: Âdet üzere sabah ve ikindi namazlarını kılmaya devam ediniz, bu vakitlerde adet üzere ibadet ve itaatde bulununuz. Hz. Zekeriya, kalben, gizlice tevhit ve tesbihe muktedir olduğu halde cemaat ile açıkça konuşmaya muktedir olmadığını görünce artık ailesinin hâmile kaldığını anlamış, bu sükûte mecburiyeti kendisi için istediği bir alâmetten ibaret bulunmuştu.
12. Ey Yahya! Kitabı kuvvetle tut. Ve ona daha çocuk iken hikmet verdik.
12. Bu mübarek âyetler, Yahya Aleyhisselâm’ın nail olmuş olduğu nimetleri bildiriyor. Ve onun pek güzel vasıflarını ve ahlâkını tasvir ediyor ve o pek muhterem zatın herhalde selâma, yüceltmeye mazhar olduğunu şöylece beyan buyurmaktadır. Hak Teâlâ Hazretleri buyurmuştur ki: (Ey Yahya!. Kitabı kuvvetle tut) yani: Tevrat’ı ciddiyetle al, mütâlea et, ahkamına riayette bulun (ve ona) Cenab-ı Yahya’ya (daha çocuk iken) rivayete göre henüz üç yaşında iken (hikmet verdik) Tevrat’ı fıkıh hükümlerini anlamaya kabiliyet verdik yahut ona peygamberlik ihsan ettik. Deniliyor ki: Hz. Yahya’yı daha pek çok çocuk iken diğer çocuklar oynamaya davet ederlermiş, o da dermiş ki: Biz oyun oynamak için yaratılmış değiliz.
13. Ve ona tarafımızdan bir rahmet, bir temizlik verdik ve çok muttaki oldu.
13. (Ve ona) Hz. Yahya’ya (tarafımızdan) ilâhî katımızdan bir tâlim ve tecrübe vasıtası olmaksızın (bir rahmet) bir bereket, bir kalp inceliği (ve bir temizlik) günahlardan arınmışlık veya büyük bir itaat ve ihlâs verdik. (Ve) o muhterem Yahya (çok muttaki oldu) yaratılış ve karakter olarak ihlaslı, itaatkâr gayrimeşru şeylerden çokca kaçınırdı. Rivayete göre hiçbir hatada bulunmamış ve ona hiç bir meyil de göstermemiştir.
14. Ve anasıyla babasına itaatkâr idi ve bir zorba, isyankâr değildi.
14. (Ve) Hz. Yahya (anasiyle babasına itaatkâr idi) onlara lûtf ile, nezaketle muamelede bulunurdu, onlara iyilikte bulunmaya çalışırdı. Çünkü ana baba haklarına riayet, haddızatında büyük bir itaat demektir. (Ve) o mübarek mâsum (bir zorba) bir kibirli ve bir (isyankâr değildi) mabûduna âsi veya ana-babasının hukukuna tecavüz ederbulunmuyordu. Belki pek itaatli, âlim, selim, mütevazi bulunuyordu.
15. Ve ona selâm olsun, doğduğu günde ve öleceği günde ve diri olarak kabrinden kaldırılacağı günde.
15. (Ve) Allah Teâlâ tarafından (ona selâm olsun) âfiyet ve selâmet içinde bulunsun. (Doğduğu günde) şeytanî ârızalardan vesair muzır şeylerden emniyet dairesinde dünyaya gelsin (ve öleceği gün de) kabir azabından korunmuş kalsın (ve diri olarak) kabrinden (kaldırılacağı günde) selâmete, kurtuluş ve saadete kavuşsun. Bu üç vakit insanlık için pek korkunç birer hayat merhalesidir. Bunlarda selâmete nail olan bir kul, hakikaten mutludur. Yüce Yaratıcı hazretleri, bu merhalelerde selâmete nâiliyeti Yahya Aleyhisselâma müjdelemiş olmakla o muhterem Peygamberinin hakkında pek büyük ikram lûtfunda bulunmuştur.
§ Hz. Zekeriya ile Hz. Yahya’nın tercümei halleri için Âl-i İmran sûresindeki (41) inci âyetin izahına da bakınız!.
16. Kitapta Meryem’i de yâd et. O vakit ki, ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti.
16.Bu mübarek âyetler de Hz. Meryem’in kıssasını içermektedir. Hz. Cibril ile aralarında cereyan eden konuşmalarını bildirmektedir. Hz. Yahya’nın iki ihtiyardan doğmasına kıyasla Hz. İsa’nın babasız olarak dünyaya getirilmesinin Allah’ın kudreti için daha açık, daha eşsiz bir numune teşkil ettiğine işaret buyurulmaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Resûlüm!. (Kitapta) Kur’an’ı Kerim’de bu surei mübarekede (Meryem’i de hatırla) İsrail oğullarının eşrâfından olan Umran’ın kızı Meryem’in kıssasını da an (o vakit ki) Meryem, bir külfeti, bir inzivayı tercih ederek (ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti) Beytülmukaddesin veya kendihanesinin doğu tarafına çekilerek orada tek başına ibadet ve itaate devam edip durmuştu.
17. Onların öte yanlarında kendisine bir perde edinmişti. Artık biz de ona ruhumuzu Cibril i Emin’i gönderdik de onun için tatma bir insan sûretinde görünü vermişti.
17. Hz. Meryem, (onların öte yanlarında) aile fertlerinin ikâmetgâhlarına yakın bir yerde kendisine hususî (bir perde edinmişti) ibadetine bir mâni bulunmaması için öyle tenha bir yeri seçmişti. Bir rivayete göre Hz. Meryem, Zekeriya Aleyhisselâm’ın eşi ve kendisinin teyzesi olan bir hanımın kendisine tahsis etmiş olduğu bir hücreye arasıra çekilir, orada yıkanır, taharetini temin edermiş. İşte bir gün öyle bir yerde duruyordu. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (Artık bîz de ona ruhumuzu) yani Cibril-i Emin’i (gönderdik de onun için) Hz. Meryem’e karşı (tam bir insan suretinde görünüvermiştî) cismanî bir şekil almış, güzel bir insan şekline girmişti.
§ Cibril-i Emin, ruhanî bir mahlûk olduğu için veya sırf ruhtan yaratılmış bulunduğu için veya kendisinin ilâhî kitapları Peygamberlere tebliğ etmesi vesilesiyle dinî hayatı temine vasıta olduğu için kendisine “ruhumuz” diye bir şeref verilmiştir, İlâhî vahyi alıp Peygamberlere tebliğ etmesi Cenab-ı Hakka manevî yakınlığını göstermektedir. İşte böyle bir yakınlığa işaret için de “ruhullah” denilmektedir. Zaten bütün mahlûkat Allah Teâlaya izafe edildiği gibi ruh da izafe edilebilir. Cenab’ı Hak’kın kulu, Cenâb-ı Hak’kın meleği, Cenab-ı Hak’kın ruhu denilir ki, onun yaratmasının eseri demektir. Yoksa Cenab-ı Hak ruhların da Yaratıcısı olduğundan bir olan zatı ruha muhtaç olmaktan yücedir. Buna inanmışızdır.
18. Meryem dedi ki: Muhakkak ben senden Rahmana sığınırım. Eğer sen gerçekten takva sahibi isen yanımdan çekil.
18. Hz. Meryem, karşısında bir insan şeklindegörünen Cibril’i bir insan zannederek ona hitaben (dedi ki: Muhakkak ben senden Rahman’a sığınırım) ahlâkımın temizliğinin muhafazası için, gayri meşru bir temayülün meydana gelmemesi için lütuf ve merhamet sahibi olan Yüce Mabûdumun korumasına sığınırım. (Eğer sen gerçekten takva sahibi isen) yanımdan çekil, bana taarruz etme. Yahut sen de benim gibi Cenab’ı hak’ka sığın. Çünkü takva sahibi olan zata lâyık olan öyle hareket etmektir, gayrı meşru şeylerden kaçınmaktır.
19. Cibril dedi ki: Ben sana bir tertemiz oğul bağışlamak için, Rabbin ancak bir elçisiyim.
19. Cibril-i Emin de kendi mahiyetini anlatmak, kendisinen öyle bir korkmaya lüzum olmadığını bildirmek için Hz. Meryeme hitaben (dedi ki: Ben sana bir tertemiz) günahtan arınmış, hayır ve bereket sahibi, Peygamberlikle vasıflanmış (oğul bağışlamak için. Rabbin ancak bir elçisiyim) ben Hak Teâlâ tarafından gönderilmiş bir meleğim, ben yakana ruh üflemek için bir vasıtayım, sen bu sebeple seçkin bir evlada nail olacaksın. Artık benden korkmana gerek yok.
20. Meryem dedi ki: Bana bir oğul nasıl olabilir ki, bana bir insan nikâh ile dokunmamıştır ve ben bir iffetsiz de değilim.
20. Hz. Meryem’de (dedi ki: Bana bir oğul nasıl olabilir ki:) nereden ve nasıl mümkündür ki, ben bir oğul annesi olayım?. Halbuki, (bana bir insan) nikâh ile (dokunmamıştır) ben kocaya varmış değilim (ve ben bir iffetsiz de değilim) ben iffetini, tertemiz yaratılışını koruyan bir kimseyim. Evet.. Allah Teâlâ’nın babasız evlât vermeğe kâdir olduğunu Hz. Meryem de bilir, tasdik ederdi. Fakat bu, harikulâde bir hâdise olacağından bu bakımdan Hz. Meryem’in olayı garip karşılamasına sebep olmuştur.
§ insanlığın yaradılışında dört tür, dikkatçekmektedir. Birincisi: Anasız ve babasız olarak yaratılmaktır. Hz. Adem’in yaratılışı gibi. Ikincisi: Dişi vasıtası olmaksızın erkekten yaratılmaktır. Hz. havva’nın Adem Aleyhisselâmdan yaratılışı gibi. Üçüncüsü: Babasız olarak ana vasıtasiyle yaratılmaktır. Hz. İsa’nın, Hz. Meryem’den yaradılışı gibi. Dördüncüsü de ana ve baba vasıtalariyle yaratılmaktır. İnsanlun çoğunun yanatılışı gibi. Cenab-ı Hak hepsine de kadirdir. Buna inanmışızdır.
21. Cibril de dedi ki: Öyledir. Rabbin buyurdu ki: O bana göre pek kolaydır ve onu insanlara bir alâmet ve bizden bir rahmet kılacağız. Ve o hükme bağlanmış bir işten ibaret olmuştur.
21. Cibril-i Emin de (dedi ki: Öyledir) her ne kadar alışılmışa aykırı ise de senden babası olmaksızın bir çocuk dünyaya getirilecektir, bu mukadderdir. (Rabbin buyurdu ki: O) öyle babasız bir şekilde çocuk yaratmak (bana göre pek kolaydır) bir kere ol dedim mi hemen oluverir. Babasız çocuk dünyaya gelmesi, her ne kadar alışılmışa göre imkânsız ise de Hak Teâlâ bir şeyi dileyince vesaite lüzum göstermeksizin de onu vücude getireblir. (Ve) Cenab’ı Hak buyuruyor ki: (Onu) öyle bir yaratılış hârikasının vücude getirilmesini (insanlara bir alâmet) kılacağızdır. Bu, kâinatın Yaratıcısının kudretinin sonsuzluğuna ve insanların daha sonra tekrar hayata kavuşup ahiret âlemine sevkedileceklerine bir delil teşkil edecektir. (Ve) onu (bizden bir rahmet kılacağız) o babasız yaratılacak zat, kullar için bir hidayet rehberi olacaktır, onları tevhid dinine davet edecektir. (Ve) o takdir edilmiş olan hâdise (hükme bağlanmış bir işten ibaret olmuştur) binaenaleyh mutlaka meydana gelecektir.
“Mülkünde hak tasarruf eder keyfemayeşâ”
“İster cihanı var eder isterse yok eder”
22. Artık Meryem ruh üflenmesi ile ona hâmilekaldı. Onunla hemen uzakça bir mahalle çekilip gitti.
22. Bu mübarek âyetler de Hz. Meryem’in harikulâde bir şekilde Hz. İsa’ya hâmile kaldığını bildiriyor. O muhterem valideye Allah tarafından teselli verilmiş olduğunu ve onun birnice nimetlere nail bulunduğunu ve bir müddet adak olarak oruç tutup başkalariyle konuşmayı terk eylediğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: İlâhî takdir, görünmeğe başladı, vasıtasız olarak Allah tarafından veya Cibril’i Emin tarafından Hz. Meryem’in gömleğinin yakasından üfürüldü, bu, Meryem Hazretlerinin içerisine kadar tesir etti, bunun üzerine (artık ona) Hz. İsa’ya (hâmile kaldı) bir rivayete göre de Hz. Cibril, uzaktan üfürdüğü halde bu Hz. Meryem’e kavuşarak derhal hâmile kalmasına sebep oldu. Hz.Meryem de (onunla) o yüklendiği çocuk ile (hemen) ailesinden (uzakça bir mahalle çekilip gitti) ikametgahının sonundaki bir yere varıp orada eyleşti. İhtimâl ki, öyle ansızın yüklü kalmasından dolayı bir mahcupluk hissederek başkalarının gözlerinden uzak bulunmak istemişti.
23. Derken ona doğum hareketi gelerek kendisini bir hurma ağacının altına gitmeğe zorunlu kıldı, dedi ki: Ne olurdu bana, bundan evvel ölmüş olsaydım ve unutulup terkedilmiş bulunsa idim!
23. (Derken ona doğum hareketi) karnındaki çocuğun dışarı çıkmak için kımıldanması meydana (gelerek kendisini bir hurma ağacının altına gitmeğe zorunlu kıldı) rivayete göre kış mevsimi imiş, ağaç ise kup kuru bir halde bulunuyormuş, bunun altında saklanıp çocuğunu başkalarına göstermeksizin doğurmak istemişti. (Dedi ki: Ne olurdu bana!.) kâşki (bundan evvel ölmüş olsaydım) bu günü görmese idim (ve unutulup terkedilmiş bulunsa idim) hiçbir kimsenin hatırına gelmez olsa idim Hz. Meryem,insanlardan utandığı ve onların dedikodularından endişe ettiği için böyle bir temennide bulunmuştu. Yoksa mübarek bir oğula nail olacağına dair bir ilâhî vaadi biliyordu.
§ Rivayete göre Hz. Meryem, bu esnada on veya onüç yaşında imiş. Gebelik müdeti ise yedi veya sekiz veya dokuz ay veyahut bir saat veya üç saat kadar devam etmiştir. Bu müddetin böyle birkaç saatten ibaret olması da harika olduğu gibi sekiz ay olması da harika kabilindendir. Çünkü sekiz ayda doğan çocuklar yaşamadıkları halde Hz. İsa yaşamıştır. Bilgisi Allah katındadır.
24. Derken ona aşağısından seslendi ki: Sakın mahzun olma, muhakkak ki, Rabbin senin alt yanından bir su arkı vücuda getirdi.
24. (Derken) Hz. Meryem öyle üzgün, endişeli bir halde iken (ona) Hz. Meryem’e (aşağısından) veya hurma ağacının alt tarafından Cibril’i Emin veya bir harika olarak Hz. İsa (seslendi ki: Sakın mahzun olma) üzülmeyi gerektiren bir şey yoktur, bilakis sevinçli olmalıdır ki, öyle muhterem bir oğula nail oluyorsun ve (muhakkak ki, Rabbin senin alt yanından bir su arkı) bir küçük ırmak (vücude getirdi) diğer bir harika ve lütuf olarak öyle kuru, susuz bir sahada bir ırmak fışkırmaya başladı, ondan istifadeye imkân verdirdi.
25. Hurma ağacını kendine doğru silkele, üzerine taze hurma dökülüversin.
25. Ve yine Hz. Meryem’e hitaben buyuruldu ki: (Hurma ağacını kendine doğru silkele) şu altında bulunduğun kurumuş, meyvesiz bulunmuş olan ağaç, öyle kış mevsiminde iken yeşillenerek taze hurmaları içerecektir, bu da başka bir harikadır, bir lütuftur, artık bundan istifade et, bunu silkele (üzerine taze hurma dökülüversin) hakkında bu şekilde de bir ilâhî nimet vücude gelmiş olsun.
26. Artık ye ve iç ve gözün aydın olsun, imdi insanlardan bir kimseyi görürsen de ki: Ben Rahman için oruç adadım, artık bugün hiç bir insan ile asla konuşmayacağımdır.
26. (Artık) Ey Muhterem Meryem!. (Ye) o taze hurmalardan istifade et (ve iç) akmaya başlayan ırmaktan su içerek hararetini gider (ve gözün aydın olsun) sen tebrike lâyıksın, bir manevî zevk ile yaşa (İmdi) Ey mübarek Meryem! (insanlardan) hangi (bir kimseyi görürsen de ki: Ber Rahman için) bana bu nimetleri ihsan eden Yüce Mabûdum için (oruç adadım) yani: Sükût etmek için veya sükût etmek suretiyle oruç tutmak için adakta bulundum (artık) bu hususu size işaretle haber verdikten sonra (bugün hiçbir insan ile asla konuşmayacağımdır.) Ben ancak melekler ile konuşurum ve Rabbime dua ve niyazda bulunurum.
§ Vaktiyle sükût şeklinde oruç tutulması caiz bulunmuştu. İslâmiyette ise bunun cevazında ihtilâf vardır. Hz. Ebubekir’den rivayet edildiğine göre, bu cevaz, müslümanlıkta kaldırılmıştır. Deniliyor ki: Gerçekten böyle sükûtta devam edilmesi, nefse işkencedir, güneşin altında kalmayı adamak gibi nefse baskı sebebidir, bu bakımdan caiz olmaması düşünülebilir. Fakat âlimlerden Kaffal’e göre böyle bir adağın cevazı düşünülebilir. Çünkü bir müddet insanlar ile konuşmayı terk ile fikri başkalarından soyutlayarak Allah’ı zikretmek ile meşgul olmak, bir ibadet, bir manevî yakınlık demektir.
27. Artık onu yüklenerek kavminin yanına getirdi. Dediler ki: Ey Meryem! Doğrusu pek büyük, çirkin birşey ile gelmiş oldun.
27. Bu mübarek âyetler de Hz. Meryem’in bir harika olarak doğurmuş olduğu Hz. İsa’yı kavminin yanına götürmüş olduğunu ve bunun üzerine aralarında geçen konuşmayı bildiriyor ve Hz. Meryem’in iffet ve yüceliğine pek açık bir şahitlik olmak üzere Hz. İsa’nın dahabeşikte bir çocuk iken dile gelip kendisinin yüce mahiyetini, ermiş olduğu nimetleri açıklamış olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. Meryem, hurma ağacı altında iken kendisine yönelen teselli ve tebrik hitabından dolayı üzüntü ve kederden kurtulmuş, son derece sevinçli bulunmuş oldu (artık onu) henüz doğurduğu Hz. İsa’yı (yüklenerek) kucağına alarak (kavminin yanma getirdi) kavmi Hz. İsa’yı görünce (dediler ki: Ey Meryem!.) nedir bu?. (Doğrusu pek büyük, çirkin bir şey ile gelmiş oldun) sen genç, kocasız bir kız olduğun halde bu çocuğu nereden tedarik ettin, ne garip bir durum!.
28. Ey Harun’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir şahıs değildi ve anan da iffetden mahrum bulunmuş değildi.
28. O mübarek Meryem’e hitaben dediler ki: (Ey Harun’un kız kardeşi!. Senin baban) İmran (kötü bir şahıs değildi) zina eden, fuhuşa meyilli biri değildi. (Ve anan) Henne (de iffetden mahrum bulunmuş değildi) iffetli, temiz bir hatun idi. Artık böyle babası, anası tertemiz olan bir kız, nasıl olur ki, bir gayrı meşrû evlât sahibesi olabilsin?. Buradaki Harun’dan maksat, ya Harun Aleyhisselamdır. Gerçekten de Hz. Harun, bin sene önce dünyada bulunmuştu. Meryem ise onun neslinden dünyaya gelmiş olduğu için öyle büyük bir zatın kız kardeşi diye yâd edilmiş, öyle bir aileye gayrı, meşru bir hareketin lâyık olmadığına işaret edilmiştir. Yahut bu Harun’dan maksat, Hz. Meryem’in zamanındaki iyi kimselerden bir zat imiş, Hz. Meryem de onun gibi iyi hal sahibi görüldüğü için onun bu bakımdan kardeşi sayılmış, onu şimdiki vaziyetinden ise şaşkınlık gösterilmiş.
29. Bunun üzerine ona çocuğa işaret etti. Dediler ki: Biz daha beşikte bir çocuk bulunan ile nasıl konuşabiliriz?
29. Hz. Meryem, (bunun üzerine) böyle kendisine yönelen bir sorgulama dolayısiyle(ona) o beşikte çocuk bulunan Hz. İsa’ya (işaret etti) o sorgulayıcı kimselere o masûm çocuğun cevap vermesini ve bu şekilde de kendi iffetinin ortaya çıkmasını istedi. O kimseler ise kızdılar, (dediler ki: Bîz daha beşikte bir çocuk bulunan ile nasıl konuşabiliriz?.) Henüz konuşma çağına gelmemiş bir çocuk, bizimle konuşabilir mi? Sen bizimle alay mı ediyorsun?
30. O çocuk dedi ki: Ben şüphe yok Allah’ın kuluyum, bana kitap verdi ve beni bir Peygamber kıldı.
30. O kimselerin bu garipsemeleri üzerine o pek çocuk bir halde bulunan Hz. İsa, bir kudret hârikası olarak konuşmaya başladı. Onlara hitaben (dedi ki: Ben şüphe yok Allah’ın kuluyum) ben de o Yüce Yaratıcının bir mahlûkuyum, ancak ona ibadet ederim, ondan başkasına ibadette bulunmam. O Yüce Mabud (bana kitap verdi) İncil gibi bir kitabın bana verilmesini takdir buyurmuş oldu veya Tevrat gibi bir ilâhî kitabı anlamayı nasip buyurdu. (Ve beni bir Peygamber kıldı) yani: Benim, İsrail oğullarına gönderilmiş bir peygamber olmamı Levh-i Mahfuz’unda tesbit etti.
31. Ve beni nerde olsam mübarek kıldı ve bana hayatta olduğum müddetce namaz ile ve zekât ile emretti.
31. (Ve) Hz. İsa, sözlerine devam ederek dedi ki: Cenab-ı Hak, (beni nerede olsam mübarek kıldı) beni çeşitli bereketlere erdirdi, insanlara dinlerini öğretmeye muvaffak-etti, beni bir takım mucizeler ile destekledi. (Ve bana hayatta olduğum müddetçe namaz ile ve zekât ile emretti) yani: Ben mükellefiyet yaşına gelince namaza devam edeceğim, ve salip olacağım malların zekâtını vereceğim. Diğer bir yoruma göre de Hz. İsa, daha çocuk iken fevkalâde akıllı, mükemmel bir halde yaratılmış olduğu için bu ibadetlerle muvazzaf bulunmuştur. Hz. İsa, bu ifadesiyle kendisinin de mükellef bir kul olup ilahlık vasıflarınasahip olmadığını itiraf etmiş demektir.
32. Ve beni valideme itaatkâr kıldı ve beni bir zorba, isyankâr kılmadı.
32. (Ve) Hz. İsa, şöyle de buyurdu ki: Cenab’ı Hak (beni anneme itaatkâr kıldı) öyle ilâhî lütfa mazhar, muhterem ve beni harikulâde bir şekilde doğurmaya, muvaffak olmuş olan temiz anneme hürmet ve itaat etmek de benim için elbette bir vazifedir. (Ve) O Yüce Yaratıcı (beni bir zorba) bir büyüklük taslayan ve bir (isyankâr kılmadı) ben de Cenab-ı Hak’kın bir kulu olduğumu itiraf ediyorum, onun emrine muhalif şeyleri yapıp da bedbahlığa düşmekten uzaklaşmış bulunmaktayım. Hz. İsa’nın daha sabi iken bu beyanatı, kendisine “Allah’ın oğlu” diyenleri, kendisine ilahlık isnat edilmesini reddetmek gayesi içermektedir. Bu da onun için bir mucize demektir ki, ileride nasıl yanlış düşünenler olacağını bilmiş, onlara karşı kendi mahiyetini bildirmiş, kendisinin de kulluk vasfını taşıyan bir insan oğlu oğlduğunu itiraf eylemiştir.
33. Ve selâm benim üzerimedir, doğduğum günde ve öleceğim günde ve diri olarak kaldırılacağım günde.
33. (Ve) O Yüce Peygamber buyurdu ki: Allah Teâlâ tarafından (selâm benim üzerimedir) O Yüce Yaratıcı, beni daima selâmette bulunduracaktır, hiçbir kimse bana zarar vermeğe kâdir olamıyacaktır, Bu selâmet, benim için takdir edilmiştir. (doğduğum günde) selâmetteyim, şeytan vesaire bana zarar verememiştir (ve öleceğim günde) selâmet içerisinde hayatı terk edeceğim. Yani: Ben de bir insanım, haşa Allah değilim, ben de birgün öleceğim, fakat selâmetten mahrum kalmayacağım. Bu ifade de Hz. İsa’ya isnat edilen çarmıha gerilme olayını tekzib etmektedir. Çünkü onun vefatının selâmete aykırı bir musibet şeklinde olmayacağına bu ifadesi bir delildir. (Ve) yine Hz. İsa buyurmuştur ki: (diri olarak kaldırılacağımgünde) kıyamet gününde de yine selâmet içinde hayata nail olacağım, Yaratıcımın, Yüce mabûdumun koruma ve himayesine, lûtf ve ihsânına kavuşacağım. İlâhî vahye mazhar, peygamberlik vasfını taşıyan herhangi bir zatın şüphe yok ki, bütün beyanatı gerçeğin kendisidir.
34. İşte hak olan söze göre bu, kendisinde ihtilâfta bulundukları Meryem’in oğlu İsa’dır.
34. Bu mübarek âyetler de Hz. İsa’nın Kur’an’ı Kerim’de evsafı zikredilen zâttan ibaret olduğunu, gösteriyor ve Cenab’ı Hak’kın kendisine evlât edinmekten yüce olup dilediğini hemen var etmeğe kâdir olduğunu bildiriyor. Hz. İsa’nın da Allah’ın Rab olduğunu itiraf ile ancak O’na ibadet edilmesini tavsiye eylemiş olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (İşte hak olan söze göre) hakikate uygun, şüpheden uzak olan beyana göre (bu) harikulâde yaradılışı, yüksek vasıfları, yüceltilmeye lâyık menkibeleri anlatılan zat, (kendisinde) Yahudi ve Hıristiyan taifelerinin (ihtilâfta bulundukları) şek ve şüpheye, inkâra düşmüş oldukları (Meryem’in oğlu İsa’dır) Aleyhisselâm. İşte müslümanlar o muhterem Peygamberi böyle Kur’an’ı Kerim’in haber verdiği Yüce evsafiyle tanır, tasdik ederler. Yahudiler ise o kadri pek yüksek zata sihirbaz derler, onun peygamberliğini inkar ederler. Hıristiyan grupları da o muhterem insan oğlunu hâşâ ilahlık mertebesine yükseltmek isterler. Evet… Nesturiye taifesi “İsa Allah’ın oğludur” derler. Yakubiye taifesi de “İsa Allah’tır, yer yüzüne inmiş, sonra göğe yükselmiştir” demeye cür’et gösterirler, öyle bir kudret hârikasının kadrini yükseltmek isterken Kâinatın Yüce Yaratıcısının ilâhlığına birliğini, isanî hallerden münezzeh olduğunu inkâr etmiş olurlar da bundan haberleri bile olmaz. Bu kavimler, taifeler, böyle ifrat ve tefritten kurtulamıyorlar. Halbuki, Kur’an-ı Kerim, o büyük Peygamberin kadrini aklauygun birşekilde bildiriyor. Hem Allah’ın şanını ortak ve benzerden, evlada ihtiyaçtan yüce tutuyor, hemde bir yaratılış hârikasının Allah katındaki yüksek kulluk derecesini gösteriyor. Bu esas kabul edildiği takdirde bütün insanlık ruhu, ifrat ve tefrit karanlığından kurtulmuş olacaktır, aradaki ihtilâf kalkacak, İlim ve hikmete uygun, tek bir inanç vücude gelmiş olacaktır.
35. Allah için asla tasavvur olunamaz ki, kendisi için bir çocuk edinmiş olsun. O münezzehtir, hangi bir şeyi vücuda getirmek dileyince ona ancak ol der, o da hemen oluverir.
35. Evet.. (Allah için asla tasavvur olunamaz ki) hiçbir şekilde sahih ve doğru olmaz ki (kendisi için bir çocuk edinmiş olsun.) Bir kere ilahlık şanını ablık vasıflarını güzelce düşünmek lâzım değil midir?. Evet.. (o) Yüce Yaratıcı münezzehtir) onu evlada vesaireye ihtiyaçtan ve bütün noksanlardan yüce tutarız. O Hikmet Sahibi Yaratıcı (hangi bir şeyi) vücude getirmek (dileyince) irâde ve takdir buyurunca (ona ancak ol der) onun derhal vücude gelmesine ilâhî kudreti taallûk eder (o da hemen) ilâhî kudret ile (oluverir) Evet.. Bütün mahlûkat, o Ezelî Yaratıcının birer yaratılış eseridir. Bütün bu mahlûkat haddızatında birer yok ve yok olmaya mahkum, Allah’ın kudreti ile ayakta durmaktadır. Artık nasıl uygun olabilir ki, hangi bir mahlûk, o Ezelî Yaratıcının oğlu sanılsın? Bir “kün == ol!” emriyle milyonlarca insanı vesaireyi vücude getirmeğe kâdir olan bir eşsiz Yaratıcıya kim evlât olabilecek bir mahiyete sahip bulunur?. Böyle bir iddia, Allah’ın şanını takdir edememekten ileri gelmektedir.
36. Ve şüphe yok ki, Allah benim de Rabbimdir, Sizin de Rabbinizdir. Artık yalnız ona ibadet ediniz. Bu, dosdoğru bir yoldur.
36. (Ve) Allah Teâlâ’nın evlât edinmeye ihtiyacıolmadığını ve bundan yüce olduğunu Hz. İsa da bildiği için kavmine hitaben buyurmuştu ki: (şüphe yok ki, Allah Benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir.) Hepimizi de yoktan vücuda getiren, besleyen, rızıklandıran ancak o Yüce Yaratıcıdır (Artık) Ey insanlar!. (yanlız o’na) o Ezelî Mabuda (ibadet ediniz) yalnız o’nu Yaratıcı, mabut tanıyınız, o’na ortak ve benzer isnat etmeyiniz, hangi bir mahlûkunu onun oğlu sanmayınız. (bu) size bildirdiğim, tavsiye ettiğim, Allah’ın birliği inancı, yalnız o kainatın yaratıcısına ibadet edilmesi, (dosdoğru bir yoldur) bu yolu takibedenler, sapıtmaz, sapıklığa düşmezler. Hakikî bir mümin, birer Allah’ı birleyen olurlar. “İşte Kur’an-ı Kerim’in bu âyetleri, bütün insanlığa en makul, İlim ve hikmete uygun bir yol göstermiş oluyor,
1. Bir kere İsa Aleyhisselâm’ın bir hilkat hârikası olduğunu inkâr edenler, hiç insaf edip de sair kudret eserlerini göz önüne almıyorlar mı’?, insanlardan milyonlarca sene önce nice binlerce âlemleri vücude getirmiş olan ve nice hârikaları ve özellikle babasız ve anasız olarak Hz. Adem’i yaratmış olan bir Yüce Yaratıcı, Hz. İsa’yı da babasız olarak yaratmağa kâdir değil midir ki, onun bu yaradılışını inkâr ediyorlar, onun gösterdiği mucizeleri sihir sanarak onun peygamberliğine inanmıyorlar, hakkında ona yakışmayan lakırdılar sarfediyorlar. Bu ne kadar insafsızlık!.
2. Hz. İsa’ya Allah’ın oğlu diyenler, ona ilahlık isnat edenler de bir kerre düşünmeli değil midirler ki: Milyonlarca senelerden beri nice harikulâde şeyleri yoktan var eden bir Yüce Yaratıcıya göre bir çocuğu babasız olarak yaratmak, pek o kadar büyük bir şey midir ki, onu o Yaratıcının oğlu sanmak cehaletine düşmüş bulunuyorlar. Ya o ezelî ve ebedî olan Yüce Yaratıcının yüceliğini kutsiyetini, ortak ve benzerden yüceliğini hiç düşünmüyorlar mı ki: Yaratılışın başlangıcından itibaren nice milyonlarca sene sonra meydana gelen birinsan çocuğunu hâşâ Allah sanmak cehaletinde bulunuyorlar. Nice milyarlarca aşarî kudret eserleri parlayıp duran bir Yüce Yaratıcı hakkında tasavvur olunabilir mi ki, kendi mahlûku olan bir kadının rahminden bir insan olarak meydana gelsin, nice üzüntülere maruz kalsın, böyle bir vaziyet, o muazzam Kâinatın Yaratıcısı hakkında nasıl düşünülebilir?. O ne kadar cahilce, mecnunca bir düşünüş.
3. Şimdi bir kere de müslümanların bu husustaki itikadına bir insaf gözü ile bakılsın. Müslümanlar, Cenab-ı Hak’kın ezelî ve ebedî olduğunu bilirler, onun birliğini, mahlûkat ile aynı özellikle olmaktan uzak bulunduğunu tasdik ederler Fakat o ezelî Yüce Yaratıcının nice âlemleri vücude getirmeğe, nice hârikaları yaratmağa kâdir olduğunu itiraf ederler. Allah’ın kudreti ile nice eşsiz eserlerin, fevkalâde hâdiselerin vücude gelmiş olduğunu da en kuvvetli delillere dayanarak tasdik etmektedirler, İşte Hz. İsa’nın doğusu ve birtakım hârikalar göstermiş olduğu da bu cümledendir. Binaenaleyh müslümanlar, Hz. İsa’yı pek muhterem, harikulâde bir şekilde yaratılmış birçok mucizeler ile desteklenmiş bir Peygamber, bir muhterem Allah kulu olarak tanıyor, tasdik ediyorlar, kendisine hürmet gösteriyorlar, kendisine vaktiyle İncil adında bir ilâhî kitap verilmiş olduğunu da bilip itirafta bulunuyorlar. Hz. İsa’dan evvelki Peygamberleri, kitapları tasdik ettikleri gibi Hz. İsa’dan sonra bütün insanlığa son bir Peygamber olarak gönderilmiş olan Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ı ve ona verilmiş olan Kur’an’ı Kerim’i de bilip tasdik ediyor ve yüceltiyorlar. Artık müslümanların en ilmî, en hikmetli, en insaflı, en mutedil bir inanç sahipleri oldukları ortaya çıkmış olmuyor mu?. Artık müslümanların bu inancına ifrat ve tefrita kapılmış olan milletler de katılsalar ne kaybederler?. Bilakis doğru bir inanca sahip olurlar, hem Allah’ın birliği inancına güzelcesahip olurlar, hem de bütün Peygamberlere, semavî kitaplara karşı bir tasdik ve hürmet duygusuna sahip olmuş bulunurlar. Aralarındaki çekişme ve ayrılık ortadan kalkar, insanlığın bütün ufuklarını bir hidayet güneşi aydınlıklar içinde bırakır durur. Ve başarı Allah’tandır.
§ Hz. İsa ile Hz. Meryem hakkında Nisâ Sûresinin (171) ve Âl-i İmran Sûresinin (37) inci âyetlerinin izahına da bakınız!.
37. Sonra gruplar kendi aralarında ihtilâfa düştüler. Artık görülecek günün en şiddetli azabı, kâfir olan kimseler içindir.
37. Bu mübarek âyetler, bir takım taifelerin Hz. İsa hakkında ve diğer dinî hususlarda ihtilâfa düşmüş olduklarına ve bunların ne kadar sapık kimseler olup ne kadar korkunç bir vaziyette kalacaklarına işaret ediyor. Ve Resûl-i Ekrem’in insanları o gibi fecî âkibetlerden korkutmağa memur olduğunu ve bütün insanlığın yeryüzünden alâkaları kesilerek ahirete sevkedileceğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Sonra gruplar) din hususundaki, Peygamberler hakkındaki kanaatlerinden, iddialarından dolayı insan toplulukları (kendi aralarında ihtilâfa düştüler) bu cümleden olarak Peygamberimizin saadet devrindeki cemiyetlerin bir kısmını ashab-ı kiram ile diğer müminler teşkil ediyordu. Bunların arasında bir birlik meydana gelmişti. Fakat cemiyetlerin birer kısmını da, Yahudiler, Hıristiyanlar vesair müşrikler teşkil etmekte bulunmuşlardı. İşte bunlar, birlik ve ittifakı temin edecek olan İslâm dinini kabul etmediler, ona karşı muhalif bir cephe aldılar, kendi aralarında da ihtilâf devam edip durmuştur. (Artık görülecek günün) gerçekleşecek olan kıyamet gününün (en şiddetli azabı, kâfir olan kimseler içindir) Evet.. O müthiş ahiret azabı, öyle dünyada iken ihtilâfa düşmüş, hakkı kabul etmemiş, Peygamberleri tamamen veya kısmen inkâretmiş, herhangi bir mahlûka ilahlık isnat eylemiş veya Allah’ın oğlu demiş olan kimselere yönelecektir.
38. Bize gelecekleri gün neler işitecekler ve neler göreceklerdir! Fakat o zalimler bugün pek zahir bir sapıklık içindedirler.
38. O ihtilâfa düşmüş, ilâhî dinden mahrum bulunmuş kimseler (bize gelecekleri gün) ahirette hesap ve cezaya sevkedilecekleri zaman (neler işitecekler ve neler göreceklerdir) onlar o vakit ne kadar şaşılacak şeyler karşısında kalacaklardır. (Fakat o zalimler bugün) bu dünya hayatında (pek açık bir sapıklık içindedirler) hakikatları dinleyip kabul etmekten, kudret eserlerini görüp bir ibret dersi almaktan mahrum bir halde bulunuyorlar. Ne kadar nefislerine zulmetmiş oluyorlar da haberleri yok. Artık onların ahiretteki o müthiş görüp işitmeleri kendileri için bir fâide vermiyecektir, o âlemdeki pişmanlıklar! dünyaya bir daha döndürülüp tövbe ve istiğfarda bulunacakları hakkındaki boş temennileri kendilerine pişmanlıktan başka bir şey arttıramayacaktır. Artık fırsat, kaçmıştır.
39. Ve onların hasret günü ile her emrin bitirilmiş olduğu vakit ile korkut. Onlar ise gaflettedirler ve onlar imân etmezler.
39. (Ve) Yüce Resûlüm!, (onları) öyle boş ihtilâflara düşenleri (hasret günüyle) kıyamet günüyle (her emrin bitirilmiş olduğu vakit ile) öyle müthiş bir vakit ile (korkut) ki, o günden evvel daha dünyada iken Allah’ın birliğine ve diğer dini hükümlere dair lâzım gelen bilgiler verilmiş, sevap ve azabı gerektiren şeyler bildirilmişti. Kıyamet gününde ise dünya hayatı yok olmuş, elden kaçanı telâfi imkânı kalmamış olacaktır. (Onlar ise gaflettedirler) ahirette başlarına neler geleceğini düşünmemektedirler. (Ve onlar imân etmezler) o başlarına gelecek olan ahiret gününe inanmazlar, öyle sapıklık içinde yaşamaktanayrılmak istemezler.
40. Biz, şüphe yok ki biz, yeryüzüne ve onun üzerinde bulunanlara vâris olacağız ve bize döndürüleceklerdir.
40. Yüce Allah buyuruyor ki: (Biz) evet (şüphe yok ki biz) yani bütün kâinata sahip ve hâkim olan ben Yüce Yaratıcı (yeryüzüne ve onun üzerinde bulunanlara) bütün mahlukata (vâris olacağız) yani: Bütün insanlık, bütün âlemin işleri, ancak Cenab’ı Hak’kın hükmüne, kazasına, hakimiyetine tâbi olmuş olacak, hiçbir kimsenin hâkimiyeti, fayda ve zarara iktidarı kalmayacaktır, (ve) bütün insanlar vesaire (bize döndürüleceklerdir) yani: Ahiretteki mahkemei kübraya sevk edileceklerdir. Herkes dünyadaki amellerine göre mükâfat ve ceza görecektir. Bu ilâhî beyan, pek büyük bir uyarıyı, korkutmayı içermektedir. Artık her insana lâzımdır ki, o dönüp gideceği ebediyat âlemini düşünsün, daha dünyada iken kulluk vazifelerini güzelce yapmağa ve noksanlarını telâfiye çalışsın. Başarı Allah’tandır.
“Herkim var ise bugün cihanda”
“Nâbud olacak yakın zamanda”
41. Kitapta İbrahim’i de zikred. Şüphe yok ki, o pek sadık bir Peygamber idi.
41. Bu mübarek âyetler, İbrahim Aleyhisselâm’ın kıssasını, Allah’ın birliği hakkında getirdiği delilleri içerir. Babasını putlara ibadetten men ederek ona verdiği nasihatları, şeytanın vesveselerine kapıldığı takdirde onun uğrayacağı felâketleri kendisine ihtar buyurmuş olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Resûlüm!. (Kitapta) bu surede veya Kur’an-ı Kerim’de (İbrahim’i de zikret) o pek muhterem Peygamberin kıssasını da an, İslâm dinine davet ettiğin kimselere onun tevhid dinine nasıl hizmet etmiş olduğunu nakleyle (şüphe yok ki, o) Hz. İbrahim, yaratılış ve huybakımından (pek sadık bir Peygamber idi) sözleri de, fiilleri de pek doğru idi, doğruluk ile peygamberliği bir araya getirmiş, ümmeti için bir hidayet rehberi bulunmuştu. Artık bu ümmet de onun yüksek menkibelerini gözönüne alarak ondan yararlansınlar.
§ Hz. İbrahim Arab kavminin ecdadından kabul edilir. Arapların babası sayılırdı. Herkes onun şanının yüceliğini itiraf ederdi. Fakat Arablar o zaman İlim tahsiliyle, kitapları mütalâa ile uğraşmadıkları için Hz. İbrahim’in dinini, vasıflarını, tarihî hayatını ilmî bir şekilde bilmiyorlardı. Sonra Kur’an-ı Kerim’in Hz. İbrahim’e ait kıssayı böyle ziyade ve noksandan arınmış bir şekilde tasvir buyurması, hem Kur’an’ın gaipten haber veren mucize ilâhî bir kitap olduğuna, hem de Peygamberimizin ilâhî vahye mazhar bir Yüce Peygamber bulunduğuna bir delil teşkil etmiştir.
42. Bir vakit ki, babasına demişti: Ey babacığım! Ne için işitmez, görmez ve seni hiçbir ihtiyaçtan kurtaramaz bir şeye taparsın?
42. (Bir vakit ki) Hz. İbrahim, Âzer adındaki putperest (babasına) bir merhamet ve şefkat eseri, bir peygamberlik görevi gereğince tam bir yumuşaklık ve nezaketle (demişti: Ey babacığım. Niçin işitmez görmez) olan, senin yaptığın duaları işitmekten, ibadetleri görüp mükâfat vermekten mahrum bulunan (ve seni hiçbir ihtiyaçtan kurtaramaz) olan (bir şeye taparsın?.) Bu, muvafık mıdır?. Bunda bir fâide var mıdır?. Ne gezer. Dua ve niyaz, ibadet ve itaat ise ancak âlim, kâdir, yaratıcılık sıfatını taşıyan bir zata karşı yapılır. Bu mükemmelliklere sahip olmayan âciz, menfaati temine, zararı savmaya gücü yetmeyen şeylere yapılacak dualardan, ibadetlerden, ne fâide beğenilebilir?. Onlar kendi nefislerini müdafaadan, muhafazadan âciz iken artık başkalarına ne faideleri düşünülebilir ki, onlara tapınmak caiz olsun?.
43. Ey atacağım! Muhakkak ki, ilimden sana gelmeyen bana gelmiştir. Artık bana tâbi ol, seni bir doğru yola eriştireyim.
43. (Ey Atacıgım!. Muhakkak ki, ilimden) dini vazifelerimizi tâyin edecek talimattan (sana gelmeyen) şeyler, Allah tarafından (bana gelmiştir) ben onları Allah’ın yadımı ile biliyorum. (Artık bana tâbi ol) benim göstereceğim yolu takibet. (Seni bir doğru yola eriştireyim) tâ ki, sapıklıktan kurtulup hidayet sahasına kavuşabilesin.
44. Ey babacığım! Şeytana ibadet etme, şüphe yok ki: Şeytan, Rahmana isyan eder olmuştur.
44. (Ey babacığım!. Şeytana ibadet etme) çünkü o taptığın putlar hayattan mahrumdurlar, hiç bir kimseyi saptıracak yeteneğe sahip değildirler. Onların adına insanları saptıran ancak şeytandır. Binaenaleyh putlara yapılan bir ibadet, şeytana ibadet demektir. (Şüphe yok ki, şeytan) o melûn iblis (rahmana) Yüce Yaratıcıya (isyan eder olmuştur) onun emrine muhalefet ederek Hz. Adem’e secdeden kaçınmıştır. Artık öyle âsî, mel’ûn bir mahlûka tâbi olan, şeytan ile teşriki mesai etmiş sayılmaz mı?.
45. Ey babacığım! Ben muhakkak korkarım ki, sana Rahman tarafından bir azap isabet eder de artık şeytana bir yar olmuş olursun.
45. (Ey babacığım!. Ben) sana muhabbetimden ve hakkında hayır diler bulunduğumdan dolayı (muhakkak korkarım ki, sana) yaptığın bir isyan sebebiyle (rahman tarafından) Yüce Yaratıcı tarafından (bir azap isabet eder de) ebediyen felâkete uğramış (artık şeytana bir yar) bir dost, bir yardımcı (olmuş) yani: Onunla beraber haşrolunarak cehenneme atılmış (olursun.) Binaenaleyh böyle pek fecî bir akibeti düşün de putperestliğe son ver, şeytanın vesveselerine aldanma, hakikî geleceğini güzelce bir düşün. Ne güzel birnasihat!.
46. Âzer dedi ki: Ey İbrahim! Yoksa sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviricisin? And olsun ki, eğer buna son vermez isen elbette seni taşlarım ve benden uzun bir müddet uzaklaş.
46. Bu mübarek âyetler de Hz. İbrahim’in delillere dayanmış, merhamet ve yumuşaklık ile yaptığı ihtarına karşı babasının inatçı bir biçimde verdiği karşılığı ve tehdidin! bildiriyor. Bunun üzerine Hz. İbrahim’in hayır diler bir şekilde babasından ayrıldığı ve Cenab-r Hak’ka iltica eylediği için kendisine bir mükâfat olarak neslinden Peygamberler geldiğini ve âlemde güzel bir ad bırakmış olduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: İbrahim Aleyhisselâm’ın o pek yumuşakça ve hayır diler nasihatlarına karşı babası Âzer, sert bir lisânla (dedî ki: Ey İbrahim!.) Nedir bu öğütler!. (yoksa sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviricisin?.) Onları tanrı tanımıyarak kendilerinden yüz mü çeviriyorsun? (And olsun ki, eğer buna) bu inkârına, bu sözlerine (son vermez isen) tanrılarımızın aleyhine söz söylemekten geri durmazsan (elbette seni taşlarım) seni öldürürüm veya sana çirkin sözler söylerim (ve benden uzun bir müddet uzaklaş) evimden, yurdumdan çık git, seni görmez olayım.
§ Hz. İbrahim babası Azer’e: Babacığım diye tam bir hürmetle, nezaketle hitabettiği halde Âzer, ona “oğlum” diye hitabetmeyip adını söylemekle yetinmiş ve Hz. İbrahim’in mülâyim, hayır diler sözlerine karşı Âzer, onun hakkında şiddet göstermiş, tehditte bulunmuş, onun yurdundan uzaklaşmasını istemiştir. İşte hayır diler zevata karşı kıymet bilmeyen, ahlâksız kimselerin tarzı hareketi böyledir. Bunların böyle Kur’an’ı Kerim’de bildirilmesi, Peygamberimiz hakkında bir teselli ifade eder. Çünkü o pek mübarek ve bütün insanlık hakkında pek hayır diler olan zata karşı da kavminden, kabilesinden birniceleri vebilhassa amcası Ebu Lehb gibi kimseler ne düşmanca bir vaziyet almışlardı, Yüce Resûlü vatanı olan Mekke-i Mükerreme’den hicrete mecbur etmişlerdi. Fakat sonra bütün başarılar o Yüce Peygamber’e nasib olmuştur.
47. Hazreti İbrahim de dedi ki: Sana selâm olsun. Senin için Rabbime elbetteki, istiğfarda bulunacağım, şüphe yok ki, o benim için çok ikram etmektedir.
47. Hz. İbrahim de babasının o şiddetli mukabelesine karşı yine nezaketten, hayır dilerlikten ayrılmadı, bilakis (dedi ki: Sana selâm olsun) endişe etme, ben selâmetine dua etmekteyim. Yahut seninle barış halinde mütarekede bulunmuş durumdayım, sana bir fenalık yapacak değilim (senin için Rabbime elbettki, istiğfarda bulunacağım,) seni tövbeye muvaffak etsin, seni mağfirete nail buyursun (şüphe yok ki, o) kerim olan Rabbim (benim için çok ikram etmektedir) beni tekrar tekrar lûtf ve iyiliğine nail buyurmuştur. Hz. İbrahim’in bu ifadesi gösteriyor ki, daha küfr içinde ölüp gitmemiş, İmana gelmemesinden ümit kesilmemiş olan bir kimsenin imana, hidayete kavuşmasını temenni etmek caizdir. Hz. İbrahim de, babasına olan vaadini yerine getirmiş “babama mağfiret buyur” diye dua etmiştir. Fakat bu dua, Azer’İn bir Allah düşmanı olduğu apaçık ortaya çıkmadan önce olmuştur.
48. Ve sizi ve Allah’tan başka tapındıklarınızı bırakıp çekiliyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua ile bedbaht olmam.
48. (Ve) İbrahim Aleyhisselâm, babasına hitaben dedi ki: Artık ben (sizi ve Allah’tan başka tapındıklarınızı) o bâtıl putları (bırakıp çekiliyorum) nasihatlarımı kabul etmediğiniz için hicret etmeğe karar vermiş bulunuyorum. (Ve Rabbime dua ediyorum) ona yalvarıyorum, yahut yalnız Rabbime ibadet ve itaatta bulunmaktayım. Çünkü kulların ibadetlerinelâyık olan ancak o’dur. (Umulur ki, Rabbime dua ile bedbaht olmam) duamı lûtfen kabul eder, siz ise putlara yaptığınız dualardan, ibadetlerden dolayı bir fâide görmüş değilsinizdir, bilakis hüsrana, bedbahtlığa uğramış bulunmaktasınız.
49. Vaktaki onlardan ve Allah’tan başka ibadet ettikleri şeylerden çekilip gitti, ona İshak’ı ve Yakub’u ihsan ettik ve hepsini birer Peygamber kıldık.
49. (Vaktaki) Hz. İbrahim (onlardan) o putperest kimselerden (ve Allah’tan başka ibadet ettiği şeylerden) bâtıl mabûtlardan (çekilip) Şam’a: Arzı mukaddeste (gitti) böyle Allah rızası için vatanını, akrabasını terk etmenin mükâfatını gördü. Evet.. Allah Teâlâ buyuruyor ki: (Ona) İbrahim Aleyhisselâm’a kısırlık çağında bulunan eşi Sare’den (Ishak’ı ve) onun oğlu olmak üzere daha sonra (Yakub’a ihsan ettik) Hz. İbrahim’i böyle seçkin bir oğul ile bir toruna nail eyledik (ve hepsini birer Peygamber kıldık) İbrahim Aleyhisselâm Büyük bir Peygamber olduğu gibi bir kısım evlât ve torunları da birer mübârek Peygamber olmuşdurlar.
50. Ve onlara rahmetimizden ihsan ettik ve onlar için dillerde yüksek, doğru bir övgü nasip kıldık.
50. (Ve onlara) Hz. İbrahim ile peygamber olan evlât ve torunlarına (rahmetimizden ihsan ettik) dünyevî ve uhrevî nimetler verdik duâlarına icabet ettik, kendilerini bereketlere, hayırlı zürriyete muvaffak eyledik (ve onlar için dillerde yüksek, doğru bir övgü nasip kıldık) bütün dinlerin mensupları, Hz. İbrahim’e karşı hürmetkâr bulunurlar. Ve onunla iftihar ederler. Hz. İbrahim, birçok ilâhî lütuflara mazhar, Halilullah ünvanına sahip olduğu gibi kâinatın iftiharı bütün Peygamberlerin sonuncusu ve en üstünü olan Yüce Peygamber’in ulu atası bulunmak şerefine de sahip bulunmuştur. Müslümanlar da o mübarekPeygamberi daima hürmetle, selâtı selâm ile anıp durmaktadırlar. Ne büyük bir mazhariyet!.
§ Hz. İbrahim ve İsmail, İshak ve Yakub Aleyhisselâm’ın kıssaları için bakara sûresinin (124) ve (140) ıncı âyetlerinin izahına bakınız!.
51. Ve kitapta Musa’yı da an. Şüphe yok ki, o ihlâs ile vasıflanmış idi ve bir resûl, bir peygamber omuş idi.
51. Bu mübarek âyetler, Musa Aleyhisselâm’ın kıssasına ve onun yüksek vasıflarına işaret ediyor. Tûr dağında mazhar olduğu tecellileri ve hakkındaki ilâhî ihsanı beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) Ey peygamberlerin iftiharı!. (Kitapta) Kur’an’ı Kerim’de veya bu mübarek sürede (Musa’yı da an) onun kıssası, yüksek mertebesini de zikreyle. O Musa Aleyhisselâm ki, onun sayesinde İsrail oğulları Fir’avunlara kulluk etmekten kurtulmuşlardı, (şüphe yok ki, o) Hz. Musa (ihlâs ile vasıflanmış idî) yani: O Allah katında pek seçkin, mümtaz bir zat idi, o Allah’ı birleyen biri idi, ibadetleri şirk ve gösterişten uzak pek halisane idi. Cenab-ı Hak onu lâyık olmayan şeylerden korumuştu. (ve bir resûl) idi, Beni İsrail’e Kibt kavmine Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamber idi ve o (bir nebi olmuş idi) yani Hak Teâlâ Hazretleri dilediği şeyleri ona vahiy yoluyla haber verirdi, o da o almış olduğu dinî hükümleri ümmetine haber verir, tebliğ ederdi.
52. Ve ona Tur’un sağ tarafından seslendik ve onu münacat eder bir halde yaklaştırdık.
52. (Ve) Cenab-ı Hak buyuruyor ki, (Ona) Mısır’a gitmek üzere Medyen şehrinden çıkıp gitmekte bulunan Hz. Musa’ya (Tur’un sağ tarafından seslendik) yani: Allah’ın sözleri, Hz. Musa’ya Tur dağına vardığı zaman sağ tarafından temessül ederek yönelmiş oldu, Peygamber olduğu kendisine müjdelendi. (Ve onu) Hz. Musa’yı (münacat eder bir haldeyaklaştırdık) yani: O mübarek Peygamberi Yüce Allah’a dua etmeye ve ilâhî vahyi almaya müstait bir vaziyette kıldık, kendisini manevî bir yakınlık şerefine nail kılmış olduk.
53. Ve ona rahmetimizden olarak kardeşi Harun’u bir peygamber olmak üzere ihsan ettik.
53. (Ve ona) Musa Aleyhisselâm (rahmetimizden olarak) kendisi hakkında tecelli eden bir rahmet ve şefkat eseri olmak üzere (kardeşi Harun’u bir nebi) kendisine bir yardımcı, bir vezir ve peygamber (olmak üzere ihsan ettik) Hz. Musa’nın: “Yarabbi!. Bana ehlimden Harun’u vezir kıl” diye yaptığı duasını kabul ettik. Artık o iki muhterem kardeş, ilâhî dini yaymağa çalışıp durdular.
§ Musa Aleyhisselâm’ın kıssası için Bakara sûresindeki (50) ve (52) inci âyetlerin izahına da bakınız!.
§ Harun Aleyhisselâm, Hz. Musa’nın büyük kardeşidir, İsa Aleyhisselâm’ın doğumundan (1574) veya (1728) sene evvel Mısır’da dünyaya gelmiştir, güzel konuşan bir zat idi. Hz. Musa’nın duası üzerine Hz. Haruna’da peygamberlik verilmiş ve kendisine bir muavin bulunmuştur. Hz. Musa ile beraber Kızıldeniz! geçerek Tih çölünde ikamet etmişlerdi. Bu esnada Hz. Musa, Tevrat kitabını elde etmek, Allah’ın hitâplarına mazhar olmak üzere Tur dağına gitmiş, Hz. Harun’u İsrail oğullarının başında bırakmıştı, İsrail oğulları ise Samiri adında bir münafığın aldatmalarına kapılmışlar, Mısır’lıların (Abis) öküzünü taklit ederek Samirî’nin altundan döktürdüğü bir buzağı heykeline tapınmağa başlamışlar, Harun Aleyhisselâm’ın engellemesini, nasihatlarını dinlememişlerdi. Musa Aleyhisselâm Tur’dan dönünce bu hâdiseden çok üzülmüş, Hz. Harun’un mazur olduğunu anlamış, İsrail oğulları yaptıklarından pişman olmuşlardı, İsrail oğullar! bir ceza olmak üzere kırk sene kadar Tih çölünde kalmışlardır. Hz. Musa’danüç sene önce Hz. Harun (123) yaşında olarak vefat etmiştir. Turisina civarında “Mürran” dağındaki bir mağarada defnedilmiştir. Mübarek kabri meşhur bulunmaktadır. Sonra Musa Aleyhisselâm, bir peygamber olan “Yuşâ” adındaki zatı kendi yerine halife tâyin ederek ahirete irtihal buyurmuştur. Vefatından üç gün sonra Yuşâ Aleyhisselâm İsrail oğullarını Tih çölünden çıkarmış, arzı mukaddese götürmüş, kendilerine karşı duran bazı Süryan ve Kenan hükümdarlarını bir mucize eseri olarak mağlûp etmiş arzı mukaddesi zapt ile İsrail oğullarını oniki kola ayırmıştır, yirmi sene İsrail oğullarının başkanlığında bulunmuş, milâttan (1580) sene önce (110) yaşında iken vefat eylemiştir. Nablus yakınlarında defnedilmiş olduğu zannediliyor, İstanbul’da Beykoz’un üstünde kendisine isnat edilen bir ziyaretgâh bulunmaktadır. İsrail oğullarını, Kenan diyarına götüren, Erihayi fetheden, Şam diyarını da zapt eylemiş bulunan Hz. Yuşâ’dan sonra İsrail oğulları yine bir çok gayrı meşrû hareketlerde bulunmuşlar, yine esaretlere, musibetlere uğramışlardır. Nihayet Üşmuil adındaki zat onlara hâkim olup onbir sene İsrail oğullarının işlerini idare etmiştir, İşte o vakit İsrail oğullarının hâkimler devri bitmiş, melikler devri meydana gelmişti.
54. Ve kitapta İsmail’i de an, şüphe yok ki, o vaadinde sadık idi ve bir resûl, bir nebi idi.
54. Bu mübarek âyetler de Hz. İsmail ile Hz. İdris’in kıssalarına işaret ediyor, onların yüksek vasıflarını bildiriyor. Ve isimleri ve yüce vasıfları zikredilen Peygamberlerin ne büyük ilâhî nimetlere nail olmuş ve ne kadar muhterem zatların zürriyyetinden dünyaya gelmiş bulunduklarını ve onların nasıl güzel, ruhanî bir kulluk duygusuyla dinî vazifelerini ifa eder olduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) Ey Son Peygamber! (Kitapta) Kur’an-ı Kerim’de ve özellikle bu mübarek sürede güzel vasıfları bildirilen (İsmail’i de an)yani: İbrahim Aleyhisselâm’ın oğlu ve senin büyük ceddin olan o muhterem Peygamberi de zikret. Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr edenler, insandan Peygamber olmaz diyenler dahi Hz. İsmail’in peygamberliğini itiraf ediyor ve onunla iftihar ediyorlar. Halbuki, o da insan idi. Onun insanlığı peygamberliğine, risaletine mâni olmadığı halde Hz. Muhammed’in insan olması ne için peygamberliğine mâni olsun. İşte Hz. İsmail de bu hususta bir örnek teşkil ediyor. (Şüphe yok ki, o) Hz. İsmail (vadinde sadık idi) yaratılışca sadakatle vasıflanmış idi, verdiği söze riayet ederdi. Nitekim kendisini hak yolunda kurban edeceğini adamış olan muhterem babası İbrahim Aleyhisselâm’a karşı “inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın” demişti. (Ve) işte o zat da (bir resûl, bir nebi idi) evet bir şeriata nail idi, ümmetini hak dine davete, kendilerine ilâhî hükümleri beyana memur bulunuyordu. Artık insanlığın peygamberliğe nail olamayacağı nasıl iddia edilebilir?
55. Ve hanedanına namaz ve zekât ile emir ederdi ve Rabbinin katında rızaya nail olmuştu.
55. (Ve) İsmail Aleyhisselâm, (hânedanına) kendi aşiretine, veya kendi ümmetine en büyük bir kulluk vazifesi olan (namaz ve zekât ile emrederdi) onları bedenî ve malî ibadet ve itaate teşvik buyururdu. (Ve Rabbinin katında rızaya nail olmuştu) yani: Üzerine düşen bütün kulluk ve peygamberlik vazifelerini güzelce ifa ederek rızayı ilâhîyi kazanmaya muvaffak olmuştu ki, en büyük başarı da bundan ibarettir. İsmail Aleyhisselâm’ın kıssası için bakara sûresindeki (140) ıncı âyetin izahına da bakınız!.
56. Ve kitapta İdris’i de zikred. Şüphe yok ki, o, bir sıddık, bir Peygamber idi.
56. (Ve) Yüce Habibim!. (Kitapta idrîs’i de zikret) insanlar için uyanma vesilesi, uyulacak en güzel örnek olan bir çok kıssaları içerenKur’an’ı Kerim’de İdris Aleyhisselâm’a ait evsafı da an. (Şüphe yok ki, o) Hz. İdris (bir sıddık) sözlerinde, işlerinde pek doğru, ilâhî âyetleri tasdik eden (bir Peygamber idi) ümmetini hak dine davete memur bulunmuştu.
57. Ve onu yüksek bir makama kaldırdık.
57. (Ve onu) o İdris Aleyhisselâm’ı (yüksek bir makama kaldırdık) yani: Peygamberlik şerefine veya iyilikle anarak yüce bir mertebeye erdirdik veya semaya veya cennete yükselttik.
§ İdris Aleyhisselâm, Nuh Aleyhisselâm’ın büyük dedesi demektir. Hz. Şit’ten sonra kendisine Peygamberlik verilmiş ve otuz sahife nazil olmuştur. Adının “Uhnuh” olduğu rivayet edilir. Çok kitap okuduğu için İdris adını almıştır, İlk evvel kalem ile yazı yazan, hisâb ve yıldız ilimleriyle uğraşan, silâh yapan ve elbise diken Hz. İdris’tir. Ondan evvel âdem oğulları hayvan derisi giyerlermiş. Kendisi kâfirler ile savaşta bulunmuştur. Hz. İdris’e göklerin sırları açılmıştı. Sonunda bir yüce makama kaldırılmıştır. Bazı zatlara göre Cenab-ı Hak İdris Aleyhisselâm’ı semaya ve cennete kaldırmıştır. Hâlâ hayattadır. Bazı zatlara göre de dördüncü kat semaya kaldırılmış ve ruhu alınmıştır. Bir rivayete göre de Peygamberlerden dört zat vardır ki: Hâlâ hayattadırlar. Bunlardan Hızır ile ilyâs Hazretleri yerde ve Hz. İsa ile Hz. İdris de semada hayatta bulunmaktadır. Doğrusunu Allah daha iyi bilir.
58. İşte bunlar ki, Allah Teâlâ’nın kendilerine ihsan buyurmuş olduğu Peygamberlerdendir, Âdem’in zürriyetinden ve Nuh ile beraber gemiye yüklemiş olduklarımızdandır ve İbrahim ve İsrail’in zürriyyetindendir ve hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendirler. Kendilerine rahmanın âyetleri okunduğu zaman secde eder ve ağlar oldukları halde yere kapanırlardı.
58. (İşte bunlar ki) bu mübarek süredeZekeriya Aleyhisselâm’dan İdris Aleyhisselâm’a kadar kıssaları, yüksek vasıfları bildirilen zatlar ki, (Allah Teâlâ’nın kendilerine) peygamberlik ve risalet, İlim ve hikmet ihsan ve (inam buyurmuş olduğu Peygamberlerdir) bunlar ki, dinî hükümleri insanlara tebliğe memur, ümmetler arasında büyük mertebelere mevkilere sahip bulunmuşlardı. (Bunlar) ki: Adem’in züriyyetinden ve Nuh ile beraber gemiye yüklemiş olduklarımızdan o zatların züriyyetinden (dirler) meselâ: Hz. İdris, yakınlığı itibariyle Adem Aleyhisselâm’ın züriyyetinden demektir. Hz. İbrahim de Nuh Aleyhisselâm’ın gemisindeki zatlardan birinin züriyyetindendir. (Ve) diğerleri de (İbrahim ile İsrail’in züriyyetindendir) İsmail, Ishak ve Yakub Aleyhimüsselâm, Hz. İbrahim’in züriyyetindendirler. Musa, Harun, Zekerriya, Yahya ve İsa Aleyhimüsselâm da İsrail’in, yani: Hz. Yakub’un züriyyetinden bulunmuşlardır. (Ve) bu vasıfları anlatılan zatlar ki, (hidayete erdirdiğimiz) en doğru bir yola sevkeylediğimiz (ve seçtiğimiz) peygamberliğe, keramete nail olmakla seçkin kıldığımız mübarek (kimselerdendirler) işte bu pek çok muhterem zatlar (kendilerine) herhangi bir okuyucu tarafından (rahmanın âyetleri okunduğu zaman secde eder) Tilavet secdesine koşarlardı (ve) dinî bir şevk ile, bir Allah sevgisi ile (ağlar oldukları halde) bir şükran vazifesi olmak üzere secde ederek (yere kapanırlardı) ne mübarek, muhterem zatları!! İşte Kur’an’ı Kerim’i böyle bir şevk ile, bir ruhanî zevk ve heyecan ile okuyup dinlemeli, onun kutsal beyanlarını düşünerek bir mânevî tesir ile göz yaşları dökmelidir.
§ Bu (58) inci âyet beşinci secde ayetidir.
59. Sonra arkalarından bir taife onlara halef oldu ki, namazı zâyi ettiler ve şehvetlere tâbi oldular. Artık yakında cehennem deresine yetişeceklerdir.
59. Bu mübarek âyetler, bir kısım muhteremPeygamberlerden sonra bir takım namazsız, şehvetlerine düşkün kimselerin türemiş ve cehenneme aday bulunmuş olduklarını bildiriyor. Ancak daha sonra tövbe ve istiğfar eden, takva sahibi kulların adn cennetlerine nâil ve orada güzelce rızıklanacaklarını müjdelemektedir. Şöyle ki: Biraz (sonra) o mübarek Peygamberlerin (arkalarından) onların zamanlarını müteakip (bir taife) dinî hükümlere riayet etmez bir grup (onlara) o Peygamberlere (halef olduki) bu taife (namazı zayi ettiler) farz namazları terk veya vakitlerini değiştirdi ve ertelediler. Meselâ: Güneş batıncaya kadar ikindi namazını geciktirdiler (ve şehvetlere tâbi oldular) içkiye, zinaya, kumara, faize daldılar çeşit çeşit günahları işlediler, hattâ bir baba kız kardeş ile evlenmeyi de caiz gördüler. İbni Abbas Hazretlerine göre bunlar Yahudi taifesidir. (Artık) onlar (yakında cehennem deresine yetişeceklerdir) yahut hüsrana veya kötü bir âkibete maruz kalacaklardır.
§ Halef, hayırlı, salih olan evlât ve zürriyet demektir. Hayırsız âdi olan züriyyete de “half” denir.
§ Gay kelimesi de şer demektir. Zıddı olan hayra da reşat denir. Bununla beraber gay, cehennemde pek çukur, pek müthiş bir vâdinin de ismidir.
60. Ancak tövbekâr olan ve imân eden ve iyi amelde bulunan kimseler müstesnâ. Çünkü onlar cennete girerler ve bir şey ile zulüme uğratılmış olmazlar.
60. (Ancak) öyle inkârcı, günahkâr bir taife fertlerinden daha dünyadalarken (tövbekâr olan) yaptıklarından pişman olup günahları terk eden (ve imân eden) üzerlerine düşen vazifelerin birer ilâhî hükme dayanmış olduğuna inanan (ve iyi amelde bulunan) namaz, oruç gibi ve zekât gibi ibadetleri ifaya çalışan (kimseler müstesnâ) onlar öyle cehenneme sevk edilecek değildirler. (Çünküonlar) öyle tövbe eden ve durumlarını düzelteler (cennete girerler) bütün inananlara va’d edilmiş cennetlere onlar da nail olurlar. (Ve) onlar hiç birşey ile (zulme uğratılmış olmazlar) iyi amellerinin mükâfatını tamamen görürler. Vaktiyle olan küfr ve günahları artık kendilerine zarar vermez, mükâfatlarının noksanlığına sebep olmaz. Nitekim bir hadîsi şerifte: “Günahından tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir” diye buyurulmuştur.
61. Adn cennetleri ki, Rahman kullarına gıyaben va’d buyurmuştur. Şüphe yok ki, onun va’di vücuda getirilmekte bulunmuştur.
61. Evet.. Onların nail olacakları cennetler (Adn cennetleri) dir ki, yani: Daimî bir ikametgâh olan, içinde bir daha çıkarılmayacak bulunan bir kısım cennetler, ebedî bağlar ve bahçelerdir ki, onları (rahman) olan Yüce Yaratıcı Hazretleri (kularına gıyaben va’d buyurmuştur) yani: O cennetler o kullara göre şimdilik gayıp bir halde bulunmaktadır, onu görememektedirler. Yahut o kullar, o cennetlerden gaib oldukları halde sırf ilâhî dinin verdiği habere binaen o cennetlere inanmış bulunurlar. (Şüphe yok ki., onun va’dı vücude getirilmekte bulunmuştur.) Allah Teâlâ haşâ va’dinden dönmez. İşte o müminlere de bu cennetleri va’d buyurmuştur. O müminler bu cennetlere elbette kavuşacaklardır.
62. Orada faidesiz lakırdı işitmezler, ancak selâm işitirler ve onlar için orada sabah ve akşam rızıkları da vardır.
62. Artık o mümin zatlar (orada) o adn cennetlerinde (faidesiz lakırdı işitmezler) boş yere söz söyleyip durmazlar (ancak selâm işitirler) yani: Kendilerine Allah tarafından veya melekler tarafından veya birbirleri tarafından verilen selâmı işitirler, iltifat edici sözleri işitmek nimetine kavuşurlar. (Ve onlar için) o cennetlere giren zatlar için (orada) o cennetlerde (sabah ve akşam) yani sürekli olarak (rızkları da vardır) yani: Dünyaya görebelirli vakitlerde yemek, içmek temin edildiği gibi cennetlerde de böyle belirli vakitlerde nimetlere erişmiş bulunacaklardır. Yoksa cennette gece ve gündüz yoktur, belki orası ebedî olarak nur ve aydınlık içinde bulunmaktadır.
63. O, o cennettir ki, ona kullarımızdan takva sahibi olanları vâris kılarız.
63. (O) vasıfları bildirilen yüce makam (o cennettir ki, ona kullarımızdan takva sahibi olanları) küfrden sakınıp, İmân ile vasıflanmış bulunanları (vâris kılarız) o cennetleri onlara ihsan ederiz, orada ebedî bir şekilde selâmet ve saadet içinde yaşar dururlar, İşte imanın mükâfatı. Deniliyor ki: Kâfirlerin imân ettikleri takdirde nail olacakları makamlara da onlar küfr üzre öldükleri takdirde müminler vâris olacaklardır. Yani o makamlar da müminlere verilecektir. Cenab-ı Hak cümlemizi İmandan ayırmasın. Amin..
64. Ve Cibril’i Emin demiştir ki Biz inemeyiz, ancak Rabbin emri ile ineriz. Ve önümüzde ve ardımızda ve bunların arasında ne varsa hepsi o’nun içindir ve Rabbin unutkan değildir.
64. Bu mübarek âyetler, her şeyi hakkiyle bilen Allah Teâlâ’nın emri olmadıkça Cibril’i Emin’in Kur’an âyetlerini indirmeğe selahiyeti olmadığını bildiriyor ve Cenab-ı Hakka kulluk arzına devam edilmesini emrediyor. Kendilerinin yoktan yaratılışlarını düşünmeyen bir takım gafil kimselerin öldüklerinden sonra dirilmelerini inkâr ettiklerini beyan ve onları uyanmaya davet edip inkârcı olanların nasıl müthiş bir ahiret azabına uğrayacaklarını ihtar etmektedir. Şöyle ki: Resûl-i Ekrem’den ashab-ı Kehf e, Zülkarneyine ve ruha dair bilgiler istemişlerdi. O Yüce Peygamber de bu hususa dair kendisine hemen ilâhî vahyin ineceğini ümit etmekte bulunmuştu. Fakat bu beklenilen ilâhî vahy, kırk veya elli gün kadar gecikti. Bu gecikmeden müteessir olan şanı yüce peygamber, bunun sebebini Cibril’iEmin’den sordu, o’da bu gecikmenin hikmetini gösteren, bu âyeti kerimeyi tebliğ etti. (Ve biz inemeyiz) yani: Biz ilâhî vahyi tebliğe memuruz. Fakat biz kendi kendimize her istediğimiz zaman yer yüzüne inip ilâhî vahyi tebli edemeyiz. (Ancak Rabbin emri ile) ineriz, ne vakit bize emr ederse o vakit gelir, taşıdığınız vahyi tebliğ ederiz. (Ve önümüzde ve ardımızda ve bunların arasında ne varsa) hepsi (o’nun içindir) yani: Geleceğe ait olan ahiret işleri de, maziye karışan dünya işleri de ve ahiret ile dünya arasındaki hâdiseler de bütün Allah Teâlâ’nın iradesine tabidir. Binaenaleyh o’nun emri olmadıkça biz bir yerden diğer bir yere gidemeyiz ve istediğimiz zaman yere inemeyiz. (Ve Rabbin unutkan değildir) o’nda unutmak düşünülemez. Binaenaleyh Ey Yüce Peygamber!. Seni de şüphe yok ki, unutmuş değildir. Dilediğin vahyin hemen gelmemiş olması, mutlâka bir hikmet ve fayda gereğidir. Artık ilâhî vahyin gecikmiş olmasından dolayı üzülme.
65. Göklerin ve yerin ve onların arasında olanların Rabbidir. Binaenaleyh o’na ibadet et, o’nun ibadeti için sabr ve sebat eyle. Sen o’nun için hiçbir benzer bilir misin?
65. Evet.. Cenab-ı Hak için hâşâ unutmak tasavvur olunamaz. Çünkü Yüce Yaratıcı, bütün (göklerin ve yerin ve onların arasında olanların Rabbidir) hepsinin de Yaratıcısıdır, sahibidir, koruyucusudur. Artık o Yüce, mukaddes Yaratıcı hakkında gaflet, unutmak nasıl tasavvur olunabilir?, (binaenaleyh) Ey Yüce Peygamber!, (o’na) Kerem sahibi Mabûduna (ibadet et, onun ibadeti için sabır) ve sebat (eyle) ilâhî din yolunda meşakkatlere tehammülde bulun; vahyin gecikmeye uğramasından dolayı üzülme, kâfirlerin dedikodusundan müteessir bulunma o Hikmet Sahibi Yaratıcı, seni herhalde koruyacak ve himaye buyuracaktır. (Sen) ey Yüce Peygamber!, (o’nun için) o Kâinatın Yaratıcısıiçin (hiçbir benzer bilir misin?.) o’ndan başka ibadete lâyık, yaratıcılık sıfatına sahip bir zatın varlığını tasavvur edebilir misin?. Elbette ki, bilemez ve tasavvur edemezsin?. Binaenaleyh o Yüce Yaratıcın elbetteki, seni unutmaz, seni mağlûp bırakmaz, sana indirdiği vahyin gecikmeye uğraması da elbette o’nun bir hikmeti gereğidir. Artık sen kendini teselli et, o’na ibadet ve itaate devamet. Dünyevî ve uhrevî selâmet ve saadet senin için takdir edilmiştir.
66. Ve insan der ki: Öldüğüm zaman mı ileride diri olarak çıkarılacağım.
66. (Ve insan der ki) Allah’ın dininden mahrum kalan herhangi bir inkârcı şahıs iddiada bulunur ki: (Öldüğüm zaman mı ileride diri olarak) mezarımdan (çıkarılacağım?.) Bu mümkün mü?. İşte ilâhî kudreti düşünmeyen bir câhil, böyle ahiret hayatını inkâra cür’et eder. Bu âyeti kerime Ebu cehl veya Übeyyibni Half hakkında nâzil olmuştur. Bununla beraber bu âyetle kıyameti inkâr eden bütün kâfirler kasdedilmiştir. Übeyyibni Half, birgün eline çürümüş bir kemik almış, ufalamış Muhammed -Aleyhisselâma bunun tekrar dirileceğini iddia ediyor demişti.
67. O insan hiç düşünmez mi ki; Biz onu evvelce yarattık, halbuki, o hiçbir şey değildi.
67. Cenab-ı Hak da öyle inkârcı, Allah’ın kudretini takdirden mahrum kimselere karşı haşr ve neşrin gerçekleşeceğine delil olmak üzere buyuruyor ki: (o insan hiç düşünmez mi ki, biz onu evvelce yarattık) onu dünyaya getirdik, ona hayat verdik. (Halbuki, o hiçbir şey değildi.) Artık onu öyle yoktan var eden bir Yüce Yaratıcı, onu öldürdükten sonra tekrar var edemez mi?. Ne gaflettir ki, birçok insanlar kendi yaradılışlarını bile hiç düşünmüyorlar. Hangi bir şeyi iade etmek, o şeyi evvelce yoktan var etmeğe göre daha kolay değil midir?.Ba’s = Öldükten sonra tekrar diriltmek hakkında bu âyeti kerime kadar kısa, fakat pek kuvvetli bir delil tasavvur olunamaz. Deniliyor ki: Bütün mahlukat toplansa ba’s hakkında bu âyeti kerime kadar kısa fakat bu derece kuvvetli, makul bir delil meydana getirmeğe kâdir olamazlar.
68. Evet.. Rabbine andolsun ki onları ve şeytanları elbette toplayacağızdır. Sonra da onları muhakkak ki, cehennemin etrafında dizüstü hazırlamış olacağız.
68. Evet.. Rabbine andolsun ki, onları (o kıyameti, haşr ve neşri inkârcı olanları (ve) onları aldatmış olan (şeytanları elbette) yeniden diriltip (haşr edeceğizdir) onları mahşerde toplayacağız (sonra da onları muhakkak ki, cehennemin etrafında dizüstü hazırlamış olacağız) onların bu müthiş vaziyetlerini bütün insanlar göreceklerdir. Dinsizliğin o pek fecî akibeti, gözler önünde pek korkunç, ateşin bir manzara teşkil edecektir. “Cisiy” dizleri üstüne çökmüş kimseler demektir.
69. Sonradan her fırkadan rahmana karşı ziyadece mütekebbir serkeş olanı muhakkak ki, şiddetle yakalayacağız.
69. (Sonra da her fırkadan) aynî mezhebde bulunan bir taifeyi yani (rahmana) kendilerini yaratmış, yaşatmış, dünyada beslemiş olan Yüce Yaratıcıya (karşı çok kibirli) serkeş, haddi aşmış (olanı muhakkak ki, şiddetle cezalandıracağız) yani: Cehennemin etrafında toplatılmış bulunanların küfr ve isyan itibariyle daha fazla ileri gitmiş olanları hakkında cehennem azabı da o nisbette fazla olacaktır. Meselâ: Onu bunu sapıklığa, küfür ve isyana sevk etmiş olan bir dinsizin azabı, başkalarının sapmasına sebebiyet vermemiş bir dinsizin azabına oranla daha ziyade olacaktır. “İtiy” isyan, böbürlenmek haddi aşmak demektir.
70. Sonra elbette ki biz, cehenneme giripyanmağa daha lâyık olanı da şüphe yok, daha ziyade biliriz.
70. (Sonra elbette ki, biz) yani: Azamet ve kudreti sonsuz olan ben Yüce Yaratıcı (cehenneme girip yanmağa evlâ) daha lâyık (olanı da şüphe yok, daha ziyade biliriz.) Evet.. muhakkak ki, cehenneme kimlerin atılacağını ve onların arasında hangilerinin daha çok azabı hak etmiş olduğunu ancak Allah Teâlâ hakkiyle bilir, haklarında ilâhî adaleti tam manasiyle tecelli eder. Bu hakikatı, bu adaletin tecellisini bütün ahirete sevkedilecek olan insanlar göreceklerdir. “Sıliy” ateşe girip yanmak demektir.
71. Ve sizden bir kimse yoktur ki, illâ oraya uğrayacaktır. Bu, Rabbin tarafından hüküm ve kaza buyurulmuş bir şeydir.
71. Bu mübarek âyetler, bütün insanlığın kıyamet gününde cehennemin müthiş manzarasını seyredeceklerini ve takva sahibi olan zatların selâmet sahasında bulunup zalimlerin cehenneme Bulacaklarını bildiriyor. Kâfirlerin müslümanlara karşı dünyevî varlıklariyle üstünlük iddiasında bulunduklarını, halbuki, eski devirlerde yaşamış, daha çok mülk ve servete sahip bulunmuş olan kâfirleri o varlıklarının helâkten kurtaramamış olduğunu ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) Ey insaları. (sizden bir kimse yoktur ki) gerek mümin ve gerek kâfir olsun (illâ oraya) o cehenneme veya onun ateşin manzarasını gösteren bir sahaya (uğrayacaktır) o cehennemi her halde görmüş olacaktır. (Bu) uğrayış (Rabbin tarafından hüküm ve kaza buyurulmuş bir şeydir) Allah’ın takdiri böyle tecelli etmiştir, mutlaka gerçekleşecektir. Evet.. Cenab-ı Hak, bir mutlak hâkimdir, her takdiri bir hikmete dayanmaktadır. Yarın ahirette cehenneme bütün insanları toplayacaktır. İyi, mümin olanlar, o cehennemi seyretmek için içerisine girseler de onlar için ocehennem bir gülistan gibi asla bir zarar vermiyecektir. Çünkü ateşteki ve diğer şeylerdeki tesirleri yaratan, Allah Teâlâ’dır. Dilediği zaman onu derhâl giderir. Nitekim dünyada da ateşi Hz. İbrahim’e bir soğuk ve selâmet kılmıştır. Kâfirler ise artık cehennem ateşi içinde ebedî olarak kalıp azap çekeceklerdir. Yahut bütün insanlar cehennem sahasında toplanacaklardır. Müminler o müthiş cehennemden emin olduklarını bilerek sevinçleri kat kat artacak, kendilerinin ne kadar gıbtaya şayan bir halde bulunduklarını daha mükemmel bir şekilde anlamış olacaklardır. Cehenneme sevkedilecek olanlar da ne kadar büyük bir felâket ve uğursuzluk içinde kaldıklarını anlayarak tasavvurların üstünde elemler, kederler içinde çırpınıp duracaklardır.
72. Sonra sakınmış olanları kurtuluşa erdiririz. Zâlimleri de orada dizleri üstüne çökmüş bir halde bırakırız.
72. Evet.. Bütün insanlar öyle toplanıldıktan (sonra) dünyada iken (sakınmış olanları) küfüden günahlardan Sakınmış olan mümin, iyi kulları (kurtuluşa erdiririz) cennete sevkederiz. (Zâlimleri de) dünyada iken küfrleriyle, günahlarıyla nefislerine zulüm etmiş olanları da (orada) o cehennemde (dizleri üstüne çökmüş bir halde bırakırız) artık kâfir olarak ölmüş olanlar, o cehennemde ebedî bir şekilde kalacaklardır. Fakat Cenab’ı Hak’kın birliğini, yaratıcılığını, mabûtluğunu ve dinini tasdik eden, kalbinde zerre miktarı dahi olsa bir hayır bulunan bir kimse de günahlarından dolayı cehenneme atılacak olsa da bu geçicidir, sonunda cehennemden çıkarılacak yine cennete sevkedilecektir. Nitekim birçok âyetler, hadisler bunu bildirmektedir.
73. Onlara ayetlerimiz açık açık okunduğu zaman kâfir olanlar, imân etmiş olanlara dediki: İki gruptan hangisi makamca daha hayırlıdır, meclisce daha güzeldir?
73. (Onlara) o mümin ve kâfir olan insanlara (ayetlerimiz) Kur’an’ı Kerim’in ahirete ve insanlığın geleceğine ait beyanatı (açık açık okunduğu zaman) o Kur’an’ın lâfızlarındaki açıklık, i’câz ve mânâsındaki yücelik görüldüğü zaman (kâfir olanlar, İmân etmiş olanlara) bir cehalet eseri olarak (dedi ki: iki gruptan) bizimle sizden (hangisi makamca daha hayırlıdır?.) hangimizin ikametgâhlar! daha büyük daha faidelidir?. Ve bizimle sizden hangisi (meclisce daha güzeldir?.) Hangimizin toplanıp da sohbette, danışmada bulunduğu yerler daha muhteşem, daha gönül açıcıdır.
§ Nediy; nâdi, bir topluluğun danışmak için toplanacakları meclis demektir. Asrı saadetteki bir takım müşrikler, kendilerini İslâm dinine davet eden müminlere karşı kibirlice bir vaziyet alıyorlar, kendilerinin dünyevî varlıklarına güvenerek fakir müslümanlara karşı böyle bir iddiaya cüret gösteriyorlardı. Demek istiyorlardı ki: Eğer hak sizin tarafınızda olsa idi sizin servetiniz, ikametgâhlarınız bizimkilerden aşağı bir halde bulunmazdı. Bu cahiller, kendilerinin fanî varlıklarına büyük bir kıymet veriyorlardı, onların hakikat gözünde hiçbir ehemmiyeti olmadığını düşünemiyorlardı, onları o geçici varlıkları elbette ki, kurtaramıyacaktı. Onlar tarihden de bir ibret dersi almıyorlardı.
74. Halbuki, biz onlardan evvel nice asırlar ahalisini helâk ettik ki, onlar eşyaca ve manzara itibariyle daha güzel idiler.
74. (Halbuki, biz onlardan evvel nice asırlar) ahalisini (helâk ettik ki,) onların yurtları, eserleri görülüp durmaktadır. (Onlar) o eski asırlar ahalisi (eşyaca) dünya malı bakımından (ve manzara itibariyle) şimdikilerden (daha güzel idiler) onlar ne kadar san’at eserleri bırakıp gitmişlerdir. Öyle olduğu halde onlarıbu dünyevî varlıkları mahv ve yok olmaktan kurtaramamıştır. İşte ad, Semud gibi kavimler bu cümledendir. Eğer dünyevî bir varlığın Allah katında büyük bir kıymeti olsa idi o kavimleri helâk buyurmazdı. Artık şimdi de öyle fanî varlıklarına güvenerek dinî vazifelere karşı cephe alan kimseler, o tarihî facialardan bir ibret dersi almalı değil midirler?.
§ Ri’y: Güzel manzara, güzel durum, temiz elbise demektir.
75. De ki: Her kim sapıklık içinde ise onun için rahman uzattıkça uzatsın onlara dilediklerini versin ne ehemmiyeti var! Ne zaman ki va’d olunduklarını, ya azabı veya kıyamet gününü görürler, artık mekânca daha şerli ve yardımcılarca daha zayıf kim olduğunu bilmiş olacaklardır.
75. Bu mübarek âyetler, müslümanlara karşı varlıklariyle övünerek cephe alan inkârcıların ne kadar dünya varlığına sahip olsalar da sonunda pek acıklı felâketlere uğrayacaklarını ihtar ediyor, inananlara ve hidayete erenlere ise pek mükâfatlı, pek hayırlı bir geleceğe nail olacaklarını müjdelemektedir. Şöyle ki: Yüce Resûlüm!. O servetlerine, mevkilerine güvenen inkârcılara (de ki: Her kim) sizin gibi (sapıklık içinde ise) küfr ve dalâlet ile vakit geçirmekte ise (onun için rahman) ihsanı sonsuz olan Kâinatın Yaratıcısı (uzattıkça uzatsın) diledikleri dünya varlığını versin, ne ehemmiyeti var?. Yani: O Hikmet Sahibi Yaratıcı, böyle kimselere derece derece helâke götürmek üzere birçok nimet verir, onların ömürlerini uzatır, servetlerini arttırır. Fakat bunlar geçicidir, uhrevî sorumluluğu gerektirir. Artık bunlar ile iftihar etmeleri uygun değildir. (Vaktaki) o dünyevî varlıklarına aldanıp hakkı kabul etmeyenler, Allah tarafından (va’d olunduklarını) tehdit etmek için vaad olunan şeyleri, yani (ya azabı) müslümanların kendilerine galip gelmeleriyle kahrolunacaklarını veya berzahtaki azabı(veya kıyamet gününü) o inkâr ettikleri -ahiret âlemini (görürler) dünyada varlıklarından hiçbir fâide göremez olurlar. (Artık mekânca) ikametgâhca, yurt vesairece (daha şerli) daha yaramaz, hayırdan daha uzak (ve yardımcılarca daha zayıf) yardımdan, imdada yetişeceklerden daha mahrum (kim olduğunu bilmiş olacaklardır) artık iki gruptan haddızatında hangisinin daha üstün, hangisinin hakikî bir servete ve yardıma nail olduğunu anlayacaklardır. Hidayete, saadete ermiş olan zatların o küçümsemiş oldukları inanlardan ibaret olduğu belirmiş olacaktır.
76. Allah Teâlâ hidayete erenlere hidayeti arttırır ve bâki olan salih ameller ise Rabbin katında sevapca da hayırlıdır, âkibetce de hayırlıdır.
76. Evet.. (Allah Teâlâ hidayete erenlere) İmana muvaffak olanlara (hidayeti arttırır) onları dinin yüceliğine şahitlik eden nice kudret eserlerini görmeğe, ilâhî âyetleri okuyup anlamaya mazhariyetiyle kalplerini ziyadece nurlandırır, sevaplarını kat kat artırır (ve) şüphe yok ki; (bâki olan salih ameller ise) beş vakit namaz gibi, Kur’an’ı Kerim’i tilâvet gibi, kalplerde parlayan temiz inançlar gibi, hak yolundaki cihadlar gibi, Allah katında makbul muameleler ise (Rabbin katında sevapca da hayırlıdır) mükâfatları pek çoktur (âkîbetçe de hayırlıdır) onların faideleri, mükâfatları ahiret âleminde devam edip duracaktır. İnkârcıların kanaatlarınca hayır kabul edilen bir takım fâni, gayrı meşrû varlıklar, servetler ise çabucak yok olucudur, onların uhrevî faideleri yoktur, bilakis mesuliyeti gerektirir. Artık onlara aldanıp da müminlere karşı muhalefette bulunmak, kibirlice bir vaziyet almak nasıl, uygun olabilir?
77. Gördün mü o kimseyi ki, bizim âyetlerimizi inkâr etti ve dedi ki: Elbette bana mal ve velet verilecektir.
77. Bu mübarek âyetler, haşır ve neşri inkâreden bir kâfirin alay yoluyla söylemiş olduğu şeyleri bildiriyor. Öyle gaybı bilmeyen ve bir ilâhî vaade nail bulunmayan bir şahsın sözlerinin tesbit edileceği azabının da artırılacağı, kendisinin her türlü varlıktan mahrum kalarak tek başına mahşere sevkedileceğini ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Gördün mü) ne kadar şaşılacak şey (o kimseyi ki,) o inkârcı şahsı ki (bizim âyetlerimizi) bizim büyüklüğümüze, haşir ve neşre kadir olduğumuza dalâlet eden kudret eserlerimizi ve özellikle uhrevî hayatı bildiren Kur’an’ın beyanlarını (inkâr etti) küfre düştü (ve) bir alaycı eda ile (dedi ki:) eğer kıyamet koparsa, başka bir âleme gidilirse (elbette bana mal ve velet verilecektir) orada da büyük bir varlık sahibi olacağım. Bak!. Şu cahilin bu garip iddiasına, kendisine ne büyük bir kıymet veriyor!.
78. Gayba vâkı mı olmuş, yoksa Rahmanın katında bir ahd mı edinmiş?
78. Bu cahil, gururlu şahıs (gayba vâkıf mı olmuş?) o kadar mı şanı yükselmiş de Cenab’ı Hak’ka mahsus olan gayb ilmini kendisi de öğrenmiş!, (yoksa Rahmanın katında) Cenab-ı Hak’kın huzûrı ilâhîsinde kendisi için mal ve evlât verileceğine dair (bir ahd mı edinmiş?.) bir ilâhî va’de nail mi olmuş ki, böyle bir iddiaya cür’et ediyor?
79. Hayır öyle değil, ne diyeceğini elbette yazacağız ve onun için azabı arttırdıkça arttıracağız.
79. (Hayır öyle değil) o cahil şahıs, bu iddiasnıda, bu temennisinde hata ediyor!. Kendisine bir kıymet vermiş oluyor, biz onun (ne diyeceğini elbette yazacağız) meleklere emredip yazdıracağız, onları koruyarak onlar ile kendisini ahirette azaba uğratacağız. (Ve onun için azabı arttırdıkça artıracağız) bu iddiası yüzünden de azabı artacak, devamedip duracaktır.
80. Ve onun dediklerine biz vâris olacağız ve o bize tek başına gelecektir.
80. (Ve onun) öyle boş bir iddiada bulunan şahsın (dediklerine) onun yanında bulunan mal ve evlada (biz vâris olacağız) onun ölümü ile bunlar elinden tamamen çıkmış bulunacaktır. (Ve o) şahıs (bize) kıyamet gününde (tek başına gelecektir) dünyadaki malından, evlâdından da istifade edemiyecektir. Nerede kaldı ki ahirette ayrıca mala, evlada sahip olabilsin!. Artık öyle gafilce, alay edercesine hareketlere, lakırdılara son vererek biraz da ciddî şekilde ebedilik âlemini düşünmek icabetmez mi?. Nedir bu gaflet, bu inkâr?.
§ Rivayete göre bu âyetler, As bin Vail hakkında nazil olmuştur. Habbâb ibnü’l-erret demiştir ki: Benim As’da alacağım var idi, kendisinden istedim, dedi ki: Yok, vallah Muhammed’i -Aleyhisselâm- inkâr etmedikçe onu sana vermem. Ben de dedim ki: Yok vallahi. Ben Muhammed’i -Aleyhisselâm-ı ne hayatımda, ne öldüğümde, ne de yeniden diriltileceğim anda inkâr etmem. As da dedi ki: O halde ben de diriltilecek miyim?. Dedim ki: Evet.. Diriltileceksin. O da -alaycı bir eda ilededi ki: Öyle ise ben diriltileceğim zaman gel, benim orada malım da evlâdım da olur, sana borcumu veririm. İşte Aşın bu lakırdısı üzerine bu âyetler nâzil olup onu reddetmiştir.
81. Ve onlar Allah’tan başka tanrılar edindiler, kendileri için bir izzet olsun diye.
81. Bu mübarek âyetler, Allah Teâlâ’dan başkasına tapanların ne kadar aldanmış olduklarını taptıkları şeylerin de onlardan nefret edip kaçınacağını bildiriyor. Müşriklerin üzerlerine şeytanların musallat olduğunu, ve o müşriklerin belirli günden sonra helâk olup cehenneme sevkedileceklerini: Takva sahibi kulların ise ebedî saadete kavuşacaklarını ve Cenab-ı Hak’kın müsaadesi olmadıkça hiçbir kimsenin şefaate kâdir olamayacağını beyanbuyuruyor. Şöyle ki: (Ve onlar) o Mekke müşrikleri ve diğer putperestler (Allah’tan başka tanrılar edindiler) putları, insaları, melekleri birer mabût tanıdılar. Öyle mahlukata tapınmak cahilliğinde bulundular, (kendileri için bir izzet) bir menfaat, bir selâmet vesilesi, bir şefaat sebebi (olsun diye) onlara öyle tapındılar, onlara ibadet sayesinde helâkten, azaptan kurtulacaklarını sanıp durdular.
82. Asla öyle değil, onların tapındıklarını gelecekte inkâr edecekler ve onların üzerine düşman kesileceklerdir.
82. (Asla öyle değil) o putlar sayesinde bir izzete, bir kurtuluşa kavuşmaları asla mümkün değildir. Hattâ o putlar kıyamet günü (onların) o müşriklerin dünyada kendilerine (tapındıklarını inkâr edecekler) bunlar bize değil kendi vehimlerine tâbi olmuş, mâbutluk sıfatına sahip olmayan şeyleri mabut sanmışlardır, diyeceklerdir. Cenab-ı Hak onlara hayat verecek, kendilerinin böyle suçsuz olduklarını bildireceklerdir. Melekler de kendilerine tapanlara karşı böyle bir redde bulunacaklardır, (ve) o putlar, o mabut edinilen şeyler (onların) o müşriklerin (üzerine) ahiret gününde (düşman kesilcceklerdir) onlara bir faideleri dokunmayacak, bilakis onlardan nefret edip kaçınacaklardır. Diğer bir yoruma göre de o müşrikler, o putları Allah gibi sever, kendilerine ibadet ederken ahirette ne kadar cehalette bulunmuş olduklarını anlayarak o putlara düşman kesileceklerdir.
83. Görmedin mi, biz şeytanları kâfirler üzerine musallat kıldık, onları vesveseleriyle teşvik edip duruyorlar.
83. Ey Habibim!. (Görmedin mî?) o müşrikleri öyle putları mabut edinen cahilleri, onların halleri ne kadar şaşılmaya değer (biz şeytanları kâfirler üzerine musallat kıldık) o gibi müşrikler, şeytanların vesveselerineuydular, Öyle akla, hikmete aykırı hareketlerde bulundular, artık şeytanlar (onları vesveseleriyle teşvik edip duruyorlar) onları küfür ve şirke şiddetle teşvik edip özendirmekten geri durmuyorlar.
84. Artık onların üzerine acelede bulunma. Muhakkak ki, biz onlar için bir sayı sayıyoruz.
84. (Artık) Yüce Resûlüm!. (Onların) öyle müşriklerin şerlerinden insanlığın kurtulması için o müşriklerin helâk olmaları (üzerine acelede bulunma) onlar herhalde helâke mahkûmdurlar (muhakkak ki, bîz onlar için bir sayı sayıyoruz) onların hayat süresi sınırlıdır, yakındır, bir gün olup cezalarına kavuşacaklardır. “Ez; teşvik, yerinden koparmak harekete getirmek, depretmek mânâsınadır. Buna hez, is-tifzaz da denir.
85. Hatırla o günü ki, takva sahiplerini Rahmana bir elçi cemaati halinde göndereceğiz.
85. (Hatırla o günü ki) o kıyamet zamanını ki, o gün (takva sahiplerini) mümin, salih olan kulları (Rahmana) esirgeyici, merhametli olan Yüce Yaratıcıya bir ikram ve ihsan yeri olan cennetlere (bir elçi cemaati halinde göndereceğiz) yani: Nasıl ki, dünyada bir hükümdarın huzuruna bir sefaret heyeti giderek o hükümdarın iltifat ve ihsânına nail olurlar. İşte ahirette de bütün kâinatın Yaratıcısı ve yegane hakimi olan Yüce Mabûdun manevî huzuruna takva sahibi kulları lûtfen kabul edilerek onlar nice rahmet eserlerine, yüce iltifatlara mazhar olacaklardır. İşte imân ile takvanın mükâfatı! “vefd” vafidin çoğuludur. Vafid ise bir mühim iş için gönderilen elçi, ve hükümdara gönderilen sefir, Resûl demektir.
86. Ve günahkarları da cehenneme susamış olarak sevkedeceğizdir.
86. (Ve) o kıyamet gününde (günahkarları da) küfürleri sebebiyle (cehenneme susamışolarak) hararetler içinde kalmış, yaya olarak (sevkedeceğizdir) cehennemde ebediyen yanıp duracaklardır. İşte bu da küfrün müebbet cezası!.
§ Vird, susamış bir cemaatin yaya olarak su mahalline gitmesi demektir.
87. Şefaate sahip olamıyacaklardır, ancak Rahmanın katında bir söz alan müstesnâ.
87. Ahirette azaptan kurtulmak veya yüksek derecelere, nimetlere nail olmak için insanlar (şefaate sahip olamayacaklardır.) Haklarında kimse şefâatte bulunamıyacaktır. (Ancak Rahmanın katında bir söz alan müstesnâ) öyle bir kimsenin hakkında şefaat edilebilinecektir. Bu sözden maksat, Allah’ın dinini kabul etmek, Yaratıcının birliğine inanmaktır. Böyle bir kimse mümindir, günahkâr olsa da yine hakkında ilâhî va’d vardır, cennete girecektir, isterse geçici olarak azap görsün. İşte bütün müminler hakkında bir ilâhî ahd, bir ilâhî söz verilmiş olduğundan onların haklarında, selâhiyetli olan zatlar şefâatte bulunabileceklerdir. müşriklerin tapındıkları şeylerin birçoğu ise şeytan gibi koğulmuş, heykeller gibi hayattan mahrum bulundukları sebebiyle bunların şefaat etmeğe ve haklarında şefaat edilmeğe asla liyakatleri yoktur. Müşrikler ise zaten Allah’ın verdiği sözden mahrum oldukları için onların hakkında da şefaate asla yer yoktur, meleklere taptıklarından da bir fâide görmezler. Çünkü bu müşrikler şefaate mahal olmadıkları gibi melekler de müşriklere şefaat etmek selâhiyetine asla sahip olamazlar. Binaenaleyh müşriklerin o cahilce tapınmaları kendilerine asla bir fâide vermeyecek, bilakis ebedî şekilde azap göreceklerdir. İşte küfür ve şirkin müthiş cezası!.
88. Ve dediler ki, Rahman kendisine çocuk ediniverdi.
88. Bu mübarek âyetler, Cenab’ı Allah’a oğulisnat edilmesinin ne kadar layıksız olduğunu, böyle bir isnâdın ne kadar felâketlere sebep olabileceğini ihtar ediyor. Allah’ın şanının çocuk edinmekten yüce bulunduğunu bütün mahlûkatın, sayıları tesbit edilmiş Allah’ın birer kulu olduğunu Allah Teâlâ’nın evlâdı sanılan bir kısım mahlûkatın kıyamet günü teker teker ilâhî huzura varacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Allah’ın birliğini takdir ve tasdik etmeyenler, pek yanlış inançlarda bulundular (ve dediler ki: Rahman) Yüce Yaratıcı (kendisine veled edîniverdî) Bu cümleden olarak Yahudîler Hz. Uzeyre, Hıristiyan taifesi Hz. Mesih’e Allah’ın oğlu demek cinayetinde bulundular. Arap müşrikleri de melekler Cenab-ı Hak’kın kızlarıdır dediler, böyle büyük bir cehalet gösterdiler.
89. Andolsun ki, pek çirkin birşey olarak meydana gelmiş oldunuz.
89. (Andolsun ki) öyle Allah’ın şanına lâyık olmayan bir isnâtta, bir iddiada bulunan cahiller!. Siz (pek çirkin) kötü (bir şey olarak) meydana (gelmiş oldunuz) yani: Siz, pek cahilce, cüretkârca bir kanaat yaymaya kalkıştınız. Büyük bir sapıklık eseri gösterdiniz.
§ İddi kelimesi, tuhaf, çok kötü, pek çirkin bir iş, bir büyük bela demektir.
90. Az daha ondan dolayı gökler çatlayacak ve yer yarılacak ve dağlar yıkılıp yerlere geçecekti.
90. (Az daha ondan dolayı) öyle bir lakırdının kötülüğünden, Cenab-ı Hak’ka evlât isnâdî gibi cahilce bir idiadan dolayı (gökler çatlayacak ve yer yarılacak ve dağlar yıkılıp yerlere geçecekti) bütün bu muazzam kâinat, öyle müşrikce bir iddianın uğursuzluğundan dolayı mahv ve yok olacaktı. Evet.. Öyle bir iddia, Cenab-ı Hak’ka evlât isnâdî o kadar büyük bir cinayettir ki, onun sebebiyle böyle pek büyükbir felâketin meydana gelmesi uzak görülemez.
§ Hid; görültüsü çok olan bir yıkılış demektir.
91. Rahmana çocuk isnat etmelerinden dolayı.
91. Evet.. (Rahmana) bütün mahlûkatını lûtf-ı keremiyle, merhametiyle vücude getirmiş, ve ortaktan, benzerden uzak bulunmuş olan Yüce Yaratıcıya (çocuk isnat etmelerinden dolayı) öyle helâk edici bir inkılâp vücude gelebilirdi. Yine Cenab-ı Hak’kın bir eseri rahmet ve merhameti olaraktır ki, insanlık, öyle bir yok olmaya maruz kalmamış oldu, .
92. Halbuki, çocuk edinmek, rahman için lâyık olamaz.
92. (Halbuki çocuk edinmek) kendisi için mahlukatından hangi birini oğul veya kız edinivermek (rahman için lâyık olamaz) öyle bir ihtiyaç, Allah’ın şanına asla münasip bulunamaz. Çünkü bir kere insanlar gibi evlenip bir çocuk babası olmak Allah’ın şanına göre imkânsızdır. Evlât ile baba arasında bir cins birliği, bir tabiat birliği bir ihtiyaç vardır. Halbuki, Cenab-ı Hak, cins birliğinden, ortak ve benzerden her bakımdan uzaktır. Ondan başka olan herşey, sonradan yaratılmıştır, onun yaratmasının bir eseridir. Artık bir kere bu bakımdan Allah’ın şanında bir babalık ve oğulluk asla tasavvur olunamaz. Tebennî suretiyle, başkalarının çocuklarını kendisine evlât edinmeğe gelince bu da Allah’ın şanına lâyık değildir, imkânsızdır. Bütün kâinat, Cenab-ı Hak’kın birer yarattığı eseri iken onun için evlât edinilmeğe ne selâhiyetleri ne kabiliyetleri olabilir?. Evlât edinilmesi, aynı cinler arasında câri olabilir. Ve başkasının evlâdını kendisine evlât edinen kimse, ya onlardan istifade etmek için veya onlar ile ünsiyette bulunmak için veya onlar ile bir güzelce anılmak için edinmiş bulunur. Allah Teâlâ’nın yüce şanı ise bu gibi şeylere ihtiyaçtan uzaktır. Binaenaleyh evlât edinmek,Allah hakkında asla doğru olamaz. Buna inanmak küfrü, şirki gerektirir.
93. Göklerde ve yerde olan şeylerin hepsi de Rahmana kul olarak vücuda gelmiş şeylerden başka değildir.
93. Bir kere düşünmeli değil midir?. (Göklerde ve yerde olan şeylerin hepsi de) bütün melekler de, Hz. Üzeyir ve Hz. İsa gibi bütün insanlar da (rahmana kul olarak vücude gelmiş şeylerden başka değildir) bunların hepsi de Allah Teâlâ’nın emrine boyun eğmiş, itaatkâr, hürmetkâr kullardır, onun birliğini tasdik etmişler, onun rablığına, merhamet ve şefkatine iltica etmektedirler, o Yüce Yaratıcıya kul olmakla övünmektedirler. Artık öyle kullukta vasıflanmış, Allah’ın birer mahlûku olan kullara vesaireye nasıl Allah’ın çocukları ünvanı verilebilir?.
94. Yemin olsun ki, onları kuşatmıştır ve onları saymakla saymıştır.
94. (Yemîn olsun ki) muhakkak bir hâdisedir ki, kâinatın Yaratıcısı Yüce Allah (onları) o kendisine evlât isnat edilen kimseleri ve bütün kâinatın fertlerini (kuşatmıştır) hepsini de İlim ve kudret açısından kuşatmıştır. O şekilde ki, onlardan hiçbiri Cenab-ı Hak’kın ilminin çerçevesinden kudret elinden dışarı çıkamaz. (Ve onları saymakla saymıştır) onların ne kadar şahıslardan ibaret olduklarını, onların bütün fiillerini günlerini Levh-i Mahfuz’da tesbit buyurmuştur. Hepsi de O Yüce Yaratıcının kahır ve galibiyeti altındadırlar. Artık öyle mahlûk kimseler Allah’ın evlâdı olmak mahiyetine, meziyetine nasıl sahip olabilirler?.
95. Ve hepsi de kıyamet günü onun huzuruna tek olarak gelecektir.
95. (Ve hepsi de) onlardan her biri de (kıyamet günü o’nun) o ezelî yaratıcının (huzuruna tek olarak gelecektir) o Cenab-ı Hak’kın evlâdı sanılan zatlar, o kendilerinetapanlardan, o müşriklerden uzaklaşmış, tek olarak mahşere sevk edileceklerdir. Kendilerinin yanlarında dünya varlığından, yardımcılarından kimse bulunamayacaktır. Hepsi de bütün varlıklardan ayrılmış, Hak Teâlâ’nın emir ve fermanına tâbi olmuş bir halde bulunacaktır. Artık böyle kudret elinde aciz olan bir mahlûkat, O Yüce Mabûdun, O Ezelî Yaratıcının, O Azamet Sahibi Yüce Hâkimin evlâdı sayılabilir mi?. Evet.. Bütün müminler, irfan sahipleri bu hakikatı bilir, Allah Teâlâya kulluk sunmakla iftihar eder, Allah’ın şanını bütün noksanlardan, ihtiyaçlardan tenzih eyler. İşte ebedî saadet de bu muhterem müminlere va’dedilmiş bulunmaktadır.
96. O kimseler ki, imân ettiler ve güzel güzel amellerde bulundular, muhakkak ki, Rahman, onlar için kalplerde bir sevgi vücuda getirecektir.
96. Bu mübarek âyetler, iyi müminlere elde edecekleri bir imtiyaz” müjdeliyor. Kur’an’ı Kerim’in ne gibi bir hikmetten dolayı Resûl-i Ekrem’in lisaniyle indirilmiş olduğunu bildiriyor. Mahvolup gitmiş olup bir nice cemiyetlerin müthiş âkibetlerine nazar-ı dikkatlerimizi çekmektedir. Şöyle ki: İmandan mahrum müşrik kimselerin pek çirkin halleri, âkibetleri bildirilmiştir. Bilakis (o kimseler ki İmân ettiler) Allah’ın birliğini tasdik, şirkten uzak bulundular (ve güzel güzel amellerde) ibadetlerde, güzel ahlâkî muamelelerde (bulundular) böyle üzerlerine düşen vazifeleri yerine getirdiler, insanlık şerefini korudular, artık (muhakkak ki. Rahman) kulları hakkında rahmeti, lûtf ve ihsanı sonsuz olan Yüce Yaratıcı (onlar için) o seçkin müminler için meleklerin, Peygamberlerin ve diğer ihlaslı müminlerin kalplerinde (bir sevgi) bir muhabbet, bir dostluk, bir teveccüh ve iltifat hissi (vücude getirecektir.) o iyi müminler, böyle bir muhabbet ve teveccühe mazharolurlar. Bu, güzel inançlarının, amellerinin bir manevî mükâfatı demektir. Böyle bir muhabbete mazhar olan zat elbetteki, Allah katında da büyük bir mevkie nail bulunmuş olacaktır. İşte iyi bir müminin kendi tarafından birtakım sebeplere, propağandalara teşebbüs edilmeksizin böyle müminlerin kalplerinde bir muhabbete kavuşmayı, pek gıptaya değer bir mazhariyettir ve bu muhabbet, daimidir, bunun faidesi ahirette de görülecektir. Nitekim nice asırlarca önce dünyadan ahirete irtihal etmiş bir kısım zatlar vardır ki, onların haklarında, bugünkü müminler de kalben büyük bir muhabet ve hürmet beslemektedirler. Ashab-ı Kiram ile İslâm mücahidleri bu cümlelerdendirler. Fakat aldatmaca yapılan bazı, muamelelere, sebeplere binaen bazı kalplerde kazanılan bir muhabbet ve iltifatın manevî bakımdan hiçbir kıymeti yoktur. O muhabbet ve teveccüh, hakikatı gören gözlere göre çabuk yok olucu, bir yok olan gölge yerindedir. Bazı müminler hakkındaki bir takım dinsizlerin, fasıkların, ahlâksızların düşmanlığı ise o müminlerin lehine bir şahitlik demektir. O zatların kendileri gibi dinsiz, ahlâksız olmadıklarını bir itiraf yerindedir. Bu da mânen bir övgüden, methden başka değildir. Ve bu düşmanlık, hakikî müminlerin gücenmesine yol açarak o zat hakkında daha ziyade muhabbet ve temayül göstermelerine bir sebep teşkil eder.
97. İşte onu, Kur’an’ı senin lisanın ile kolayca kıldık ki, onunla takva sahiplerini müjdeleyesin ve inat eden bir kavmi de korkutasın.
97. Kur’an’ı Kerim, insanlığa en beliğ bir lisan ile nice ibret verici kıssaları, öğütleri, tebliğ ediyor. Evet bu tebliğ, bütün müminlerin yücelttiği bir lisan ile, Peygamberimizin pek mübarek, fevkalâde fasih, beliğ Arapça olan lisanı ile yapılmış bulunuyor. Bu da bir ilâhî lütuftur, müminler arasında birliği, dayanışmayı, manevî birliği temine birvesiledir. Zaten bir Yüce Peygamberin mübarek lisanı ona tâbi olan bütün cemiyetlerin de ortak bir lisanı demektir. Geçmiş kavimlerin lisanı muhtelif, anlaşılması pek müşkül idi. Birçokları da tarihe karışıp mahv ve yok olmuştu. Eğer o kavimlerin kıssaları, ibret verici tarihi halleri birer ibret nümunesi, birer uyanma vesilesi olmak üzere böyle açık, geniş bir lisan ile tebliğ edilmemiş olsa idi, şimdiki insanlık, o geçmiş ümmetlere ait birçok vak’alardan, ibret verici hâdiselerden habersiz kalmış olurdu. İşte Hikmet Sahibi Yüce Yaratıcı bu ümmete, bir vesile ile de lûtfetmiş olduğunu şöylece beyan buyuruyor. (İşte onu) o Kur’an’ı Kerim’i (senin) mübarek Arapça olan (lisanın ile) indirerek onu (kolayca) anlaşılır (kıldık ki, onunla) o Kur’an’ın âyetleriyle, kapsadığı nasihatlar ile (takva sahiplerine müjdeleyesin) Allah Teâlâ’nın emirlerine, yasaklarına riayet eden müminlere gelecekte nâil olacakları nimetleri, saadetleri müjdeleyesin. (Ve inat eden bir kavmi de) Allah’a imân etmeyen, inatçı, dindarlara karşı düşmanlıkları pek şiddetli bir taifeyi de, Mekke müşriklerini de (korkutasın) dünyada ve özellikle ahirette nice felâketlere, azaplara uğrayacaklarını kendilerine ihtar edesin. Bu da bir ilâhî merhamet eseridir ki, öyle cahil, inkârcı kimseleri uyandırmak için Yüce Peygamberi böyle bir irşat ve ihtar vazifesiyle vazifeli kılmıştır.
§ Lûd; eled kelimesinin çoğuludur. Bâtıl ile mücadelede bulunan kimse demektir.
98. Ve onlardan evvel nice kavimleri helâk ettik. Hiç onlardan bir şahsı görüyor musun? Veya onlar için bir gizli ses işitiyor musun?
98. (Ve) Resûlüm!. O zamanındaki inkârcı, inatçı, İslâmiyet düşmanlarına şunu da ihtar et ki, (onlardan evvel nice kavimleri helâk ettik) Peygamberlerini inkâr eden nice geçmiş cemiyetleri o küfür ve inkârları yüzünden bir nice felâketlere uğratarak mahvı perişaneyledik. Kur’an-ı Kerim, bunların bir kısmını beyan ile nazarı dikkatleri çekme lûtfunda bulunuyor. Şimdi sen (hiç onlardan bir şahsı görüyor musun?.) onlardan bir kimse dünyada kalmış mıdır?. Öyle bir kavim bulabilir misin?. (veya onlar için bir gizli ses işitiyor musun?.) ne gezer!. Onlar Allah’ın kahrına uğramışlar, tamamen mahv ve yok olup gitmişlerdir. Eğer onlar Peygamberlerinin tavsiyelerine riayet etmiş olsalar idi, öyle pek büyük felâketlere uğramazlardı. Artık o gibi kavimlerin o pek müthiş tarihî hallerinden ibret almalıdır. Onlar gibi inkârcı, kendini beğenmiş bir vaziyet almaktan son derece kaçınmalıdır. İslâm dininin gösterdiği selâmet yolunu takibederek güzel anılmaya, ilâhî lütuflara nail olmağa çalışmalıdır. “Rikz” lisan ile harfler ile yapılmayan gizlice bir ses demektir. Nitekim yer altına defnedilen mala da gizli ve kapalı olduğu için “Rikâz” denir. Başarı Allah’dandır.
Meryem Suresi Tefsiri, Türkçe Meali ve Açıklaması
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu mübarek sûre, Mekke’i Mükerreme’de nazil olmuştur. Doksan sekiz âyeti kerimeden meydana gelmektedir. Hz. İsa gibi bir Yaratılış harikasının muhterem annesi Hz. Meryem’e dair âyetleri kapsamış olduğu için kendisine bu ad verilmiştir. Bu, mübarek Meryem sûresi, sûrei Kehf’in sonunda beyan buyurulan güzel amel ile Yaratıcının birliği İnancının izahını pek mükemmel ve pek ebedî bir şekilde içine almış bulunmaktadır. Bu mukaddes sürede Allah Teâlâ’nın birliği, kudret ve büyüklüğü, yaratmış olduğu kullarını kendisine evlât edinmekten yüce bulunduğu, ve ilâhî dinin Peygamberler tarafından insanlara nasıl tebliğ edilmiş olduğu beyan buyurulmaktadır. Bu Meryem sûresi, başlıca altı mühim kıssayı içermektedir. Şöyle ki: Birinci kıssa, Zekeriya Aleyhisselâm’a aittir. Onun münâcâtını, dualarını tasvir etmektedir. İkinci kıssa Hz. Meryem ile İsa Aleyhisselâm’a aittir. Hz. Meryem’in hayatının temizliğini, Hz. İsa’nın bir kudret bediası olduğunu tasvir buyurmaktadır. Üçüncü kıssa, İbrahim Aleyhisselâm’a aittir. Babası Azer’i Allah’ın dinine ne şekilde davet etmiş olduğunu bildirmektedir. Dördüncü kıssa, Musa Aleyhisselâm’a aittir. Onun Allah’ın hitâplarına mazhar oluşunu ve Harun Aleyhisselâm gibi bir Peygamber kardeşe nailiyetin! göstermektedir. Beşinci kıssa, İsmail Aleyhisselâm’a aittir. Onun Allah katındaki yüksek mertebesini veümmetine namaz ve zekât gibi ibadetleri emir ve tavsiyede bulunmuş olduğunu beyan buyurmaktadır. Altıncı kıssa da, İdris Aleyhisselâm’a aittir. Onun nasıl yüksek bir makama nail olduğunu anlatır ve bütün bu Peygamberlerin üstün mertebelerine ve ne kadar Yüce bir şekilde ibadet ve itaatte bulunmuş olduklarına işaret byurmaktadır. Velhâsıl: Bu mübarek Meryem sûresi: İnsanların muhtelif kabiliyetlerde, eğilimlerde bulunmakta olduklarını bildiriyor. Cenab-ı Hak’kın birliğini, kudret ve yüceliğini tasdik ve güzel amellere devam eden müminlerin pek mutlu âkibetlerini kendilerine müjdeliyor. Nefsanî İsteklerine kapılan, İmân nimetinden mahrum kalan kimselerin de pek cahilce, pek çirkin hâllerini ve pek korkunç akıbetlerini ihtar ederek bütün insanlığı uyanmaya davet buyuruyor.
1. Kâf, Ha, Ya, Ayın, Sad.
1. Bu mübarek âyetler, Hz. Zekeriya’nın kıssasını içermektedir. O Yüce Pegamber’in Cenab-ı Hak’ka olan yalvarmalarını ve bir hayırlı oğul temennisinde bulunmuş olduğunu anlatmaktadır. Şöyle ki: (Kâf, Ha, Ya, Ayın, Sad) kelimeleri müteşabihlerdendir. Mânâsını Allah’ın ilmine havale ederiz. Bununla beraber denilmiştir ki: Bu, Allah Teâlâ’nın veya Kur’an-ı Kerim’in isimlerinden biridir veya bu sûrenin bir ismidir veya Allah’ın ism-i azamıdır.
2. Bu Rabbin rahmetiyle kulu Zekariya’yı anmasıdır..
2. (Bu) okunacak âyetler, (Rabbin rahmetiyle kulu Zekeriyayı anmasıdır) Hz. Zekeriya’nın yüksek mevkiini, Allah Teâlâ’ya olan dua ve niyazını bildirmektedir. Onunu ümeti hakkında nasıl bir ilahi rahmet olduğunu işaret buyurmaktadır.
3. O vakit ki, Rabbine gizlice bir dua ile duadaniyazda bulunmuştu.
3. (O vakit ki) o mübarek Peygamber (Rab’bine) kendisine peygamberlik ve nimet ihsan buyurmuş olan kerem sahibi mabûduna (gizlice) gece içinde sırren, kalben (bir dua ile duada) niyazda, teminnede (bulunmuştu) çünki geceleyin yapılan dualar, daha çabuk kabul olunabilir.
4. Demişti ki: Yarabbi! Muhakkak benim kemiklerim zayıflattı, başımın tüyü de tutuştu ve Rabbim! Sana ne dua ettim ise mahrum kalmadım.
4. Hz. Zekeriya bu duasında (demişti ki: Yarabbi!. Muhakkak benim, kemiklerim zayıflaştı) vücudun en kuvvetli kısmını teşkil eden kemiklere böyle zafiyet ariz olunca diğer kısımları elbetteki, daha çok zayıf düşmüş olur. (başımın tüyü de tutuştu) yani: Beyazlık dağılıp saçlarımı kapladı, ateşin alevi odunlara çarparak yayıldığı gibi bir vaziyet aldı. (ve Rab’bim sana ne dua ettim ise mahrum kalmadım) yani yaşadıkça yaptığım dualarını ilâhî katında kabule şayan oldu, bu hususta eli boş ve ziyanda kalmadım. Bundan sonra yapacağım dualarımı da lûtfen kabul buyur, Ey ulu mabûdum!.
5. Ve ben arkamdan beni takibedecek akrabamdan korkmaktayım, eşim de kısırdır. Artık bana sen kendi tarafından bir oğlu bağışla.
5. (Ve) Yarabbi!, (ben arkamdan beni takibedecek akrabamdan korkmaktayım) yani: Soy bakımından bana mensup olan amcamın çocukları gibi kimselerin benden sonra yaşayarak Allah’ın dinini yaymaya hizmet edeceklerini, benim mesleğimi seçeceklerini pek ümit etmiyorum, (eşim) İysa’ (da kısırdır) evlâdı olmuyor. Artık Yarabbi!. (Bana sen kendi tarafından) bu ihtiyarlığım çağında harika kabilinden âdeta muhalif bir şekilde (bir oğul bağışla) benim sulbümden bir oğuldünaya gelsin, benim yerimi alsın benim yetkime sahip bulunsun.
6. Hem bana vâris olsun hem de Yakub hanedanına vâris olsun ve Rabbim! Onu katında rızaya mazhar buyur.
6. Hz. Zekeriya niyazına devam ederek dedi ki: Yarabbi!. O bana ihsan edeceğin oğul, (hem bana vâris olsun) yani: Benim sahip olduğum ilimde, amelde, peygamberlikte bana halef bulunsun. (Hem de Yakub hanedanına vâris olsun) onların da faziletlerine, güzel huylarına, yüksek tarihi hallerine nail bulunsun. (Ve Rab’bim!.) Ey Kerem Sahibi Yaratıcım!. (onu) o bana öylece vâris olacak oğlumu (indinde) kevlen ve fiilen (uzaya mazhar buyur) her bakımdan iyi, Allah’ın rızasına lâyık bir kul olarak dünyaya gelmiş olsun.
7. Ey Zekeriya! Seni bir oğul ile müjdeleriz ki, adı Yahya’dır. Onun için evvelce kimseyi bir adaş kılmadık.
7. Bu mübarek âyetler, Zekeriya Aleyhisselâm’ın duasının kabul edilip Yahya adında bir oğul ile müjdelenmiş bulunduğunu bildiriyor. Bunu garip karşılayan Hz. Zekeriya’nın kendisine bir alâmet olmak üzere üç gün konuşmaya muktedir olamayacağı ve onun, tesbihte bulunmaları için kavmine işaret etmiş olduğu beyan buyurulmaktadır. Şöyle ki: Allah Teâlâ Hazretleri Zekeriya Aleyhisselâm’ın duasına vahiy yoluyla cevap olarak buyurdu ki: (Ey Zekeriya!. Seni bir oğul ile müjdeleriz ki, adı Yahya’dır) bu isimde senin bir oğlun dünyaya gelecektir (onun için) o dünyaya gelecek Yahya adındaki oğlun için (evvelce) kimseyi (bir adaş kılmadık) yani: Ondan evvel hiçbir kimseye Yahya adı verilmiş olmadı. Bu adın ilk evvel ona verilmiş olması, hakkında bir saygı gösterme alametidir. Vakıa Hz. Yahya, haddızatında pek seçkin vasıflara sahip bulunmuştur. Pek ihtiyar, mübarek bir zatın kısır bulunan eşinden dünyaya gelmesi,mâsum bir hayata kavuşup peygamberlik payesini elde etmiş bulunması onun bu seçkinliği cümlesindendir.
8. Dedi ki: Yarabbi! Bana nereden bir oğul olabilir? Eşim ise kısır olmuştur. Ben de ihtiyarlıktan son yaşa yetişmiş oldum.
8. Zekeriya Aleyhisselâm da daha çok sevinç için, Allah’ın kudretini yüceltmek ve müjdelenmenin zevkini daha çok tatmak için (dedi ki: Yarabbi!.) Ey her şeye kâdir olan kerem sahibi mabûdum!. (Bana nereden bir oğul olabilir?.) adeta göre benim kuvvetli, erkek bir çocuğum nasıl dünyaya gelebilir?, (eşim ise kısır olmuştur) çocuk doğuracak kabiliyeti kalmamıştır. (Ben de ihtiyarlıktan son yaşa yetişmiş oldum) şimdi çocuğu olmayacak tam bir ihtiyar halinde bulunmaktayım. Artık ne kudrettir ki, ne şefkattir ki, bize bu halimizde bir oğul ihsan buyuracaksın.
9. Buyurdu ki: Öyledir. Rabbin buyurdu ki: O bana kolaydır ve muhakkak ki, ben seni bundan evvel yaratmıştım, halbuki, sen hiçbir şey değildin.
9. Allah Teâlâ da vahyederek (buyurdu ki:) Ey Zekeriya!. (Öyledir) gerçekten dediğin gibi sen ihtiyar ve eşin de kısırdır. Fakat (Rab’bin buyurdu ki: O bana kolaydır) her ne kadar adete aykırı görülse de Allah’ın kudretine göre onda bir güçlük yoktur. Cenab’ı Hak, dilediği herhangi bir ihtiyara kuvvet, herhangi kısır bir kadına da yeniden anne olabilmek için bir kabiliyet ihsan buyurabilir. (Ve muhakkak ki, ben seni) ey muhterem kulum Zekeriya!. (Bundan evvel yaratmıştım) seni dünya sahasına getirmiştim (halbuki, sen hiç bir şey değildin) belki sırf bir madûm idin. Artık seni yoktan var eden bir Yüce Yaratıcı sana bu halinde evlât veremez mi? insanlığın ilk babası olan Hz. Adem’i de düşünmeli değil midir?. Onu yoktan var eden bir Yüce Yaratıcı elbette ki, herhangi bir kulunu, her ne halde bulunursabulunsun dileyince evlada kavuşturabilir, onun kudreti sonsuzdur. Buna inanmışızdır.
10. Dedi ki: Yarabbi! Benim için bir alâmet kıl. Buyurdu ki: Senin alâmetin, sen sapsağlam olduğun halde insanlar ile üç gece konuşmaya muktedir olamamandır.
10. Zekeriya Aleyhisselâm (dedi ki: Yarabbi!. Benim için bir alâmet kıl) yani: Ey Kerem Sahibi Yaratıcı!. İnandık, sen her şeye kâdirsin. Fakat o çocuğun ne vakit yaratılacağına dair bir belirti ihsan buyur, annesinin ona ne zaman hamile kalacağını anlamış olabileyim. Cenab-ı Hak da (buyurdu ki: Senin alâmetin) o çocuğun olacağına dair kendisiyle delil getireceğin şey (sen sapsağlam olduğun halde insanlar ile üç gece) arka arkaya üç gün (konuşmaya muktedir olamamandır.) yani: Bir hastalığın, bir dilsizliğin olmadığı halde insanlar ile lisânen konuşmaya böyle bir müddet muktedir olamaman, senin için bir evlât dünyaya geleceğine bir ‘alâmet teşkil edecektir.
11. Sonra mescitten kavmine karşı çıktı da gündüzlerin evvellerinde ve sonlarında tesbihte bulununuz diye onlara işaret eyledi.
11. (Sonra) Zekeriya Aleyhisselâm bu ilâhî vahyi müteakip hemen (mescitten kavmine karşı çıktı) dışarda durup cam-ii şerifin açılmasını bekleyen cemaatin yanına gitti (de) kendileriyle konuşamamaksızın dudaklarını kımıldatarak veya yazı ile yazarak (gündüzlerin evvellerinde ve sonlarında tesbîhte bulununuz diye onlara işaret eyledi) yani: Âdet üzere sabah ve ikindi namazlarını kılmaya devam ediniz, bu vakitlerde adet üzere ibadet ve itaatde bulununuz. Hz. Zekeriya, kalben, gizlice tevhit ve tesbihe muktedir olduğu halde cemaat ile açıkça konuşmaya muktedir olmadığını görünce artık ailesinin hâmile kaldığını anlamış, bu sükûte mecburiyeti kendisi için istediği bir alâmetten ibaret bulunmuştu.
12. Ey Yahya! Kitabı kuvvetle tut. Ve ona daha çocuk iken hikmet verdik.
12. Bu mübarek âyetler, Yahya Aleyhisselâm’ın nail olmuş olduğu nimetleri bildiriyor. Ve onun pek güzel vasıflarını ve ahlâkını tasvir ediyor ve o pek muhterem zatın herhalde selâma, yüceltmeye mazhar olduğunu şöylece beyan buyurmaktadır. Hak Teâlâ Hazretleri buyurmuştur ki: (Ey Yahya!. Kitabı kuvvetle tut) yani: Tevrat’ı ciddiyetle al, mütâlea et, ahkamına riayette bulun (ve ona) Cenab-ı Yahya’ya (daha çocuk iken) rivayete göre henüz üç yaşında iken (hikmet verdik) Tevrat’ı fıkıh hükümlerini anlamaya kabiliyet verdik yahut ona peygamberlik ihsan ettik. Deniliyor ki: Hz. Yahya’yı daha pek çok çocuk iken diğer çocuklar oynamaya davet ederlermiş, o da dermiş ki: Biz oyun oynamak için yaratılmış değiliz.
13. Ve ona tarafımızdan bir rahmet, bir temizlik verdik ve çok muttaki oldu.
13. (Ve ona) Hz. Yahya’ya (tarafımızdan) ilâhî katımızdan bir tâlim ve tecrübe vasıtası olmaksızın (bir rahmet) bir bereket, bir kalp inceliği (ve bir temizlik) günahlardan arınmışlık veya büyük bir itaat ve ihlâs verdik. (Ve) o muhterem Yahya (çok muttaki oldu) yaratılış ve karakter olarak ihlaslı, itaatkâr gayrimeşru şeylerden çokca kaçınırdı. Rivayete göre hiçbir hatada bulunmamış ve ona hiç bir meyil de göstermemiştir.
14. Ve anasıyla babasına itaatkâr idi ve bir zorba, isyankâr değildi.
14. (Ve) Hz. Yahya (anasiyle babasına itaatkâr idi) onlara lûtf ile, nezaketle muamelede bulunurdu, onlara iyilikte bulunmaya çalışırdı. Çünkü ana baba haklarına riayet, haddızatında büyük bir itaat demektir. (Ve) o mübarek mâsum (bir zorba) bir kibirli ve bir (isyankâr değildi) mabûduna âsi veya ana-babasının hukukuna tecavüz ederbulunmuyordu. Belki pek itaatli, âlim, selim, mütevazi bulunuyordu.
15. Ve ona selâm olsun, doğduğu günde ve öleceği günde ve diri olarak kabrinden kaldırılacağı günde.
15. (Ve) Allah Teâlâ tarafından (ona selâm olsun) âfiyet ve selâmet içinde bulunsun. (Doğduğu günde) şeytanî ârızalardan vesair muzır şeylerden emniyet dairesinde dünyaya gelsin (ve öleceği gün de) kabir azabından korunmuş kalsın (ve diri olarak) kabrinden (kaldırılacağı günde) selâmete, kurtuluş ve saadete kavuşsun. Bu üç vakit insanlık için pek korkunç birer hayat merhalesidir. Bunlarda selâmete nail olan bir kul, hakikaten mutludur. Yüce Yaratıcı hazretleri, bu merhalelerde selâmete nâiliyeti Yahya Aleyhisselâma müjdelemiş olmakla o muhterem Peygamberinin hakkında pek büyük ikram lûtfunda bulunmuştur.
§ Hz. Zekeriya ile Hz. Yahya’nın tercümei halleri için Âl-i İmran sûresindeki (41) inci âyetin izahına da bakınız!.
16. Kitapta Meryem’i de yâd et. O vakit ki, ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti.
16.Bu mübarek âyetler de Hz. Meryem’in kıssasını içermektedir. Hz. Cibril ile aralarında cereyan eden konuşmalarını bildirmektedir. Hz. Yahya’nın iki ihtiyardan doğmasına kıyasla Hz. İsa’nın babasız olarak dünyaya getirilmesinin Allah’ın kudreti için daha açık, daha eşsiz bir numune teşkil ettiğine işaret buyurulmaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Resûlüm!. (Kitapta) Kur’an’ı Kerim’de bu surei mübarekede (Meryem’i de hatırla) İsrail oğullarının eşrâfından olan Umran’ın kızı Meryem’in kıssasını da an (o vakit ki) Meryem, bir külfeti, bir inzivayı tercih ederek (ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti) Beytülmukaddesin veya kendihanesinin doğu tarafına çekilerek orada tek başına ibadet ve itaate devam edip durmuştu.
17. Onların öte yanlarında kendisine bir perde edinmişti. Artık biz de ona ruhumuzu Cibril i Emin’i gönderdik de onun için tatma bir insan sûretinde görünü vermişti.
17. Hz. Meryem, (onların öte yanlarında) aile fertlerinin ikâmetgâhlarına yakın bir yerde kendisine hususî (bir perde edinmişti) ibadetine bir mâni bulunmaması için öyle tenha bir yeri seçmişti. Bir rivayete göre Hz. Meryem, Zekeriya Aleyhisselâm’ın eşi ve kendisinin teyzesi olan bir hanımın kendisine tahsis etmiş olduğu bir hücreye arasıra çekilir, orada yıkanır, taharetini temin edermiş. İşte bir gün öyle bir yerde duruyordu. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (Artık bîz de ona ruhumuzu) yani Cibril-i Emin’i (gönderdik de onun için) Hz. Meryem’e karşı (tam bir insan suretinde görünüvermiştî) cismanî bir şekil almış, güzel bir insan şekline girmişti.
§ Cibril-i Emin, ruhanî bir mahlûk olduğu için veya sırf ruhtan yaratılmış bulunduğu için veya kendisinin ilâhî kitapları Peygamberlere tebliğ etmesi vesilesiyle dinî hayatı temine vasıta olduğu için kendisine “ruhumuz” diye bir şeref verilmiştir, İlâhî vahyi alıp Peygamberlere tebliğ etmesi Cenab-ı Hakka manevî yakınlığını göstermektedir. İşte böyle bir yakınlığa işaret için de “ruhullah” denilmektedir. Zaten bütün mahlûkat Allah Teâlaya izafe edildiği gibi ruh da izafe edilebilir. Cenab’ı Hak’kın kulu, Cenâb-ı Hak’kın meleği, Cenab-ı Hak’kın ruhu denilir ki, onun yaratmasının eseri demektir. Yoksa Cenab-ı Hak ruhların da Yaratıcısı olduğundan bir olan zatı ruha muhtaç olmaktan yücedir. Buna inanmışızdır.
18. Meryem dedi ki: Muhakkak ben senden Rahmana sığınırım. Eğer sen gerçekten takva sahibi isen yanımdan çekil.
18. Hz. Meryem, karşısında bir insan şeklindegörünen Cibril’i bir insan zannederek ona hitaben (dedi ki: Muhakkak ben senden Rahman’a sığınırım) ahlâkımın temizliğinin muhafazası için, gayri meşru bir temayülün meydana gelmemesi için lütuf ve merhamet sahibi olan Yüce Mabûdumun korumasına sığınırım. (Eğer sen gerçekten takva sahibi isen) yanımdan çekil, bana taarruz etme. Yahut sen de benim gibi Cenab’ı hak’ka sığın. Çünkü takva sahibi olan zata lâyık olan öyle hareket etmektir, gayrı meşru şeylerden kaçınmaktır.
19. Cibril dedi ki: Ben sana bir tertemiz oğul bağışlamak için, Rabbin ancak bir elçisiyim.
19. Cibril-i Emin de kendi mahiyetini anlatmak, kendisinen öyle bir korkmaya lüzum olmadığını bildirmek için Hz. Meryeme hitaben (dedi ki: Ben sana bir tertemiz) günahtan arınmış, hayır ve bereket sahibi, Peygamberlikle vasıflanmış (oğul bağışlamak için. Rabbin ancak bir elçisiyim) ben Hak Teâlâ tarafından gönderilmiş bir meleğim, ben yakana ruh üflemek için bir vasıtayım, sen bu sebeple seçkin bir evlada nail olacaksın. Artık benden korkmana gerek yok.
20. Meryem dedi ki: Bana bir oğul nasıl olabilir ki, bana bir insan nikâh ile dokunmamıştır ve ben bir iffetsiz de değilim.
20. Hz. Meryem’de (dedi ki: Bana bir oğul nasıl olabilir ki:) nereden ve nasıl mümkündür ki, ben bir oğul annesi olayım?. Halbuki, (bana bir insan) nikâh ile (dokunmamıştır) ben kocaya varmış değilim (ve ben bir iffetsiz de değilim) ben iffetini, tertemiz yaratılışını koruyan bir kimseyim. Evet.. Allah Teâlâ’nın babasız evlât vermeğe kâdir olduğunu Hz. Meryem de bilir, tasdik ederdi. Fakat bu, harikulâde bir hâdise olacağından bu bakımdan Hz. Meryem’in olayı garip karşılamasına sebep olmuştur.
§ insanlığın yaradılışında dört tür, dikkatçekmektedir. Birincisi: Anasız ve babasız olarak yaratılmaktır. Hz. Adem’in yaratılışı gibi. Ikincisi: Dişi vasıtası olmaksızın erkekten yaratılmaktır. Hz. havva’nın Adem Aleyhisselâmdan yaratılışı gibi. Üçüncüsü: Babasız olarak ana vasıtasiyle yaratılmaktır. Hz. İsa’nın, Hz. Meryem’den yaradılışı gibi. Dördüncüsü de ana ve baba vasıtalariyle yaratılmaktır. İnsanlun çoğunun yanatılışı gibi. Cenab-ı Hak hepsine de kadirdir. Buna inanmışızdır.
21. Cibril de dedi ki: Öyledir. Rabbin buyurdu ki: O bana göre pek kolaydır ve onu insanlara bir alâmet ve bizden bir rahmet kılacağız. Ve o hükme bağlanmış bir işten ibaret olmuştur.
21. Cibril-i Emin de (dedi ki: Öyledir) her ne kadar alışılmışa aykırı ise de senden babası olmaksızın bir çocuk dünyaya getirilecektir, bu mukadderdir. (Rabbin buyurdu ki: O) öyle babasız bir şekilde çocuk yaratmak (bana göre pek kolaydır) bir kere ol dedim mi hemen oluverir. Babasız çocuk dünyaya gelmesi, her ne kadar alışılmışa göre imkânsız ise de Hak Teâlâ bir şeyi dileyince vesaite lüzum göstermeksizin de onu vücude getireblir. (Ve) Cenab’ı Hak buyuruyor ki: (Onu) öyle bir yaratılış hârikasının vücude getirilmesini (insanlara bir alâmet) kılacağızdır. Bu, kâinatın Yaratıcısının kudretinin sonsuzluğuna ve insanların daha sonra tekrar hayata kavuşup ahiret âlemine sevkedileceklerine bir delil teşkil edecektir. (Ve) onu (bizden bir rahmet kılacağız) o babasız yaratılacak zat, kullar için bir hidayet rehberi olacaktır, onları tevhid dinine davet edecektir. (Ve) o takdir edilmiş olan hâdise (hükme bağlanmış bir işten ibaret olmuştur) binaenaleyh mutlaka meydana gelecektir.
“Mülkünde hak tasarruf eder keyfemayeşâ”
“İster cihanı var eder isterse yok eder”
22. Artık Meryem ruh üflenmesi ile ona hâmilekaldı. Onunla hemen uzakça bir mahalle çekilip gitti.
22. Bu mübarek âyetler de Hz. Meryem’in harikulâde bir şekilde Hz. İsa’ya hâmile kaldığını bildiriyor. O muhterem valideye Allah tarafından teselli verilmiş olduğunu ve onun birnice nimetlere nail bulunduğunu ve bir müddet adak olarak oruç tutup başkalariyle konuşmayı terk eylediğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: İlâhî takdir, görünmeğe başladı, vasıtasız olarak Allah tarafından veya Cibril’i Emin tarafından Hz. Meryem’in gömleğinin yakasından üfürüldü, bu, Meryem Hazretlerinin içerisine kadar tesir etti, bunun üzerine (artık ona) Hz. İsa’ya (hâmile kaldı) bir rivayete göre de Hz. Cibril, uzaktan üfürdüğü halde bu Hz. Meryem’e kavuşarak derhal hâmile kalmasına sebep oldu. Hz.Meryem de (onunla) o yüklendiği çocuk ile (hemen) ailesinden (uzakça bir mahalle çekilip gitti) ikametgahının sonundaki bir yere varıp orada eyleşti. İhtimâl ki, öyle ansızın yüklü kalmasından dolayı bir mahcupluk hissederek başkalarının gözlerinden uzak bulunmak istemişti.
23. Derken ona doğum hareketi gelerek kendisini bir hurma ağacının altına gitmeğe zorunlu kıldı, dedi ki: Ne olurdu bana, bundan evvel ölmüş olsaydım ve unutulup terkedilmiş bulunsa idim!
23. (Derken ona doğum hareketi) karnındaki çocuğun dışarı çıkmak için kımıldanması meydana (gelerek kendisini bir hurma ağacının altına gitmeğe zorunlu kıldı) rivayete göre kış mevsimi imiş, ağaç ise kup kuru bir halde bulunuyormuş, bunun altında saklanıp çocuğunu başkalarına göstermeksizin doğurmak istemişti. (Dedi ki: Ne olurdu bana!.) kâşki (bundan evvel ölmüş olsaydım) bu günü görmese idim (ve unutulup terkedilmiş bulunsa idim) hiçbir kimsenin hatırına gelmez olsa idim Hz. Meryem,insanlardan utandığı ve onların dedikodularından endişe ettiği için böyle bir temennide bulunmuştu. Yoksa mübarek bir oğula nail olacağına dair bir ilâhî vaadi biliyordu.
§ Rivayete göre Hz. Meryem, bu esnada on veya onüç yaşında imiş. Gebelik müdeti ise yedi veya sekiz veya dokuz ay veyahut bir saat veya üç saat kadar devam etmiştir. Bu müddetin böyle birkaç saatten ibaret olması da harika olduğu gibi sekiz ay olması da harika kabilindendir. Çünkü sekiz ayda doğan çocuklar yaşamadıkları halde Hz. İsa yaşamıştır. Bilgisi Allah katındadır.
24. Derken ona aşağısından seslendi ki: Sakın mahzun olma, muhakkak ki, Rabbin senin alt yanından bir su arkı vücuda getirdi.
24. (Derken) Hz. Meryem öyle üzgün, endişeli bir halde iken (ona) Hz. Meryem’e (aşağısından) veya hurma ağacının alt tarafından Cibril’i Emin veya bir harika olarak Hz. İsa (seslendi ki: Sakın mahzun olma) üzülmeyi gerektiren bir şey yoktur, bilakis sevinçli olmalıdır ki, öyle muhterem bir oğula nail oluyorsun ve (muhakkak ki, Rabbin senin alt yanından bir su arkı) bir küçük ırmak (vücude getirdi) diğer bir harika ve lütuf olarak öyle kuru, susuz bir sahada bir ırmak fışkırmaya başladı, ondan istifadeye imkân verdirdi.
25. Hurma ağacını kendine doğru silkele, üzerine taze hurma dökülüversin.
25. Ve yine Hz. Meryem’e hitaben buyuruldu ki: (Hurma ağacını kendine doğru silkele) şu altında bulunduğun kurumuş, meyvesiz bulunmuş olan ağaç, öyle kış mevsiminde iken yeşillenerek taze hurmaları içerecektir, bu da başka bir harikadır, bir lütuftur, artık bundan istifade et, bunu silkele (üzerine taze hurma dökülüversin) hakkında bu şekilde de bir ilâhî nimet vücude gelmiş olsun.
26. Artık ye ve iç ve gözün aydın olsun, imdi insanlardan bir kimseyi görürsen de ki: Ben Rahman için oruç adadım, artık bugün hiç bir insan ile asla konuşmayacağımdır.
26. (Artık) Ey Muhterem Meryem!. (Ye) o taze hurmalardan istifade et (ve iç) akmaya başlayan ırmaktan su içerek hararetini gider (ve gözün aydın olsun) sen tebrike lâyıksın, bir manevî zevk ile yaşa (İmdi) Ey mübarek Meryem! (insanlardan) hangi (bir kimseyi görürsen de ki: Ber Rahman için) bana bu nimetleri ihsan eden Yüce Mabûdum için (oruç adadım) yani: Sükût etmek için veya sükût etmek suretiyle oruç tutmak için adakta bulundum (artık) bu hususu size işaretle haber verdikten sonra (bugün hiçbir insan ile asla konuşmayacağımdır.) Ben ancak melekler ile konuşurum ve Rabbime dua ve niyazda bulunurum.
§ Vaktiyle sükût şeklinde oruç tutulması caiz bulunmuştu. İslâmiyette ise bunun cevazında ihtilâf vardır. Hz. Ebubekir’den rivayet edildiğine göre, bu cevaz, müslümanlıkta kaldırılmıştır. Deniliyor ki: Gerçekten böyle sükûtta devam edilmesi, nefse işkencedir, güneşin altında kalmayı adamak gibi nefse baskı sebebidir, bu bakımdan caiz olmaması düşünülebilir. Fakat âlimlerden Kaffal’e göre böyle bir adağın cevazı düşünülebilir. Çünkü bir müddet insanlar ile konuşmayı terk ile fikri başkalarından soyutlayarak Allah’ı zikretmek ile meşgul olmak, bir ibadet, bir manevî yakınlık demektir.
27. Artık onu yüklenerek kavminin yanına getirdi. Dediler ki: Ey Meryem! Doğrusu pek büyük, çirkin birşey ile gelmiş oldun.
27. Bu mübarek âyetler de Hz. Meryem’in bir harika olarak doğurmuş olduğu Hz. İsa’yı kavminin yanına götürmüş olduğunu ve bunun üzerine aralarında geçen konuşmayı bildiriyor ve Hz. Meryem’in iffet ve yüceliğine pek açık bir şahitlik olmak üzere Hz. İsa’nın dahabeşikte bir çocuk iken dile gelip kendisinin yüce mahiyetini, ermiş olduğu nimetleri açıklamış olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. Meryem, hurma ağacı altında iken kendisine yönelen teselli ve tebrik hitabından dolayı üzüntü ve kederden kurtulmuş, son derece sevinçli bulunmuş oldu (artık onu) henüz doğurduğu Hz. İsa’yı (yüklenerek) kucağına alarak (kavminin yanma getirdi) kavmi Hz. İsa’yı görünce (dediler ki: Ey Meryem!.) nedir bu?. (Doğrusu pek büyük, çirkin bir şey ile gelmiş oldun) sen genç, kocasız bir kız olduğun halde bu çocuğu nereden tedarik ettin, ne garip bir durum!.
28. Ey Harun’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir şahıs değildi ve anan da iffetden mahrum bulunmuş değildi.
28. O mübarek Meryem’e hitaben dediler ki: (Ey Harun’un kız kardeşi!. Senin baban) İmran (kötü bir şahıs değildi) zina eden, fuhuşa meyilli biri değildi. (Ve anan) Henne (de iffetden mahrum bulunmuş değildi) iffetli, temiz bir hatun idi. Artık böyle babası, anası tertemiz olan bir kız, nasıl olur ki, bir gayrı meşrû evlât sahibesi olabilsin?. Buradaki Harun’dan maksat, ya Harun Aleyhisselamdır. Gerçekten de Hz. Harun, bin sene önce dünyada bulunmuştu. Meryem ise onun neslinden dünyaya gelmiş olduğu için öyle büyük bir zatın kız kardeşi diye yâd edilmiş, öyle bir aileye gayrı, meşru bir hareketin lâyık olmadığına işaret edilmiştir. Yahut bu Harun’dan maksat, Hz. Meryem’in zamanındaki iyi kimselerden bir zat imiş, Hz. Meryem de onun gibi iyi hal sahibi görüldüğü için onun bu bakımdan kardeşi sayılmış, onu şimdiki vaziyetinden ise şaşkınlık gösterilmiş.
29. Bunun üzerine ona çocuğa işaret etti. Dediler ki: Biz daha beşikte bir çocuk bulunan ile nasıl konuşabiliriz?
29. Hz. Meryem, (bunun üzerine) böyle kendisine yönelen bir sorgulama dolayısiyle(ona) o beşikte çocuk bulunan Hz. İsa’ya (işaret etti) o sorgulayıcı kimselere o masûm çocuğun cevap vermesini ve bu şekilde de kendi iffetinin ortaya çıkmasını istedi. O kimseler ise kızdılar, (dediler ki: Bîz daha beşikte bir çocuk bulunan ile nasıl konuşabiliriz?.) Henüz konuşma çağına gelmemiş bir çocuk, bizimle konuşabilir mi? Sen bizimle alay mı ediyorsun?
30. O çocuk dedi ki: Ben şüphe yok Allah’ın kuluyum, bana kitap verdi ve beni bir Peygamber kıldı.
30. O kimselerin bu garipsemeleri üzerine o pek çocuk bir halde bulunan Hz. İsa, bir kudret hârikası olarak konuşmaya başladı. Onlara hitaben (dedi ki: Ben şüphe yok Allah’ın kuluyum) ben de o Yüce Yaratıcının bir mahlûkuyum, ancak ona ibadet ederim, ondan başkasına ibadette bulunmam. O Yüce Mabud (bana kitap verdi) İncil gibi bir kitabın bana verilmesini takdir buyurmuş oldu veya Tevrat gibi bir ilâhî kitabı anlamayı nasip buyurdu. (Ve beni bir Peygamber kıldı) yani: Benim, İsrail oğullarına gönderilmiş bir peygamber olmamı Levh-i Mahfuz’unda tesbit etti.
31. Ve beni nerde olsam mübarek kıldı ve bana hayatta olduğum müddetce namaz ile ve zekât ile emretti.
31. (Ve) Hz. İsa, sözlerine devam ederek dedi ki: Cenab-ı Hak, (beni nerede olsam mübarek kıldı) beni çeşitli bereketlere erdirdi, insanlara dinlerini öğretmeye muvaffak-etti, beni bir takım mucizeler ile destekledi. (Ve bana hayatta olduğum müddetçe namaz ile ve zekât ile emretti) yani: Ben mükellefiyet yaşına gelince namaza devam edeceğim, ve salip olacağım malların zekâtını vereceğim. Diğer bir yoruma göre de Hz. İsa, daha çocuk iken fevkalâde akıllı, mükemmel bir halde yaratılmış olduğu için bu ibadetlerle muvazzaf bulunmuştur. Hz. İsa, bu ifadesiyle kendisinin de mükellef bir kul olup ilahlık vasıflarınasahip olmadığını itiraf etmiş demektir.
32. Ve beni valideme itaatkâr kıldı ve beni bir zorba, isyankâr kılmadı.
32. (Ve) Hz. İsa, şöyle de buyurdu ki: Cenab’ı Hak (beni anneme itaatkâr kıldı) öyle ilâhî lütfa mazhar, muhterem ve beni harikulâde bir şekilde doğurmaya, muvaffak olmuş olan temiz anneme hürmet ve itaat etmek de benim için elbette bir vazifedir. (Ve) O Yüce Yaratıcı (beni bir zorba) bir büyüklük taslayan ve bir (isyankâr kılmadı) ben de Cenab-ı Hak’kın bir kulu olduğumu itiraf ediyorum, onun emrine muhalif şeyleri yapıp da bedbahlığa düşmekten uzaklaşmış bulunmaktayım. Hz. İsa’nın daha sabi iken bu beyanatı, kendisine “Allah’ın oğlu” diyenleri, kendisine ilahlık isnat edilmesini reddetmek gayesi içermektedir. Bu da onun için bir mucize demektir ki, ileride nasıl yanlış düşünenler olacağını bilmiş, onlara karşı kendi mahiyetini bildirmiş, kendisinin de kulluk vasfını taşıyan bir insan oğlu oğlduğunu itiraf eylemiştir.
33. Ve selâm benim üzerimedir, doğduğum günde ve öleceğim günde ve diri olarak kaldırılacağım günde.
33. (Ve) O Yüce Peygamber buyurdu ki: Allah Teâlâ tarafından (selâm benim üzerimedir) O Yüce Yaratıcı, beni daima selâmette bulunduracaktır, hiçbir kimse bana zarar vermeğe kâdir olamıyacaktır, Bu selâmet, benim için takdir edilmiştir. (doğduğum günde) selâmetteyim, şeytan vesaire bana zarar verememiştir (ve öleceğim günde) selâmet içerisinde hayatı terk edeceğim. Yani: Ben de bir insanım, haşa Allah değilim, ben de birgün öleceğim, fakat selâmetten mahrum kalmayacağım. Bu ifade de Hz. İsa’ya isnat edilen çarmıha gerilme olayını tekzib etmektedir. Çünkü onun vefatının selâmete aykırı bir musibet şeklinde olmayacağına bu ifadesi bir delildir. (Ve) yine Hz. İsa buyurmuştur ki: (diri olarak kaldırılacağımgünde) kıyamet gününde de yine selâmet içinde hayata nail olacağım, Yaratıcımın, Yüce mabûdumun koruma ve himayesine, lûtf ve ihsânına kavuşacağım. İlâhî vahye mazhar, peygamberlik vasfını taşıyan herhangi bir zatın şüphe yok ki, bütün beyanatı gerçeğin kendisidir.
34. İşte hak olan söze göre bu, kendisinde ihtilâfta bulundukları Meryem’in oğlu İsa’dır.
34. Bu mübarek âyetler de Hz. İsa’nın Kur’an’ı Kerim’de evsafı zikredilen zâttan ibaret olduğunu, gösteriyor ve Cenab’ı Hak’kın kendisine evlât edinmekten yüce olup dilediğini hemen var etmeğe kâdir olduğunu bildiriyor. Hz. İsa’nın da Allah’ın Rab olduğunu itiraf ile ancak O’na ibadet edilmesini tavsiye eylemiş olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (İşte hak olan söze göre) hakikate uygun, şüpheden uzak olan beyana göre (bu) harikulâde yaradılışı, yüksek vasıfları, yüceltilmeye lâyık menkibeleri anlatılan zat, (kendisinde) Yahudi ve Hıristiyan taifelerinin (ihtilâfta bulundukları) şek ve şüpheye, inkâra düşmüş oldukları (Meryem’in oğlu İsa’dır) Aleyhisselâm. İşte müslümanlar o muhterem Peygamberi böyle Kur’an’ı Kerim’in haber verdiği Yüce evsafiyle tanır, tasdik ederler. Yahudiler ise o kadri pek yüksek zata sihirbaz derler, onun peygamberliğini inkar ederler. Hıristiyan grupları da o muhterem insan oğlunu hâşâ ilahlık mertebesine yükseltmek isterler. Evet… Nesturiye taifesi “İsa Allah’ın oğludur” derler. Yakubiye taifesi de “İsa Allah’tır, yer yüzüne inmiş, sonra göğe yükselmiştir” demeye cür’et gösterirler, öyle bir kudret hârikasının kadrini yükseltmek isterken Kâinatın Yüce Yaratıcısının ilâhlığına birliğini, isanî hallerden münezzeh olduğunu inkâr etmiş olurlar da bundan haberleri bile olmaz. Bu kavimler, taifeler, böyle ifrat ve tefritten kurtulamıyorlar. Halbuki, Kur’an-ı Kerim, o büyük Peygamberin kadrini aklauygun birşekilde bildiriyor. Hem Allah’ın şanını ortak ve benzerden, evlada ihtiyaçtan yüce tutuyor, hemde bir yaratılış hârikasının Allah katındaki yüksek kulluk derecesini gösteriyor. Bu esas kabul edildiği takdirde bütün insanlık ruhu, ifrat ve tefrit karanlığından kurtulmuş olacaktır, aradaki ihtilâf kalkacak, İlim ve hikmete uygun, tek bir inanç vücude gelmiş olacaktır.
35. Allah için asla tasavvur olunamaz ki, kendisi için bir çocuk edinmiş olsun. O münezzehtir, hangi bir şeyi vücuda getirmek dileyince ona ancak ol der, o da hemen oluverir.
35. Evet.. (Allah için asla tasavvur olunamaz ki) hiçbir şekilde sahih ve doğru olmaz ki (kendisi için bir çocuk edinmiş olsun.) Bir kere ilahlık şanını ablık vasıflarını güzelce düşünmek lâzım değil midir?. Evet.. (o) Yüce Yaratıcı münezzehtir) onu evlada vesaireye ihtiyaçtan ve bütün noksanlardan yüce tutarız. O Hikmet Sahibi Yaratıcı (hangi bir şeyi) vücude getirmek (dileyince) irâde ve takdir buyurunca (ona ancak ol der) onun derhal vücude gelmesine ilâhî kudreti taallûk eder (o da hemen) ilâhî kudret ile (oluverir) Evet.. Bütün mahlûkat, o Ezelî Yaratıcının birer yaratılış eseridir. Bütün bu mahlûkat haddızatında birer yok ve yok olmaya mahkum, Allah’ın kudreti ile ayakta durmaktadır. Artık nasıl uygun olabilir ki, hangi bir mahlûk, o Ezelî Yaratıcının oğlu sanılsın? Bir “kün == ol!” emriyle milyonlarca insanı vesaireyi vücude getirmeğe kâdir olan bir eşsiz Yaratıcıya kim evlât olabilecek bir mahiyete sahip bulunur?. Böyle bir iddia, Allah’ın şanını takdir edememekten ileri gelmektedir.
36. Ve şüphe yok ki, Allah benim de Rabbimdir, Sizin de Rabbinizdir. Artık yalnız ona ibadet ediniz. Bu, dosdoğru bir yoldur.
36. (Ve) Allah Teâlâ’nın evlât edinmeye ihtiyacıolmadığını ve bundan yüce olduğunu Hz. İsa da bildiği için kavmine hitaben buyurmuştu ki: (şüphe yok ki, Allah Benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir.) Hepimizi de yoktan vücuda getiren, besleyen, rızıklandıran ancak o Yüce Yaratıcıdır (Artık) Ey insanlar!. (yanlız o’na) o Ezelî Mabuda (ibadet ediniz) yalnız o’nu Yaratıcı, mabut tanıyınız, o’na ortak ve benzer isnat etmeyiniz, hangi bir mahlûkunu onun oğlu sanmayınız. (bu) size bildirdiğim, tavsiye ettiğim, Allah’ın birliği inancı, yalnız o kainatın yaratıcısına ibadet edilmesi, (dosdoğru bir yoldur) bu yolu takibedenler, sapıtmaz, sapıklığa düşmezler. Hakikî bir mümin, birer Allah’ı birleyen olurlar. “İşte Kur’an-ı Kerim’in bu âyetleri, bütün insanlığa en makul, İlim ve hikmete uygun bir yol göstermiş oluyor,
1. Bir kere İsa Aleyhisselâm’ın bir hilkat hârikası olduğunu inkâr edenler, hiç insaf edip de sair kudret eserlerini göz önüne almıyorlar mı’?, insanlardan milyonlarca sene önce nice binlerce âlemleri vücude getirmiş olan ve nice hârikaları ve özellikle babasız ve anasız olarak Hz. Adem’i yaratmış olan bir Yüce Yaratıcı, Hz. İsa’yı da babasız olarak yaratmağa kâdir değil midir ki, onun bu yaradılışını inkâr ediyorlar, onun gösterdiği mucizeleri sihir sanarak onun peygamberliğine inanmıyorlar, hakkında ona yakışmayan lakırdılar sarfediyorlar. Bu ne kadar insafsızlık!.
2. Hz. İsa’ya Allah’ın oğlu diyenler, ona ilahlık isnat edenler de bir kerre düşünmeli değil midirler ki: Milyonlarca senelerden beri nice harikulâde şeyleri yoktan var eden bir Yüce Yaratıcıya göre bir çocuğu babasız olarak yaratmak, pek o kadar büyük bir şey midir ki, onu o Yaratıcının oğlu sanmak cehaletine düşmüş bulunuyorlar. Ya o ezelî ve ebedî olan Yüce Yaratıcının yüceliğini kutsiyetini, ortak ve benzerden yüceliğini hiç düşünmüyorlar mı ki: Yaratılışın başlangıcından itibaren nice milyonlarca sene sonra meydana gelen birinsan çocuğunu hâşâ Allah sanmak cehaletinde bulunuyorlar. Nice milyarlarca aşarî kudret eserleri parlayıp duran bir Yüce Yaratıcı hakkında tasavvur olunabilir mi ki, kendi mahlûku olan bir kadının rahminden bir insan olarak meydana gelsin, nice üzüntülere maruz kalsın, böyle bir vaziyet, o muazzam Kâinatın Yaratıcısı hakkında nasıl düşünülebilir?. O ne kadar cahilce, mecnunca bir düşünüş.
3. Şimdi bir kere de müslümanların bu husustaki itikadına bir insaf gözü ile bakılsın. Müslümanlar, Cenab-ı Hak’kın ezelî ve ebedî olduğunu bilirler, onun birliğini, mahlûkat ile aynı özellikle olmaktan uzak bulunduğunu tasdik ederler Fakat o ezelî Yüce Yaratıcının nice âlemleri vücude getirmeğe, nice hârikaları yaratmağa kâdir olduğunu itiraf ederler. Allah’ın kudreti ile nice eşsiz eserlerin, fevkalâde hâdiselerin vücude gelmiş olduğunu da en kuvvetli delillere dayanarak tasdik etmektedirler, İşte Hz. İsa’nın doğusu ve birtakım hârikalar göstermiş olduğu da bu cümledendir. Binaenaleyh müslümanlar, Hz. İsa’yı pek muhterem, harikulâde bir şekilde yaratılmış birçok mucizeler ile desteklenmiş bir Peygamber, bir muhterem Allah kulu olarak tanıyor, tasdik ediyorlar, kendisine hürmet gösteriyorlar, kendisine vaktiyle İncil adında bir ilâhî kitap verilmiş olduğunu da bilip itirafta bulunuyorlar. Hz. İsa’dan evvelki Peygamberleri, kitapları tasdik ettikleri gibi Hz. İsa’dan sonra bütün insanlığa son bir Peygamber olarak gönderilmiş olan Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ı ve ona verilmiş olan Kur’an’ı Kerim’i de bilip tasdik ediyor ve yüceltiyorlar. Artık müslümanların en ilmî, en hikmetli, en insaflı, en mutedil bir inanç sahipleri oldukları ortaya çıkmış olmuyor mu?. Artık müslümanların bu inancına ifrat ve tefrita kapılmış olan milletler de katılsalar ne kaybederler?. Bilakis doğru bir inanca sahip olurlar, hem Allah’ın birliği inancına güzelcesahip olurlar, hem de bütün Peygamberlere, semavî kitaplara karşı bir tasdik ve hürmet duygusuna sahip olmuş bulunurlar. Aralarındaki çekişme ve ayrılık ortadan kalkar, insanlığın bütün ufuklarını bir hidayet güneşi aydınlıklar içinde bırakır durur. Ve başarı Allah’tandır.
§ Hz. İsa ile Hz. Meryem hakkında Nisâ Sûresinin (171) ve Âl-i İmran Sûresinin (37) inci âyetlerinin izahına da bakınız!.
37. Sonra gruplar kendi aralarında ihtilâfa düştüler. Artık görülecek günün en şiddetli azabı, kâfir olan kimseler içindir.
37. Bu mübarek âyetler, bir takım taifelerin Hz. İsa hakkında ve diğer dinî hususlarda ihtilâfa düşmüş olduklarına ve bunların ne kadar sapık kimseler olup ne kadar korkunç bir vaziyette kalacaklarına işaret ediyor. Ve Resûl-i Ekrem’in insanları o gibi fecî âkibetlerden korkutmağa memur olduğunu ve bütün insanlığın yeryüzünden alâkaları kesilerek ahirete sevkedileceğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Sonra gruplar) din hususundaki, Peygamberler hakkındaki kanaatlerinden, iddialarından dolayı insan toplulukları (kendi aralarında ihtilâfa düştüler) bu cümleden olarak Peygamberimizin saadet devrindeki cemiyetlerin bir kısmını ashab-ı kiram ile diğer müminler teşkil ediyordu. Bunların arasında bir birlik meydana gelmişti. Fakat cemiyetlerin birer kısmını da, Yahudiler, Hıristiyanlar vesair müşrikler teşkil etmekte bulunmuşlardı. İşte bunlar, birlik ve ittifakı temin edecek olan İslâm dinini kabul etmediler, ona karşı muhalif bir cephe aldılar, kendi aralarında da ihtilâf devam edip durmuştur. (Artık görülecek günün) gerçekleşecek olan kıyamet gününün (en şiddetli azabı, kâfir olan kimseler içindir) Evet.. O müthiş ahiret azabı, öyle dünyada iken ihtilâfa düşmüş, hakkı kabul etmemiş, Peygamberleri tamamen veya kısmen inkâretmiş, herhangi bir mahlûka ilahlık isnat eylemiş veya Allah’ın oğlu demiş olan kimselere yönelecektir.
38. Bize gelecekleri gün neler işitecekler ve neler göreceklerdir! Fakat o zalimler bugün pek zahir bir sapıklık içindedirler.
38. O ihtilâfa düşmüş, ilâhî dinden mahrum bulunmuş kimseler (bize gelecekleri gün) ahirette hesap ve cezaya sevkedilecekleri zaman (neler işitecekler ve neler göreceklerdir) onlar o vakit ne kadar şaşılacak şeyler karşısında kalacaklardır. (Fakat o zalimler bugün) bu dünya hayatında (pek açık bir sapıklık içindedirler) hakikatları dinleyip kabul etmekten, kudret eserlerini görüp bir ibret dersi almaktan mahrum bir halde bulunuyorlar. Ne kadar nefislerine zulmetmiş oluyorlar da haberleri yok. Artık onların ahiretteki o müthiş görüp işitmeleri kendileri için bir fâide vermiyecektir, o âlemdeki pişmanlıklar! dünyaya bir daha döndürülüp tövbe ve istiğfarda bulunacakları hakkındaki boş temennileri kendilerine pişmanlıktan başka bir şey arttıramayacaktır. Artık fırsat, kaçmıştır.
39. Ve onların hasret günü ile her emrin bitirilmiş olduğu vakit ile korkut. Onlar ise gaflettedirler ve onlar imân etmezler.
39. (Ve) Yüce Resûlüm!, (onları) öyle boş ihtilâflara düşenleri (hasret günüyle) kıyamet günüyle (her emrin bitirilmiş olduğu vakit ile) öyle müthiş bir vakit ile (korkut) ki, o günden evvel daha dünyada iken Allah’ın birliğine ve diğer dini hükümlere dair lâzım gelen bilgiler verilmiş, sevap ve azabı gerektiren şeyler bildirilmişti. Kıyamet gününde ise dünya hayatı yok olmuş, elden kaçanı telâfi imkânı kalmamış olacaktır. (Onlar ise gaflettedirler) ahirette başlarına neler geleceğini düşünmemektedirler. (Ve onlar imân etmezler) o başlarına gelecek olan ahiret gününe inanmazlar, öyle sapıklık içinde yaşamaktanayrılmak istemezler.
40. Biz, şüphe yok ki biz, yeryüzüne ve onun üzerinde bulunanlara vâris olacağız ve bize döndürüleceklerdir.
40. Yüce Allah buyuruyor ki: (Biz) evet (şüphe yok ki biz) yani bütün kâinata sahip ve hâkim olan ben Yüce Yaratıcı (yeryüzüne ve onun üzerinde bulunanlara) bütün mahlukata (vâris olacağız) yani: Bütün insanlık, bütün âlemin işleri, ancak Cenab’ı Hak’kın hükmüne, kazasına, hakimiyetine tâbi olmuş olacak, hiçbir kimsenin hâkimiyeti, fayda ve zarara iktidarı kalmayacaktır, (ve) bütün insanlar vesaire (bize döndürüleceklerdir) yani: Ahiretteki mahkemei kübraya sevk edileceklerdir. Herkes dünyadaki amellerine göre mükâfat ve ceza görecektir. Bu ilâhî beyan, pek büyük bir uyarıyı, korkutmayı içermektedir. Artık her insana lâzımdır ki, o dönüp gideceği ebediyat âlemini düşünsün, daha dünyada iken kulluk vazifelerini güzelce yapmağa ve noksanlarını telâfiye çalışsın. Başarı Allah’tandır.
“Herkim var ise bugün cihanda”
“Nâbud olacak yakın zamanda”
41. Kitapta İbrahim’i de zikred. Şüphe yok ki, o pek sadık bir Peygamber idi.
41. Bu mübarek âyetler, İbrahim Aleyhisselâm’ın kıssasını, Allah’ın birliği hakkında getirdiği delilleri içerir. Babasını putlara ibadetten men ederek ona verdiği nasihatları, şeytanın vesveselerine kapıldığı takdirde onun uğrayacağı felâketleri kendisine ihtar buyurmuş olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Resûlüm!. (Kitapta) bu surede veya Kur’an-ı Kerim’de (İbrahim’i de zikret) o pek muhterem Peygamberin kıssasını da an, İslâm dinine davet ettiğin kimselere onun tevhid dinine nasıl hizmet etmiş olduğunu nakleyle (şüphe yok ki, o) Hz. İbrahim, yaratılış ve huybakımından (pek sadık bir Peygamber idi) sözleri de, fiilleri de pek doğru idi, doğruluk ile peygamberliği bir araya getirmiş, ümmeti için bir hidayet rehberi bulunmuştu. Artık bu ümmet de onun yüksek menkibelerini gözönüne alarak ondan yararlansınlar.
§ Hz. İbrahim Arab kavminin ecdadından kabul edilir. Arapların babası sayılırdı. Herkes onun şanının yüceliğini itiraf ederdi. Fakat Arablar o zaman İlim tahsiliyle, kitapları mütalâa ile uğraşmadıkları için Hz. İbrahim’in dinini, vasıflarını, tarihî hayatını ilmî bir şekilde bilmiyorlardı. Sonra Kur’an-ı Kerim’in Hz. İbrahim’e ait kıssayı böyle ziyade ve noksandan arınmış bir şekilde tasvir buyurması, hem Kur’an’ın gaipten haber veren mucize ilâhî bir kitap olduğuna, hem de Peygamberimizin ilâhî vahye mazhar bir Yüce Peygamber bulunduğuna bir delil teşkil etmiştir.
42. Bir vakit ki, babasına demişti: Ey babacığım! Ne için işitmez, görmez ve seni hiçbir ihtiyaçtan kurtaramaz bir şeye taparsın?
42. (Bir vakit ki) Hz. İbrahim, Âzer adındaki putperest (babasına) bir merhamet ve şefkat eseri, bir peygamberlik görevi gereğince tam bir yumuşaklık ve nezaketle (demişti: Ey babacığım. Niçin işitmez görmez) olan, senin yaptığın duaları işitmekten, ibadetleri görüp mükâfat vermekten mahrum bulunan (ve seni hiçbir ihtiyaçtan kurtaramaz) olan (bir şeye taparsın?.) Bu, muvafık mıdır?. Bunda bir fâide var mıdır?. Ne gezer. Dua ve niyaz, ibadet ve itaat ise ancak âlim, kâdir, yaratıcılık sıfatını taşıyan bir zata karşı yapılır. Bu mükemmelliklere sahip olmayan âciz, menfaati temine, zararı savmaya gücü yetmeyen şeylere yapılacak dualardan, ibadetlerden, ne fâide beğenilebilir?. Onlar kendi nefislerini müdafaadan, muhafazadan âciz iken artık başkalarına ne faideleri düşünülebilir ki, onlara tapınmak caiz olsun?.
43. Ey atacağım! Muhakkak ki, ilimden sana gelmeyen bana gelmiştir. Artık bana tâbi ol, seni bir doğru yola eriştireyim.
43. (Ey Atacıgım!. Muhakkak ki, ilimden) dini vazifelerimizi tâyin edecek talimattan (sana gelmeyen) şeyler, Allah tarafından (bana gelmiştir) ben onları Allah’ın yadımı ile biliyorum. (Artık bana tâbi ol) benim göstereceğim yolu takibet. (Seni bir doğru yola eriştireyim) tâ ki, sapıklıktan kurtulup hidayet sahasına kavuşabilesin.
44. Ey babacığım! Şeytana ibadet etme, şüphe yok ki: Şeytan, Rahmana isyan eder olmuştur.
44. (Ey babacığım!. Şeytana ibadet etme) çünkü o taptığın putlar hayattan mahrumdurlar, hiç bir kimseyi saptıracak yeteneğe sahip değildirler. Onların adına insanları saptıran ancak şeytandır. Binaenaleyh putlara yapılan bir ibadet, şeytana ibadet demektir. (Şüphe yok ki, şeytan) o melûn iblis (rahmana) Yüce Yaratıcıya (isyan eder olmuştur) onun emrine muhalefet ederek Hz. Adem’e secdeden kaçınmıştır. Artık öyle âsî, mel’ûn bir mahlûka tâbi olan, şeytan ile teşriki mesai etmiş sayılmaz mı?.
45. Ey babacığım! Ben muhakkak korkarım ki, sana Rahman tarafından bir azap isabet eder de artık şeytana bir yar olmuş olursun.
45. (Ey babacığım!. Ben) sana muhabbetimden ve hakkında hayır diler bulunduğumdan dolayı (muhakkak korkarım ki, sana) yaptığın bir isyan sebebiyle (rahman tarafından) Yüce Yaratıcı tarafından (bir azap isabet eder de) ebediyen felâkete uğramış (artık şeytana bir yar) bir dost, bir yardımcı (olmuş) yani: Onunla beraber haşrolunarak cehenneme atılmış (olursun.) Binaenaleyh böyle pek fecî bir akibeti düşün de putperestliğe son ver, şeytanın vesveselerine aldanma, hakikî geleceğini güzelce bir düşün. Ne güzel birnasihat!.
46. Âzer dedi ki: Ey İbrahim! Yoksa sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviricisin? And olsun ki, eğer buna son vermez isen elbette seni taşlarım ve benden uzun bir müddet uzaklaş.
46. Bu mübarek âyetler de Hz. İbrahim’in delillere dayanmış, merhamet ve yumuşaklık ile yaptığı ihtarına karşı babasının inatçı bir biçimde verdiği karşılığı ve tehdidin! bildiriyor. Bunun üzerine Hz. İbrahim’in hayır diler bir şekilde babasından ayrıldığı ve Cenab-r Hak’ka iltica eylediği için kendisine bir mükâfat olarak neslinden Peygamberler geldiğini ve âlemde güzel bir ad bırakmış olduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: İbrahim Aleyhisselâm’ın o pek yumuşakça ve hayır diler nasihatlarına karşı babası Âzer, sert bir lisânla (dedî ki: Ey İbrahim!.) Nedir bu öğütler!. (yoksa sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviricisin?.) Onları tanrı tanımıyarak kendilerinden yüz mü çeviriyorsun? (And olsun ki, eğer buna) bu inkârına, bu sözlerine (son vermez isen) tanrılarımızın aleyhine söz söylemekten geri durmazsan (elbette seni taşlarım) seni öldürürüm veya sana çirkin sözler söylerim (ve benden uzun bir müddet uzaklaş) evimden, yurdumdan çık git, seni görmez olayım.
§ Hz. İbrahim babası Azer’e: Babacığım diye tam bir hürmetle, nezaketle hitabettiği halde Âzer, ona “oğlum” diye hitabetmeyip adını söylemekle yetinmiş ve Hz. İbrahim’in mülâyim, hayır diler sözlerine karşı Âzer, onun hakkında şiddet göstermiş, tehditte bulunmuş, onun yurdundan uzaklaşmasını istemiştir. İşte hayır diler zevata karşı kıymet bilmeyen, ahlâksız kimselerin tarzı hareketi böyledir. Bunların böyle Kur’an’ı Kerim’de bildirilmesi, Peygamberimiz hakkında bir teselli ifade eder. Çünkü o pek mübarek ve bütün insanlık hakkında pek hayır diler olan zata karşı da kavminden, kabilesinden birniceleri vebilhassa amcası Ebu Lehb gibi kimseler ne düşmanca bir vaziyet almışlardı, Yüce Resûlü vatanı olan Mekke-i Mükerreme’den hicrete mecbur etmişlerdi. Fakat sonra bütün başarılar o Yüce Peygamber’e nasib olmuştur.
47. Hazreti İbrahim de dedi ki: Sana selâm olsun. Senin için Rabbime elbetteki, istiğfarda bulunacağım, şüphe yok ki, o benim için çok ikram etmektedir.
47. Hz. İbrahim de babasının o şiddetli mukabelesine karşı yine nezaketten, hayır dilerlikten ayrılmadı, bilakis (dedi ki: Sana selâm olsun) endişe etme, ben selâmetine dua etmekteyim. Yahut seninle barış halinde mütarekede bulunmuş durumdayım, sana bir fenalık yapacak değilim (senin için Rabbime elbettki, istiğfarda bulunacağım,) seni tövbeye muvaffak etsin, seni mağfirete nail buyursun (şüphe yok ki, o) kerim olan Rabbim (benim için çok ikram etmektedir) beni tekrar tekrar lûtf ve iyiliğine nail buyurmuştur. Hz. İbrahim’in bu ifadesi gösteriyor ki, daha küfr içinde ölüp gitmemiş, İmana gelmemesinden ümit kesilmemiş olan bir kimsenin imana, hidayete kavuşmasını temenni etmek caizdir. Hz. İbrahim de, babasına olan vaadini yerine getirmiş “babama mağfiret buyur” diye dua etmiştir. Fakat bu dua, Azer’İn bir Allah düşmanı olduğu apaçık ortaya çıkmadan önce olmuştur.
48. Ve sizi ve Allah’tan başka tapındıklarınızı bırakıp çekiliyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua ile bedbaht olmam.
48. (Ve) İbrahim Aleyhisselâm, babasına hitaben dedi ki: Artık ben (sizi ve Allah’tan başka tapındıklarınızı) o bâtıl putları (bırakıp çekiliyorum) nasihatlarımı kabul etmediğiniz için hicret etmeğe karar vermiş bulunuyorum. (Ve Rabbime dua ediyorum) ona yalvarıyorum, yahut yalnız Rabbime ibadet ve itaatta bulunmaktayım. Çünkü kulların ibadetlerinelâyık olan ancak o’dur. (Umulur ki, Rabbime dua ile bedbaht olmam) duamı lûtfen kabul eder, siz ise putlara yaptığınız dualardan, ibadetlerden dolayı bir fâide görmüş değilsinizdir, bilakis hüsrana, bedbahtlığa uğramış bulunmaktasınız.
49. Vaktaki onlardan ve Allah’tan başka ibadet ettikleri şeylerden çekilip gitti, ona İshak’ı ve Yakub’u ihsan ettik ve hepsini birer Peygamber kıldık.
49. (Vaktaki) Hz. İbrahim (onlardan) o putperest kimselerden (ve Allah’tan başka ibadet ettiği şeylerden) bâtıl mabûtlardan (çekilip) Şam’a: Arzı mukaddeste (gitti) böyle Allah rızası için vatanını, akrabasını terk etmenin mükâfatını gördü. Evet.. Allah Teâlâ buyuruyor ki: (Ona) İbrahim Aleyhisselâm’a kısırlık çağında bulunan eşi Sare’den (Ishak’ı ve) onun oğlu olmak üzere daha sonra (Yakub’a ihsan ettik) Hz. İbrahim’i böyle seçkin bir oğul ile bir toruna nail eyledik (ve hepsini birer Peygamber kıldık) İbrahim Aleyhisselâm Büyük bir Peygamber olduğu gibi bir kısım evlât ve torunları da birer mübârek Peygamber olmuşdurlar.
50. Ve onlara rahmetimizden ihsan ettik ve onlar için dillerde yüksek, doğru bir övgü nasip kıldık.
50. (Ve onlara) Hz. İbrahim ile peygamber olan evlât ve torunlarına (rahmetimizden ihsan ettik) dünyevî ve uhrevî nimetler verdik duâlarına icabet ettik, kendilerini bereketlere, hayırlı zürriyete muvaffak eyledik (ve onlar için dillerde yüksek, doğru bir övgü nasip kıldık) bütün dinlerin mensupları, Hz. İbrahim’e karşı hürmetkâr bulunurlar. Ve onunla iftihar ederler. Hz. İbrahim, birçok ilâhî lütuflara mazhar, Halilullah ünvanına sahip olduğu gibi kâinatın iftiharı bütün Peygamberlerin sonuncusu ve en üstünü olan Yüce Peygamber’in ulu atası bulunmak şerefine de sahip bulunmuştur. Müslümanlar da o mübarekPeygamberi daima hürmetle, selâtı selâm ile anıp durmaktadırlar. Ne büyük bir mazhariyet!.
§ Hz. İbrahim ve İsmail, İshak ve Yakub Aleyhisselâm’ın kıssaları için bakara sûresinin (124) ve (140) ıncı âyetlerinin izahına bakınız!.
51. Ve kitapta Musa’yı da an. Şüphe yok ki, o ihlâs ile vasıflanmış idi ve bir resûl, bir peygamber omuş idi.
51. Bu mübarek âyetler, Musa Aleyhisselâm’ın kıssasına ve onun yüksek vasıflarına işaret ediyor. Tûr dağında mazhar olduğu tecellileri ve hakkındaki ilâhî ihsanı beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) Ey peygamberlerin iftiharı!. (Kitapta) Kur’an’ı Kerim’de veya bu mübarek sürede (Musa’yı da an) onun kıssası, yüksek mertebesini de zikreyle. O Musa Aleyhisselâm ki, onun sayesinde İsrail oğulları Fir’avunlara kulluk etmekten kurtulmuşlardı, (şüphe yok ki, o) Hz. Musa (ihlâs ile vasıflanmış idî) yani: O Allah katında pek seçkin, mümtaz bir zat idi, o Allah’ı birleyen biri idi, ibadetleri şirk ve gösterişten uzak pek halisane idi. Cenab-ı Hak onu lâyık olmayan şeylerden korumuştu. (ve bir resûl) idi, Beni İsrail’e Kibt kavmine Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamber idi ve o (bir nebi olmuş idi) yani Hak Teâlâ Hazretleri dilediği şeyleri ona vahiy yoluyla haber verirdi, o da o almış olduğu dinî hükümleri ümmetine haber verir, tebliğ ederdi.
52. Ve ona Tur’un sağ tarafından seslendik ve onu münacat eder bir halde yaklaştırdık.
52. (Ve) Cenab-ı Hak buyuruyor ki, (Ona) Mısır’a gitmek üzere Medyen şehrinden çıkıp gitmekte bulunan Hz. Musa’ya (Tur’un sağ tarafından seslendik) yani: Allah’ın sözleri, Hz. Musa’ya Tur dağına vardığı zaman sağ tarafından temessül ederek yönelmiş oldu, Peygamber olduğu kendisine müjdelendi. (Ve onu) Hz. Musa’yı (münacat eder bir haldeyaklaştırdık) yani: O mübarek Peygamberi Yüce Allah’a dua etmeye ve ilâhî vahyi almaya müstait bir vaziyette kıldık, kendisini manevî bir yakınlık şerefine nail kılmış olduk.
53. Ve ona rahmetimizden olarak kardeşi Harun’u bir peygamber olmak üzere ihsan ettik.
53. (Ve ona) Musa Aleyhisselâm (rahmetimizden olarak) kendisi hakkında tecelli eden bir rahmet ve şefkat eseri olmak üzere (kardeşi Harun’u bir nebi) kendisine bir yardımcı, bir vezir ve peygamber (olmak üzere ihsan ettik) Hz. Musa’nın: “Yarabbi!. Bana ehlimden Harun’u vezir kıl” diye yaptığı duasını kabul ettik. Artık o iki muhterem kardeş, ilâhî dini yaymağa çalışıp durdular.
§ Musa Aleyhisselâm’ın kıssası için Bakara sûresindeki (50) ve (52) inci âyetlerin izahına da bakınız!.
§ Harun Aleyhisselâm, Hz. Musa’nın büyük kardeşidir, İsa Aleyhisselâm’ın doğumundan (1574) veya (1728) sene evvel Mısır’da dünyaya gelmiştir, güzel konuşan bir zat idi. Hz. Musa’nın duası üzerine Hz. Haruna’da peygamberlik verilmiş ve kendisine bir muavin bulunmuştur. Hz. Musa ile beraber Kızıldeniz! geçerek Tih çölünde ikamet etmişlerdi. Bu esnada Hz. Musa, Tevrat kitabını elde etmek, Allah’ın hitâplarına mazhar olmak üzere Tur dağına gitmiş, Hz. Harun’u İsrail oğullarının başında bırakmıştı, İsrail oğulları ise Samiri adında bir münafığın aldatmalarına kapılmışlar, Mısır’lıların (Abis) öküzünü taklit ederek Samirî’nin altundan döktürdüğü bir buzağı heykeline tapınmağa başlamışlar, Harun Aleyhisselâm’ın engellemesini, nasihatlarını dinlememişlerdi. Musa Aleyhisselâm Tur’dan dönünce bu hâdiseden çok üzülmüş, Hz. Harun’un mazur olduğunu anlamış, İsrail oğulları yaptıklarından pişman olmuşlardı, İsrail oğullar! bir ceza olmak üzere kırk sene kadar Tih çölünde kalmışlardır. Hz. Musa’danüç sene önce Hz. Harun (123) yaşında olarak vefat etmiştir. Turisina civarında “Mürran” dağındaki bir mağarada defnedilmiştir. Mübarek kabri meşhur bulunmaktadır. Sonra Musa Aleyhisselâm, bir peygamber olan “Yuşâ” adındaki zatı kendi yerine halife tâyin ederek ahirete irtihal buyurmuştur. Vefatından üç gün sonra Yuşâ Aleyhisselâm İsrail oğullarını Tih çölünden çıkarmış, arzı mukaddese götürmüş, kendilerine karşı duran bazı Süryan ve Kenan hükümdarlarını bir mucize eseri olarak mağlûp etmiş arzı mukaddesi zapt ile İsrail oğullarını oniki kola ayırmıştır, yirmi sene İsrail oğullarının başkanlığında bulunmuş, milâttan (1580) sene önce (110) yaşında iken vefat eylemiştir. Nablus yakınlarında defnedilmiş olduğu zannediliyor, İstanbul’da Beykoz’un üstünde kendisine isnat edilen bir ziyaretgâh bulunmaktadır. İsrail oğullarını, Kenan diyarına götüren, Erihayi fetheden, Şam diyarını da zapt eylemiş bulunan Hz. Yuşâ’dan sonra İsrail oğulları yine bir çok gayrı meşrû hareketlerde bulunmuşlar, yine esaretlere, musibetlere uğramışlardır. Nihayet Üşmuil adındaki zat onlara hâkim olup onbir sene İsrail oğullarının işlerini idare etmiştir, İşte o vakit İsrail oğullarının hâkimler devri bitmiş, melikler devri meydana gelmişti.
54. Ve kitapta İsmail’i de an, şüphe yok ki, o vaadinde sadık idi ve bir resûl, bir nebi idi.
54. Bu mübarek âyetler de Hz. İsmail ile Hz. İdris’in kıssalarına işaret ediyor, onların yüksek vasıflarını bildiriyor. Ve isimleri ve yüce vasıfları zikredilen Peygamberlerin ne büyük ilâhî nimetlere nail olmuş ve ne kadar muhterem zatların zürriyyetinden dünyaya gelmiş bulunduklarını ve onların nasıl güzel, ruhanî bir kulluk duygusuyla dinî vazifelerini ifa eder olduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) Ey Son Peygamber! (Kitapta) Kur’an-ı Kerim’de ve özellikle bu mübarek sürede güzel vasıfları bildirilen (İsmail’i de an)yani: İbrahim Aleyhisselâm’ın oğlu ve senin büyük ceddin olan o muhterem Peygamberi de zikret. Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr edenler, insandan Peygamber olmaz diyenler dahi Hz. İsmail’in peygamberliğini itiraf ediyor ve onunla iftihar ediyorlar. Halbuki, o da insan idi. Onun insanlığı peygamberliğine, risaletine mâni olmadığı halde Hz. Muhammed’in insan olması ne için peygamberliğine mâni olsun. İşte Hz. İsmail de bu hususta bir örnek teşkil ediyor. (Şüphe yok ki, o) Hz. İsmail (vadinde sadık idi) yaratılışca sadakatle vasıflanmış idi, verdiği söze riayet ederdi. Nitekim kendisini hak yolunda kurban edeceğini adamış olan muhterem babası İbrahim Aleyhisselâm’a karşı “inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın” demişti. (Ve) işte o zat da (bir resûl, bir nebi idi) evet bir şeriata nail idi, ümmetini hak dine davete, kendilerine ilâhî hükümleri beyana memur bulunuyordu. Artık insanlığın peygamberliğe nail olamayacağı nasıl iddia edilebilir?
55. Ve hanedanına namaz ve zekât ile emir ederdi ve Rabbinin katında rızaya nail olmuştu.
55. (Ve) İsmail Aleyhisselâm, (hânedanına) kendi aşiretine, veya kendi ümmetine en büyük bir kulluk vazifesi olan (namaz ve zekât ile emrederdi) onları bedenî ve malî ibadet ve itaate teşvik buyururdu. (Ve Rabbinin katında rızaya nail olmuştu) yani: Üzerine düşen bütün kulluk ve peygamberlik vazifelerini güzelce ifa ederek rızayı ilâhîyi kazanmaya muvaffak olmuştu ki, en büyük başarı da bundan ibarettir. İsmail Aleyhisselâm’ın kıssası için bakara sûresindeki (140) ıncı âyetin izahına da bakınız!.
56. Ve kitapta İdris’i de zikred. Şüphe yok ki, o, bir sıddık, bir Peygamber idi.
56. (Ve) Yüce Habibim!. (Kitapta idrîs’i de zikret) insanlar için uyanma vesilesi, uyulacak en güzel örnek olan bir çok kıssaları içerenKur’an’ı Kerim’de İdris Aleyhisselâm’a ait evsafı da an. (Şüphe yok ki, o) Hz. İdris (bir sıddık) sözlerinde, işlerinde pek doğru, ilâhî âyetleri tasdik eden (bir Peygamber idi) ümmetini hak dine davete memur bulunmuştu.
57. Ve onu yüksek bir makama kaldırdık.
57. (Ve onu) o İdris Aleyhisselâm’ı (yüksek bir makama kaldırdık) yani: Peygamberlik şerefine veya iyilikle anarak yüce bir mertebeye erdirdik veya semaya veya cennete yükselttik.
§ İdris Aleyhisselâm, Nuh Aleyhisselâm’ın büyük dedesi demektir. Hz. Şit’ten sonra kendisine Peygamberlik verilmiş ve otuz sahife nazil olmuştur. Adının “Uhnuh” olduğu rivayet edilir. Çok kitap okuduğu için İdris adını almıştır, İlk evvel kalem ile yazı yazan, hisâb ve yıldız ilimleriyle uğraşan, silâh yapan ve elbise diken Hz. İdris’tir. Ondan evvel âdem oğulları hayvan derisi giyerlermiş. Kendisi kâfirler ile savaşta bulunmuştur. Hz. İdris’e göklerin sırları açılmıştı. Sonunda bir yüce makama kaldırılmıştır. Bazı zatlara göre Cenab-ı Hak İdris Aleyhisselâm’ı semaya ve cennete kaldırmıştır. Hâlâ hayattadır. Bazı zatlara göre de dördüncü kat semaya kaldırılmış ve ruhu alınmıştır. Bir rivayete göre de Peygamberlerden dört zat vardır ki: Hâlâ hayattadırlar. Bunlardan Hızır ile ilyâs Hazretleri yerde ve Hz. İsa ile Hz. İdris de semada hayatta bulunmaktadır. Doğrusunu Allah daha iyi bilir.
58. İşte bunlar ki, Allah Teâlâ’nın kendilerine ihsan buyurmuş olduğu Peygamberlerdendir, Âdem’in zürriyetinden ve Nuh ile beraber gemiye yüklemiş olduklarımızdandır ve İbrahim ve İsrail’in zürriyyetindendir ve hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendirler. Kendilerine rahmanın âyetleri okunduğu zaman secde eder ve ağlar oldukları halde yere kapanırlardı.
58. (İşte bunlar ki) bu mübarek süredeZekeriya Aleyhisselâm’dan İdris Aleyhisselâm’a kadar kıssaları, yüksek vasıfları bildirilen zatlar ki, (Allah Teâlâ’nın kendilerine) peygamberlik ve risalet, İlim ve hikmet ihsan ve (inam buyurmuş olduğu Peygamberlerdir) bunlar ki, dinî hükümleri insanlara tebliğe memur, ümmetler arasında büyük mertebelere mevkilere sahip bulunmuşlardı. (Bunlar) ki: Adem’in züriyyetinden ve Nuh ile beraber gemiye yüklemiş olduklarımızdan o zatların züriyyetinden (dirler) meselâ: Hz. İdris, yakınlığı itibariyle Adem Aleyhisselâm’ın züriyyetinden demektir. Hz. İbrahim de Nuh Aleyhisselâm’ın gemisindeki zatlardan birinin züriyyetindendir. (Ve) diğerleri de (İbrahim ile İsrail’in züriyyetindendir) İsmail, Ishak ve Yakub Aleyhimüsselâm, Hz. İbrahim’in züriyyetindendirler. Musa, Harun, Zekerriya, Yahya ve İsa Aleyhimüsselâm da İsrail’in, yani: Hz. Yakub’un züriyyetinden bulunmuşlardır. (Ve) bu vasıfları anlatılan zatlar ki, (hidayete erdirdiğimiz) en doğru bir yola sevkeylediğimiz (ve seçtiğimiz) peygamberliğe, keramete nail olmakla seçkin kıldığımız mübarek (kimselerdendirler) işte bu pek çok muhterem zatlar (kendilerine) herhangi bir okuyucu tarafından (rahmanın âyetleri okunduğu zaman secde eder) Tilavet secdesine koşarlardı (ve) dinî bir şevk ile, bir Allah sevgisi ile (ağlar oldukları halde) bir şükran vazifesi olmak üzere secde ederek (yere kapanırlardı) ne mübarek, muhterem zatları!! İşte Kur’an’ı Kerim’i böyle bir şevk ile, bir ruhanî zevk ve heyecan ile okuyup dinlemeli, onun kutsal beyanlarını düşünerek bir mânevî tesir ile göz yaşları dökmelidir.
§ Bu (58) inci âyet beşinci secde ayetidir.
59. Sonra arkalarından bir taife onlara halef oldu ki, namazı zâyi ettiler ve şehvetlere tâbi oldular. Artık yakında cehennem deresine yetişeceklerdir.
59. Bu mübarek âyetler, bir kısım muhteremPeygamberlerden sonra bir takım namazsız, şehvetlerine düşkün kimselerin türemiş ve cehenneme aday bulunmuş olduklarını bildiriyor. Ancak daha sonra tövbe ve istiğfar eden, takva sahibi kulların adn cennetlerine nâil ve orada güzelce rızıklanacaklarını müjdelemektedir. Şöyle ki: Biraz (sonra) o mübarek Peygamberlerin (arkalarından) onların zamanlarını müteakip (bir taife) dinî hükümlere riayet etmez bir grup (onlara) o Peygamberlere (halef olduki) bu taife (namazı zayi ettiler) farz namazları terk veya vakitlerini değiştirdi ve ertelediler. Meselâ: Güneş batıncaya kadar ikindi namazını geciktirdiler (ve şehvetlere tâbi oldular) içkiye, zinaya, kumara, faize daldılar çeşit çeşit günahları işlediler, hattâ bir baba kız kardeş ile evlenmeyi de caiz gördüler. İbni Abbas Hazretlerine göre bunlar Yahudi taifesidir. (Artık) onlar (yakında cehennem deresine yetişeceklerdir) yahut hüsrana veya kötü bir âkibete maruz kalacaklardır.
§ Halef, hayırlı, salih olan evlât ve zürriyet demektir. Hayırsız âdi olan züriyyete de “half” denir.
§ Gay kelimesi de şer demektir. Zıddı olan hayra da reşat denir. Bununla beraber gay, cehennemde pek çukur, pek müthiş bir vâdinin de ismidir.
60. Ancak tövbekâr olan ve imân eden ve iyi amelde bulunan kimseler müstesnâ. Çünkü onlar cennete girerler ve bir şey ile zulüme uğratılmış olmazlar.
60. (Ancak) öyle inkârcı, günahkâr bir taife fertlerinden daha dünyadalarken (tövbekâr olan) yaptıklarından pişman olup günahları terk eden (ve imân eden) üzerlerine düşen vazifelerin birer ilâhî hükme dayanmış olduğuna inanan (ve iyi amelde bulunan) namaz, oruç gibi ve zekât gibi ibadetleri ifaya çalışan (kimseler müstesnâ) onlar öyle cehenneme sevk edilecek değildirler. (Çünküonlar) öyle tövbe eden ve durumlarını düzelteler (cennete girerler) bütün inananlara va’d edilmiş cennetlere onlar da nail olurlar. (Ve) onlar hiç birşey ile (zulme uğratılmış olmazlar) iyi amellerinin mükâfatını tamamen görürler. Vaktiyle olan küfr ve günahları artık kendilerine zarar vermez, mükâfatlarının noksanlığına sebep olmaz. Nitekim bir hadîsi şerifte: “Günahından tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir” diye buyurulmuştur.
61. Adn cennetleri ki, Rahman kullarına gıyaben va’d buyurmuştur. Şüphe yok ki, onun va’di vücuda getirilmekte bulunmuştur.
61. Evet.. Onların nail olacakları cennetler (Adn cennetleri) dir ki, yani: Daimî bir ikametgâh olan, içinde bir daha çıkarılmayacak bulunan bir kısım cennetler, ebedî bağlar ve bahçelerdir ki, onları (rahman) olan Yüce Yaratıcı Hazretleri (kularına gıyaben va’d buyurmuştur) yani: O cennetler o kullara göre şimdilik gayıp bir halde bulunmaktadır, onu görememektedirler. Yahut o kullar, o cennetlerden gaib oldukları halde sırf ilâhî dinin verdiği habere binaen o cennetlere inanmış bulunurlar. (Şüphe yok ki., onun va’dı vücude getirilmekte bulunmuştur.) Allah Teâlâ haşâ va’dinden dönmez. İşte o müminlere de bu cennetleri va’d buyurmuştur. O müminler bu cennetlere elbette kavuşacaklardır.
62. Orada faidesiz lakırdı işitmezler, ancak selâm işitirler ve onlar için orada sabah ve akşam rızıkları da vardır.
62. Artık o mümin zatlar (orada) o adn cennetlerinde (faidesiz lakırdı işitmezler) boş yere söz söyleyip durmazlar (ancak selâm işitirler) yani: Kendilerine Allah tarafından veya melekler tarafından veya birbirleri tarafından verilen selâmı işitirler, iltifat edici sözleri işitmek nimetine kavuşurlar. (Ve onlar için) o cennetlere giren zatlar için (orada) o cennetlerde (sabah ve akşam) yani sürekli olarak (rızkları da vardır) yani: Dünyaya görebelirli vakitlerde yemek, içmek temin edildiği gibi cennetlerde de böyle belirli vakitlerde nimetlere erişmiş bulunacaklardır. Yoksa cennette gece ve gündüz yoktur, belki orası ebedî olarak nur ve aydınlık içinde bulunmaktadır.
63. O, o cennettir ki, ona kullarımızdan takva sahibi olanları vâris kılarız.
63. (O) vasıfları bildirilen yüce makam (o cennettir ki, ona kullarımızdan takva sahibi olanları) küfrden sakınıp, İmân ile vasıflanmış bulunanları (vâris kılarız) o cennetleri onlara ihsan ederiz, orada ebedî bir şekilde selâmet ve saadet içinde yaşar dururlar, İşte imanın mükâfatı. Deniliyor ki: Kâfirlerin imân ettikleri takdirde nail olacakları makamlara da onlar küfr üzre öldükleri takdirde müminler vâris olacaklardır. Yani o makamlar da müminlere verilecektir. Cenab-ı Hak cümlemizi İmandan ayırmasın. Amin..
64. Ve Cibril’i Emin demiştir ki Biz inemeyiz, ancak Rabbin emri ile ineriz. Ve önümüzde ve ardımızda ve bunların arasında ne varsa hepsi o’nun içindir ve Rabbin unutkan değildir.
64. Bu mübarek âyetler, her şeyi hakkiyle bilen Allah Teâlâ’nın emri olmadıkça Cibril’i Emin’in Kur’an âyetlerini indirmeğe selahiyeti olmadığını bildiriyor ve Cenab-ı Hakka kulluk arzına devam edilmesini emrediyor. Kendilerinin yoktan yaratılışlarını düşünmeyen bir takım gafil kimselerin öldüklerinden sonra dirilmelerini inkâr ettiklerini beyan ve onları uyanmaya davet edip inkârcı olanların nasıl müthiş bir ahiret azabına uğrayacaklarını ihtar etmektedir. Şöyle ki: Resûl-i Ekrem’den ashab-ı Kehf e, Zülkarneyine ve ruha dair bilgiler istemişlerdi. O Yüce Peygamber de bu hususa dair kendisine hemen ilâhî vahyin ineceğini ümit etmekte bulunmuştu. Fakat bu beklenilen ilâhî vahy, kırk veya elli gün kadar gecikti. Bu gecikmeden müteessir olan şanı yüce peygamber, bunun sebebini Cibril’iEmin’den sordu, o’da bu gecikmenin hikmetini gösteren, bu âyeti kerimeyi tebliğ etti. (Ve biz inemeyiz) yani: Biz ilâhî vahyi tebliğe memuruz. Fakat biz kendi kendimize her istediğimiz zaman yer yüzüne inip ilâhî vahyi tebli edemeyiz. (Ancak Rabbin emri ile) ineriz, ne vakit bize emr ederse o vakit gelir, taşıdığınız vahyi tebliğ ederiz. (Ve önümüzde ve ardımızda ve bunların arasında ne varsa) hepsi (o’nun içindir) yani: Geleceğe ait olan ahiret işleri de, maziye karışan dünya işleri de ve ahiret ile dünya arasındaki hâdiseler de bütün Allah Teâlâ’nın iradesine tabidir. Binaenaleyh o’nun emri olmadıkça biz bir yerden diğer bir yere gidemeyiz ve istediğimiz zaman yere inemeyiz. (Ve Rabbin unutkan değildir) o’nda unutmak düşünülemez. Binaenaleyh Ey Yüce Peygamber!. Seni de şüphe yok ki, unutmuş değildir. Dilediğin vahyin hemen gelmemiş olması, mutlâka bir hikmet ve fayda gereğidir. Artık ilâhî vahyin gecikmiş olmasından dolayı üzülme.
65. Göklerin ve yerin ve onların arasında olanların Rabbidir. Binaenaleyh o’na ibadet et, o’nun ibadeti için sabr ve sebat eyle. Sen o’nun için hiçbir benzer bilir misin?
65. Evet.. Cenab-ı Hak için hâşâ unutmak tasavvur olunamaz. Çünkü Yüce Yaratıcı, bütün (göklerin ve yerin ve onların arasında olanların Rabbidir) hepsinin de Yaratıcısıdır, sahibidir, koruyucusudur. Artık o Yüce, mukaddes Yaratıcı hakkında gaflet, unutmak nasıl tasavvur olunabilir?, (binaenaleyh) Ey Yüce Peygamber!, (o’na) Kerem sahibi Mabûduna (ibadet et, onun ibadeti için sabır) ve sebat (eyle) ilâhî din yolunda meşakkatlere tehammülde bulun; vahyin gecikmeye uğramasından dolayı üzülme, kâfirlerin dedikodusundan müteessir bulunma o Hikmet Sahibi Yaratıcı, seni herhalde koruyacak ve himaye buyuracaktır. (Sen) ey Yüce Peygamber!, (o’nun için) o Kâinatın Yaratıcısıiçin (hiçbir benzer bilir misin?.) o’ndan başka ibadete lâyık, yaratıcılık sıfatına sahip bir zatın varlığını tasavvur edebilir misin?. Elbette ki, bilemez ve tasavvur edemezsin?. Binaenaleyh o Yüce Yaratıcın elbetteki, seni unutmaz, seni mağlûp bırakmaz, sana indirdiği vahyin gecikmeye uğraması da elbette o’nun bir hikmeti gereğidir. Artık sen kendini teselli et, o’na ibadet ve itaate devamet. Dünyevî ve uhrevî selâmet ve saadet senin için takdir edilmiştir.
66. Ve insan der ki: Öldüğüm zaman mı ileride diri olarak çıkarılacağım.
66. (Ve insan der ki) Allah’ın dininden mahrum kalan herhangi bir inkârcı şahıs iddiada bulunur ki: (Öldüğüm zaman mı ileride diri olarak) mezarımdan (çıkarılacağım?.) Bu mümkün mü?. İşte ilâhî kudreti düşünmeyen bir câhil, böyle ahiret hayatını inkâra cür’et eder. Bu âyeti kerime Ebu cehl veya Übeyyibni Half hakkında nâzil olmuştur. Bununla beraber bu âyetle kıyameti inkâr eden bütün kâfirler kasdedilmiştir. Übeyyibni Half, birgün eline çürümüş bir kemik almış, ufalamış Muhammed -Aleyhisselâma bunun tekrar dirileceğini iddia ediyor demişti.
67. O insan hiç düşünmez mi ki; Biz onu evvelce yarattık, halbuki, o hiçbir şey değildi.
67. Cenab-ı Hak da öyle inkârcı, Allah’ın kudretini takdirden mahrum kimselere karşı haşr ve neşrin gerçekleşeceğine delil olmak üzere buyuruyor ki: (o insan hiç düşünmez mi ki, biz onu evvelce yarattık) onu dünyaya getirdik, ona hayat verdik. (Halbuki, o hiçbir şey değildi.) Artık onu öyle yoktan var eden bir Yüce Yaratıcı, onu öldürdükten sonra tekrar var edemez mi?. Ne gaflettir ki, birçok insanlar kendi yaradılışlarını bile hiç düşünmüyorlar. Hangi bir şeyi iade etmek, o şeyi evvelce yoktan var etmeğe göre daha kolay değil midir?.Ba’s = Öldükten sonra tekrar diriltmek hakkında bu âyeti kerime kadar kısa, fakat pek kuvvetli bir delil tasavvur olunamaz. Deniliyor ki: Bütün mahlukat toplansa ba’s hakkında bu âyeti kerime kadar kısa fakat bu derece kuvvetli, makul bir delil meydana getirmeğe kâdir olamazlar.
68. Evet.. Rabbine andolsun ki onları ve şeytanları elbette toplayacağızdır. Sonra da onları muhakkak ki, cehennemin etrafında dizüstü hazırlamış olacağız.
68. Evet.. Rabbine andolsun ki, onları (o kıyameti, haşr ve neşri inkârcı olanları (ve) onları aldatmış olan (şeytanları elbette) yeniden diriltip (haşr edeceğizdir) onları mahşerde toplayacağız (sonra da onları muhakkak ki, cehennemin etrafında dizüstü hazırlamış olacağız) onların bu müthiş vaziyetlerini bütün insanlar göreceklerdir. Dinsizliğin o pek fecî akibeti, gözler önünde pek korkunç, ateşin bir manzara teşkil edecektir. “Cisiy” dizleri üstüne çökmüş kimseler demektir.
69. Sonradan her fırkadan rahmana karşı ziyadece mütekebbir serkeş olanı muhakkak ki, şiddetle yakalayacağız.
69. (Sonra da her fırkadan) aynî mezhebde bulunan bir taifeyi yani (rahmana) kendilerini yaratmış, yaşatmış, dünyada beslemiş olan Yüce Yaratıcıya (karşı çok kibirli) serkeş, haddi aşmış (olanı muhakkak ki, şiddetle cezalandıracağız) yani: Cehennemin etrafında toplatılmış bulunanların küfr ve isyan itibariyle daha fazla ileri gitmiş olanları hakkında cehennem azabı da o nisbette fazla olacaktır. Meselâ: Onu bunu sapıklığa, küfür ve isyana sevk etmiş olan bir dinsizin azabı, başkalarının sapmasına sebebiyet vermemiş bir dinsizin azabına oranla daha ziyade olacaktır. “İtiy” isyan, böbürlenmek haddi aşmak demektir.
70. Sonra elbette ki biz, cehenneme giripyanmağa daha lâyık olanı da şüphe yok, daha ziyade biliriz.
70. (Sonra elbette ki, biz) yani: Azamet ve kudreti sonsuz olan ben Yüce Yaratıcı (cehenneme girip yanmağa evlâ) daha lâyık (olanı da şüphe yok, daha ziyade biliriz.) Evet.. muhakkak ki, cehenneme kimlerin atılacağını ve onların arasında hangilerinin daha çok azabı hak etmiş olduğunu ancak Allah Teâlâ hakkiyle bilir, haklarında ilâhî adaleti tam manasiyle tecelli eder. Bu hakikatı, bu adaletin tecellisini bütün ahirete sevkedilecek olan insanlar göreceklerdir. “Sıliy” ateşe girip yanmak demektir.
71. Ve sizden bir kimse yoktur ki, illâ oraya uğrayacaktır. Bu, Rabbin tarafından hüküm ve kaza buyurulmuş bir şeydir.
71. Bu mübarek âyetler, bütün insanlığın kıyamet gününde cehennemin müthiş manzarasını seyredeceklerini ve takva sahibi olan zatların selâmet sahasında bulunup zalimlerin cehenneme Bulacaklarını bildiriyor. Kâfirlerin müslümanlara karşı dünyevî varlıklariyle üstünlük iddiasında bulunduklarını, halbuki, eski devirlerde yaşamış, daha çok mülk ve servete sahip bulunmuş olan kâfirleri o varlıklarının helâkten kurtaramamış olduğunu ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) Ey insaları. (sizden bir kimse yoktur ki) gerek mümin ve gerek kâfir olsun (illâ oraya) o cehenneme veya onun ateşin manzarasını gösteren bir sahaya (uğrayacaktır) o cehennemi her halde görmüş olacaktır. (Bu) uğrayış (Rabbin tarafından hüküm ve kaza buyurulmuş bir şeydir) Allah’ın takdiri böyle tecelli etmiştir, mutlaka gerçekleşecektir. Evet.. Cenab-ı Hak, bir mutlak hâkimdir, her takdiri bir hikmete dayanmaktadır. Yarın ahirette cehenneme bütün insanları toplayacaktır. İyi, mümin olanlar, o cehennemi seyretmek için içerisine girseler de onlar için ocehennem bir gülistan gibi asla bir zarar vermiyecektir. Çünkü ateşteki ve diğer şeylerdeki tesirleri yaratan, Allah Teâlâ’dır. Dilediği zaman onu derhâl giderir. Nitekim dünyada da ateşi Hz. İbrahim’e bir soğuk ve selâmet kılmıştır. Kâfirler ise artık cehennem ateşi içinde ebedî olarak kalıp azap çekeceklerdir. Yahut bütün insanlar cehennem sahasında toplanacaklardır. Müminler o müthiş cehennemden emin olduklarını bilerek sevinçleri kat kat artacak, kendilerinin ne kadar gıbtaya şayan bir halde bulunduklarını daha mükemmel bir şekilde anlamış olacaklardır. Cehenneme sevkedilecek olanlar da ne kadar büyük bir felâket ve uğursuzluk içinde kaldıklarını anlayarak tasavvurların üstünde elemler, kederler içinde çırpınıp duracaklardır.
72. Sonra sakınmış olanları kurtuluşa erdiririz. Zâlimleri de orada dizleri üstüne çökmüş bir halde bırakırız.
72. Evet.. Bütün insanlar öyle toplanıldıktan (sonra) dünyada iken (sakınmış olanları) küfüden günahlardan Sakınmış olan mümin, iyi kulları (kurtuluşa erdiririz) cennete sevkederiz. (Zâlimleri de) dünyada iken küfrleriyle, günahlarıyla nefislerine zulüm etmiş olanları da (orada) o cehennemde (dizleri üstüne çökmüş bir halde bırakırız) artık kâfir olarak ölmüş olanlar, o cehennemde ebedî bir şekilde kalacaklardır. Fakat Cenab’ı Hak’kın birliğini, yaratıcılığını, mabûtluğunu ve dinini tasdik eden, kalbinde zerre miktarı dahi olsa bir hayır bulunan bir kimse de günahlarından dolayı cehenneme atılacak olsa da bu geçicidir, sonunda cehennemden çıkarılacak yine cennete sevkedilecektir. Nitekim birçok âyetler, hadisler bunu bildirmektedir.
73. Onlara ayetlerimiz açık açık okunduğu zaman kâfir olanlar, imân etmiş olanlara dediki: İki gruptan hangisi makamca daha hayırlıdır, meclisce daha güzeldir?
73. (Onlara) o mümin ve kâfir olan insanlara (ayetlerimiz) Kur’an’ı Kerim’in ahirete ve insanlığın geleceğine ait beyanatı (açık açık okunduğu zaman) o Kur’an’ın lâfızlarındaki açıklık, i’câz ve mânâsındaki yücelik görüldüğü zaman (kâfir olanlar, İmân etmiş olanlara) bir cehalet eseri olarak (dedi ki: iki gruptan) bizimle sizden (hangisi makamca daha hayırlıdır?.) hangimizin ikametgâhlar! daha büyük daha faidelidir?. Ve bizimle sizden hangisi (meclisce daha güzeldir?.) Hangimizin toplanıp da sohbette, danışmada bulunduğu yerler daha muhteşem, daha gönül açıcıdır.
§ Nediy; nâdi, bir topluluğun danışmak için toplanacakları meclis demektir. Asrı saadetteki bir takım müşrikler, kendilerini İslâm dinine davet eden müminlere karşı kibirlice bir vaziyet alıyorlar, kendilerinin dünyevî varlıklarına güvenerek fakir müslümanlara karşı böyle bir iddiaya cüret gösteriyorlardı. Demek istiyorlardı ki: Eğer hak sizin tarafınızda olsa idi sizin servetiniz, ikametgâhlarınız bizimkilerden aşağı bir halde bulunmazdı. Bu cahiller, kendilerinin fanî varlıklarına büyük bir kıymet veriyorlardı, onların hakikat gözünde hiçbir ehemmiyeti olmadığını düşünemiyorlardı, onları o geçici varlıkları elbette ki, kurtaramıyacaktı. Onlar tarihden de bir ibret dersi almıyorlardı.
74. Halbuki, biz onlardan evvel nice asırlar ahalisini helâk ettik ki, onlar eşyaca ve manzara itibariyle daha güzel idiler.
74. (Halbuki, biz onlardan evvel nice asırlar) ahalisini (helâk ettik ki,) onların yurtları, eserleri görülüp durmaktadır. (Onlar) o eski asırlar ahalisi (eşyaca) dünya malı bakımından (ve manzara itibariyle) şimdikilerden (daha güzel idiler) onlar ne kadar san’at eserleri bırakıp gitmişlerdir. Öyle olduğu halde onlarıbu dünyevî varlıkları mahv ve yok olmaktan kurtaramamıştır. İşte ad, Semud gibi kavimler bu cümledendir. Eğer dünyevî bir varlığın Allah katında büyük bir kıymeti olsa idi o kavimleri helâk buyurmazdı. Artık şimdi de öyle fanî varlıklarına güvenerek dinî vazifelere karşı cephe alan kimseler, o tarihî facialardan bir ibret dersi almalı değil midirler?.
§ Ri’y: Güzel manzara, güzel durum, temiz elbise demektir.
75. De ki: Her kim sapıklık içinde ise onun için rahman uzattıkça uzatsın onlara dilediklerini versin ne ehemmiyeti var! Ne zaman ki va’d olunduklarını, ya azabı veya kıyamet gününü görürler, artık mekânca daha şerli ve yardımcılarca daha zayıf kim olduğunu bilmiş olacaklardır.
75. Bu mübarek âyetler, müslümanlara karşı varlıklariyle övünerek cephe alan inkârcıların ne kadar dünya varlığına sahip olsalar da sonunda pek acıklı felâketlere uğrayacaklarını ihtar ediyor, inananlara ve hidayete erenlere ise pek mükâfatlı, pek hayırlı bir geleceğe nail olacaklarını müjdelemektedir. Şöyle ki: Yüce Resûlüm!. O servetlerine, mevkilerine güvenen inkârcılara (de ki: Her kim) sizin gibi (sapıklık içinde ise) küfr ve dalâlet ile vakit geçirmekte ise (onun için rahman) ihsanı sonsuz olan Kâinatın Yaratıcısı (uzattıkça uzatsın) diledikleri dünya varlığını versin, ne ehemmiyeti var?. Yani: O Hikmet Sahibi Yaratıcı, böyle kimselere derece derece helâke götürmek üzere birçok nimet verir, onların ömürlerini uzatır, servetlerini arttırır. Fakat bunlar geçicidir, uhrevî sorumluluğu gerektirir. Artık bunlar ile iftihar etmeleri uygun değildir. (Vaktaki) o dünyevî varlıklarına aldanıp hakkı kabul etmeyenler, Allah tarafından (va’d olunduklarını) tehdit etmek için vaad olunan şeyleri, yani (ya azabı) müslümanların kendilerine galip gelmeleriyle kahrolunacaklarını veya berzahtaki azabı(veya kıyamet gününü) o inkâr ettikleri -ahiret âlemini (görürler) dünyada varlıklarından hiçbir fâide göremez olurlar. (Artık mekânca) ikametgâhca, yurt vesairece (daha şerli) daha yaramaz, hayırdan daha uzak (ve yardımcılarca daha zayıf) yardımdan, imdada yetişeceklerden daha mahrum (kim olduğunu bilmiş olacaklardır) artık iki gruptan haddızatında hangisinin daha üstün, hangisinin hakikî bir servete ve yardıma nail olduğunu anlayacaklardır. Hidayete, saadete ermiş olan zatların o küçümsemiş oldukları inanlardan ibaret olduğu belirmiş olacaktır.
76. Allah Teâlâ hidayete erenlere hidayeti arttırır ve bâki olan salih ameller ise Rabbin katında sevapca da hayırlıdır, âkibetce de hayırlıdır.
76. Evet.. (Allah Teâlâ hidayete erenlere) İmana muvaffak olanlara (hidayeti arttırır) onları dinin yüceliğine şahitlik eden nice kudret eserlerini görmeğe, ilâhî âyetleri okuyup anlamaya mazhariyetiyle kalplerini ziyadece nurlandırır, sevaplarını kat kat artırır (ve) şüphe yok ki; (bâki olan salih ameller ise) beş vakit namaz gibi, Kur’an’ı Kerim’i tilâvet gibi, kalplerde parlayan temiz inançlar gibi, hak yolundaki cihadlar gibi, Allah katında makbul muameleler ise (Rabbin katında sevapca da hayırlıdır) mükâfatları pek çoktur (âkîbetçe de hayırlıdır) onların faideleri, mükâfatları ahiret âleminde devam edip duracaktır. İnkârcıların kanaatlarınca hayır kabul edilen bir takım fâni, gayrı meşrû varlıklar, servetler ise çabucak yok olucudur, onların uhrevî faideleri yoktur, bilakis mesuliyeti gerektirir. Artık onlara aldanıp da müminlere karşı muhalefette bulunmak, kibirlice bir vaziyet almak nasıl, uygun olabilir?
77. Gördün mü o kimseyi ki, bizim âyetlerimizi inkâr etti ve dedi ki: Elbette bana mal ve velet verilecektir.
77. Bu mübarek âyetler, haşır ve neşri inkâreden bir kâfirin alay yoluyla söylemiş olduğu şeyleri bildiriyor. Öyle gaybı bilmeyen ve bir ilâhî vaade nail bulunmayan bir şahsın sözlerinin tesbit edileceği azabının da artırılacağı, kendisinin her türlü varlıktan mahrum kalarak tek başına mahşere sevkedileceğini ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Gördün mü) ne kadar şaşılacak şey (o kimseyi ki,) o inkârcı şahsı ki (bizim âyetlerimizi) bizim büyüklüğümüze, haşir ve neşre kadir olduğumuza dalâlet eden kudret eserlerimizi ve özellikle uhrevî hayatı bildiren Kur’an’ın beyanlarını (inkâr etti) küfre düştü (ve) bir alaycı eda ile (dedi ki:) eğer kıyamet koparsa, başka bir âleme gidilirse (elbette bana mal ve velet verilecektir) orada da büyük bir varlık sahibi olacağım. Bak!. Şu cahilin bu garip iddiasına, kendisine ne büyük bir kıymet veriyor!.
78. Gayba vâkı mı olmuş, yoksa Rahmanın katında bir ahd mı edinmiş?
78. Bu cahil, gururlu şahıs (gayba vâkıf mı olmuş?) o kadar mı şanı yükselmiş de Cenab’ı Hak’ka mahsus olan gayb ilmini kendisi de öğrenmiş!, (yoksa Rahmanın katında) Cenab-ı Hak’kın huzûrı ilâhîsinde kendisi için mal ve evlât verileceğine dair (bir ahd mı edinmiş?.) bir ilâhî va’de nail mi olmuş ki, böyle bir iddiaya cür’et ediyor?
79. Hayır öyle değil, ne diyeceğini elbette yazacağız ve onun için azabı arttırdıkça arttıracağız.
79. (Hayır öyle değil) o cahil şahıs, bu iddiasnıda, bu temennisinde hata ediyor!. Kendisine bir kıymet vermiş oluyor, biz onun (ne diyeceğini elbette yazacağız) meleklere emredip yazdıracağız, onları koruyarak onlar ile kendisini ahirette azaba uğratacağız. (Ve onun için azabı arttırdıkça artıracağız) bu iddiası yüzünden de azabı artacak, devamedip duracaktır.
80. Ve onun dediklerine biz vâris olacağız ve o bize tek başına gelecektir.
80. (Ve onun) öyle boş bir iddiada bulunan şahsın (dediklerine) onun yanında bulunan mal ve evlada (biz vâris olacağız) onun ölümü ile bunlar elinden tamamen çıkmış bulunacaktır. (Ve o) şahıs (bize) kıyamet gününde (tek başına gelecektir) dünyadaki malından, evlâdından da istifade edemiyecektir. Nerede kaldı ki ahirette ayrıca mala, evlada sahip olabilsin!. Artık öyle gafilce, alay edercesine hareketlere, lakırdılara son vererek biraz da ciddî şekilde ebedilik âlemini düşünmek icabetmez mi?. Nedir bu gaflet, bu inkâr?.
§ Rivayete göre bu âyetler, As bin Vail hakkında nazil olmuştur. Habbâb ibnü’l-erret demiştir ki: Benim As’da alacağım var idi, kendisinden istedim, dedi ki: Yok, vallah Muhammed’i -Aleyhisselâm- inkâr etmedikçe onu sana vermem. Ben de dedim ki: Yok vallahi. Ben Muhammed’i -Aleyhisselâm-ı ne hayatımda, ne öldüğümde, ne de yeniden diriltileceğim anda inkâr etmem. As da dedi ki: O halde ben de diriltilecek miyim?. Dedim ki: Evet.. Diriltileceksin. O da -alaycı bir eda ilededi ki: Öyle ise ben diriltileceğim zaman gel, benim orada malım da evlâdım da olur, sana borcumu veririm. İşte Aşın bu lakırdısı üzerine bu âyetler nâzil olup onu reddetmiştir.
81. Ve onlar Allah’tan başka tanrılar edindiler, kendileri için bir izzet olsun diye.
81. Bu mübarek âyetler, Allah Teâlâ’dan başkasına tapanların ne kadar aldanmış olduklarını taptıkları şeylerin de onlardan nefret edip kaçınacağını bildiriyor. Müşriklerin üzerlerine şeytanların musallat olduğunu, ve o müşriklerin belirli günden sonra helâk olup cehenneme sevkedileceklerini: Takva sahibi kulların ise ebedî saadete kavuşacaklarını ve Cenab-ı Hak’kın müsaadesi olmadıkça hiçbir kimsenin şefaate kâdir olamayacağını beyanbuyuruyor. Şöyle ki: (Ve onlar) o Mekke müşrikleri ve diğer putperestler (Allah’tan başka tanrılar edindiler) putları, insaları, melekleri birer mabût tanıdılar. Öyle mahlukata tapınmak cahilliğinde bulundular, (kendileri için bir izzet) bir menfaat, bir selâmet vesilesi, bir şefaat sebebi (olsun diye) onlara öyle tapındılar, onlara ibadet sayesinde helâkten, azaptan kurtulacaklarını sanıp durdular.
82. Asla öyle değil, onların tapındıklarını gelecekte inkâr edecekler ve onların üzerine düşman kesileceklerdir.
82. (Asla öyle değil) o putlar sayesinde bir izzete, bir kurtuluşa kavuşmaları asla mümkün değildir. Hattâ o putlar kıyamet günü (onların) o müşriklerin dünyada kendilerine (tapındıklarını inkâr edecekler) bunlar bize değil kendi vehimlerine tâbi olmuş, mâbutluk sıfatına sahip olmayan şeyleri mabut sanmışlardır, diyeceklerdir. Cenab-ı Hak onlara hayat verecek, kendilerinin böyle suçsuz olduklarını bildireceklerdir. Melekler de kendilerine tapanlara karşı böyle bir redde bulunacaklardır, (ve) o putlar, o mabut edinilen şeyler (onların) o müşriklerin (üzerine) ahiret gününde (düşman kesilcceklerdir) onlara bir faideleri dokunmayacak, bilakis onlardan nefret edip kaçınacaklardır. Diğer bir yoruma göre de o müşrikler, o putları Allah gibi sever, kendilerine ibadet ederken ahirette ne kadar cehalette bulunmuş olduklarını anlayarak o putlara düşman kesileceklerdir.
83. Görmedin mi, biz şeytanları kâfirler üzerine musallat kıldık, onları vesveseleriyle teşvik edip duruyorlar.
83. Ey Habibim!. (Görmedin mî?) o müşrikleri öyle putları mabut edinen cahilleri, onların halleri ne kadar şaşılmaya değer (biz şeytanları kâfirler üzerine musallat kıldık) o gibi müşrikler, şeytanların vesveselerineuydular, Öyle akla, hikmete aykırı hareketlerde bulundular, artık şeytanlar (onları vesveseleriyle teşvik edip duruyorlar) onları küfür ve şirke şiddetle teşvik edip özendirmekten geri durmuyorlar.
84. Artık onların üzerine acelede bulunma. Muhakkak ki, biz onlar için bir sayı sayıyoruz.
84. (Artık) Yüce Resûlüm!. (Onların) öyle müşriklerin şerlerinden insanlığın kurtulması için o müşriklerin helâk olmaları (üzerine acelede bulunma) onlar herhalde helâke mahkûmdurlar (muhakkak ki, bîz onlar için bir sayı sayıyoruz) onların hayat süresi sınırlıdır, yakındır, bir gün olup cezalarına kavuşacaklardır. “Ez; teşvik, yerinden koparmak harekete getirmek, depretmek mânâsınadır. Buna hez, is-tifzaz da denir.
85. Hatırla o günü ki, takva sahiplerini Rahmana bir elçi cemaati halinde göndereceğiz.
85. (Hatırla o günü ki) o kıyamet zamanını ki, o gün (takva sahiplerini) mümin, salih olan kulları (Rahmana) esirgeyici, merhametli olan Yüce Yaratıcıya bir ikram ve ihsan yeri olan cennetlere (bir elçi cemaati halinde göndereceğiz) yani: Nasıl ki, dünyada bir hükümdarın huzuruna bir sefaret heyeti giderek o hükümdarın iltifat ve ihsânına nail olurlar. İşte ahirette de bütün kâinatın Yaratıcısı ve yegane hakimi olan Yüce Mabûdun manevî huzuruna takva sahibi kulları lûtfen kabul edilerek onlar nice rahmet eserlerine, yüce iltifatlara mazhar olacaklardır. İşte imân ile takvanın mükâfatı! “vefd” vafidin çoğuludur. Vafid ise bir mühim iş için gönderilen elçi, ve hükümdara gönderilen sefir, Resûl demektir.
86. Ve günahkarları da cehenneme susamış olarak sevkedeceğizdir.
86. (Ve) o kıyamet gününde (günahkarları da) küfürleri sebebiyle (cehenneme susamışolarak) hararetler içinde kalmış, yaya olarak (sevkedeceğizdir) cehennemde ebediyen yanıp duracaklardır. İşte bu da küfrün müebbet cezası!.
§ Vird, susamış bir cemaatin yaya olarak su mahalline gitmesi demektir.
87. Şefaate sahip olamıyacaklardır, ancak Rahmanın katında bir söz alan müstesnâ.
87. Ahirette azaptan kurtulmak veya yüksek derecelere, nimetlere nail olmak için insanlar (şefaate sahip olamayacaklardır.) Haklarında kimse şefâatte bulunamıyacaktır. (Ancak Rahmanın katında bir söz alan müstesnâ) öyle bir kimsenin hakkında şefaat edilebilinecektir. Bu sözden maksat, Allah’ın dinini kabul etmek, Yaratıcının birliğine inanmaktır. Böyle bir kimse mümindir, günahkâr olsa da yine hakkında ilâhî va’d vardır, cennete girecektir, isterse geçici olarak azap görsün. İşte bütün müminler hakkında bir ilâhî ahd, bir ilâhî söz verilmiş olduğundan onların haklarında, selâhiyetli olan zatlar şefâatte bulunabileceklerdir. müşriklerin tapındıkları şeylerin birçoğu ise şeytan gibi koğulmuş, heykeller gibi hayattan mahrum bulundukları sebebiyle bunların şefaat etmeğe ve haklarında şefaat edilmeğe asla liyakatleri yoktur. Müşrikler ise zaten Allah’ın verdiği sözden mahrum oldukları için onların hakkında da şefaate asla yer yoktur, meleklere taptıklarından da bir fâide görmezler. Çünkü bu müşrikler şefaate mahal olmadıkları gibi melekler de müşriklere şefaat etmek selâhiyetine asla sahip olamazlar. Binaenaleyh müşriklerin o cahilce tapınmaları kendilerine asla bir fâide vermeyecek, bilakis ebedî şekilde azap göreceklerdir. İşte küfür ve şirkin müthiş cezası!.
88. Ve dediler ki, Rahman kendisine çocuk ediniverdi.
88. Bu mübarek âyetler, Cenab’ı Allah’a oğulisnat edilmesinin ne kadar layıksız olduğunu, böyle bir isnâdın ne kadar felâketlere sebep olabileceğini ihtar ediyor. Allah’ın şanının çocuk edinmekten yüce bulunduğunu bütün mahlûkatın, sayıları tesbit edilmiş Allah’ın birer kulu olduğunu Allah Teâlâ’nın evlâdı sanılan bir kısım mahlûkatın kıyamet günü teker teker ilâhî huzura varacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Allah’ın birliğini takdir ve tasdik etmeyenler, pek yanlış inançlarda bulundular (ve dediler ki: Rahman) Yüce Yaratıcı (kendisine veled edîniverdî) Bu cümleden olarak Yahudîler Hz. Uzeyre, Hıristiyan taifesi Hz. Mesih’e Allah’ın oğlu demek cinayetinde bulundular. Arap müşrikleri de melekler Cenab-ı Hak’kın kızlarıdır dediler, böyle büyük bir cehalet gösterdiler.
89. Andolsun ki, pek çirkin birşey olarak meydana gelmiş oldunuz.
89. (Andolsun ki) öyle Allah’ın şanına lâyık olmayan bir isnâtta, bir iddiada bulunan cahiller!. Siz (pek çirkin) kötü (bir şey olarak) meydana (gelmiş oldunuz) yani: Siz, pek cahilce, cüretkârca bir kanaat yaymaya kalkıştınız. Büyük bir sapıklık eseri gösterdiniz.
§ İddi kelimesi, tuhaf, çok kötü, pek çirkin bir iş, bir büyük bela demektir.
90. Az daha ondan dolayı gökler çatlayacak ve yer yarılacak ve dağlar yıkılıp yerlere geçecekti.
90. (Az daha ondan dolayı) öyle bir lakırdının kötülüğünden, Cenab-ı Hak’ka evlât isnâdî gibi cahilce bir idiadan dolayı (gökler çatlayacak ve yer yarılacak ve dağlar yıkılıp yerlere geçecekti) bütün bu muazzam kâinat, öyle müşrikce bir iddianın uğursuzluğundan dolayı mahv ve yok olacaktı. Evet.. Öyle bir iddia, Cenab-ı Hak’ka evlât isnâdî o kadar büyük bir cinayettir ki, onun sebebiyle böyle pek büyükbir felâketin meydana gelmesi uzak görülemez.
§ Hid; görültüsü çok olan bir yıkılış demektir.
91. Rahmana çocuk isnat etmelerinden dolayı.
91. Evet.. (Rahmana) bütün mahlûkatını lûtf-ı keremiyle, merhametiyle vücude getirmiş, ve ortaktan, benzerden uzak bulunmuş olan Yüce Yaratıcıya (çocuk isnat etmelerinden dolayı) öyle helâk edici bir inkılâp vücude gelebilirdi. Yine Cenab-ı Hak’kın bir eseri rahmet ve merhameti olaraktır ki, insanlık, öyle bir yok olmaya maruz kalmamış oldu, .
92. Halbuki, çocuk edinmek, rahman için lâyık olamaz.
92. (Halbuki çocuk edinmek) kendisi için mahlukatından hangi birini oğul veya kız edinivermek (rahman için lâyık olamaz) öyle bir ihtiyaç, Allah’ın şanına asla münasip bulunamaz. Çünkü bir kere insanlar gibi evlenip bir çocuk babası olmak Allah’ın şanına göre imkânsızdır. Evlât ile baba arasında bir cins birliği, bir tabiat birliği bir ihtiyaç vardır. Halbuki, Cenab-ı Hak, cins birliğinden, ortak ve benzerden her bakımdan uzaktır. Ondan başka olan herşey, sonradan yaratılmıştır, onun yaratmasının bir eseridir. Artık bir kere bu bakımdan Allah’ın şanında bir babalık ve oğulluk asla tasavvur olunamaz. Tebennî suretiyle, başkalarının çocuklarını kendisine evlât edinmeğe gelince bu da Allah’ın şanına lâyık değildir, imkânsızdır. Bütün kâinat, Cenab-ı Hak’kın birer yarattığı eseri iken onun için evlât edinilmeğe ne selâhiyetleri ne kabiliyetleri olabilir?. Evlât edinilmesi, aynı cinler arasında câri olabilir. Ve başkasının evlâdını kendisine evlât edinen kimse, ya onlardan istifade etmek için veya onlar ile ünsiyette bulunmak için veya onlar ile bir güzelce anılmak için edinmiş bulunur. Allah Teâlâ’nın yüce şanı ise bu gibi şeylere ihtiyaçtan uzaktır. Binaenaleyh evlât edinmek,Allah hakkında asla doğru olamaz. Buna inanmak küfrü, şirki gerektirir.
93. Göklerde ve yerde olan şeylerin hepsi de Rahmana kul olarak vücuda gelmiş şeylerden başka değildir.
93. Bir kere düşünmeli değil midir?. (Göklerde ve yerde olan şeylerin hepsi de) bütün melekler de, Hz. Üzeyir ve Hz. İsa gibi bütün insanlar da (rahmana kul olarak vücude gelmiş şeylerden başka değildir) bunların hepsi de Allah Teâlâ’nın emrine boyun eğmiş, itaatkâr, hürmetkâr kullardır, onun birliğini tasdik etmişler, onun rablığına, merhamet ve şefkatine iltica etmektedirler, o Yüce Yaratıcıya kul olmakla övünmektedirler. Artık öyle kullukta vasıflanmış, Allah’ın birer mahlûku olan kullara vesaireye nasıl Allah’ın çocukları ünvanı verilebilir?.
94. Yemin olsun ki, onları kuşatmıştır ve onları saymakla saymıştır.
94. (Yemîn olsun ki) muhakkak bir hâdisedir ki, kâinatın Yaratıcısı Yüce Allah (onları) o kendisine evlât isnat edilen kimseleri ve bütün kâinatın fertlerini (kuşatmıştır) hepsini de İlim ve kudret açısından kuşatmıştır. O şekilde ki, onlardan hiçbiri Cenab-ı Hak’kın ilminin çerçevesinden kudret elinden dışarı çıkamaz. (Ve onları saymakla saymıştır) onların ne kadar şahıslardan ibaret olduklarını, onların bütün fiillerini günlerini Levh-i Mahfuz’da tesbit buyurmuştur. Hepsi de O Yüce Yaratıcının kahır ve galibiyeti altındadırlar. Artık öyle mahlûk kimseler Allah’ın evlâdı olmak mahiyetine, meziyetine nasıl sahip olabilirler?.
95. Ve hepsi de kıyamet günü onun huzuruna tek olarak gelecektir.
95. (Ve hepsi de) onlardan her biri de (kıyamet günü o’nun) o ezelî yaratıcının (huzuruna tek olarak gelecektir) o Cenab-ı Hak’kın evlâdı sanılan zatlar, o kendilerinetapanlardan, o müşriklerden uzaklaşmış, tek olarak mahşere sevk edileceklerdir. Kendilerinin yanlarında dünya varlığından, yardımcılarından kimse bulunamayacaktır. Hepsi de bütün varlıklardan ayrılmış, Hak Teâlâ’nın emir ve fermanına tâbi olmuş bir halde bulunacaktır. Artık böyle kudret elinde aciz olan bir mahlûkat, O Yüce Mabûdun, O Ezelî Yaratıcının, O Azamet Sahibi Yüce Hâkimin evlâdı sayılabilir mi?. Evet.. Bütün müminler, irfan sahipleri bu hakikatı bilir, Allah Teâlâya kulluk sunmakla iftihar eder, Allah’ın şanını bütün noksanlardan, ihtiyaçlardan tenzih eyler. İşte ebedî saadet de bu muhterem müminlere va’dedilmiş bulunmaktadır.
96. O kimseler ki, imân ettiler ve güzel güzel amellerde bulundular, muhakkak ki, Rahman, onlar için kalplerde bir sevgi vücuda getirecektir.
96. Bu mübarek âyetler, iyi müminlere elde edecekleri bir imtiyaz” müjdeliyor. Kur’an’ı Kerim’in ne gibi bir hikmetten dolayı Resûl-i Ekrem’in lisaniyle indirilmiş olduğunu bildiriyor. Mahvolup gitmiş olup bir nice cemiyetlerin müthiş âkibetlerine nazar-ı dikkatlerimizi çekmektedir. Şöyle ki: İmandan mahrum müşrik kimselerin pek çirkin halleri, âkibetleri bildirilmiştir. Bilakis (o kimseler ki İmân ettiler) Allah’ın birliğini tasdik, şirkten uzak bulundular (ve güzel güzel amellerde) ibadetlerde, güzel ahlâkî muamelelerde (bulundular) böyle üzerlerine düşen vazifeleri yerine getirdiler, insanlık şerefini korudular, artık (muhakkak ki. Rahman) kulları hakkında rahmeti, lûtf ve ihsanı sonsuz olan Yüce Yaratıcı (onlar için) o seçkin müminler için meleklerin, Peygamberlerin ve diğer ihlaslı müminlerin kalplerinde (bir sevgi) bir muhabbet, bir dostluk, bir teveccüh ve iltifat hissi (vücude getirecektir.) o iyi müminler, böyle bir muhabbet ve teveccühe mazharolurlar. Bu, güzel inançlarının, amellerinin bir manevî mükâfatı demektir. Böyle bir muhabbete mazhar olan zat elbetteki, Allah katında da büyük bir mevkie nail bulunmuş olacaktır. İşte iyi bir müminin kendi tarafından birtakım sebeplere, propağandalara teşebbüs edilmeksizin böyle müminlerin kalplerinde bir muhabbete kavuşmayı, pek gıptaya değer bir mazhariyettir ve bu muhabbet, daimidir, bunun faidesi ahirette de görülecektir. Nitekim nice asırlarca önce dünyadan ahirete irtihal etmiş bir kısım zatlar vardır ki, onların haklarında, bugünkü müminler de kalben büyük bir muhabet ve hürmet beslemektedirler. Ashab-ı Kiram ile İslâm mücahidleri bu cümlelerdendirler. Fakat aldatmaca yapılan bazı, muamelelere, sebeplere binaen bazı kalplerde kazanılan bir muhabbet ve iltifatın manevî bakımdan hiçbir kıymeti yoktur. O muhabbet ve teveccüh, hakikatı gören gözlere göre çabuk yok olucu, bir yok olan gölge yerindedir. Bazı müminler hakkındaki bir takım dinsizlerin, fasıkların, ahlâksızların düşmanlığı ise o müminlerin lehine bir şahitlik demektir. O zatların kendileri gibi dinsiz, ahlâksız olmadıklarını bir itiraf yerindedir. Bu da mânen bir övgüden, methden başka değildir. Ve bu düşmanlık, hakikî müminlerin gücenmesine yol açarak o zat hakkında daha ziyade muhabbet ve temayül göstermelerine bir sebep teşkil eder.
97. İşte onu, Kur’an’ı senin lisanın ile kolayca kıldık ki, onunla takva sahiplerini müjdeleyesin ve inat eden bir kavmi de korkutasın.
97. Kur’an’ı Kerim, insanlığa en beliğ bir lisan ile nice ibret verici kıssaları, öğütleri, tebliğ ediyor. Evet bu tebliğ, bütün müminlerin yücelttiği bir lisan ile, Peygamberimizin pek mübarek, fevkalâde fasih, beliğ Arapça olan lisanı ile yapılmış bulunuyor. Bu da bir ilâhî lütuftur, müminler arasında birliği, dayanışmayı, manevî birliği temine birvesiledir. Zaten bir Yüce Peygamberin mübarek lisanı ona tâbi olan bütün cemiyetlerin de ortak bir lisanı demektir. Geçmiş kavimlerin lisanı muhtelif, anlaşılması pek müşkül idi. Birçokları da tarihe karışıp mahv ve yok olmuştu. Eğer o kavimlerin kıssaları, ibret verici tarihi halleri birer ibret nümunesi, birer uyanma vesilesi olmak üzere böyle açık, geniş bir lisan ile tebliğ edilmemiş olsa idi, şimdiki insanlık, o geçmiş ümmetlere ait birçok vak’alardan, ibret verici hâdiselerden habersiz kalmış olurdu. İşte Hikmet Sahibi Yüce Yaratıcı bu ümmete, bir vesile ile de lûtfetmiş olduğunu şöylece beyan buyuruyor. (İşte onu) o Kur’an’ı Kerim’i (senin) mübarek Arapça olan (lisanın ile) indirerek onu (kolayca) anlaşılır (kıldık ki, onunla) o Kur’an’ın âyetleriyle, kapsadığı nasihatlar ile (takva sahiplerine müjdeleyesin) Allah Teâlâ’nın emirlerine, yasaklarına riayet eden müminlere gelecekte nâil olacakları nimetleri, saadetleri müjdeleyesin. (Ve inat eden bir kavmi de) Allah’a imân etmeyen, inatçı, dindarlara karşı düşmanlıkları pek şiddetli bir taifeyi de, Mekke müşriklerini de (korkutasın) dünyada ve özellikle ahirette nice felâketlere, azaplara uğrayacaklarını kendilerine ihtar edesin. Bu da bir ilâhî merhamet eseridir ki, öyle cahil, inkârcı kimseleri uyandırmak için Yüce Peygamberi böyle bir irşat ve ihtar vazifesiyle vazifeli kılmıştır.
§ Lûd; eled kelimesinin çoğuludur. Bâtıl ile mücadelede bulunan kimse demektir.
98. Ve onlardan evvel nice kavimleri helâk ettik. Hiç onlardan bir şahsı görüyor musun? Veya onlar için bir gizli ses işitiyor musun?
98. (Ve) Resûlüm!. O zamanındaki inkârcı, inatçı, İslâmiyet düşmanlarına şunu da ihtar et ki, (onlardan evvel nice kavimleri helâk ettik) Peygamberlerini inkâr eden nice geçmiş cemiyetleri o küfür ve inkârları yüzünden bir nice felâketlere uğratarak mahvı perişaneyledik. Kur’an-ı Kerim, bunların bir kısmını beyan ile nazarı dikkatleri çekme lûtfunda bulunuyor. Şimdi sen (hiç onlardan bir şahsı görüyor musun?.) onlardan bir kimse dünyada kalmış mıdır?. Öyle bir kavim bulabilir misin?. (veya onlar için bir gizli ses işitiyor musun?.) ne gezer!. Onlar Allah’ın kahrına uğramışlar, tamamen mahv ve yok olup gitmişlerdir. Eğer onlar Peygamberlerinin tavsiyelerine riayet etmiş olsalar idi, öyle pek büyük felâketlere uğramazlardı. Artık o gibi kavimlerin o pek müthiş tarihî hallerinden ibret almalıdır. Onlar gibi inkârcı, kendini beğenmiş bir vaziyet almaktan son derece kaçınmalıdır. İslâm dininin gösterdiği selâmet yolunu takibederek güzel anılmaya, ilâhî lütuflara nail olmağa çalışmalıdır. “Rikz” lisan ile harfler ile yapılmayan gizlice bir ses demektir. Nitekim yer altına defnedilen mala da gizli ve kapalı olduğu için “Rikâz” denir. Başarı Allah’dandır.