Hac Suresi Tefsiri

Hac Suresi Tefsiri

KURAN’I KERİM TEFSİRİ

ÖMER NASUHİ BİLMEN

Hac Suresi Tefsiri, Türkçe Meali ve Açıklaması


Bismillâhirrahmânirrahîm

Bu mübârek sûrenin birçok âyetleri Mekke-i Mükerreme’de, bir kısım âyetleri de Medine-i Münevvere’de nazil olmuştur, yetmiş sekiz âyeti kerimeden meydana gelmektedir. İbrahim Aleyhisselâm’ın hac vazifesini nasıl ifa etmiş olduğunu, bu müslümanların da bu hac vazifesiyle nasıl görevli bulunduğunu bildirdiği için kendisine “Hac Sûresi” ünvanı verilmiştir. Bu kutsî sûrede de bundan evvelki Enbiya Sûresinin ahirinde ihtar buyurulmuş olan gelecekteki azaptan, sorumluluktan kurtulmak için takvaya sarılmayı tavsiye buyuruyor. İbadetleri, İslâmi faziletleri ibret verici kıssalar, cihad, sulha dair âyetleri kapsamış bulunuyor. Ahiret hayatını isbat edecek bir kısım açık misalleri ve hâdiseleri gözler önüne koyuyor. Birtakım insanların nasıl cahilce bir gaflet ve sapıklık içinde yaşadıklarını ve bir kısım eski ümmetlerin dinsizlikleri yüzünden başlarına gelmiş olan felâketleri bildiriyor. Müminler ile kâfirlerin âkibetlerine, uyanmaları için dikkat çekerek müminlerin kavuşacakları mükâfatlar ile kâfirlerin uğrayacakları cezaları bildiriyor. Bu mukaddes sûre, hac farizasının Önemine, haiz olduğu yüce menfaatlere işaret ediyor. Allah yolunda cihadda, savaşta bulunanların nâil olacakları zaferleri uhrevî nimetleri müjdeliyor. Allah Teâlâ’dan başkasını mabût kabul edenlerin ne kadar sapıklığa düşmüş olduklarına dikkati çekiyor, müslümanlarla üzerlerine düşen kutsal ibadetlere devam etmelerini emir ve tavsiye buyurmaktadır ve ilâhi kudreti gösteren birnice yaratılış harikalarına enzarı dikkati çekmektedir. Mukaddesatı diniyeyi, İslâmvarlığını muhafaza ve müdafaa için cihadın farz olduğunu bildirmektedir. Bu mübârek sûre, muhakkak gerçekleşecek kıyametin ne zaman kopacağını Allah Teâlâdan başkasının bilmediğini bildiriyor. Ve Resûl-i Ekrem Efendimize teselli veren ve onun fetihlere muaffak olacağını bildiren âyetleri de içermektedir ki bunların geleceğe ait olan bu haberleri daha sonra tahakkuk etmiş, Kur’an-ı Kerim’in bir mucize olduğu bu şekilde ortaya çıkmıştır.

1. Ey insanlar! Rabbinizden korkunuz. Şüphe yok ki, kıyametin depremi, pek büyük bir şeydir.

1. Bu mübârek âyetler, insanları kurtuluş sebeplerini olacak olan takvaya davet ediyor, kıyamete ait en müthiş bir hâdisenin vuku bulacağını bildiriyor, ilâhi din hususunda cahilce münakaşalarda bulunup da şeytana uyan ve haktan yüz çeviren kimselerin ne fecî azaplara uğrayacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ey insanlar!) Ey mükellef olan insanlık zümresi!. (Rabbinizden korkunuz) sizi yaratan, besleyen, nice nimetlere nâil buyurmakta olan yüce yaradanınıza âsi olmayınız, O’nun azabını düşününüz. Bu cümleden olarak (Şüphe yok ki, kıyametin depremi, pek büyük bir şeydir.) İnsanlar bir gün ansızın böyle tasavvurların üstünde korkunç bir musibete uğrayacaklardır. Evet… Yerler şiddetle hareket edecek, nice kimseler birden bire hayattan mahrum kalacaklardır. Bu depremin vakti, bazı zatlara göre kıyamet günüdür, diğer bazı zatlara göre de güneşin batı tarafından doğacağı zamandır. Bu zaman kıyamete en yakın bir vakittir.

2. Onu göreceğiniz gün her emzikli kadın emzirdiğinden gaflet eder onu unutur ve her yüklü kadın, yükünü düşürür ve insanları sarhoşlar görürsün ve halbuki, onlar sarhoş değildirler velâkin Allah’ın azabı şiddetlidir.

2. Evet.. O deprem, pek müthiştir. Şöyle ki:(Onu göreceğiniz gün) fevkalâde bir korku içinde kalınılacaktır, (her emzikli kadın) o depremin verdiği bir korku ve heyecan ile (emzirdiğinden gaflet eder) onu emzirmekte olduğunu (unutur) kendi derdine düşer, titrer durur (ve her yüklü kadın) da o depremin şiddetinden dolayı (yükünü düşürür) yüklü olduğu çocuğunu düşürür, büyük bir korku ve dehşetin tesiri altında kalır (ve insanları) o zaman uğradıkları dehşet ve şaşkınlıktan dolayı (sarhoşlar görürsün) onları görecek olsan şarabın tesiriyle sarhoş olmuş kimseler sanarsın (ve halbuki, onlar sarhoş değildirler) öyle şarabın vesairenin tesiriyle o hale gelmiş olmayacaklardır. (Velâkin Allah’ın azabı şiddetlidir.) İşte o deprem de bu azap cümlesindendir, onun tesiriyle insanlar öyle akıl ve fikirden mahrum bir hale düşmüş olurlar. Azap, ilâhî azap, işte böyle şiddetlidir. Artık bütün insanlar daha hayattalarken bunu düşünüp de hareketlerini güzelce tanzim, güzel bir inanç ve amel ile vasıflanmalı değil midirler?

3. İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah hakkında bilmeksizin mücadelede bulunur ve herbir inatçı şeytana uyar.

3. Ne yazık ki: (İnsanlardan öylesi de vardır ki,) nefsini ıslaha, inancını iyileştirmeye ve ahlâkını düzeltmeye çalışmaz da (Allah hakkında bilmeksizin mücadelede bulunur) o yüce yaratıcının kudretiyle öyle müthiş felâketlerin, kıyamet alâmetlerinin ve diğer şeylerin meydana geleceğini inkâra cür’et eden, Allah hakkında bir takım bâtıl kanaatlarda bulunur (ve her bir inatçı şeytana uyar.) insanlardan ve cinlerden olan birnice dinsizlerin, bozguncuların telkinlerine kıymet verir, mukaddesata karşı düşmanca bir vaziyet alır, bâtıl münakaşalara cür’et eder. Rivayete göre bu âyeti kerime “Nazrubnulhars” hakkında nâzil olmuştur. Bu, mücadeleci bir inkârcı imiş, melekler Allah’ınkızlarıdır, Kuran evvelkilerin masallarından ibarettir, öldükten sonra dirilmek yoktur dermiş. İşte bu âyeti kerime, onun ve onun gibi inatcı kimselerin öyle bâtıl iddialarını reddetmekte ve kınamaktadır.

4. Onun üzerine yazılmıştır ki, muhakkak herkim onu dost tutarsa elbette o, onu saptırır ve onu alevli azap ateşine götürür.

4. (Onun) lanetli şeytanın (üzerine yazılmıştır ki) öyle kesin bir şekilde ilâhi takdiri gerçekleşmiştir ki: (Muhakkak herkim onu dost tutarsa) ona tâbi olursa, onun vesveselerine uyarsa (elbette o) şeytan (onu) o kendisini dost tutanı (saptırır) onu hak yoldan, cennet sahasından uzak düşürür (ve onu alevli azap ateşine götürür.) böyle bir azabı gerektiren olan çirkin, bâtıl şeyleri bezeyerek bunları o saptırdığı kimseye güzel gösterir, onun hidayetten mahrum, cehennem azabına mâruz kalmasına sebebiyet vermiş olur. Artık öyle şeytan tabiatlı kimselerin sözlerine kıymet verip de kıyamet günü gibi vesaire gibi bir takım hakikatları inkâra cür’et etmek nasıl uygun olabilir?..

5. Ey insanlar! Eğer siz öldükten sonra tekrar dirilmekten bir şüphede iseniz düşününüz ki biz sizi topraktan, sonra safi bir sudan, sonra kırmızı bir kan parçasından, sonra da tam yaratılmış veya tam yaratılmamış bir et parçasından yarattık, size açıkça anlatalım diye ve dilediğimiz rahimlerde belirli bir vakte kadar durduruyoruz, sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyoruz, sonra da kemâle eresiniz diye yaşatıyoruz ve sizden kimi vefat ettiriliyor ve sizden kimi de ihtiyarlık çağına itiliverilir, tâki, bilgiden sonra bir şey bilmez olsun. Ve yeryüzünü kurumuş bir halde görürsün. Vaktaki, onun üzerine suyu indiriveririz, harekete gelir ve kabarır ve her güzel çiftten otları bitirir.

5. Bu âyeti kerime, öldükten sonra tekrar hayata ereceğimizi isbat için deliller getirerekinsanlığın yaratılışı hakkındaki ilâhî kudrete işaret ediliyor. İnsanların hayat merhalelerine ve yer yüzündeki çeşit çeşit bitkilerin nasıl güzel bir manzara teşkil etmeğe başladığına nazarı dikkatlerimizi çekiyor. Şöyle ki: (Ey insanlar!.) Ey bütün insanlar!. Veya ey ahiret hayatını inkâr eden kimseler! (eğer siz öldükten sonra tekrar dirilmekten bir şüphede iseniz) onu imkânsız görerek ona dair bir delile ihtiyaç görüyorsanız, bir kere düşününüz, yaratılışın başlangıcına bakınız. (biz sizi topraktan) yarattık, bir kere büyük babanız Hazreti Âdem topraktan yaratılmıştı, sonra onun çocukları ve torunları olduğunuz için bu yaratılış, onun yaratılışı içinde sizi de kapsar. Bununla beraber bütün insanlar, gıda vasıtasiyle dünyaya gelmekte ve yaşamaktadırlar. Gıda denilen şeyler ise hayvansal ve bitkisel kısımlarına ayrılır. Bunlar ise netice itibariyle yerden, sudan kaynaklanıyor, doğmuş oluyor. Bu itibar ile de bütün insanlar topraktan yaratılmış demektir. (Sonra) Ey insanlar!. Sizi nutfe denilen (safi bir sudan) yarattık. Bu ise topraktan daha garip bir hayat kaynağı. Çünkü, nutfe, beyaz, saf, ince, akan ve çekilip uzanan bir şeytan ibarettir, böyle olduğu halde hayat vesilesi kılınmıştır. (sonra) alâka denilen, uyuşmuş (kırmızı bir kan parçasından) yarattık ki, o donmuştur, onda akma kabiliyeti yoktur (sonra da tam yaratılmış veya tam yaratılmamış) müzga denilen ufak (bir et parçasından yarattık) insanları böyle tertibe ve derece derece gelişmeye, kimisini yaratılışı tam olarak vücude getirdik, kimisini de düşmeye marûz bıraktık veya bazı azasının noksan yaratmış olduk. Bütün insanlığın yaratılışındaki bu safhalar, dereceler, Allah’ın kudretine birer şahittir. Bunların böyle yaratılışı, birer hikmete dayanmaktadır ve özellikle (size açıkça anlatalım) hikmet ve kudretimizi göstermiş olalım diye sizi böyle çeşitli vasıtalarla derece derece yaratılış sahasına getirdik. Artıkbunları düşünen bir insan, Allah’ın kudreti uzak görülebilir, nasıl imkânsız görebilir. Bir şeyi yoktan yaratan bir zat onu iadeye kâdir olamaz mı? Elbette kâdir olur. Evet.. Bir kere düşününüz ki, ey insanlar!. (Ve) sizden (dilediğimizi rahimlerde) annelerinin içlerinde (belirli bir vakte kadar durduruyoruz) bu müddetin en azı altı aydır, en çoğu da iki veya dört senedir. Rahimlerin kuvvetliliği ve zayıflığı gibi sebepler ile gebelik müddeti böyle değişir (sonra sizi bir çocuk olarak) annelerinizin içerilerinden dışarıya (çıkarıyoruz) artık annelerinizin içerilerinde kalarak onların perişan bir hâle gelmelerine sebebiyet verilmemiş oluyor. (sonra da) Ey insanlar!. Büyüyüp (kemâle eresiniz) diye sizi öyle dışarıya çıkarılmış kılıyoruz, sizi yaşatıyoruz, tâki kuvvet, akıl, bilgi kazanmak itibariyle olgunluk derecesine ermiş olabilesiniz. Deniliyor ki, bu müddet, otuz ile kırk yaş arasındaki hayat müddetidir. (Ve sizden kimi) daha genç iken (vefat ettiriliyor) fazla yaşatılmıyor (ve sizden kimi de) erzeli ömür denilen (ihtiyarlık çağına itiliverilir) çokça yaşatılmış olur. Bu kuvvetlerin zaafa uğradığı; akıla bozukluk geldiği, vücuttaki âletlerin gerektiği gibi işlemediği bir kocalık zamanıdır. (tâki, bilgiden sonra bir şey bilmez olsun) yeniden çocukluk haline iade edilmiş gibi bulunsun, bu şekilde de bu dünyanın fâni, Allah’ın kudretinin meydana geldiği anlaşılsın. İşte insanlığa ait bu halleri, bu inkilâpları meydana getirmeğe kâdir olan bir Yüce Yaratıcı, elbetteki, onları öldürdükten sonra tekrar yaratmaya da, onlara tekrar kuvvet, akıl ve iz’an vermeğe de kâdirdir. Buna inanmışızdır!. İşte bir örnek daha!. Ey insan!. Sen vakit vakit (yeryüzünü kurumuş,) sonbahara uğramış, bir ölü gibi sükûna dalmış (bir halde görürsün) yeryüzü de âdeta hayattan mahrum kalmış gibi bir vaziyette bulunur. Fakat, (vaktaki, onun üzerine suyu indiriveririz) kudretimizle yağmurları yağdırır,mevsimleri değiştiririz. O zaman, yeryüzü yeniden (harekete gelir) bitkileri meydana çıkarmaya kabiliyet kazanır, (ve kabarır) yükselir, bir bitirme gücüne kavuşur (ve her güzel çiftten otları bitirir.) Tatları, kokuları; menfaatları, miktarları farklı ve pek güzel, rengârenk ağaçları, çiçekleri, ekinleri vücude getirir, yeryüzü pek parlak bir güzellik levhası kesilir. İşte bütün bunlar da ilâhî kudret ile meydana gelen şeylerdir. Öyle olmuş bir halde bulunan yerküresini yeniden bir bahar feyzi ile hayata kavuşturan kerem sahibi yüce yaratıcı, artık insanları da öldürdükten sonra tekrar hayata kavuşturamaz mı? Onlara lâyık oldukları vaziyetleri veremez mi? İnanmışızdır ki bunların hepsine de fazlasıyla kâdirdir. Akıllı olan, bu dünyadaki hârikaları, eşsiz yaratılmış şeyleri seyreyleyen bir insan, insanların tekrar hayata ereceklerini, bir ebediyet âlemine sevkedileceklerini asla inkâr edemez.

§ Hamide; olmuş, kurumuş, bitkisiz bulunmuş şey demektir.

§ İhtizaz, hareket etmek, titremek, depretmek mânâsınadır.

§ Rebet, kabardı, arttı, bitki ile yükseldi demektir.

§ Zevc, renk, vasıf, çift demektir.

§ Behic; de güzel, gayet süslü ve her şey, sevinçli ve mutlu manasınadır. İbtihac da sevinç, mutlu olmak demektir.

6. O yaradılış, şu sebepdendir ki şüphesiz hak olan, o Allah’tır ve muhakkak ki, o, ölüleri diriltir ve şüphe yok ki, o, her şey üzerine ziyadesiyle kadirdir.

6. Bu mübârek âyetler, Allah Teâlâ’nın her şeye kâdir ve her fiilinin bir hak ve hikmede dayanmış olduğunu bildiriyor ve kıyametin mutlaka kopacağını ve kabirlerde olanları Cenab-ı Hak’kın dirilteceğini haber veriyor. İnsanlardan bir kısmının da bir bilgiye, biresasa dayanmış olmaksızın Hak Teâlâ’ya karşı mücadelede bulunduklarını ve böyle inkârcı hareketleriyle insanları Allah yolundan alıkoymak istediklerini beyan ve onların bu yüzden ne müthiş âkibetlere uğrayacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (O) yaratılış, insanların ve yeryüzünün hayata nâil kılınmaları (şu sebeptendir ki) yani: Ey insanlar!. Sizin bilip anlamanız içindir ki (Şüphesiz hak olan) bizzat sabit olup zatında, sıfatında ve ef’alinde doğru bulunan (o Allah’tır) bütün o üstün vasıflara sahip olan Yüce yaratıcıdır, başkaları ise sonradan yaratılmışlardır, fânidirler, yaratıcılık sıfatına sahip değildirler (ve muhakkak ki, o) Ezeli yaratıcı, (ölüleri diriltir) buna ner bakımdan kâdirdir. Bir damla sudan insanı yaratan, kurumuş kalmış yeryüzüne hayat veren bir yüce yaratıcı, elbetteki ölüleri de diriltir. (ve şüphe yok ki, o) âlemlerin yaratıcısı (her şey üzerine ziyadesiyle kâdirdir.) onun kudreti içerisinde olmayan hiç bir hâdise düşünülemez, dilediği şey hakkında bir kerre ol deyince o şey hemen oluverir. İşte içinde yaşadığımız bu âlemdeki pek mükemmel, muazzam varlıklar da o hikmet sahibi yaratıcının varlığına, kudret ve büyüklüğüne şahitlik edip durmaktadır.

7. Ve muhakkak ki, kıyamet gelicidir, onda şüphe yoktur ve muhakkak ki, Allah kabirlerde olanları diriltip kaldıracaktır.

7. (Ve muhakkak ki, kıyamet gelicidir) ileride meydana gelecektir. Ölüler diriltilerek mahşere sevkedileceklerdir (onda şüphe yoktur) Cenab-ı Hak, onun vücude geleceğini haber vermiştir, Hak Teâlâ’nın her beyanı ise bir hakikattir, o hâşa gerçeğe aykırı bir şeyi beyan buyurmaz ve onun kudreti de bu kıyameti meydana getirmeğe fazlasıyla yeterlidir. Artık kıyametin kopmasında nasıl şek ve şüphe edilebilir?. (Ve muhakkak ki, Allah kabirlerde olanları diriltip kaldıracaktır)onları mahşer yerine sevkedecektir, onları dünyadaki amellerinin mükâfatına ve cezalarına kavuşturacaktır, bütün bunlar, Cenab-ı Hak’kın kudreti içerisindedir ve onun hikmetinin gereğidir. Artık bunlarda şüpheye, tereddüde asla mahal yoktur.

8. Ve insanlardan öylesi de vardır ki, ne bir ilme ve ne bir rehbere ve ne de aydınlatan bir kitaba sahip olmaksızın Allah hakkında mücadelede bulunur.

8. (Ve insanlardan öylesi de vardır ki) kendi cehaletini görmez, kâinatın yaradılışını düşünemez (ne bir ilme) bir zarurî bilgiye, selâhiyetle bir zatdan alınan bir habere (ve ne bir rehbere) kendisine bilgi verecek doğru bir görüşe, bir delil getirecek yola veya kendisini irşad edecek bir mürşide (ve ne de aydınlatan bir kitaba) hakkı gösteren bir vahye (sahip olmaksızın) böyle üç kısım bilgi yollarından mahrum bulunduğu halde (Allah hakkında mücadelede bulunur) Cenab-ı Hak’kın kudretini takdir edemez, onun dinî hükümlerini inkâra cür’et eden, kıyametin kopacağına inanmaz, yüce Peygamberin beyanatına karşı cahilâne münakaşalarda bulunur durur.

§ Bu âyeti kerime İbni Abbas Hazretlerinden rivayet olunduğuna göre Ebu Cehil hakkında nâzil olmuştur ki, hükmü onun gibi diğer kâfirlere de şâmildir. O pis adam, insanları saptırmaya çalışarak Resûl-i Ekrem’e tâbi olmaktan alıkoymak isterdi.

9. Boynunu böbürlenip bükerek, Allah yolundan şaşırtmak için öyle mücadelede bulunur onun için dünyada zillet vardır ve ona kıyamet gününde yangın azabını tattırırız.

9. İşte öyle cahil bir şahıs, kendi cehaletini görmez de böbürlenirce bir vaziyet alır (boyununu böbürlenip bükerek) îmandan kaçınır, öyle bir halde mücadelede bulunur (Allah yolundan) başkalarını da (şaşırtmak için) öyle mücadeleye cür’et göstermiş olur.Artık (onun için) o mücadeleci kâfir hakkında (dünyada zillet vardır.) sonunda zelilce bir halde ölür gider. Nitekim Ebu Cehl de Bedir savaşında öldürülmüş, zillete uğramış oldu. (ve ona) o böbürlenen kâfire (kıyamet gününde de yangın azabını tattırırız.) Onu ebedî olarak cehenneme atmış oluruz, lâyık olduğu âkibete kavuşmuş olur.

§ Saniye itfihi; küfründen, büyüklenmesinden dolayı zikirden kaçınan, hakkı kabul etmeyen, hakkı küçümseyen, arkasını döndürüp duran kimse demektir.

10. Denilir ki bu azab senin iki elinin evvelce yaptığından dolayıdır. Ve şüphe yok ki, Allah kulları için hiçbir zulmeden değildir.

10. Ve kıyamette öyle bir kâfire hitaben denilir ki, veya lisanı hal ile denilmiş olur ki: (Bu) senin uğradığın dünyevî ve uhrevî azap (senin iki elinin evvelce yaptığından dolayıdır.) senin dünyada iken yaptığın amellerin, inkârcı bir şekildeki hareketlerin, mücadelelerin bir neticesidir. Bu azaplara sebebiyet veren, senin kötü muamelelerindir. İnsanlar, birçok işlerini kendi elleriyle gördükleri için yaptıkları işler böyle ellerine nisbet edilmiştir ki, bu bir adet gereğidir. (Ve şüphe yok ki, Allah kulları için hiçbir zulüm eden değildir.) Hak Teâlâ Hazretleri, bir âdildir zulûmden münezzehtir, hiçbir kulunu günahları olmadıkça cezalandırmaz. İnkarcıların uğradıklan daimî azapları ise, kendi kötü hareketlerinin, inançlarının bir neticesidir. Bu da hikmet gereğidir, bu teklif âlemin icaplarından bulunmuştur.

11. Ve insanlardan öylesi de vardır ki, Allah’a bir tereddüt üzere ibadet eder. Eğer ona bir hayır dokunursa onunla yüreği rahat eder ve eğer bir musibet dokunursa yüzü üzerine geri döner. Dünyada da ahirette de ziyana uğramıştır. İşte apaçık ziyan budur, bu.

11. Bu mübârek âyetler, bazı insanların sırfşahsi menfaat düşüncesiyle Allaha ibadet edip kendilerine bir zarar dokununca da hemen dinden dönercesine harekette bulunur olduklarını ve bu yüzden ziyana uğradıklarını bildiriyor. Kimseye bir faide ve bir zarar veremiyecek olan putlara veya zararları faidelerinden daha ziyade olan kimselere tapınanların da pek çirkin durumlarını gösteriyor. İhlaslıca îmanda ve güzel güzel amellerde bulunanların da ne kadar ebedî nimetlere nâil olacaklarını müjdelemekte ve Cenab-ı Hak’kın her şeye kâdir olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (ve insanlardan öylesi de vardı ki,) İslâm dinini, kesin bir inanca dayanmış, kat’i bir kanaatle, tam bir samimiyetle kabul etmiş değildir. Belki (Allah’a bir tereddüt üzere ibadet eder) yani: Bir tepenin bir kenarı üzerinde düşmek tehlikesine mâruz bir vaziyette bulunuyormuş gibi bir halde, şek ve şüphe içinde ibadette bulunur. (Eğer ona), sağlık, servet gibi (bir hayır dokunursa onunla), o dokunan hayır sebebiyle (yüreği rahat eder) yatışır, dinî üzerine sebat eder. (Ve eğer bir musibet dokunursa) yani: Nefsine, ailesine, malına hastalık gibi, zarar ve ziyan gibi bir tecrübe ve imtihan vesilesi olacak bir hâdise isabet ederse hemen (yüzü üzerine geri döner) yine küfrüne dönmüş olur. Çünkü onun dinî kabulü temiz bir kanaate, bir yüce maksada dayanmış değildir. Maddi faideler uğrunda her türlü mukaddesatı feda edecek bir kabiliyettedir. Artık öyle bir kimse, şüphe yok ki: (dünyada da ahirette de ziyana uğramıştır.) ümit ettiği faidelerden mahrum kalmış din adına yapmış olduğu ameller zayi olmuş, dinden dönmesi sebebiyle ebedî azaba aday bulunmuştur. (İşte apaçık ziyan budur.) bu bildirilen dünyevî ve uhrevî hüsrandır, evet (bu) dur. Çünkü, bunun gibi bir hüsran olamaz.

§ Rivayete göre bu âyeti kerime çöllerdenMedine-i Münevvere’ye hicret eden bir takım bedevi Araplar hakkında nazil olmuştur. Bunlardan bir Medine-i Münevvere’de sağlık, rahat, servet bulunca eşi erkek çocuk doğurunca İslâmiyet güzel bir din, onun sayesinde hayıra nâil oldum der, kalben tatmin olurmuş. İş tersine olup da böyle maddî bir faide göremeyince, meselâ hasta veya fakir düşünce her şerre uğramış oldum, başka değil diyerek İslâm dininden dönüverirmiş. Bir rivayete göre “müellefetülkulub=kalpleri İslâma ısındırılmış” denilen kimseler hakkında nâzil olmuştur.

§ Bir kerre düşünmelidir ki, dindar olmaktan asıl gaye, ebedî hayatı temin etmek, îman şerifine nâil olup Allah’ın rızasını kazanmaktır. Uhrevî azaptan emin olup ebedî saadetlere kavuşmaktır. Bu dünyada mümin olanlar da, olmayanlar da, bazan müsibetlere sıkıntılara mâruz kalabilirler. Evet.. Bir kere düşünmelidir ki, Yüce yaratıcı, kullarını bu dünyada yaşatıyor, kendilerini bir çok nimetlere nâil buyuruyor, bir kısmını da bazan hastalık gibi, fakirlik gibi ârızalara uğratıyor, elbetteki bunda da bir hikmet vardır. Özellikle ilâhi takdire rıza göstererek bu gibi ârızlara karşı sabreden müminler bunun mükâfatını dünyada olmasa bile ahirette göreceklerdir. Artık böyle geçici bir ârızadan dolayı gücenip de dine aykırı harekete nasıl cü’ret edilebilir. Böyle bir cü’retin kötülüğü, pek korkunç âkibeti düşünülmeli değil midir?.

§ Harf; kelimesi, taraf, bir tepenin kenarı, uçurum yeri mânasında olup tereddütten, ıstıraptan kuşku ve şüpheden, dinin bir kenarında bulunup onun ortasında, merkezinde bulunmamaktan kinayedir.

12. Allah’tan başka kendisine ne zarar ve ne de menfaat veremiyecek olan şeye ibadet eder. İşte bu, en uzak sapıklıktır.

12. Evet.. Ne büyük bir hüsran ki, o ilâhi dinden mahrum kalan kimse Cenab-ı Allah’aibadeti bırakır da (Allah’tan başka kendisine ne zarar ve ne de menfaat veremiyecek olan şeye) cansızlar türünden olan putlara (ibadet eder) Evet.. O putlar, kendilerine ibadet edenlere bir faide veremiyecekleri gibi kendilerine ibadet etmeyenlere bir zarar veremezler. Artık öyle âciz, mahlûk şeylere nasıl ibadet edilebilir?. (İşte bu) putlara ibadet, haktan, hidayetten, akıllıca hareketten (en uzak sapıklıktır) artık bunun kadar korkunç, felâket sebebi bir hareket bulunamaz.

13. Zararı faidesinden daha yakın olan kimseye ibadet eder. Ne fena yardımcı ve ne fena sahip!

13. Öyle kâfirlerden bir kısmı da (zararı faidesinden daha yakın olan kimseye ibadet eder) meselâ Firavun, Nemrut gibi reislerine tapınırlar, onların dünyevî varlıklarına bakarak, kendilerinden maddî menfaatler umarlar, Halbuki, bunlar (ne kötü yardım ve ne kötü sahip) kimselerdir!. Çünkü bunlara tapanlar, dünyada öldürülmeye, harekete lâyık olurlar, ahirette ise en şiddetli azaplara ebediyen uğrarlar. O taptıkları şahıslardan ümit ettikleri dünyevî menfaatler ise ya hiç gerçekleşmez, veya gerçekleşse de çabucak yok olup mes’uliyeti gerektirir olacağından onun da ne kıymeti olabilir?. Artık böyle ebedî felâketlere sebep olan bir harekete, insan perestliğe aklı başında olan bir insan nasıl cür’et edebilir?..

§ Aşir; kelimesi, eş, sahip, kabile mânasındadır. Cem’i aşayirdir. On cüzden birisi mânasını da ifade eden “öşr” gibi.

14. Muhakkak ki; Allah, îmân eden ve güzel güzel amellerde bulunanları altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Şüphesiz ki Allah dilediği şeyi işler.

14. Fakat bir kerre düşünmelidir ki: Yalnız Allah Teâlâ’ya ibadet edenler, ne kadar mutlu,gelecekleri ne kadar emniyete almış zatlardır. Evet.. (Muhakkak ki, Allah) Teâlâ Hazretleri, kendisine (îman eden ve) namaz gibi, oruç gibi, zekât ve sadaka gibi (güzel güzel amellerde bulunanları) dünyada da, ahirette de hayra, selâmete erdirir. Fetihlere nâil kılar (altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirir) onları dünyada nice güzel ülkelere hâkim kılan, onları ahirette de ebedî cennetlere kavuşturur. Cenab-ı Hak, bunların hepsine kâdirdir. Evet.. O yüce yaratıcıdır (Şüphesiz ki, Allah) o kerem sahibi mabûd (dilediği şeyi işler) her dilediğini meydana getirir. Binaenaleyh îman ve itaat sahiplerini her türlü selâmet ve saadete kavuşturacaktır, kendisine îman ve itaat etmeyenleri de her çeşit azaplara, felâketlere uğratacaktır. Onun için bir engel ve mâni yoktur. Buna inanmışızdır.

15. Her kim O’na Peygambere Allah’ın ne dünyada ve ne de ahirette yardım etmeyeceğini zannediyor ise semaya bir ip uzatsın, sonra onunla intihar etsin, artık baksın ki, kendisinin bu hilesi, onun nefret ettiği şeyi giderecek mi?

15. Bu mübârek âyetler, Allah Teâlâ’nın yüce peygamberine yardım etmiyeceği kuruntusunda bulunan münafıkların ne kadar yanlış düşündüklerini, kendi nefislerini feda etseler bile o yardıma mâni olamayacaklarını bildiriyor ve Kur’an âyetlerinin birer açık delil olduğunu ve Cenab-ı Hak’kın dilediği kuluna yardım ve hidayet ihsan buyuracağını telkin buyuruyor ve müminler ile diğer milletlerin aralarını her şeyi hakkiyle görüp bilen Allah Teâlâ Hazretleri, Peygamberi Muhammed Aleyhisselâma elbetteki, dünyada da, ahirette de yardım edecektir. (Her kim ona) o yüce Resûle (Allah’ın ne dünyada ve ne de âhirette yardım etmiyeceğini zannediyorsa) bu yardımın meydana gelmesini arzu etmiyorsa buna mâni olmak için (semaya) göğe veya hanesinin tavanına (bir ip uzatsin) onuboynuna takıp havaya yükselmek istesin (sonra onunla intihar etsin) yerden alâkâsını keserek gebersin gitsin. (onun nefret ettiği şeyi) Resûlullaha olan ilâhi yardımı (giderecek mi?.) Ne mümkün, elbette ilâhi yardım dinin yüceltilmesi tecelli edecektir. Onu istemeyenler ise kin ve düşmanlıklarından dolayı mahvolup gitsinler.

§ Bu âyeti kerime, bir takım din düşmanlarının ve Özellikle “Gatfan” ve “Beni esed” kabilelerinden bazı kimselerin haklarında nâzil olmuştur. Bunlar, Cenab-ı Hak’kın Peygamberine yardım etmiyeceğini zannediyorlar ve yardım etmesini istemiyorlardı. Bunlar İslâmiyete davet edilince bundan kaçınıyorlardı. Ve diyorlardı ki: bizimle Yahudi’ler arasında bir sözleşme vardır, onlar bize yiyecek, hurma gibi, erzak veriyorlar, eğer biz müslüman olursak bu erzaktan mahrum kalırız, Peygamberin yardıma nâil olacağını ise ummuyoruz. İşte bu âyeti kerime öyle âdi, dünyevî bir menfaat uğrunda ilâhi din gibi saadet sebebi olan bir muazzam, ebedî nimeti feda edenlerin o pek çirkin, cahilce düşüncelerini, hareketlerini red etmekte ve kınamaktadır.

16. Ve işte onu böyle açık açık âyetler olarak indirdik. Ve şüphe yok ki, Allah dilediğine hidayet eder.

16. Evet.. Cenab-ı Hak, Resûlune yardım edecektir, Kur’an-ı Kerim’in âyetleri bunu müjdelemektedir. (İşte onu) o Kur’an-ı Kerim’i (böyle açık açık âyetler) lâfzan ve hükmen birer mucize, birer söz harikası (olarak indirdik) o Peygambere ihsan ettik, onun zafere nâil olacağını bu vasıta ile de kendisine müjdelemiş olduk. (Şüphe yok ki, Allah dilediğine hidayet eder.) Onu hidayette sabit kılan, ona maddî ve manevî nimetlerini, yardımlarını ihsan buyurur. Artık buna o inkârcılar, o hainler mi mâni olacak?. Ne mümkün!. Nitekim Hz. Peygamber hakkındailâhi yardım tecelli etmiş, az bir zaman içinde düşmanlarına galip olarak Mekke-i Mükerremeyi ve diğer yerleri fetheylemiş, İslamiyet nurları doğu ve batıyı aydınlatmaya devam buyurmuştur.

17. Muhakkak o kimseler ki, iman ettiler ve o kimseler ki, Yahudi oldular ve Sabîîler ve Hıristiyanlar ve Mecusîler ve şirke düşenler yok mu, muhakkak ki; Allah Teâlâ kıyamet gününde onların aralarını ayıracaktır, şüphe yok ki, Allah Teâlâ her şeyi görüp bilendir.

17. Evet.. Hak Teâlâ dilediğine hidayet eden ve dilediğini hidayetten mahrum bırakır. İşte (muhakkak ki, o kimseler ki, îman ettiler) Allah Teâlâ’yı ve bütün Peygamberleri, semavi kitapları tasdik eylediler, elbetteki, onlar hidayete mazhar olan zatlardır. (ve o kimseler ki, Yahudi oldular) Yahudilik dinini kabul etmiş bulundular, sonra birnice hükümleri değiştirdi ve bir kısım Peygamberleri inkâr ettiler (ve) onları ki (sabiîler) dir, bazı, yıldızlara tapan ve yaratılış eserlerini o yıldızlara isnât eden bir taifedir (ve) onlar ki (Hristiyanlar) dır. Hıristiyanlık dinini kabul etmiş, sonra Hazreti İsaya Allah’ın oğludur demeğe cür’et göstermiş kimselerdir. (ve) onları ki (mecusiler) dir. Peygamberlere inanmayıp güneşe, aya, ateşe tapan ve bu âlem için nur ile zulmetten ibaret iki asıl vardı demekte bulunan kimselerdir (ve şirke düşenler) dir. Peygamberleri tasdik etmeyip esnam denilen putlara tapan bir yığın cahillerdir. İşte bunlar (yok mu) böyle altı kısıma ayrılan din mensupları var ya, (muhakkak ki, Allah Teâlâ kıyamet gününde onların aralarını ayıracaktır.) doğru yolda olanlar ile bâtıl yolda olanları tâyin buyuracaktır. Her bakımdan açık bir hakikattır ki, bu muhtelif dinler arasında yalnız İslâm dinî, ilâhi bir dindir, bütün Peygamberler ümmetlerine esasen bu ilâhi dinî tebliğ etmişlerdir. Diğer dinler ise bozulmuştur ve bâtıldır, şeytani bir mahiyette bulunmaktadır.Dinler arasında güzelce tetkikatta bulunanlar bu hakikatı itirafa mecbur olurlar. (Şüphe yok ki, Allah Teâlâ her şeyi görüp bilir.) hiç bir şey, Hak Teâlâ’nın müşahede alanından ezeli ilminin dairesinden hariç olamaz. Artık muhakkaktır ki, ahirette de ilâhi hükmü tecelli edecektir. Doğru yolda olanlar bile bâtıl yolda olanları tâyin buyuracaktır. Doğru yolda olan ehli îmanı cennetlere, birnice tecellilere erdirecektir, küfre düşmüş olanları da cehenneme sevk buyuracaktır, her kul, lâyık olduğu âkibete kavuşmuş olacaktır. İlâhi adalet, ilâhi hikmet bunu gerektirmektedir.

18. Görmedin mi ki, muhakkak Allah’a göklerde olanlar da ve yerde olanlar da ve güneş, ay, yıldızlar da ve dağlar ve bütün hayvanat da ve insanlardan bir çoğu da secde ederler. Ve birçokları da vardır ki, onun üzerine de azap hak olmuştur ve kimi ki, Allah bedbahtlığa düşürürse artık onu saadete erdirecek bir kimse yoktur. Şüphesiz ki, Allah dilediğini işler.

18. Bu mübârek âyetler, göklerde ve yerde bulunan bütün cisimlerin, bütün eserlerin ve insanlardan bir çoklarının Cenab-ı Hak’ka karşı tâzim secdesine kapanmakta olduklarını ve insanlardan bir çoklarının da -küfürleri yüzünden- azaba mahkûm, yardımdan mahrum bulunduklarını bildiriyor. Bu iki zümreden küfre düşmüş olanların ne kadar ateşin azaplara mâruz kalacaklarını ve ateşten her çıkmak istedikleri zaman tadınız o yangın azabını diye kendilerine hitabedilerek ve ateşe iade edileceklerini ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey mükellef, bilgi kabiliyetine sahip insan!. (Sen görmedin mi?) güzelce düşünüp bilmedin mi ki, (muhakkak Allah’a) o kâinatın yaratıcısına (göklerde olanlar da ve yerde olanlar da) bütün semalarda ve yeryüzünde bulunan melekler de diğer ruhani mahlûklar da secde ederler, yani o yüce yaratıcının takdir ve tedbirine tamamiyle boyun eğerler, bütünvarlıkları, parlaklıkları, neşvunemaları birer ilâhi kudret eseri olduğundan hepsi de Allah’ın birliğine delâlet ve şahitlik eder durur. Bu bakımdan bütün insanlar da, cinler de böyle bir boyun eğme ve delalete sahiptirler. (ve) böyle yalnız akıl sahipleri değil (güneş) de (ay) da (yıldızlar) da (ve dağlar, ağaçlar) da ve bütün (hayvanat da) secde ederler yani: ilâhi iradeye her bakımdan boyun eğer teslimiyette bulunurlar. Artık böyle birer mahlûk, ilâhi iradeye tâbi olan şeylere nasıl mâbudluk ve ilâhlık isnat edilebilir?. (Ve insanlardan bir çoğu da secde ederler) yani mümin, iyi olan insanlar, Cenab-ı Hakkı birlemeğe, ibadet ve itaate devam ve iradeleriyle vakit vakit kulluk secdesine kapanırlar. (ve) insanlardan (birçokları da vardır ki) secdeden kaçınır, kendi iradesiyle ibadette bulunmaz (onun üzerine de azap hak olmuştur.) İşte kâfirler, îmanın gereği olan secdeden kaçındıkları için haklarında bir ebedî azap mukadder bulunmuştur. (Ve kimi ki Allah bedbahtlığa düşürürse) yani: Hangi bir şahıs ki, kendi iradesini şerre ve küfre sarfettiği için hakkında bedbahtlık takdir edilmiş bulunursa (artık onu saadete erdirecek bir kimse yoktur) onu dalâletten kurtarıp hidayete erdirecek bir kerem sahibi bulunamaz. Çünkü buna Cenab-ı Haktan başkası kâdir değildir. (Şüphesiz ki, Allah dilediğini işler) hikmetin gereğine göre iradesi tecelli eder. Elbette ki, mümin olan kullarının hidayete, saadete, ermeleri, kâfir olanların da sapıklığa, ihanete düşmeleri, birer hikmet gereği olup Allah’ın düşmesi cümlesindendir.

§ Bu âyeti kerime altıncı secde âyetidir.

19. Şu ikisi, iki düşmandır. Rableri hakkında çekişmede bulunmuşlardır. Artık o kimseler ki, kâfîr olmuşlardır, onlar için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üzerine de kaynar su dökülür.

19. İşte (Şu ikisi) mümin olan zümre ile kâfirolan taife (iki düşmandır) birbirlerine hasım olan iki fırkadır. Onlar (Rableri hakkında) o yüce yaratıcının dinî, zat ve sıfatı hususunda birbirleriyle münakaşada (çekişmede bulunmuşlardır) müminlerden meydana gelen zümre, hakikat caddesini takibeder, Allah’ın birliğine inanır, bütün Peygamberleri, semavi kitapları tasdik eder ve yüceltir. Diğer zümre fertleri ise bâtıl itikatlarda bulunurlar, bunların bir takımı bir kısım Peygamberleri, mukaddesatı inkâr ederler, bir takımı da gök cisimlerine ve diğer mahlûkata ilâhlık isnâd ederek putlara taparlar. (artık o kimseler ki, kâfir olmuşlardır) tevhit dininden ayrılmış bulunmaktadırlar (onlar için ateşten esvap biçilmiştir.) kendileri için vücutlarını her bakımdan kuşatacak olan cehennem ateşi, öyle müthiş bir felâket takdir edilmiştir. (başlarının üzerine de) o cehenneme atıldıkları zaman (kaynar su dökülür) İbni Abbas Radiallahu anh demiştir ki: Eğer o sudan bir damla dünya dağları üzerine damlayacak olsa elbette ki, onları eritiverir.

§ Bu âyeti kerimenin iniş sebebi hakkında çeşitli rivâyetler vardır. Bir rivayete göre Bedir savaşında ashab-ı kiram ile müşrikler arasında vuku bulan mübareze hakkında nâzil olmuştur. Şöyle ki: Müşriklerden Utbe, Şeybe ve Velid İbni Utbe, harp meydanına atılmışlar, kendilerine karşı ensar-ı kiramdan bazı zatlar mübarezeye çıkmak isteyince müşrikler böbürlenerek demişler ki: Bunlar bizim eşimiz değildirler, bize karşı Kureyş’ten emsalimiz olan kimseler savaşa atılmalıdırlar. Bunun üzerine Hazreti Ali, Hazreti Hamza ve Hazreti Ubeyde meydana atılmışlar, Hz. Ali, Şeybe’yi, Hazreti Hamza da Utbe’yi öldürmüş, Hazreti Ubeyde Velid ile harb ederken Hazreti Ali gelip onu öldürmüştür. Diğer bir rivayete göre de bu âyeti kerime, müslümanlar ile ehli kitap denilen inkârcılar arasındaki bir münakaşa üzerine nazil olmuştur. Şöyle ki: Ehli kitaptan olanlar, demişler ki: Ey müslümanlar!. BizimPeygamberimiz sizin Peygamberinizden öncedir, bizim kitabımız da sizin kitabınızdan öncedir. Binaenaleyh biz sizden Allah katında üstünüz. Müslümanlar da demişler ki: Hayır.. Biz Allah katında üstünüz. Çünkü bizim kitabımız, bütün kitaplar üzerine hâkimdir, bizim Peygamberimiz de son peygamberdir. Bunun yanında biz bütün semavi kitaplara ve sizin Peygamberinize de îman etmiş bulunuyoruz, siz ise bizim Peygamberimizi de, bizim kitabımızı da bildiğiniz halde onları bir kıskançlık sebebiyle inkâr ediyorsunuz. Gerçekten insaflıca düşünen bir insan, müslümanların ne kadar haklı, İslâm dininin ne kadar yüce, ne kadar evrensel ve tab’ı selime ne kadar uygun olduğunu itiraf eder.

20. Onunla karınlarındakiler ile derileri eritilir.

20. Evet cehennemdeki sıcak su öyle şiddetlidir ki: (Onunla) o suyun şiddetli hararetiyle o içine atılacak kâfirlerin (karınlarındakiler ile) barsakları, iç yağları gibi şeyler ile (derileri eritilir) o kâfirlerin böyle içerileri ile dışarıları da böyle ateşin bir azaba tutulmuş olur.

21. Onlar için demirden kamçılar da vardır.

21. Bununla beraber (onlar için) o cehenneme atılacak kâfirlere ait (demirden kamçılar) çomaklar, kırbaçlar (da vardır) bunlar ile yüzlerine vurulur, böyle çeşit çeşit azaba uğrar dururlar.

§ Hamim; kaynar su demektir. Şiddetli sıcak zamanında yağan yağmur, hakkında özen gösterilen yakın kimse mânasında da kullanılır.

§ İshar; da eritmek ve ulaşmak demektir. “Mekamıda; makma’ın çoğuludur ki: bir şeyi menetmek ve demirden yapılmış çomak, kamçı mânasınadır.

22. Her ne zaman ondan, gamdan çıkmak isterlerse onun içine iade edilirler ve yangın azabını tadın denilir.

22. Artık o cehennemdeki kâfirler, (her ne zaman ondan) o cehennem ateşinden veya o ateşin elbiselerinden, evet.. O pek şiddetli (ğamdan çıkmak isterlerse) kendilerinin cehennemden dışarıya atılmalarını arzuda bulunurlarsa (onun) o ateşin (içine) zebaniler vasıtasiyle (iade edilirler) demir kırbaçlar ile cehennemin dibine red olunurlar. (Ve) kendilerine hitaben (yangın azabını) o pek şiddetli ve her tarafa yayılmış olan cehennem ateşini (tadın) denilir. Oradan çıkmalarına asla müsaade edilmez. İşte küfrün en tehlikeli, en ebedî cezası:

23. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ, îmân edenleri ve güzel güzel amellerde bulunanları altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirecektir. Orada altundan bilezikler ile ve inci ile süsleneceklerdir ve oradaki elbiseleri ipektir.

23. Bu mübârek âyetler, îman ve salih amel sahiplerinin ahirette nâil olacakları nimetleri bildiriyor, onların ne kadar güzel, hoş sözlere ve Allah Teâlâ’nın yoluna irşad edilmiş bulunduklarını müjdeliyor. Kâfir olanların ve Allah’ın yolundan, Mescid-i Haramdan insanları men edip zulme meyilli bulunanların da müthiş âkibetlerini böylece ihtar buyurmaktadır. (Şüphe yok ki, Allah Teâlâ, îman edenleri) zatının birliğine ve Resûl-i Ekrem’ine ve diğer dinî hükümlerine (îman edenleri) tasdikte bulunanları (ve) îmanlarını gösteren, îmanlarındaki sebatlarına şahitlik eden (güzel güzel amellerde bulunanları) üzerlerine düşen farizeleri ve diğer mendub, hâlis muameleleri yerine getirenleri (altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirecektir) pek lezzetli sulara, çok güzel manzaralara nâil kılacaktır. O muhterem kullar (orada) o cennetlerde melekler vasıtasiyle (altundan bilezikler ile ve inci ile süsleneceklerdir) sahip oldukları güzellikler, bu vesile ile de arttırılmış olacaktır. (ve) böyle cennetlere girecek zatların (oradaki elbiseleri ipektir.) ibrişimdenvücude getirilmiş, emsalsiz kumaşlardır. Evet.. Mümin olan erkekler için dünyada ipekten elsiseler giymek haramdır. Bu elbiseler dünyada kadınlara mahsustur. Erkeklerin dünyadaki vaziyetleri, mesaileri bu gibi ipek kumaşlar ile bezenmelerine mânidir ve bu bir hikmet gereğidir. Fakat ahiret âlemi, müminler için bir ebedî istirahat ve saadet âlemi olduğundan mümin olan erkekler orada ipekten elbiseler giyerler, dünyadaki emre uymalarının orada böyle mükâfatını görürler.

§ Esavir; esvirenin ve sivarin çoğuludur ki, bilezikler demektir.

24. Ve onlar sözden en temiz olana hidayet olunmuşlardır ve hem de ziyade hem de müstahik olan Allah Teâlâ nın yoluna erdirilmişlerdir.

24. (Ve onlar) o cennetlere nâil olan mutlu kullar (sözden en temiz) güzel, yüce, kutsal (olana hidayet olunmuşlardır) onlar dünyada iken kelime-i şehadet ile lisanlarını süsler ve kalplerini aydınlatırlardı veya Kur’an-ı Kerim’i okuma şerefine nâil bulunurlardı veyahut: Bize vâad etmiş olduğu hususlarda doğru olan, bizi böyle cennetlere erdiren Allah’ımıza hamdolsun derler. (ve hem de ziyade hem de müstahik olanın) yani Hak Teâlâ’nın (yoluna) o mümin zatlar (erdirilmişlerdir) yani: Onlar dünyadalarken din yolunu tâkibetmiş, ilâhi din ile vasıflanmışlardır. İşte bu güzel hallerinin mükâfatı olarak öyle en şerefli, en çok mutluluk veren birer ebedî ikametgâh olan cennetlere nâil ve öyle pek güzelce tezyinata muvaffak olacaklardır.

25. Muhakkak o kimseler ki, kâfîr oldular ve Allah’ın yolundan ve yerliler ile taşradan gelenler için eşit kıldığımız Mescid i Haramdan insanları men ederler ve her kim ki, orada zulüme meyletmek arzusunda bulunur ona bir acıklı azaptan tattıracağızdır.

25. (Muhakkak o kimseler ki, kâfir oldular)dünyada iken küfrü tercih ederek îman nimetinden mahrum bulundular (ve Allah’ın yolundan) İslâmiyet dininin geniş yolundan onu bunu menetmeğe çalışıp durdular (ve) bu cümleden olarak (yerliler ile taşradan gelenler için) yani: Mekke ahalisi ile çöllerden ve diğer ülkelerden gelecek misafirler için (eşit kıldığımız) hepsi için de ziyaretine izin vermiş olduğumuz (Mescid-i Haramdan) insanları (menederler) orada dinin hükümlerinden olan Beytullah’ı tavaf gibi, namazları kılmak gibi, hac ve umrenin hükümlerini ifa gibi güzel amellerin yapılmasına mani olurlar. (Ve her kim ki orada) harem dairesinde (zulme meyletmek arzusunda bulunur) meselâ Harem-i Şerifte halka zulmetmek kasdinde bulunur veya müşrikce bir hareketi veya yasaklanmış olan herhangi bir şeyi veyahut gayrımeşru lakırdıları yapar veya harem dairesine ihramsız girmeğe cür’et gösterirse artık (ona) bu gibi yasak şeyleri işleyen herhangi birine (bir acıklı azaptan tattıracağızdır.) Binaenaleyh her mümin için lazımdır ki, Beytullah’a hürmetde bulunsun, orada dinin kuralları dahilinde harekete dikkat eylesin. İslâmi farizalara lâyık olmayan şeylerden tamamen kaçınsın.

§ Rivayete göre bu âyeti kerime, Resûlullah ile ashab-ı kiramını Hudeybiyye senesinde hac ve umre etmekten ve haramı şerifte kurban kesmekten men etmiş olan Ebu Süfyan ile arkadaşları hakkında nâzil olmuştur. Peygamber Efendimiz umre için ihrama girmiş olduğu için onlar ile cihatta bulunmayı muvafık görmemiş, bir sene sonra gelip hac etmesi için onlar ile anlaşma yapmıştı. Fetih sûresi tefsirine de bakınız!.

§ Mescid-i Haram tâbiri Mekke-i Mükerremedeki harem dairesi denilen bütün bilinen sahayı da içine alır. İmamı Âzam’a ve birçok fakihlere göre bu harem dairesindeki yerler, arazi, bütün müslümanlar arasında eşit bir mahiyette bulduğundan satılıp kimseyemülk edilemez.

§ İlhad; kaçınmak; yüz çevirmek, haktan dönmek, küfre düşmek, şeriatın yasakladığı şeyleri yapmak.

26. Ve hatırla ki, İbrahim’e Beyt-i şerîfin yerini bir makam kılmıştık, bana bir şeyi ortak koşma ve benim beytimi tevaf edenler için ve mukim olanlar için ve rükû ve secde edenler için tertemiz tut diye hazırlamıştık.

26. Bu mübârek âyetler de İbrahim Aleyhiselâm’ın Kâbe-i Muazzama’yı yeniden inşaya ve onu bütün ziyaret edecek zatlar için tertemiz bir halde bulundurmaya Allah tarafından görevlerdirilmiş olduğunu bildiriyor. Hazreti İbrahim’in Beyt-i Şerif’i ziyarete insanları davete memur olup ziyaretçilerin de ne yolda harekette bulunduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (ve) Yüce Resûlüm!. (hatırla ki, İbrabim’e) halilullah denilen o pek muhterem Peygambere (Beyt-i şerifin) yani: Kabe-i Muntazam (yerini bir makam kılmıştık) o mübârek yerini kendisine bildirmiştik. (bana bir şeyi ortak koşma) yani bir Beyt-i şerifi sırf benim rızam için yeniden inşa et, ibadet ve itaat hususunda hiçbir kimseyi bana ortak koşma, yapacağın bu mukaddes mabed, hakka itaatden başka bir maksada dayanmış olmasın (ve benim Beytimi) Kâbe-i Muazzama’yı her taraftan gelip (tavaf edenler için) ve Mekke’de (mukim olanlar için ve) içinde namaz kılarak (rükû ve secde edenler için tertemiz tut diye) emir etmiş o muazzam umumi mabetin yerini hazırlamıştık.

§ Tefsirlerde yazılı olduğu üzere kendisinin sırf büyük bir ilâhi mabed bir mukaddes mekân olduğuna işaret için “Beytullah” denilen Kâbe-i Muazzama evvelce kırmızı yakuttan oluşmuştu, tufan günlerinde semaya kaldırılmıştır, sonra Cenab-ı Hak, onun yerini Hazreti İbrahim’e göndediği bir rüzgâr ile veya bir bulut ile hârikulâde bir şekilde bildirmiş, İbrahim Aleyhisselâm da o yerde Beyt-i şerifi yenidenbina kılmıştır. Ve şöyle de denilmektedir ki; Kâbe-i Muazzamayı ilk evvel bina eden, Hazreti İbrahim’dir, yeryüzünde ilk evvel yapılan Mescid-i Şerif budur. Bundan kırk sene sonra da “Beyt-i mukaddes” yapılmıştır. Bununla birlikte şöyle de mervidir ki: Kâbe-i Muazzama beş defa bina edilmiştir. Birincisini melekler bina etmişlerdi, kırmızı yakuttan oluşmuştu. Sonra tufan zamanında göğe kaldırılmıştır. İkincisi, İbrahim Alehisselâm tarafından yapılmıştır. Üçüncüsünü de Kureyş kabilesi, cahiliyet devrinde bina etmişlerdir. Bunun yapılışında Resûl-i Ekrem Efendimiz de hazır bulunmuştur. Dördüncüsünü de İbnüzzübeyir bina etmiştir. Beşincisini de Haccac bina etmiştir. Asıl mukaddes olan yeri daima mahfuz bulunmuştur. Asıl bir yüce mâbedi olan da onun bu yeridir, kıyamete değin müminlerin mübârek bir ziyaret yeri, bir mâbedi bulunacaktır.

27. Ve insanlar arasında haccı ilân et, sana yaya olarak ve her bir geniş, uzak yoldan gelen zayıf develer üzerine binmiş olarak geliversinler.

27. (Ve) Hak Teâlâ İbrahim Aleyhisselâm’a vahyen emretti ki (insanlar arasında haccı ilân et) haccın bir kutsal ibadet olduğunu bildir, bu hususa dair nidâda bulunun, Beyt-i şerifi ziyaret için insanları davet eyle (sana) senin bina ettiğin Beyt-i şerife (piyade olarak) gelsinler (ve her bir geniş uzak yoldan gelen zayıf develer üzerine binmiş olarak geliversinler) böyle bir fedakârlıkta bulunarak büyük büyük sevaplar kazansınlar.

28. Tâ ki, kendileri için bir takım menfaatlere şahit olsunlar ve kendilerini merzuk etmiş olduğumuz dört ayaklı kurbanlık hayvanlar üzerine malûm olan günlerde Allah’ın ismini ansınlar. Artık onlardan yiyin ve yoksul fakirlere yediriniz.

28. (Tâki) gelsinlerde (kendileri için bir takım) büyük, dinî ve dünyevî (menfaatlere şahitolsunlar) çünkü hac farizesi, dinimizin beş mübârek esasından biridir, malî ve bedenî bir ibadettir. Nail olduğumuz sıhhatin ve servetin bir şükran vazifesidir, mâbudumuza karşı en büyük hürmeti içermektedir. Bu yüce ibadet, ruhları fazlasıyla rahatlatır, müslümanlarca en mübârek olan bir beldeyi ziyarete vesile olur, doğu ve batıdan gelen birnice müslümanlar bir arada birlikte ibadetde bulunarak aralarındaki din birliği, İslâm kardeşliği güzelce tecelli etmiş bulunur. Bununla beraber birçok müslümanlar en güzel, en faideli bir seyahat olan hac yolculuğuna kavuşmak servet kazanmaya çalışsınlar, bu vesile ile de müslümanlar arasında iktisadi faaliyet artar, birçok hayırlı işler yapılır, bu sayede bir hayli bilgiler de elde edilmiş olur. (ve) böylece hacca muvaffak olan zatlar (kendilerini rızıklandırmış olduğumuz dört ayaklı kurbanlık hayvanlar üzerine) kurban olarak kesilen deve, sığır ve koyunlar üzerine (malûm olan günlerde) geldikleri zaman (Allah’ın ismini ansınlar) onları tekbir ile kesiversinler. Malûm günlerden maksat, eyyamı nahr denilen günlerdir ki, kurban bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günüdür. (Artık onlardan) o kesilecek kurbanların etlerinden ey onları kesenler!. Siz de (yiyin) bu size mübahtır (ve yoksul fakirlere) de ihtiyaç içinde kalmış âciz kimselere de (yediriniz) bu da bir vecibedir.

29. Sonra kirlerini gidersinler ve adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i atiki tavaf etsinler.

29. (Sonra) o hac vazifesini ifa eden zatlar (kirlerini gidersinler) üstbaşlarının temizliğini temin etsinler, fazla olan bıyıklarını, tırnaklarını kessinler, koltuklarını, kasıklarının kıllarını gidersinler, temizliğe dikkat eylesinler (ve adaklarını yerine getirsinler) adamış olduklarını alıp kessinler, ve diğer adadıkları meşru şeyleri usulü dairesinde ifa eylesinler (ve Beyt-i atiki) eski, düşman saldırısından emin, bütün müminler için ilk evvel tesisedilmiş olan Kâbe-i Muazzama’yı, o mümin kullar (tavaf etsinler) o mukaddes evin etrafında dolaşsınlar.

§ Tavaf; lügatte ziyaret etmek, bir şeyin etrafında dolaşmaktır. Şeriat istılahında: Kâbe-i Muazzamanın çevresinde ibadet maksadiyle yedi defa dolaşmaktır ki, oradaki “haceri esved” denilen mübârek bir taşın bulunduğu köşeden tevafa başlanır, mübârek kâbenin kapısı önünden sağa gidilmek suretiyle devir yapılır, böyle her devir yine haceri esvedin yanına gelmekle son bulur.

§ Tavaflar beş kısımdır,

(1): Tavafı kudumdur ki: Mekke-i Mükerreme’ye başka beldelerden gelen zatların hemen yaptıkları tavaftır ki, bu, sünnettir. Buna tavafı lika da denir.

(2): Tavafı ziyarettir ki: Arafattan inildikten sonra yapılan tavaftır. Buna “tavafi ifaze” de denir. Bu, haccın iki rüknünden biridir. Bunun dört şavti, yani dört defa devir yapılması farzdır. Bunun vakti müsaittir, derhal yapılması lazım değildir. Fakat ergeç bu yapılmadıkça hac farizesi tamam olmuş olmaz.

(3): Tavafı saderdir ki, hac tavaftır. Buna “tavafı veda” da denir. Bu hariçten gelenler için vâciptir.

(4): Tevafı tetevvudur ki: Mekke-i Mükerreme’de bulunan zatların vakit vakit yaptıkları tavaftır ki, bu nafiledir.

(5): Tavafı umredir ki: Haccı umrede bulunanların yapacakları tavaftır ki, bunun dört defa devir edilmesi, umrenin rüknü bulunmaktadır. Binaenaleyh lazımdır. Bunsuz umre tamam olmaz.

§ Tavaf; bir mühim ibadettir, tekbir ile tehlil ile, selâtüselâm ile yapılır. Tavaf, yüce düşüncelerin, dinî hissiyatın güzel bir nişânesidir. Tavaf, İslâm cemiyetinin bir birlik teşkil ettiğini, aynı gayeye yönelmiş bulunduklarını gösterir, mekândan ve zamandan münezzeh olan bir yüce yaratıcı, onun kutsal dinine müslümanların pek sağlam, manevî bir bağlılıkla bağlı olduklarına şahitlik eder. Tavaf, Allah’ın Arşının etrafında tesbihve tehlil ile dolaşan kutsi meleklerin o yüce, ruhani ibadetlerinin şekline yeryüzünün en mübârek bir parçasında benzer meydana getirmiş gibi olur. Tavaf, islam dinine fevkalâde bir bağlılık göstermek, ezeli ahde riayetin devamını arzetmek, kulluk vazifesidir. İşte İbrahim Aleyhisselâm, fevkalâde bir şekilde olmak üzere insanları hacca, böyle tavafı içeren kutsal bir ibadete davete Allah tarafından görevlendirilmişti.

§ Rivayete göre Hazreti İbrahim, safa mevkiine çıkarak “ey insanlar!. Allah Teâlâ size hac vazifesini, bu mukaddes evi ziyaret etmeği farz kılmıştır.” gibi bir şekilde seslenmiş, bu yüksek nidâyı yer ile gök arasında bulunan herşeyi bütün insan ruhları duymuş, bu davete “lebbeyk allahümme lebbeyk” diyerek icabet eden her ruh sahibi, hac etmeğe daha sonra muvaffak olmuş ve olmakta bulunmuştur. Hatta bu nidâya defalarca icabet eden zatlar ise defalarca hacca muvaffak bulunmaktadırlar, ilâhî kudrete göre bu gibi hârikaların vukuunu hiçbir akıllı kimse imkânsız göremez.

§ Hac meseleleri için bekara sûresinin (196 ve 197) nci âyetleri izahına da müracaat ediniz!.

30. Emir, böyledir ve her kim Allah’ın hürmetlerine saygı gösterirse onun için Rabbi nin katında bir hayırdır ve sizin için enam helâl kılınmıştır. Ancak size haram oldukları okunanlar müstesnâ! Artık putlardan ibaret olan pislikten kaçının ve yalan lakırdıdan kaçının.

30. Bu mübârek âyetler, Allah Teâlâ’nın haram kıldığı şeylere uymanın gereğine, faidesine işaret ediyor, helâl olan hayyanlardan istifadenin câiz olduğunu bildiriyor, müşrikce hareketlerden ve yalan söylemekten kaçınmanın lüzumunu ihtar ediyor. Müslümanca yaşamayı emredip şirke düşenlerin ne müthiş felâketlere uğrayacaklarını pek korkunç iki misâl ile tasvirbuyuruyor. Cenab-ı Hakk’ın rızası için kesilecek kurbanların faidelerini ve nereye sarfedileceklerini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (emir böyledir) yani: Kendisine riayet edilmesi lâzım gelen hal ve durum böyle beyan olunduğu şekildedir. (Ve her kim Allah’ın hürmetlerine saygı gösterirse) ilâhi hükümlere, kendilerine muhalefet edilmesi câiz olmayan dinî meselelere, bu cümleden olarak haccın hükümlerine hürmette, riayette bulunursa (bu) saygılı harekette bulunması (onun için Rabbinin katında bir hayırdır) ahirette bunun mükâfatını görür. (ve sizin için enam helâl kılınmıştır) yani: Develer, sığırlar, koyunlar helaldir. Bunlar usulü dairesinde kesilince etlerinden yiyebilirsiniz (ancak size) haram oldukları, yiyilmelerini câiz olmadığı (okunanlar) haklarında haram kılındığına dair âyetler bulunanlar (müstesnâ) onlardan yiyemezsiniz. Meyte denilen kendi kendine ölmüş veya putlar adına kesilmiş hayvanlar gibi. (artık putlardan ibaret olan pislikten kaçının) çünkü onlardan her tab’i selim, nefret eder, onlar mâmen pek pis, zararlı, ebedî hayatı zehirleyen şeylerdir. (ve yalan lakırdıdan) da (kaçının) her türlü yalandan ve hakikate aykırı şahitliklerde bulunmaktan ve özellikle putlara ilâhlık isnâdı büyük bir yalan olduğu için bütün bu gibi yalanlardan da kaçınmalıdır ki, ebedî selâmet ve saadet temin edilebilsin.

31. Adil kimseler olduğunuz. Allah için ortak koşmamış bulunduğunuz halde o fenalıklardan kaçınınız ve her kim Allah’a ortak koşarsa artık o sanki gökten düşmüşte kendisini kuşlar kapışmıştır veya onu rüzgâr uzak bir yere atıvermiştir, gibi bulunur.

31. Evet.. Ey insanlar!. Siz (hanif kimseler olduğunuz) İslâmiyet’ten başka dinlere meyil etmeyip samimi bir şekilde müslüman bulunduğunuz halde ve (Allah için ortak koşmamış bulunduğunuz halde) yaşayınız, oputperestlik gibi fenalıklardan kaçınınız (ve herkim Allah’a ortak koşarsa) öyle bir küfrü işlerse (artık o) şahıs (sanki gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışmıştır) evet.. o, en yüce olan tevhid derecesinden küfrün en aşağı derecesine düşmüş, binlerce yırtıcıların pençesinde parça parça olmuş gibi olur. (Veya onu rüzgâr uzak bir yere atıvermiştir.) zamanın öldürücü cereyanları, şeytâni telkinleri onu yakalamış, kendisini kurtulamıyacağı uzak bir yere, bir sapıklık vâdisine atmış (gibi bulunur) işte ilâhi dine aykırı hareketin müthiş neticesi!.

32. İşte bu, böyledir. Her kim Allah’ın kurbanlıklarına saygı gösterirse şüphe yok ki, o, kalplerin takvasındadır.

32. Evet.. (İşte bu, böyledir) bunu göz önüne alarak ona göre hayatı tanzime, muhafazaya, çalışmalıdır. (Herkim Allah’ın kurbanlıklarına saygı gösterirse) Mekke-i Mükerremeye gönderilecek kurbanlara dikkatde bulunur onların en değenlilerini alır, hak yolunda fazlaca fedakârlık gösterirse (artık şüphe yok ki, o) saygı göstermek, hacca ait nişanlı, alâmetli kurbanların iyilerini seçmek (kalplerin takvasındandır.) böyle bir hareket, kalplerinde takva nuru parlayan samimi müminlerin yapacakları pek güzel amellerdendir.

33. Sizin için onlarda kurbanlarda bir belirli müddete kadar menfaatler vardır. Sonra da onların varacakları yer, Beyt-i atik’e kadardır.

33. Ey müminler!. (Sizin için onlarda) o Mekke-i Mükerreme haremine göndereceğiniz “hedaya” denilen kurbanlar da (bir belirli müddete kadar) kesilecekleri, etlerinin sadaka olarak verileceği zamana kadar (menfaatler vardır) onlar üzerine bazı şeyler konulabilir, sütlerinden, yünlerinden istifade olunabilir. (sonra da onların varacakları yer) boğazlanmalarının vacip oluşu veya vakti (Beyt-i atika) Kabe-i Muazzama’nın haremine (kadardır) o mübârek kurbanlar, orada belirligünlerde kesilirler, etleri fukaraya dağıtılır Velhasıl: Hac vazifesi, pek mühim ve pek mübârek bir ibadettir. Bu vazifeyi tam bir zevkle ifaya çalışanlar, bunun erkân ve edeplerine güzelce riayet edenler, mübârek ziyaretgâhları ziyaret edip her taraftan gelmiş olan binlerce din kardeşleriyle beraber Cenab-ı Hakkı tevhid ve tesbihte bulunanlar, hak yolunda kurbanlar keserek din uğrunda bu suretle de fedakârlık belirtisi gösterenler, fakir ve zayıf olan bir kısım dindaşlarına bu vesile ile de yardımda bulunmuş olanlar, elbette ki, bir çok sevaplara, mükâfatlara nâil olacakdırlar.

34. Ve her ümmet için kurban kesecek bir yer kılmışızdır ki, Allah’ın ismini kendilerine rızık olarak verdiği dört ayaklı hayvanların üzerine kesecekleri zaman ansınlar. İşte ilahınız, tek ilahtır. Artık ona teslim olun ve mütevazi olanları müjdele.

34. Bu mübârek âyetler, vaktiyle diğer ümmetler için de kurban kesip Allah’ı anmada bulunacakları mahaller tâyin buyurulmuş olduğunu bildiriyor, bütün milletlerin ilâhı, yalnız Allah Teâlâ olup ancak ona kullukla mükellef bir halde ibadet ve itaatte bulunan kulların vasıflarını bildirerek kendilerini müjdeliyor. Kurbanların dinî âlâmetlerden olup ne şekilde kesileceklerini ve onlardan nasıl istifade edileceğini ve kimlere etlerinin dağıtılacağını Allah’ın rızasını kazanmaktan ve ilâhi ihsana karşı şükür sunmaktan ibaret bulunduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve her ümmet için) her din mensubu için, bu ümmeti muhammediyeden evvel dünyaya gelip ahirete irtihâl etmiş olan mümin cemaatler için (kurban kesecek bir yer kılmışdır ki) o ümmetlere içinde ibadet edecek, civarından kurbanlarını kesecek bir yer tâyin etmişizdir ki, (Allah’ın ismini) yalnız Cenab-ı Hak’kın mukaddes ismini (kendilerini merzuk ettiği) enam denilen ve etleri yenilen (dört ayaklıhayvanların) yani: Develerin, sığırların ve koyunların (üzerine) onları kesecekleri zaman (ansınlar) yani: Allahu ekber lâ ilâhe illâllah vallahu ekber. Allahümme minke ve ileyke “diye zikr etsinler.” (İşte) ey insanlar!. Size kurbanları ihsan eden, size şer’i hükümlerini bildiren, (ilâhınız, bir tek ilâhtır) o, ortak ve benzerden yücedir. (artık ona teslim olun) onun emirlerine ve yasaklarına zahiren ve batınen uymaktan, teslim olmaktan ayrılmayınız, kurbanlarınızı yalnız onun rızasını kazanmak için, kesiniz. (ve) Ey yüce Resûlum! sen de ümmetinde (mütevazi) itaatlı veya ihlaslı (olanları müjdele) onlar bu tevazu ve itaatlarının mükâfatını elbette ki, göreceklerdir.

§ İhbat; korkmak, tevazu göstermek demektir “muhbitin” de mütevazi itaatlı, Allah korkusu ile vasıflı, temiz inançlı olan zatlardan ibarettir.

35. Onlar ki, Allah zikirolunduğu vakit kalpleri korkudan titrer ve kendilerine isabet etmiş olana sabır edenlerdir ve namazı kılanlardır ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infakta bulunurlar.

35. (Onlar ki) o mütevazi, itaatli olan zatlar ki, onlarda şu alâmetler bulunur. (Allah zikrolunduğu vakit) Allah’ın yüceliğini düşünerek (kalpleri korkudan titrer) Allah’ın büyüklüğü gözlerin önünde tecelli eden artık kendilerinde tevazu; dua ve niyâz gibi yüce özellikler görülür durur. (ve kendilerine isabet etmiş olan) bir takım musibetlere, rahatsız edici arızalara karşı (sabredenlerdir) bu husustaki ilâhi takdirin bir hikmete dayanmış olacağını düşünerek teselli olmaya çalışırlar. (ve namazı) vaktinde (kılanlardır) bir takım ârızalar meşakkatler onları ibadet ve itaatdan geri bırakmaz (ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infakta bulunurlar) servetlerini hayır yollarına sarfedenler, hac yolunda fedakârlıktan kaçınmazlar, en kıymetlikurbanları alır keserler, muhtaç olanlara yardımdan geri durmazlar.

36. Ve develeri de sizin için Allah’ın kurbanlıklarından kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Artık onların üzerlerine birer ayakları bağlı, üçer ayaklan üzerine durdukları halde Allah’ın ismini zikiredin. Yanlan üzerine yere düşünce de artık etlerinden yiyin haline kanaat edip istemeyene de ve isteyene de yediriniz. Onları size öylece musahhar kıldık, tâki şükredesiniz.

36. (Ve) Ey müslümanlar!. (develeri de sizin için Allah’ın şeairinden) Allah’ın dinine ait alâmetlerden (kıldık) onların kurban kesilmelerini meşru ve pek makbul kılmış olduk (sizun için onlarda) o develerde (hayır vardır) dünyevî ve uhrevî menfaat mevcuttur. Özellikle onları kurban keserek büyük sevaplara nâil olursunuz. (artık onların üzerine birer ayakları bağlı, diğer ayakları üstüne durdukları halde) boğazlanırken (Allah’ın ismini zikredin) usulüne uygun olarak tekbir alınız. (yanları üzerine yere düşünce de) yani: Kesilip de yere düşerek ölünce de (artık etlerinden yiyin) bu size mübahtır. Ve onların etlerinden (haline kanaat edip istemeyene de ve isteyene de) arzı ihtiyaçta bulunana da (yediriniz) kendilerine birer miktar veriniz, bu suretle bir neyi ziyafette bulunmuş olursunuz. Ve (onları) o develeri (size öylece) ayakta kurban kesilmeleri için (musahhar kıldık) o kadar kuvvetli, büyük hayvanları insanlara karşı itaatli, teslim olmuş eyledik, onların serkeşliklerine, vahşiyane hareketlerine meydan vermedik (tâki) Ey insanlar!. (şükredesiniz) Cenab-ı Hak’kın bu lütfunu da düşünerek vazifei şükranı ifade kusur etmeyesiniz.

§ Büdn; bedenin çoğuludur ki, Kurban için boğazlanan develer demektir.

§ Sevaf; bir ayağı bağlı üç ayağı üzerine ayakta durarak kesilen devedir.

§ Kani; kendi yanında olana ve kendisine, istemeksizin, verilene razı olan kimsedir.

§ Muter; istekte bulunan, isteyip ihtiyaç arz eden kimsedir.

37. Elbetteki, onların ne etleri ve ne de kanları Allah’a erecek değildir. Ve lâkin ona sizden takva erecektir. Onları öylece size musahhar kılmıştır, tâki size hidayet buyurduğundan dolayı Allah’a tekbirde bulunasınız ve güzel davrananları müjdele..

37. Ey kurban kesen müminler! (elbette ki, onların) o kesilen kurbanların (ne etleri) sadaka olarak verilen et parçaları (ve ne de) yerlere akıtılan (kanları Allah’a erecek değildir.) bunlar haddizatında Allah rızasını kazandıran, kabul edilen olamaz. (velâkin ona) o yüce yaratıcıya (sizden takva erecektir.) bu kurbanları sırf Allah’ın emrine riayet, hakkın rızasını temenni için kestiğinizden dolayı bu ameliniz bir takva eseri olacağı için ilâhi kabule mazhar, sevaba vesile olacaktır. Cenab-ı Hak (onları) o büyük, kuvvetli hayvanları (öylece size musahhar kılmıştır.) onları kurban kesmeye sizleri muktedir kılmaktadır. (tâki size hidayet buyurduğundan dolayı) sizi İslâm şerefine nâil, size hac vesaire gibi dinî vazifelerinizi emir edip kolaylaştırarak kurbanlarınızı kesmeğe muktedir kıldığından dolayı (Allah’a) şükrederek (tekbirde bulunasınız) meselâ: “Allahu ekber Allahu ekber Elhamdülillâh Elhamdülillâh” diye kulluk sunmaya çalışasınız. (ve) Ey yüce Resûl!. sen de ümmetinde (muhsin olanları) yaptıkları ibadetleri ihlaslı bir şekilde yapanları, bu cümleden olarak kestikleri kurbanları sırf Allah rızası için kesip etlerini fakirlere ve diğerlerine dağıtanları (müjdele) onların bu amelleri Allah katında makbul olup kendileri bu yüzden ilâhi lütuflara nâil olacaklardır. “Rivayete göre bu âyeti kerime bir cahiliye âdedini red ve ibtâl için nazil olmuştur. Şöyle ki: Cahiliye zamanındakesilen kurbanların kanlarını Kâbenin duvarlarına sürerler, etini de fakirlere verirlerdi, böyle bir hareketi bir ibadet sanarlardı. Halbuki, kurbandan maksat, öyle mübârek yerleri kanlar ile pisletmek değildir. Belki insanlığa hizmet etmek, Allah rızasını temennide bulunmaktır. İşte bu mukaddes âyet, buna işaret buyurmaktadır.

38. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ îmân eden kimselerden kâfirlerin eziyetini defeder. Muhakkak ki, Allah Teâlâ herhangi bir haini, nankörü sevmez.

38. Bu mübârek âyetler, Allah Teâlâ’nın müminleri vazifelerini ifâ etmelerine engel olan kâfirlere karşı müdafaaya ve zafere nâil buyuracağı müjdeliyor. Öyle zulme, uğratılmış, yurtlarından çıkarılmış olduklarından dolayı müslümanları cihada izinli olduklarını ve cihadın meşru oluşundaki hikmet ve faydayı bildiriyor. Ve Cenab-ı Hak’kın ne gibi yüce vasıflara sahip olan kullarına yardım edeceğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Allah Teâlâ, müminlere yardım edeceğine vâd buyurmuştu. Bu ilâhi vâd’ini pekiştirmek ve bunun sebebine işaret etmek için de şöyle buyuruyor: (şüphe yok ki, îman eden kimselerden kâfirlerin eziyetlerini def’eder) müminler kalben mutmain olsunlar, Hak Teâlâ, düşmanlarına karşı müminlere zafer verecektir, onları hac gibi, vazifelerini yerine getirmekten men edemiyeceklerdir. (Muhakkak ki, Allah Teâlâ herhangi bir haini) yani: Herhangi emanetlere, Hak Teâlâ’nın emirlerine ve yasaklarına hiyanet edenleri ve herhangi (nankörü) Cenab-ı Hak’kın verdiği nimetleri inkâr edenleri, küfre ve şirke düşmüş olanları (sevmez) onlar Allah’ın muhabbetine lâyık olamazlar.

39. Kendileriyle savaşta bulunulanlara zulüm olunduklarından dolayı izin verildi ve şüphe yok ki, Allah onlara yardım etmeğe elbette kadirdir.

39. (kendileriyle savaşta bulunanlara) yani: Kendilerine karşı kâfirler tarafından savaşa başlanılmış olan müslümanlara (zulm olunduklarından dolayı) onların hayatlarına, yurtlarına, dinlerine tecavüzler vuku bulmakta olduğu için bu sebeple müslümanların cihadda bulunmalarına o zalim kâfirlere karşı savaşa atılmalarına (izin verildi) artık kendilerine ruhsat verilmiştir. (Ve şüphe yok ki, Allah onlara) o zulme uğramış olan müslümanlara (yardım etmeğe) onları zafere nâil buyurmaya (elbette kâdirdir.) onun ilâhi kudreti her şeye fazlasıyla yeterlidir, bunda asla tereddüt edilemez. Bu ilâhi beyan, müslümanların zaferlere nâil olacaklarına dair bir müjdeyi içermektedir. Nitekim o zulme uğramış olan müslümanlar az sonra birnice zaferlere, fetihlere nâil olmuşlardır.

§ Bu âyeti kerime, cihada müsaade için ilk nâzil olmuş olan bir âyeti kerimedir. Hz. Peygamberin hicretinden ashab-ı kiram, müşriklerden pek çok eziyet görmekte idiler.. Bu zatlar Resûl-i Ekrem’e müracaat ettikçe kendilerine sabır etmelerini tavsiye ediyordu. “Bana savaş için emir verilmemiştir.” diye buyuruyordu. Vaktaki hicret vuku buldu, artık cihada izin verildiğine dair bu âyeti kerime nâzil oldu. Halbuki, bundan evvel yetmişten fazla âyet ile savaşmaktan nehy edilmişti. İşte müslümanlıkta savaşın meşruiyeti, öyle bir zulüm ve tecavüze karşı bir müdafaa zaruretine mebni meşru kılınmıştır

40. Onlar ki, haksız yere, ancak Rabbimiz Allah’tır, demelerinden dolayı yurtlarından çıkarıldılar. Eğer insanların bazılarını bazıları ile Allah’ın defetmesi olmasa idi manastırlar, kiliseler, havralar ve içlerinde Allah’ın adı çok zikiredilen mescitler elbette ki, yıkılırdı ve elbette ki Allah kendi dinine yardım edenlere yardım eder. Şüphe yok ki, Allah elbette pek kuvvetlidir, pek izzetlidir.

40. (Onlar ki,) o zulme uğradıklarından dolayıkendilerine cihat için izin verilen zatlar ki (haksız yere) yurtlarından çıkarılmasını gerektiren bir sebep olmaksızın (ancak Rabbimiz Allah’tır demelerinden) Allah’ın birliğine inanmış bulunmalarından, öyle yurtlarında, kalmalarını icabeden bir yüce ikrarlarından dolayı (yurtlarından çıkarıldılar) Mekke-i Mükerreme’den çıkıp Habeşistan’a, Medine-i Münevvere’ye ve diğer yerlere hicrete mecbur edildiler. İşte bu mağdur, mazlum zatlar, o düşmanlarına karşı cihada izinlidirler, bu cihad, bir hikmet gereğidir. Evet.. (Eğer insanların bazılarını bazılariyle Allah’ın defetmesi olmasa idi) yani: Eğer Hak Teâlâ, savaşı takdir buyurmasa idi, müminleri her asırda kâfirlerin üzerine musallat, o kâfirler ile cihada mezun kılmasa idi, elbette bir takım dinsizler, kendi zamanlarındaki muhtelif milletler üzerine saldırır, onların yurtlarını istila eder, mâbetlerini harab eder dururlardı. Artık rahiplere ait (manastırlar) Hıristiyanlara ait (kiliseler) ve Yahudilere ait olup da ibranice seluta ve muarrebine “selevat” denilen (havralar ve) müslümanlara ait olup da (içlerinde Allah’ın adı) mukaddes isimleri (çok zikredilen mescitler) İslâm mâbetleri, camileri (elbetteki, yıkılırdı.) Birçok dinsiz zalimler cür’et göstererek bu gibi ibadet mahallerini tahribe çalışır dururlardı. Fakat her asırda dindar olan ümmetlerin ilâhi dinî müdafaa için cihada mezun olmaları diğer kavimlerin de birbirleriyle çarpışıp durmaları mâbetlerin öyle umumi şekilde tahrib edilmesine mâni olmuştur. (ve elbetteki) andolsun ki, (Allah kendi dinine) kendisinin velilerine, mümin kullarına (yardım edenlere yardım eder.) nitekim Hak Teâlâ Hazretleri müminler hakkındaki bu vâdini yerine getirmiş, kıymetli muhacirleri, saygı değer ensarı arap muşriklerine, rum kayserlerine, acem kisralarına galip kılmış, islam orduları o düşmanları mağlup ederek onların ülkelerine sahip olmuşlardı. (şüphe yokki, Allah elbettepek kuvvetlidir) her dilediğini vücude getirmeğe kâdirdir. İşte ehli İslâma zaferi de bu cümledendir. Ve o yüce yaratıcı (pek izzetlidir) en büyük bir azamet ve galibiyet sahibidir. Onun iradesinin tecellisine mâni olacak bir kuvvet, mutassavver değildir. Hak Teâlâ’nın bu âlemdeki hikmetli mukadderatı daha gözlere çarpacaktır. Meselâ: Sovyetler gibi bir takım dinsizler, bütün dinleri mahvetmek, bütün ibadethaneleri yeryüzünden kaldırmak istemektedirler. Halbuki, Cenab-ı Hak, buna meydan vermemektedir de inşallah kıyamete kadar kendi varlığını, kendi mukaddesatını muhafazaya muvaffak olacaklardır. Onların karşısında bir çok milletler, hükümetler bulunarak kendi yurtlarını, mabetlerini müdafaaya, muhafazaya çalışıyorlar muaffak oluyorlar. İslâm âlemi de inşallah kıyamete kadar kendi varlığını kendi mukaddesatını korumaya muaffak olacaktır.

41. Onlar ki, eğer onları yeryüzünde yerleştirirsek bir iktidar makamına getirirsek namazı dosdoğru kılarlar ve zekâtı verirler ve iyiliği emir ederler ve kötülükten mert eylerler ve bütün işlerin akibeti ise Allah Teâlâ’ya aittir.

41. (Onlar ki) o müslümanlar ki, o yurtlarından çıkarılmış muhacirler ile onlara yardım eden ensarı kiram ki, o pek muhterem seçkin sahabe ki (eğer onları yeryüzünde yerleştirirsek) onları bir iktidar makamına getirirsek, cihada izinli olduklarından dolayı İslâm varlığını müdafaaya başlarsa onlar dininin direği, kulluk arzının en büyük vesilesi olan (namazı dosdoğru kılarlar) dünya ile meşguliyetleri bu yüce ibadetlerine mâni olmaz. (Ve) o muhteren zatlar (zekâtı verirler) milletin fakirlerini himaye ederek onlara kendi servetlerinden bir hisse ayırırlar, sırf kendi menfaatlerini düşünmezler. (Ve iyilik ile emir ederler) bütün insanlığın hayrını, selâmetiniarzu ettikleri için onları irşada çalışır, onlara güzel, hayırlı, faideli şeyleri tavsiyede bulunurlar (ve) o hayır ister zatlar insanları kötülükten, zararlı, çirkin, umumun selâmetine aykırı şeylerden (nehy ederler) bütün insanlığı fenalıklardan korumak ister, herkesin de bir fazilet, bir huzur, bir selâmet dairesinde yaşamasını isterler. Ne yüce insani olgunluklar!. Gerçekten de Cenab-ı Hak’kın vaktiyle beyan buyurmuş olduğu bu yüce vasıflar, bütün eshabı kiramda hakkiyle meydana gelmiş, o muhterem zatlar fetihlere nâil olunca hem bizzat ibadet ve itaate fazlasıyla devam etmekte bulunmuşlar, hem de bütün insanlığın güzel bir toplum halinde yaşamasını temin için çalışmışlar, bütün insanlık dünyasını nasihatlariyle aydınlatma ve ıslaha çalışmışlardır. (Ve bütün işlerin âkibeti ise Allah Teâlâ’ya aittir) Evet.. Bütün kâinat olayları hikmet sahibi yaratıcının, takdirine racidir. Bütün kâinatta müstakilen hâkim, tasarrufa kâdir olan ancak yüce yaratıcıdır, âhiret âleminde de yalnız onun hükmü tecelli edecektir, onun izni olmadıkça hiç bir kimse bir söz söylemeğe bile kâdir olamayacaktır.

42. Ve eğer seni tekzib ederlerse üzülme muhakkak ki, onlardan evvel Nuh, Ad ve Semud kavmi de Peygamberlerini tekzib etmişti.

42. Bu mübârek âyetler, Resûl-i Ekremden evvelki Peygamberlerin de kavimleri tarafından yalanlanmış olduklarını beyan ile Peygamber efendimize teselli veriyor. O yalanlayan eski kavimlerin nasıl birer müthiş biçimde helâk olduklarını düşünmek için gözler önüne koyuyor. Zamanı saadetteki inkârcıların yeryüzündeki gezip de geçmiş kavimlerin nasıl mahvolup gitmiş olduklarına ibretle bakmadıklarını kınamaktadır. Şöyle ki: (Ve) Ey son peygamber! (Eğer) kavmin (seni tekzib ederlerse) senin peygamberliğini inkâr ederek sana ve eshabına zahmet verirlerse, sizihicrete mecbur kılarlarsa üzülme sabret (Muhakkak ki onlardan evvel) o seni inkâr edenlerden önce (Nuh, Ad ve Semud kavmi de) Peygamberlerini (tekzib etmişti) onlar, büyük kuvvetlere, büyük cüsselere, muhteşem yurtlara sahip idiler. Fakat sonra yalanlamaları yüzünden nasıl felâketlere uğradılar!. Bir düşünülmeli!.

43. Ve İbrahim’in kavmi ve Lût’un kavmi de tekzib etmişti.

43. (Ve İbrahim’in) o kibirli, zulûmkâr (kavmi ve Lût’un) pek kötü ahlâk ve davranış sahibi kimseler olan (kavmi de) o muhterem Peygamberlerini (tekzib etmişti) onlar da bu yalanlamaları yüzünden ilâhi kahra uğradılar.

44. Medyen ahalisi de tekzib etti Musa da tekzib olundu. Nihayet o kâfirler için bir mühlet verdim, sonra onları yakaladım. Artık onların yaptıklarını inkârım nasıl oldu bir düşünmeli!

44. (Medyen ahalisi de) o pek çok servet ve mala sahip olan şahıslar da kendilerine gönderilmiş olan Peygamberleri Şüayb Aleyhisselâm’ı yalanladılar, sonunda bu yüzden bir azap sayhası ile helâk olup gittiler. Özellikle birnice mucizeler ile müeyyed olan (Musa da tekzib olurdu) o muhterem zat, kavminin vesairenin ne kadar ezasına, zulûm ve gadrine mâruz kaldı (nihayet o kâfirler için bir mühlet verdim) onları o yalanlamalarını müteakip hemen helâk etmedim, ilâhi delilim tamam olmak için onları bir uyanabilecekleri miktar daha yaşattım. Fakat onlar uyanmadılar, küfürlerinde devam ettiler (sonra onları yakaladım) o kavimlerden her birini kendisine verilen mühleti müteakip tutup helâke uğrattım (artık) onların, o Peygamberlerini tekzib eden kavimlerinn yaptıklarını, kötü amellerini, hareketlerini (inkârım) çirkin görmem, gayri meşru saymam (nasıl oldu!) haklarında ne gibi cezaları gerektirdi, herbiri nasıl bir felâkete uğrayarakhelâk olup gitti!. Bu tarihi facialar şimdiki tekzib eden kâfirlerin bir düşünmeleri icabetmez mi? Artık resûlüm sen de kendini teselli et, seni inkâr edenlerin âkibetleri de öyle birer felâketten başka olmayacaktır.

45. Evet.. Nice beldeyi o zalim olduğu halde onu helâk ettik ki, onun duvarları, tavanları üzerine yıkılmış ve nice muattal kuyu ve nice yüksek köşk sahipsiz bırakılmıştır.

45. (Evet.. Nice beldeyi) bir çok eski şehirler ahalisini (o) beldeler ahalisi (zalim olduğu halde) küfre düşmüş, Peygamberlerini yalanlamış bulundukları için (helâk ettik ki, onun) o beldelerden her birinin (duvarları, tavanları üzerine yıkılmış)dır. Yani: Birer azap sebebi ile tavanları çökmüş, sonra duvarları da o tavanların üzerine yıkılmış, pek ibretbahş bir manzara vücude gelmiştir. (ve nice muattal kuyu) sahiplerinin helâkiyle terk edilmiş bir halde kalmıştır. (ve nice yüksek köşk) de sahiplerinin ölmeleriyle başıboş bırakılmıştır. Bütün bunlar ne mühim birer ibret levhası!.

46. Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendileri için onlar ile düşünecekleri kalpler olsun veya onlar ile işitecekleri kulaklar olsun. Velhasıl onların gözleri körleşmez fakat göğüsleri içindeki kalpleri körleşir.

46. Artık Ey son peygamber!. seni yalanlayan kâfirler de (yeryüzünde gezip dolaşmadılar mi ki) bir kısmı ticaret vesaire maksadiyle dolaşmakta bulunmuşlardır, bir kısmı da bir seyyahate çıkıp da o ibret verici tarihi beldeleri, o helâke uğramış kavimlerin eski yurtlarını, eserlerini görmeli değil midirler ki, (kendileri için onlar ile) öyle gözleriyle gördükleri ve görecekleri şeyler sebebiyle (düşünecekleri kalpler olsun) o tarihi felâketleri kalben düşünebilsinler. (veya kendileriyle işitecekleri kulakları olsun) o kulaklar ile helake uğramış eski kavimlere ait tarihi haberleri dinleyip duymuş bulunsunlar. (Velhasıl) sözün özü onların (gözlerikörleşmez) onların zahiri gözleri görüp duyuyor, sapasağlam (velâkin göğüsleri içindeki kalpleri körleşir) akıllarını zâyederler. Heva ve hevese kapılırlar, bir takım hâdiselerden ibret almak için düşünceye dalmazlar; bu şekilde asıl kalben körleşmiş bulunurlar. Artık onlar, gün gibi açık olan bir yüce Peygamberin risaletini, dinini inkâra cüret ederler, kendilerini ebedî azaba mâruz bırakmış olurlar.

47. Ve senden azabın acele gelmesini isterler. Halbuki, Allah vadinden asla dönmez ve şüphe yok ki, Rabbin katındaki birgün, sizin sayacaklarınızdan bin yıl gibidir.

47. Bu mübârek âyetler, azaplarını alay yoluyla alelacele isteyen inkârcıları tehdit etmektedir. Nice inkârcı kavimlerin sonunda helâk olup azaplara kavuştuklarını ihtar buyuruyor. Mümin, salih olan kulların nâil olacakları mükâfatları, inkârcıların, hakkı ibtale koşup duranların da pek fecî âkibetlerini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey yüce Resûlüm!. İnkarcıların bir gün ilâhi azaba uğrayacaklarını kendilerine tehdit için bildirdiğin zaman, onu inkâra devam ederler (ve) o inkârcılar (senden azabın acele gelmesini) bir alay yoluyla (isterler) inkârlarından vazgeçmezler (halbuki, Allah vâdinden asla dönmez) vad edilmiş olan azap mutlaka meydana gelecektir, velevki, hikmet gereği bir müddet tehire uğrasın. Cenab-ı Hak, halimdir, cezaları acele vermeyip bir müddet tehire bırakması da bir hikmet gereğidir. (ve şüphe yok ki, Rabbin katındaki bir gün) yani: Ahirette kâfirlerin azap görecekleri bir gün (sizin) dünyada (sayacaklarınız) seneler (den bin yıl gibidir) o bir gün, böyle bir seneye denktir. Artık öyle şiddetli devamlı bir azap gününü ne için öyle alelacele istiyorlar. Allah Teâlâ halim, çok sabırlı oduğu için onların azabını bir müddet ertelemiş oluyor. Maamafih onların bir çoğu bir müddet sonra Bedirgazvesinde katledilerek va’d edilen cezalarına kavuşmuşlardır.

48. Ve nice belde vardır ki, o zalim olduğu halde ona mühlet verdim. Sonra da onu yakaladım. Ve bütün dönüş de banadır.

48. O inkârcılar, tarihten ibret almalı değil midirler?. Cenab-ı Hak buyuruyor ki (ve nice belde vardır ki, o) beldenin ahalisi de o inkârcılar gibi (zalim oldugu halde ona) o belde ahalisine de vaktiyle (mühlet verdim) şimdi bu inkârcılara verilen mühlet de o kabildendir. (sonra da onu yakaladım) azaba uğrattım (ve bütün dönüş de banadır) hepsi de ölüp mahşere sevkedileceklerdir, hiç birisi kendisini kurtaracak bir kimseye iltica edemiyecektir. O azaplarını acele isteyenler de bu cümledendirler. Artık lâyık oldukları azaplardan nasıl kaçıp kurtulabilirler ki, o azapları inkâr ederek alaycı bir şekilde istemekte bulunuyorlar?.

49. De ki: Ey insanlar! Muhakkak ki, ben sizin için ancak apaçık bir korkutucuyum.

49. Ey Resûlum!. O inkârcılara, bütün kavmine vesair insanlara hitaben (de ki,) ey insanlar!. Ey mükellef olan insanlık zümresi!. (Muhakkak ki, ben sizin için ancak apaçık bi korkutucuyum) benim peygamberlik görevim size Allah’ın azabını bildirerek sizi îman ve iyilik dairesinde yaşamaya davet etmektir. O azabın inkârcılara ne zaman yöneleceğini ise ancak Cenab-ı Hak bilir. Onu benden sormanıza mahal yok.

50. O kimseler ki, îmân ettiler ve güzel güzel amellerde bulundular, onlar için bir mağfiret vardır ve kerim bir rızık vardır.

50. (Artık o kimseler ki îman ettiler) ilâhi dinî kabul ve ikrar ederek (güzel güzel amellerde bulundular) îman iddialarını tasdik ve teyid eden namaz gibi, oruç gibi güzel ibadetlere devam ettiler, haram olan şeylerden kaçındılar (onlar için bir mağfiret vardır) insanlık icabıkendilerinden meydana gelen bazı günahları, kusurları Cenab-ı Hak, af eder ve örter (ve) onlar için (kerîm) devamlı, hal (bir rızk vardır) onlar dünyada ganimetlere vesaireye nâil olurlar, âhirette de cennetin sonsuz nimetlerine kavuşmuş bulunurlar.

51. Ve o kimseler ki, bizim ayetlerimiz hakkında muacizler olarak koşuşmuşlardır, işte onlar cehennemin sahipleridir.

51. (Ve) bilakis (o kimseler ki,) îmandan mahrum oldular (bizim âyetlerimiz hakkunda) Kur’an-ı Kerim’i -hâşâ- ibtal, kıymetini gidermek, inkârcıları ona intisaptan men etmek kasdiyle (muacizler olarak) yani: Hazreti Peygamber’e tâbi olanları âciz sayarak, onları îmandan geri bırakmak isteyerek (konuşmuşlardır) öyle lanetlice bir çalışma ve gayrette bulunmuşlardır (işte onlar) için devamlı azap vardır, onlar (cehennemin sahipleridir) onlar o cehennem azabına ebedî şekilde lâyık olmuş kimselerdir. Artık onlar, asil âciz ve azaplara lâyık olan kimselerin kendilerinden ibaret olduğunu bilmeli değil midirler?.

52. Ve senden evvel bir Resul bir nebi göndermedik ki, illâ bir temennide bulunduğu zaman onun temennisine şeytan bir şey atıvermiştir. Fakat Allah şeytanın attığım defeder, sonra Allah âyetlerini muhkem kılar ve Allah bilendir, hikmet sahibidir.

52. Bu mübârek âyetler, yüce Peygamberlerin ümmetleri hakkında temenni edip beyan buyurdukları şeylerin yanlış telâkki edilmeleri için şeytanın insanlara vesvese atar olduğunu, Cenab-ı Hak’kın ise o vesveseyi def ve yok edip Peygamberlerinin beyanlarının tesbit buyurduğunun bildirmektedir. Ve öyle bir vesveseye müsaade edilmesinin ise kalplerinde bir manevî hastalık ve katılık bulunanlar hakkında bir imtihan için olduğunun, o vesveseyi red edip ve Peygamberlerin beyanlarını sırf hakikat bilenehli ilim için de bir sevap vesilesi bulunduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) Ey son Peygamber!. (senden evvel) bir çok kavimlere (bir Resûl) ilâhi vahye semavi bir kitaba veya sahifelere nâil bir Peygamber (ve bir nebi) ilâhi vahye nâil, bir Resûlun kitabiyle amel eden, onun hükümlerini ümmetine tebliğ ile görevli memur bir Peygamber (göndermedik ki, illâ) o Peygamber (bir temennide bulunduğu zaman) ümmetine karşı bir dinî hükmü tebliğ veya kendi tarafından diyanete, ahlâk ve fazilete dair bir şeyi beyan ve onun kabul edilmesini kalben arzu ettiği vakit (onun) bu (temennisine) o Peygamberin öyle yüce arzusuna (şeytan bir şey atıvermiştir.) Onu dinleyenlerin kalplerine bir vesvese düşürmek istemiştir. O Peygamber tarafından tebliğ edilen şeylerin yanlış telâkki edilip güzelce takdir edilmemesini sağlamıştır.

§ Bütün Peygamberler, mâsum oldukları için bir dinî hükmü ümmetlerine bir hatâ neticesi olarak yanlış bir şekilde telkin etmiş olmazlar. Ancak sonra şeytan veya şeytan yaratılışında olan bir takım bozguncu kimseler o telkini yanlış göstermeğe çalışırlar. Nitekim: Kadı Iyaz merhum “Kitabüşşifa” da diyor ki: Bütün ümmetin icmaı vardı ki, Peygamberimiz Aleyhisselâtuvesselâm, tebliğ eylediği şeylerde mâsumdur. Öyle hiç bir şeyin aksini ne kasden, ne âmden, ne sehven, ne de gaflet olarak haber vermiş değildir. Binaenaleyh bütün Peygamberlerin tebligatında yanlışlık vuku bulmuş değildir. Belki şeytanlar, o tebligatın yanlış anlaşılması için bazı kimselere vesvesede bulunmuş olurlar. Bunun hilâfina olan rivâyetler, bâtıldır, uydurma kabilindendir, onlara iltifat olunamaz. Evet. O şeytanlar, bir kötü maksatta öyle vesveselerde bulunurlar: (Fakat Allah şeytanın attığını) kalplere düşürdüğü yanlış fikirleri, tevitleri (defeder) onların bâtıl olduğunu ortaya çıkarır. (Sonra Allah âyetlerini muhkem kılar) onların yüce mahiyetleri tecelli etmişolur. Cenab-ı Hak, elbette buna kâdirdir (ve Allah âlimdir) mahlûkatının bütün hallerini bilir ve (himet sahibidir) bütün emirleri, yasakları ve her vücude getirdiği şey bir hikmete, bir menfaata dayanmaktadır. Peygamberlerin temennilerine, çatışıp çabalamalarına karşı şeytanların öyle vesveselerde bulunmalarına, o temennileri yanlış göstermeğe çalışmalarına meydan verilmesi de bir hikmete mebnidir.

53. Şeytanın bu vesvesesine müsaade verilmesi ise şeytanın atıverdiği şeyin kalplerinde hastalık olan kimselere ve yürekleri katı olanlara bir imtihan kılınması içindir. Ve şüphe yok ki, zalimler bir uzak ayrılık içindedirler.

53. Evet.. Şeytanın öyle vesvesesine meydan verilmesi de (şeytanın atıverdiği şeyin) o Peygamberlerin telkinatının yanlış anlaşılması için yaptığı vesvesenin (kalplerinde hastalık olan kimselere) şek ve nifak bulunanlara (ve yürekleri katı olanlara) hakkı kabulden kaçınan müşriklere (bir imtihan) bir tecrübe sebebi (kılınması içindir) bu dünya bir imtihan âlemidir, birçok kimseler çeşit çeşit imtihanlara tâbi tutulurlar, bununla mahiyetleri meydana çıkarılmış olur. Sağlam yaratılışını koruyan, bu imtihanda muvaffak olur, hakka sarılır, şeytani vesveselere kapılmaz, lâyık olduğu âkibete kavuşur. (Ve şüphe yok ki, zalimler) öyle kalp hastalığına, tabiat katılığına tututmuş olanlar, hakikatları değiştirmeğe çalışan insanları mukaddesatından uzak düşürmek isteyenler (bir uzak ayrılık içindedirler) onlar, Allah’ın seçkin kullarından ayrılmış, bunlara karşı şiddetli bir düşmanlıkta, tam bir muhalefette bulunup durmuş kimselerdir.

54. Ve bir de kendilerine ilim verilmiş olanların bilmesi içindir ki, şüphesiz o. Kur’an Rabbin tarafından gelmiş bir hakikattir. Artık ona îmân etsinler de onun için kalplerinde bir itminan meydana gelmiş olsun. Ve şüphe yok ki, Allah, îmân edenleri elbette dosdoğru bir yolahidayet edicidir.

54. (Ve) şeytanın öyle vesveselerine, hakikatları yanlış göstermelerine meydan verilmesi: (Kendilerine ilim verilmiş olanlar) dimağları ilim ve irfan ile donanmış, beyanatı diniyeyi aklî ve naklî deliller ile bilip takdir etmeğe kâdir bulunanların (bilmesi içindir ki, şüphesiz o) Peygamherlerin bildikleri ilâhî hükümler, tebliğ eyledikleri semavî kitaplar, bu cümleden olarak Kur’an-ı Kerim (Rabbin tarafından gelmiş bir hakikattır) sır bir haktır. (Artık) o zatlar, böyle bir kalp kanaatinde bulunup (ona) o kendilerine tebliğ edilen ve doğruluğu açık bulunan dinî beyanata, ilâhi kitaplara (îman etsinler de anın için) o hakikatın tebliği için, o ilâhi kitabı için (kalplerinde bir itminan husule gelmiş olsun) şeytani vesveselerin bâtıl olduğunu bilerek onlara iltifat eylemesinler, bu vesile ile de büyük sevaplara nâil otmuş olsunlar (ve şüphe yok ki, Allah îman edenleri) Peygamberlerinin tebliğgatını olduğu gibi kabul ve tasdik eden, şeytanın o tevillerine iltifat eylemeyen kullarını (elbette dosdoğru bir yola) İslâmiyet yoluna (hidayet edicidir.) artık onlar, ilâhi dinî kabule vesile olan bir nazarı sahihe, bir kalp kanaatine nâil bulunmuş olurlar. İşte şeytan tabiatlı kimselerin aldatmalarına, yanlış telkinatına kıymet vermeyip de İslâm dininin her bakımdan akla, hikmete muvafık olan hükümlerini, telkinlerini güzelce tasdik eden, onları yücelten zatlar için böyle ebedî bir selâmet ve saadet takdir edilmiştir. Cenab-ı Hak, cümlemizi bu gibi hakikatı gören seçkin zümrelerden ayırmasın. Amin.

§ İhbat alçak gönüllülük, tevazu, itminan mânasınadır.

55. Ve kâfir olanlar ise kendilerine kıyamet ansızın gelinceye veya onlara kısır bir günün azabı gelinceye kadar ondan Kur’andan bir şek içinde bulunur, dururlar.

55. Bu mübârek âyetler, kâfirlerin ölüpgidinceye kadar şek ve şüpheden ayrılmış olmayacaklarını bildiriyor. Kıyamet kopunca da Cenab-ı Hak’kın mülk sahipliği ve hâkimiyeti tamamen tecelli edip îman ve ile amel sahiplerinin nimetleri bol cennetlere nâil olacaklarını, Allah’ın âyetlerini yalanlayan kâfirlerin de şiddetli azaplara uğrayacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (ve kâfir olanlar ise) tabiatı inkârcı, küfür ile vasıflanmış bulunan kimseler ise (kendilerine kıyamet) veya kıyamet alametleri veya ölüm (ansızın gelinceye) kadar (veya onlara kısır bir günah) yani kıyamet gününün veya kâfirler için hiçbir hayrı olmayıp onları “riyhi akim=kasıp kavuran rüzgâr” gibi kahveden, zürriyetten mahrum bırakan Bedir gününün mağlûbiyeti gibi bir kahr ve şiddetli ceza (azabı gelinceye kadar) o kâfirler (ondan) o Kur’an-ı mübinden, onun Resûlullaha nâzil olan bir ilâhi kitap olduğundan (bir şek içinde bulunur dururlar) bu hal, kendilerinden ölüp gidinceye kadar yok olmaz.

56. Mülk o günde Allah’a mahsustur. Onların arasında hükmeder. Artık iman edenler ve güzel güzel amellerde bulunanlar naim cennetlerindedir.

56. (Mülk) bütün kâinatın varlığı, mülkiyeti (o günde) o kıyamet zamanında (Allah’a mahsustur) bütün mahlûkatı üzerinde hâkimiyeti ve tasarrufları bağımsız olarak geçerli, o gün hiç bir kimse bir hâkimiyete, bir tasarrufa sahip, kâdir olamaz. şöyle ki, o yüce yaratıcı (onların) müminler ile kâfirlerin (arasında hükmeder) onların haklarında lâyık olduktari hükümleri verir (artık îman edenler) Kur’an-ı Kerim’i tasdik etmiş olanlar (ve güzel güzel amellerde bulunanlar) Cenab-ı Hak’kın Kur’an-ı Kerim vasıtasiyle emir etmiş olduğu güzel ibadetlere hareketlere devam etmiş zatlar (naim cennetlerindedirler) nimet, tezzet, emniyet yeri olan cennetlere nâil olmuş olurlar, haklarında ilâhi hüküm böyletecelli etmiş olur.

57. Ve o kimseler ki, kâfir oldular ve bizim âyetlerimizi tekzid eylediler, artık onlar için şedit bir azap vardır.

57. (ve o kimseler ki) bilakis dünyada iken (kâfir oldular) Allah’ın birliğini inkâr ettiler, gözleri önünde parlayan birlik delillerinden göz yumdular, onları örtmeye çalıştılar (Ve bizim âyetlerimizi yalanladılar) Kur’an-ı Kerim gibi bir ilâhi kitabı inkâr ederek onun ne kadar büyük bir ebedî mucize olduğunu düşünmediler, ilâhi dinin yüceliğine, hak olduğuna şahitlik eden binlerce delilleri, kanıtları görüp anlamak istemediler, fıtretlerini, kabiliyetlerini kötüye kullandılar, (artık onlar için şedit bir azap vardır) işte bu onların dinî ilâhiyi inkâr, mukaddesata ihanet etmelerinin ebedî bir cezasıdır.

58. Ve o kimseler ki, Allah yolunda hicret ettiler, sonra öldürüldüler veya öldüler elbette onları Allah güzel bir rızık ile rızıklandıracaktır. Ve şüphe yok ki, Allah rızık verenlerin hayırlısıdır.

58. Bu mübârek âyetler, Allah yolunda hicret edenlerin nâil olacakları mükâfatları bildiriyor. Düşmanları tarafından eziyetlere uğrayan ve onlara o eziyetle misillemede bulunmakla beraber sonra daha fazla zulümlere mâruz kalar müminlere Allah Teâlâ’nın zafer vereceğini müjdeliyor. Bu kâinatta her bakımdan tasarruflarda bulunan yüce yaratıcının bütün mükemmel vasıfları kendisinde topladığını, yaratıcılık ve mâbudluk sıfatlarının bir olan zatına muhsus bulunduğunu beyan ile o yüce yaratıcının dilediği kullarına yardım edeceğine işaret buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. Peygamber zamanında ashab-ı kiramdan bir kısmı, Mekke müşriklerinin tehakkümü altında kalmışlardı, Cenab-ı Hak, onları hicrete teşvik ve hallerini beyan için şöyle buyuruyor: (Ve o kimseler ki, Allah yolunda) din uğrunda, nâil olduklarıİslâm dinini muhafaza için (hicret ettiler) vatanlarını, aşiretlerini terkettiler, Mekke-i Mükerremeden Medine-i Münevvere’ye hicret ettiler (sonra) hicreti müteakip cihada atılarak din düşmanları tarafından (öldürüldüler) şehit edildiler (veya öldüler) düşmanları tarafından öldürülmüş olmadılar (elbette onları) o iki İslâm zümresini (Allah güzel bir rızık ile rızıklandıracaktır) onlar Allah katında hayatta bulunmaktadırlar, kendilerini cennetlerde sonsuz nimetlere nâil buyuracaktır. (ve şüphe yok ki, Allah) o yüce yaratıcı o kullarını diriltme ve öldürmeye kâdir olan yüce mabûd (rızık verenlerin hayırlısıdır) çünkü o kerem sahibi yaratıcı, kullarını hesapsız rızıklandırır. Gerçek rızık veren, ancak o’dur, insanlara rızık veren denilmesi mecazdır, ilâhi rızkı bazı kimselere kavuşturmaya vesile oldukları için kendilerine bu vasıf mecazen verilmiştir.

59. Elbette onları hoşnut olacakları bir meskene girdirir. Şüphe yok ki Allah, elbette pek bilendir, pek hilm sahibidir.

59. Evet.. Àlemlere rızık verici olan Allah Teâlâ (elbette onları) o iki zümreyi (hoşnut olacakları bir meskene) cennete (girdirir orada fevkalâde güzel) bir şekilde rızıklandırır, orada hatır ve hayale gelmeyen nimetlere nâil kılar (şüphe yok ki, Allah) o rahmeti evrensel, büyüklüğü akılları hayrete düşüren kâinatın yaratıcısı (elbette pek bilendir) kullarının bütün amellerini, maksatlarını bilicidir ve (pek hilm sahibidir) kullarının birçok kusurlarını af eden, kendilerini alelacele cezaya uğratmaz, kendilerine bir tövbe ve istiğfar mühleti ihsan buyurur.

§ Rivayet olunuyor ki: Ashab-ı kiramdan bazı zatlar, Resûlullah Efendimize müracaat ederek: Ey Allah’ın Nebisi!. Allah yolunda katledilenlere Cenab-ı Hak’kın hayırdan neler vereceğini biliyoruz, biz de onlar gibi seninle beraber cihatda bulunuyoruz, ya biz öldürülmez de seninle beraber vefat edersekbizim için ne vardır? demişler. Bunun üzerine bu iki âyeti kerime nazil olmuştur. Buyurulmuş oluyor ki, öyle mücahit zatlar, harp sahasında şehit edilmiş olmasalar da yine şehitler gibi mükâfatlara nâil olacaklardır. Onlar, güzel niyetlerinden, yüksek fedâkarlıklarından dolayı şehit gibi cennetlere, lütuflara kavuşacaklardır. Ne büyük bir ilâhî müjde!.

60. Bu böyledir. Ve her kim kendisine yapılan bir eziyete misliyle eziyette bulunur da sonra yine kendisine zulümedilirse elbette ona Allah yardım eder. Şüphe yok ki, Allah elbette af edicidir yarlıgayıcıdır.

60. (Bu böyledir) evet.. Allah Teâlâ’nın vasıflarına, lütuflarına dair verilen bilgi beyan olunduğu üzeredir (Ve) müminlerden (herkim kendisine) müşrikler tarafından zulmen (yapılan bir eziyete misliyle eziyette bulunur da) onların mücadele ve vuruşmalarına karşı aynı şekilde misillemede bulunur da (sonra yine kendisine) o müşrikler tarafından (zulmedilirse) mesela: Yurdundan çıkarılırsa, malları elinden alınırsa (elbette ona) o zulme uğrayan müslümana (Allah yardım eder) o zalimden intikamını alır. (şüphe yok ki, Allah elbette af edicidir.) öyle düşmanından intikam alan mümin kulunu af eden, onu mâzur görür ve o yüce yaratıcı (yarlıgayıcıdır) o mümin kulunun daha iyi olan af ve sabır tarafını tutmayıp da intikam tarafını tercih etmiş olduğundan dolayı onu cezalandırmaz, kusuru olsa da örter.

§ Bu âyeti kerimede işaret buyurulmuş oluyor ki: Bazı tecavüzlere, eziyetlere karşı intikam hissi beslemeyip de af ile, sabır ile muamele yapılması daha iyidir, bir âlicenaplık alametidir. Nitekim Cenab-ı Hak da: “Af’etmeniz takvaya daha yakındır” diye buyurmuştur.

61. Bu böyledir, çünkü Allah geceyi gündüzün içine girdirir ve gündüzü de gecenin içine girdirir. Ve şüphe yok ki, Allah, tamamiyleişiticidir, görücüdür.

61. Evet.. (Bu böyledir.) Allah Teâlâ müminlere yardım eder, o her şeye kâdirdir (çünkü Allah geceyi gündüzün içine girdirir) kullarının menfaatleri için geceleri kısaltır, gündüzlerin aydınlıkları ile gecelerin karanlıklarını giderir (ve gündüzü de gecenin içine girdirir) gündüzün aydınlığını giderir, geceleri uzatır, kullarının istirahat zamanlarını arttırmış olur. Böyle mahlûkatından bazısını bazısı üzerine galip kılar, böyle birbirine muhalif şeyleri vücude getirir. Binaenaleyh o yüce yaratıcı, kullarına yardım etmeğe de pek ziyade kâdirdir. (ve şüphe yok ki, Allah tamamiyle işiticidir.) her söyleneni işitir, müminler aleyhinde o düşmanlarının lakırdılarını da işitmektedir, bilmektedir. Ve o hikmet sahibi mabûd (görücüdür) her yapılan şeyi görür, ona karşı hiç bir şey gizli kalamaz. O düşmanların bütün hareketlerini ve durmalarını da görmektedir. İşitmek için gecenin sessizliğine, görmek için gündüzün aydınlığına muhtaç değildir. Kullarının gizli ve açık hiç bir sözü, hiçbir hareketi o yüce yaratıcıya karşı gizli kalamaz, buna inanmışızdır.

62. İşte bu böyledir. Çünkü hak olan, ancak Allah’tır. Ondan başka ibadet ettikleri ise o batıldır ve muhakkak ki, en yüce ve en büyük olan ancak Allah’tır.

62. Evet.. (İşte bu böyledir) Cenab-ı Hak, tam bir kudretle, sonsuz bir ilm ile vasıflanmıştır, onun ilmi herşeyi kapsar. (çünkü hak olan) bizzat var olan ve varlığı zorunlu olan (ancak Allah’tır) o bütün kâinatın yegâne yaratıcısıdır, terbiye edicidir (ondan başka ibadet ettikleri) o müşriklerin mabût tanıdıkları herhangi şey (ise o bâtıldır) hadizatında yoktur, ilahlık vasfını asla sahip olmayan şeylerden ibarettir. (Ve muhakkak ki, en yüce, en büyük olan) kudretiyle her şeyden yüce ve azametiyle bütün kâinattan büyük bulunan (ancak Allah’tır) Evet.. Bütün mahlûkât, onun kudretialtında bulunmaktadır, onun birer eseridin. Artık onun bu mahlûkatından herhangi bir şey, o yüce yaratıcının nasıl ortak ve benzeri olabilir? O ezeli mâbudun varlığına, birliğine, azamet ve kudretine şahitlik ve delâlet eden nice açık, parlak, kesin deliller vardır. Buna inanmışızdır.

63. Görmedin mi ki, muhakkak Allah, gökten bir su indirdi de yeryüzü yemyeşil olarak sabahlar oldu. Şüphe yok ki, Allah çok lütufkârdır, çok haberdardır.

63. Bu mübârek âyetler, Allah Teâlâ’nın kudretine, nimetlerine delâlet ve şahitlik eden altı tür yaratılış harikalarını, kudret eserlerini, dikkat nazarı önüne koyuyor. O yüce yaratıcının üstün vasıflarını beyan ve birnice insanları nankörlükte bulunur olduklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey mükellef insan!. (görmedin mi ki,) elbette ki, bakıp görmüş, anlamışsındır ki, (Allah gökten bir su indirdi) rüzgarları gönderdi, bulutları kaldırdı, yeryüzüne yağmurlar yağdırdı (da yeryüzü) kurumuş, âdeta ölü bir halde bulunmuş iken (yemşeyil olarak sabahlar oldu) vakit vakit bahar feyzi ile yeniden hayat bularak güzel bir manzara teşkil eder bulundu, umumun menfaatlerine hizmetçi oldu. (şüphe yok ki, Allah) kullarına (çok lütufkârdır) yağmunlar ile bitkileri vücude getirerek kullarını bol bol rızıklandırır. Ve o yüce yaratıcı (tamamen haberdardır) mahlûkatının faydalarını, menfaatlerini onların gizli ve açık hallerini, temennilerini hakkiyle bilir. İşte bu birinci nevi bir kudret delilidir.

64. Göklerde olanlar da ve yerde olanlar da onundur. Ve şüphe yok ki Allah elbette o, zengindir, övgüye lâyıktır.

64. Evet. (Göklerde olanlar da) bu cümleden olarak güzel sularda (ve yerde olanlar da) çeşit çeşit bitkiler vesaire de (onundur) o Yüce Yaratıcının birer kudret eseridir, mük ve yaratılış olarak ona aittir. (ve şüphe yok ki,Allah elbette o) Yüce Yaratıcı zengindir her şeyden bizzat müstağnidir, hiç bir şeye hâşâ muhtaç değildir ve o (övgüye lâyıktır) bütün vasıfları ve fiilleri itibariyle hamd ve övgüye lâyıktır. Bu da ikinci nevi bir kudret delilidir.

65. Görmedin mi ki, muhakkak Allah, sizin için yerde olanları ve emriyle denizde yüzen gemileri de hizmetinize verdi ve göğü de izni olmaksızın yerin üzerine düşmekten tutuyor, şüphe yok ki, Allah insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.

65. Ey akıllı insan!. (Görmedin mi ki,) bilinen bir gerçektir ki (muhakkak Allah, sizin için yerde olanları) hizmetinize vermiştir, yeryüzü emrinize hazırdır. İstediğiniz yerlere gidersiniz, istediğiniz taraflara yollar açarsınız, bir çok hayvanattan istifade edersiniz, bütün ekinlerden, ağaçlandan geçiminizi temine muktedir olursunuz. Bu da üçüncü tür bir kudret delilidir. (Ve) o yüce yaratıcı (emriyle) iradesiyle (denizde yüzen gemileri de) size (hizmetinize verdi) o muazzam nakil vasıtalariyle denizlerde seyrü seferde bulunursunuz, o gemiler o kadar büyük, o kadar ağır oldukları halde denizlerin dibine batmıyorlar, suların yüzünde, dalgalar arasında yüzüp gidiyorlar, insanlık için nice menfaatleri temine vesile oluyorlar. Bunlar da dürdüncü tür bir kudret delilidir. (Ve) o kudret sahibi yaratıcı (göğü de izni olmaksızın yerin üzerine düşmekten tutuyor) o kadar muazzam bir varlık, kendisindeki milyonlarca büyük büyük nurani cisimler ile beraber üstümüzde sabit bir halde bulunuyor, başımızın üzerine düşmüyorlar. Ancak Allah’ın izni olursa, o zaman düşerler, kıyamette olacağı gibi. Bununla birlikte bazen bir uyanma olmak üzere bazı yıldırımlar ve saireler bazı yerlere düşerek onların ne kadar büyük kuvvetlere sahip oldukları görülmüş oluyor. Bunlar da beşinci tür bir kudret delilidir. (şüphe yok ki, Allah) Teâlâ Hazretleri insanlara çok(şefkatlidir) onları çok esirgeyicidir, haklarında ilâhî koruması daima tecelli etmektedir ve (çok merhametlidir) onları için nice menfaat kapıları açmış, kendilerine istifade kabiliyeti vermiştir. Kendilerini zararlı şeylerden korumuş, kendilerine selâmet ve saadete ermelerine vesile olacak hükümleri bildirmiştir.

66. Ve o, o zattır ki, sizi diriltmiştir, sonra sizi öldürecektir, sonra sizi diriltecektir. Şüphe yok ki, inan elbette çok nankördür.

66. (ve o) yüce yaratıcı (o) şânı yüce zat (dir ki,) Ey insanlar!. (Sizi diriltmiştir) yoktan, bir damla sudan yaratıp vücude getirmiştir (sonra) takdir edilen eceliniz tamam olunca (sizi öldürecektir) tâki, bu hayat değişimi, basiret sahipleri için bir öğüt mahiyetinde bulunmuş olsun (sonra sizi) Ey insanlar!. O yüce yaratıcı, bas günü yine (diriltecektir) ilâhi adaleti tecelli ederek herkesi dünyadaki amellerinin mükâfat ve cezasına kavuşturacaktır. İşte bu da altıncı tür bir kudret delilidir. (şüphe yok ki, insan) kifür ve şirke düşmüş olan herhangi bir insanlık taifesi (elbette çok nankördür) o kadar nimetlere nâil oldukları ve gözlerinin önünde bu kadar kudret ve azamet delilleri, eserleri parlayıp, durduğu halde onlar yine nimete nankörlükte bulunmaktan geri durmazlar, yine dinsizliklerinde devam eder dururlar. Ne büyük bir aptallık!. Ne korkunç bir cür’et!.

67. Herbir ümmet için bir şeriat kıldık ki, onlar onunla amel edenlerdi. Artık din işinde seninle çekişmede bulunmasınlar. Ve Rabbine davet et. Şüphe yok ki, sen elbette dosdoğru açık bir din üzerindesin.

67. Bu mübârek âyetler, Cenab-ı Hak’kın vaktiyle de her ümmeti bir şeriate nâil buyurmuş olduğundan artık son peygamberin şeriatini inkâra mahal bulunmadığını bildiriyor. Buna rağmen Resûl-i Ekrem’e karşı mücadelede bulundukları takdirde Hazreti Peygamberin onlara nasıl karşılık vereceğinibeyan buyuruyor. Ve Allah Teâlâ göklerde ve yerlerde olan her şeyi hakkiyle bildiğinden onların da o mücadelelerini bilip tesbit buyurmuş olduğu için haklarında lazım gelen hükmü vereceğine işaret buyurmaktadır. Şöyle ki: (Her bir ümmet için) o kadim zamandan beri (bir şeriat kıldık ki onlar onunla) o şeriatiyle (amel ederlerdi) mesela; Hz. Musa zamanında onun ümmeti onun şeriatiyle, onun kitabı olan Tevrat ile amel ederlerdi. Sonra İsa Aleyhisselâm Peygamber gönderilince zamanındaki ümmeti onun şeriatiyle, kitabı olan İncil ile amele başlamışlardı. Binaenaleyh daha sonra son peygamber Hazretleri de yeni bir şeriatle, yeni bir kitap ile bütün insanlığa Peygamber gönderilmiş olduğundan artık bütün insanlık, onun ümmeti olmak üzere bir birlik teşkil etmektedir, yalnız onun şeriatiyle, onun kitabı ile amel etmekle mükellef bulunmuşlardır. Bu, kararlaştırılmış bir dinî emirdir. (Artık) böyle bir (emirde) Resûlüm!. Seninle o inkârcılar (çekişmede bulunmasınlar) öyle bir mücadeleye, münakaşaya selâhiyetleri yoktur, mes’elenin hakikati, akıl sahiplerince pek açık bir şekilde malûmdur (ve) Resûlüm!.. Sen bütün ümmetini, bütün insanlığı (Rabbine) o muhsin olan mâbudunun dinî olan İslâmiyete (davet et) zira (Şüphe yok ki, sen elbette dosdoğru, apaçık bir din üzerindesin) senin dinin bir hidayet dinidir, bir saadet dinidir, insanlığı ona davet etmek, insanlık hakkında pek büyük bir hayır isterlikten başka değildir.

68. Ve eğer seninle mücadelede bulunurlarsa artık de ki: Sizin ne yapar olduğunuzu Allah pek iyi bilendir.

68. (Ve) böyle hak, açık bulunmuş ve böyle bir hayır isterlik gösterilmiş olduğuna rağmen bir takım inkârcı inatçılar (eğer) Resûlüm!. (seninle) din işinde (mücadelede bulunurlarsa artık) onlara bir tehdit ve irşad maksadiyle (de ki, sizin ne yapar olduğunuzu Allah pek iyi bilendir.) Sizin bütün hallerinizi ve böyle bâtılyere mücadelenizi de şüphe yok ki, bilmektedir, elbette ki, sizi lâyık olduğunuz cezalara kavuşturacaktır.

69. Allah, kendisinde ihtilâf etmiş olduğunuz şeyler hakkında kıyamet günü aranızda hüküm edecektir.

69. Ey yüce Peygamber!. O seninle mücadeleye cür’et edenlere şunu da de ki: (Allah kendisinde ihtilâf eder olmuş olduğunuz şeyler hakkında) dinî meseleler hususunda (kıyamet günü aranızda hüküm edecektir) sizi muhakemeye tâbi tutacak, sizinle müminler arasında ihtilâfı hal ve fasl edecek, sizin ne kadar boş bir şekilde mücadeleye cür’et etmiş olduğunuz meydana çıkacak, ona göre hakkınızda ceza tertip edilecektir. Artık o müthiş muhakeme gününü bir düşünmeniz icab etmez mi?

70. Bilmedin mi ki, şüphesiz Allah, gökte ve yerde olanı bilir. Muhakkak ki, o bir kitaptadır. Hakikaten o, Allah’a göre pek kolaydır.

70. Ey kadri yüce habibim!. Onların o inkârcı hareketlerinden fazla müteessir olma!. (Bilmedin mi ki,) elbette ki, pek iyi bilirsin ki, (şüphesiz Allah, gökte ve yerde olanı bilir) o yüce yaratıcıya hiç birşey gizli kalamaz. İşte o inkârcıların dedikoduları da bu cümledendir. Onların o haksız münkaşaları Allah katında malûmdur. (Muhakkak ki, o) gökte ve yerde her ne varsa, her ne oluyor ve olacak ise (bir kitaptadır) Levh-i Mahfuz’da daha meydana gelmelerinden evvel bir kudret kalemi ile yazılmış, tesbit edilmiş bulunmaktadır. (Hakikaten o) her şeyin Levh-i Mahfuzda yazılmış olması, Allah’ın ilminin her şeyi kuşatmış bulunması (Allah’a göre pek kolaydır) bu, asla inkâr edilemez. Çünkü o yüce yaratıcının ilmi, kudreti kendi zatının gereğidir, ona hiç bir şey gizli kalamaz, ve hiçbir mümkün onca müşkil bulunamaz, onun mukaddes ilim ve kudreti bütün kâinatı kapsar. Artık şüphe yok ki, o inkârcıların o bâtıl iddialarını da bilir,onların ona göre cezalarını verir. Sen üzülme ey yüce Peygamber!.

71. Ve Allah’tan başka öyle bir şeye ibadet ederler ki, ona dair bir delil indirmemiştir. Ve onlar için ona ait bir bilgi de yoktur ve zalimler için bir yardımcı da yoktur.

71. Bu mübârek âyetler, kâfirlerin naklî ve aklî bir delile dayanmış olmaksızın bir takım putlara tapınıp durduklarını kınamak için haber veriyor. O münkirlerin kendilerine karşı okunan Kur’an-ı Kerime ve onu okuyanlara ne kadar düşmanlık göstermekte olduklarını ve bu yüzden pek şiddetli bir ateşe atılacaklarını ve hiç bir yardımcı bulamıyacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) o müşrik kimseler (Allah’tan başka) rablık ve mâbudluk sıfatına asla sahip olmayan (öyle bir şeye) bir takım putlara, âciz ve fani şeylere (ibadet ederler ki) Allah Teâlâ (ona dair) onlara ibadetin câiz oluşuna ait (bir hüccet) bir şeri delil (indirmemiştir) bilakis onlara ibadetin câiz olmadığını bildiren birçok deliller, ihtarlar vardır. (ve onlar için) o müşriklere mahsus (ona ait) o putlara ibadetin câiz olunduğuna dair (bir bilgi de yoktur) onlara ibadetin cevazına dair akli bir delil de mevcut değildir. Onlar öyle hiçbir esasa dayanmaksızın cahilce bir biçimde putlara tapınır dururlar. (ve) bu küfrü işleyen o (zalimler için bir yardımcı da yoktur) onların böyle bâtıl olduğu açık olan tapınmalarını mâzur gören, bu hareketlerine müsaade eden, onlardan ilâhi azabı defedebilecek bulunan bir yardımcı mevcut değildir. Onlar ahirette ebedî azaplara uğrayıp duracaklardır.

72. Onlara karşı ayetlerimiz apaçık oldukları halde okunduğu zaman o kâfir olanların yüzlerinde bir inkâr bir kin ve gazab alâmeti görür anlarsın. Onlar, kendilerine karşı âyetlerimizi okuyanlara az kalır ki, saldırıversinler. De ki: Size o inkârınızdan daha şerlisini haber vereyim mi!, o ateştir.Onu Allah kâfir olanlar için vâd etmiştir. Ve ne fena gidilecek yer!

72. Evet.. O müşrikler böyle bir buhrana, bir ebedî felâkete uğrayacaklarıdır. Çünkü (onlara karşı) kendilerini uyandırmak için (âyetlerimiz) Kur’an-ı Kerim’in hükümleri, öğütleri (apaçık oldukları halde) açık bir şekilde (okunduğu zaman O kâfir olanların yüzlerinde bir inkâr) o âyetlere karşı bir kin ve gazap alâmeti görür (anlarsın) onların yüzleri, ruhî hallerini göstermeğe yeter. Onlar o derecede bir heyecana, düşmanlığa kapılırlar ki, (onlar) o müşrikler (kendilerine karşı âyetlerimizi okuyanlara az kalır ki, saldırıversinler) O dinsizler, Cenab-ı Hak’kın birliğine, mukaddes vasıflarına ve diğer dinî hükümlere ait âyetlerin okunmasından son derece dargın, kızgın olarak kendilerinde öyle kâfirce bir heyecan zuhura gelir. İşte söylenilen hak sözlere karşı inkârcıların, nefislerinin havalarına mağlûp olanların ruhi durumları böyle düşmanca, alçakça hareketlerden başka değildir. Ey Resûl-i Ekrem!. O gibi inkârcılara (de ki: Size o inkârınızdan) öyle hakkın kelâmından kızgın olup da heyecanlara, ıstıraplara kapılmanızdan (daha şerlisini haber vereyim mi?) nedir mi o diyorsunuz?. (O) muhakkak ki, (ateştir) cehennem ateşidir. Evet.. Öyle Kuran okumasından kızmış olanlar, ıstıraplara düşenler, yarın âhirette bu hallerinden binlerce kat elem verici olan cehennem ateşleri içinde kalacaklardır. (Onu) o cehennem ateşini (Allah kâfir olanlar için vâd etmiştir.) o kâfirler o ateşe mutlaka atılacaklardır. Ne korkunç bir tehdit!. (ve) o ateş (ne fena gidilecek yer!.) artık o kâfirler, bu ebedî cezayı hiç düşünmezler mi?. Onlar, kendilerini uyandıracak olan âyetler, emirleri ve yasakları hiç dinlemeyip de o cehaletlerine bir son vermezler mi? Nedir o kadar cehalet ve sapıklık!.

73. Ey insanlar! Bir misal verildi, onu artıkdinleyiniz! Şüphe yok ki, Allah’tan başka kendilerine ibadet ettikleriniz, bir sinek bile yaratamazlar, isterse onun için hepsi de toplansınlar ve eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa onu ondan geri de alamazlar. İsteyen de, istenilen de zayıf olmuştur.

73. Bu mübârek âyetler, bir takım mâbud edinilen âciz, fanî şeylerin mâbudluk vasıflarından ne kadar uzak olduklarını bir beliğ nükte ile bildiriyor. Meleklerin de mâbudluk vasfına sahip olmayıp bir kısmının paygamberlik şerefine nâil bulunmuş olduklarına işaret ediyor. Allah Teâlâ’nın ise bütün üstün vasıfları toplamış ve bütün kâinatın yegâne mukaddes mercii olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ey insanlar!.) ey küfrün, cehaletin eseri bulunan bir takım kimseler!. (bir misal verildi) sizin güzelce düşünüp de cehaletinizi, gayrı mâkul hareketlerinizi anlayabilmeniz için bu Kur’an-ı Kerim’de bir garip, düşünülmeye lâyık bir kıssa, bir açık misâl beyan buyuruldu, (onu) o uyanma vesilesi misâli (artık dinleyiniz) onu bir sukûnetle tefekküre dalınız. Şöyle ki: Siz bir takım cansız varlıklar türünden putlara tapınıp duruyorsunuz. (Şüphe yok ki, Allah’tan başka kendilerine ibadet ettikleriniz) o putlar, akıldan, fikirden mahrum, başkalarına ve hatta o kendilerine bile bir faide vermekten âciz şeylerdir. Onlar (bir sinek bile yaratamazlar) öyle pek küçük bir hayvancağızı bile var edemezler (isterse, onun için) o sineği yaratmak için o putların (hepsi de toplansınlar) bir araya gelsinler, yine öyle naçiz bir şeyi bile yaratmaya kâdir olamazlar. Artık daha büyüğünü hiç yaratmaya kâdir olabilirler mi?. Ne mümkün (ve eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa onu) o putlar, kendilerinden o kapılan şeyi (ondan) o kapan sinekten (geri alamazlar) o putların bu kadar basit bir şeye de kudretleri yoktur. İşte (isteyen de istenilen de zayıf olmuştur.) yani: O putlara ibadet edenler de o kendilerineibadet olunan putlar da haddizatında birer zayıf mahlûktan başka değildir veyahut o sineklerde zayıf, o putlar da âciz şeylerdir. Artık öyle şeyler nasıl mâbud, ibadete lâyık olabilirler?. Hiç bu kadar açık bir şeyi o müşrikler düşünemiyorlar mı?.

74. Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler, şüphe yok ki, Allah elbette kuvvetlidir, güçlüdür.

74. Evet.. O müşrikler büyük bir cehalet içinde yaşıyorlar. Onlar (Allah’ın kadrini) kudret ve büyüklüğünü ve diğer yüce vasıflarını (hakkiyle takdir edemediler) öyle âciz, zayıf, mahlûk şeylere ilahlık, mâbudluk isnâdında bulundular, onlara taparak onlardan bir faide bekler bulundular. (şüphe yok ki, Allah elbette kuvvetlidir) bütün kâinatı yaratmaya kâdirdir ve (güçlüdür) bütün mahlûkatı üzerine galiptir, hiç bir şeyi yaratmadan âciz değildir. Artık bir sivri sineği bile vücude getirmekten âciz olan şeyler, nasıl ilahlık ve mâbudluk vasfına sahip olabilirler? Bu kadar açık bir hakikati düşünemeyip de o putlara tapmak, ne kadar bir gaflet, bir aptallık eseridir. Bir kere düşünmeli, Cenab-ı Hak, insanlara akıl vermiştir ve Peygamberleri, kitapları vasıtasiyle insanlığa o hakikati haber vermiştir. Artık nasıl olur da birçok cemiyetler öyle bir cehalet karanlığı içinde yaşamaya devam ederler?

75. Allah meleklerden Rasuller seçer ve insanlardan da. Muhakkak ki, Allah tamamen işiticidir, görücüdür.

75. Evet. (Allah Meleklerden resûller seçer) Cebrail, Mikâil, İsrafil ve Azrail Aleyhimüsselâtu vesselâm gibi. (ve insanlardan da) Resûller seçmiştir. Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed Mustafa sallâllahü teâlâ aleyhim vesellem gibi. Allah Teâlâ, böyle bir kısım seçkin kullarını yüce ruhlara sahip, mukaddes göç ile desteklemiştir. Bu yüce zatlar ile ruhanî vecismanî âlemleri ilâhi feyizlerine mazhar kılmıştır. Peygamberlik vazifesi, yalnız meleklere mahsus değildir, öyle bir inhisar iddiası bâtıldır. (Muhakkak ki, Allah, tamamen işiticidir.) Kullarının bütün sözlerini, iddialarını, münakaşalarını, inkârlarını ve tevhid ve tesbihlerini tamamen işitir, bilir. Ve o kâinatın ayartıcısı Hazretleri her şeyi (görücüdür) kullarının bütün fiil ve hareketlerini görmektedir, hiç bir şey o yüce yaratıcıya karşı gizli, meçhul kalamaz. Buna inanmışızdır!.

76. Onların ilerilerinde olanı da ve arkalarında olanı da bilir. Ve Allah’a bütün işler döndürülür.

76. Evet.. O yüce Mâbudi Hazretleri (onların) o Peygamberlerinin (ilerilerinde olanı da) bilir, geçmiş zamanlara ait hiçbir şey kendisine meçhul kalmaz (ve) o Peygamberlerin (arkalarında olanı da) bilir, kendilerinden sonra ümmetleri arasında ortaya çıkan hâdiseleri de tamamen bilmektedir, ilâhi ilmi bütün bunları kuşatmıştır. (Ve Allah’a bütün işler döndürülür) sonunda kıyamet gününde bütün mahlûkatının işleri, Cenab-ı Hak’kın hükmü adaletine tâbi olur. Haklarında adaletin gereği ne ise o tecelli eder. Ondan başka yaratıcı, mâbud, bütün âlemin hallerini bilen, bütün mahlûkat üzerinde hâkim yoktur. Ne mutlu daha dünyada iken bu hakikati bilip de o eşsiz yaratıcıya tam bir samimiyetle ibadet ve taatde bulunmuş olanlara..

77. Ey îmân edenler, rükûa varınız ve secde ediniz ve Rabbinize ibadette bulunun ve hayır işleyiniz, tâki kurtuluşa erebilesiniz.

77. Bu mübârek âyetler, müminlerin yerine getirmekle mükellef oldukları başlıca şer’i hükümleri bildiriyor. İslâm dininin güçlükten uzak ve her bakımdan yüce olduğunu ve Peygamberlerin kendi ümmeti üzerine ve şerefli müsüman adına sahip olan bu ümmetin de bütün ümmetler üzerine şahitlikte bulunacaklarını haber veriyor ve bu müslümanümmetin ilâhi korumaya nâil bulunduklarını müjdeliyor. Şöyle ki: (Ey îman edenler!) Ey ümmeti Muhammed!. İmanınızın güzel bir alâmeti olmak üzere (rükûa varınız ve secde ediniz) namazlarınızı rükû ile secde ile kılınız, Cenab-ı Hak’ka karşı en mükemmel bir tevazu ve kulluk alameti olan bu ibadet tarzına devam ediniz. (Ve Rabbinize ibadette bulunun) diğer çeşitli ibadetlere de riayet eyleyiniz (ve hayır işleyiniz) nafile ibadetlerde de bulunan güzel ahlâk ile vasıflarının, sılai rahm gibi, hasklarına riayet gibi, akrabalık haklarına riayet gibi güzel, ictimaî vazifeleri terk etmeyin. (Tâki kurtuluşa erebilesiniz) ahirette cennetlere nâil olabilesiniz. Evet.. Böyle ibadet ve itaatde bulunmak bir kulluk vazifesidir, bir insanlık alametidir. Bunlara muvaffakiyet ise bir ilâhi lütuftur. İnsan kendi ibadet ve itaatine, yaptığı iyiliklerle gurunlanmamalıdır, o sayede başarı ve kurtuluşa nâil olmasını Cenab-ı Hak’tan niyâz eylemelidir.

§ Lealle = umulur ki; kelimesi buna işaret etmektir.

§ Bu âyeti kerime imamı Şafii’ye göre ve diğer bir kısım zatlara göre bir secde âyetidir. İmamı Âzama göre ise bu secde, rükû ile beraber zikredildiği için, bu zikr bunun bir tilâvet olmadığını göstermektedir.

78. Ve Allah yolunda hakkıyla cihad ile mücahedede bulununuz. O sizi seçti ve sizin üzerinize dinde hiçbir güçlük kılmadı. Babanız İbrahim’in milleti gibi. O bundan evvel size Müslümanlar ismini vermişti ve bunda da: Takî: Resul sizin üzerinize şahit olsun ve siz de insanlar üzerine şahitler olasınız. Artık namazı dosdoğru kılınız ve zekâtı veriniz ve Allah’a sığınınız. O sizin mevlânızdır. İşte ne güzel mevlâ ve güzel yardımcı..

78. (Ve) Ey îman edenler!. Özellikle (Allah yolunda hakkiyle cihad ile mücahededebulununuz) dinin düşmanlarını cezalandırmak, Allah’ın dinini yaymak, İslâm’ın mukkadesatını müdafaa ve muhafaza etmek için cihad meydanlarına atılın, nefislerinizi arıtmak ve ahlâk ve davranışlarınızı ıslah için nefse karşı cihadda bulunun: (O) yüce yaratıcı, Ey müslümanlar!. (Sizi seçtim) sizi İslâm dinine hizmet için tercih buyurdu. Sizin Peygamberinizi resûllerin en şereflisi kıldı, sizin dininizi de dinlerin en mükemmeli kıldı, kitabınız olan Kur’an-ı Kerim’i de semavî kitapların en büyüğü kıldı, sizi de ümmetlerin en şereflisi kılmak lütfunda bulundu. (ve sizin için din de hiç bir güçlük kılmadı) nâil oduğunuz İslâm dininin bütün hükümleri, kolaylıkla yerine getirilebilir. İslâm dinî, hiçbir kimseyi gücünün üstünde bir şey ile mükellef tutmaz. Mükellef olduğumuz ibadetler, güçlükleri içermeyip birnice maddî ve manevî faideleri içermektedir. Sefer halinde, hastalık halinde gösterilen şer’i müsaadeler, kolaylıklar da malûmdur. İslâm dinine göre en günahkâr kimseler de tövbe ve istiğfar edince ilâhi affa nâil olurlar. Evet.. İslâm dininin hükümlerini güzelce tatbik edenler, onların sahip oldukları menfaatleri, hikmetleri iyice dikkate alanlar, İslâm dinini bir kolaylık, bir şefkat ve merhamet, bir fazilet ve yücelik dinî olduğunu itirafa mecbur olurlar. Ey müslümanlar!. Sizin bu mübârek dininiz (babanız İbrahim milleti gibi) dir, onun gibi gayet mukaddestir, onun gibi gayet geniştir. Hz. İbrahim, Peygamberimizin büyük babasıdır. Bu bakımdan müslümanların da mübârek bir babası bulunmuştur. Çünkü bir Peygamberin ümmeti onun evlâdı hükmündedir. Cenab-ı Hak, işte müslümanları bu şerefe de nâil buyurmuştur.

§ Millet, din gibidir. Cenab-ı Hak’kın Peygamberleri lisaniyle kulları için meşru kılmış olduğu şeylerin ismidir. Millet tâbiri yalnız Peygamberlere izafe edilir. Allah Teâlâ’ya vediğer insanlara izafe edilmez. Meselâ: Milleti İbrahim, milleti Muhammed Aleyhisselâm denilir. Milletullah, milletuzeyd denilmez. “Ragıbı İsfehani”. Ey müslümanlar!. (O) yüce yaratıcı (bundan evvel) Kur’an-ı Kerim’in inmesinden önce indirmiş olduğu diğer kitaplarında (size müslümanlar ismini vermişti ve bunda da) bu Kur’an-ı Kerim’de de size o seçkin ismi vermiştir. (tâki, Resûl) Aleyhisselâm kıyamet gününde (sizin üzerinize şahit olsun) size dinî hükümleri tebliğ etmiş olduğunu bildirsin (ve siz de insanlar üzerine şahitler olasınız) yani: O eski kavimlere de Peygamberlerinin dinî hükümleri, vazifeleri tebliğ etmiş olduklarını Kur’an-ı Mübin vasıtasiyle bilmiş olduğunuz için bu hususa dair diğer ümmetlere karşı da siz şahitlikte bulunasınız. Bu da Ey İslâm ümmeti!. Size verilmiş bir şeref, bir ayrıcalık demektir. Artık bununda şükrünü ifaya çalışınız. (artık) ey seçkin ümmeti Muhammediye!. üzerinize düşen (namazı) erkân ve âdabına riayetle (kılınız) Cenab-ı Hak’ka manevî ulaşmaya vesile olan o kutsal namaz ibadetine devam eyleyiniz. (ve zekâtı veriniz) ki, o da ruhunuzu temizler, sizde âlicenaplık özelliğini vücude getirir, sizin ile din kardeşleriniz arasındaki bağlılığı, muhabbeti artırır. (ve Allah’a sığının) her hususta ona ilticada bulunan, üzerinize düşen vazifeleri güzelce yapmaya muvaffakiyeti o kerem sahibi mabûddan niyâz eyleyin, zaferi, kurtuluşu ancak o kerem sahibi yaratıcınızdan dileyin. Çünkü (o sizin mevlânızdır.) Bütün işlerinizin mütevellisi bulunan, sizlere muvaffakiyet veren ancak odur. (İşte) o yüce yaratıcı (ne güzel mevlâ) dır ne güzel koruyucudur, destekleyicidir. (ve ne güzel yardımcıdır) din. Dilediği kullarına pek mükemmel bir şekilde yardım, muvaffakiyet ihsan buyurur. Artık müminler için ne büyük bir saadet!. Öyle ezeli, kerem sahibi, yüce bir mâbuda îman etmiş, İslâmiyet şerefinikazanmış bulunan kullar, ne kadar mutludurlar. Binaenaleyh müslümanlar, nâil oldukları bu şeref ve saadetten dolayı daima şükran secdesine kapanmalıdırlar, daima ibadet ve itaate devam ederek kulluk vazifesini tam bir zevk ve şevk ile ifaya çalışmalıdırlar. Her hususta muvaffakiyeti, kulları hakkında merhamet ve şefkati sonsuz olan yüce kerem sahibi yaratıcıdan niyâza devam etmelidirler. Başarı sadece Allah’tandır.
Daha yeni Daha eski