KURAN’I KERİM TEFSİRİ
ÖMER NASUHİ BİLMEN
Zilzal Suresi Tefsiri, Türkçe Meali ve Açıklaması
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu mübârek sûre, “En-Nisâ” sûresinden sonra Medine-i Münevvere’de nâzil olmuştur. Gelecekte vuku bulacak bir zelzeleyi haber verdiği için kendisine bu ad verilmiştir.
Kendisinden evvelki “El-Beyyine” sûresinde mü’mînlerin mükâfatı, kâfirlerin de cezası bildirilmişti. Bu sûrede de o mükâfat ile cezanın vakti ve onun alâmetleri bildirildiği için bu iki sûre arasında mühim bir münâsebet vardır. Sekiz âyet-i kerîmeyi ihtiva eder.
1. Vaktaki: Yer, kendisine ait şiddetli bir zelzele ile sarsılır.
1. Bu sûre-i celîle, kıyamet kopacağı zaman yeryüzünün nasıl bir mustarib hâle geleceğini ve insanların nasıl vaziyetler içinde kalarak hesap ve ceza mevkiine sevk edileceğini ve herkesin kendi amellerinin karşılığını tamamen göreceğini şöylece beyan buyurmaktadır:
(Vakta ki:) Kıyamet kopmaya başlar (yer) yüzü (kendisine ait şiddetli bir zelzele ile sarsılır.) Allah’ın takdiri ile öyle bir zelzelenin üstünde bir enteresan hareket meydana gelir, artık bunun neticesi düşünülsün!.
“Zelzele” ıztırap, şiddetli bir hareket, yeryüzünün titremesi demektir.
2. Ve yer ağırlıklarını dışarıya çıkarır.
2. (Ve) O günkü: (yer) Bu ikâmetgâhımız olan yeryüzü, pek şiddetli titremesinden dolayı (ağırlıklarını) içindeki madenleri, hazineleri, ölüleri (dışarıya çıkarır.) nasıl ki; Daha kıyamet kopmadan evvel de bâzı yerlerde dağlar; yarılır, içlerinden ateşler dışarıya fışkırıp durur, o civardaki, kasabalar mahvolup gider.
“Eşkal” Esasen ev veya yolcu eşyası demektir. Bundan maksat, yere ağırlık veren madenler gibi çeşitli şeylerdir.
3. Ve insan, buna ne oluyor demiş olur.
3. (Ve) O günkü: (insan) O müthiş hâdiseyi görecek olan herhangi bir şahıs, hayretler içinde kalarak (buna) yeryüzüne (ne oluyor?.) ne için bu kadar benzeri görülmemiş müthiş bir harekette bulunuyor, (demiş olur.)
Mü’mîn kimse, bu hâdiseyi büyük görür, ne büyük bir ilâhî kudret eseri olduğunu bilerek böyle söylemeğe başlar. Kâfir bir şahıs ise taaccüpte bulunur, inkâr ettiği hâdisenin böyle vücuda gelmekte olduğunu görerek heyecanlar içinde kalır.
4. O gün yeryüzü, kendi haberlerini anlatıverir.
4. İşte (O gün) o pek şiddetli zelzele vaktinde yeryüzü (kendi haberlerini anlatıverir.) ne için öyle ıstıraba, değişikliğe uğramış olduğunu halka bir lisân-ı hâl ile anlatmış olur.
Onun o vaziyeti, o görünen hâli, onun ne için öyle ıstırap dolu bir değişime mâruz kaldığını anlatmış bulunur veyâhut Cenab-ı Hak yere bir konuşma kabiliyeti verir, uğradığı korkunç hâdiseyi ve sebebini bir konuşma lisânıyla insanlara bildirir, üzerinde hayır ve şer adına yapılmış olan muameleleri teşhîr etmiş bulunur.
5. Çünkü, şüphe yok, Rabbin ona vahyetmiştir.
5. Evet.. Yer, öyle uğradığı hâdiseleri ve onun sebeplerini halka bildirir (çünkü, şüphe yok, Rab’bin) O Hikmet Sâhibi Yaratıcı (ona) o yeryüzüne (vahy eylemiştir.) yâni: Ona öyle konuşma kuvvetini vermiştir, o değişikliğin sebeplerini halka anlatması için kendisine müsaade buyurmuştur. Yâhut o yerin öyle değişikliğe uğraması için kendisine Hak Teâlâ
emretmiş, onu öyle bir hitap ile muhatap bulundurmuştur.
6. O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilmek için darmadağınık halde dönerler.
6. İşte (O gün) öyle müthiş bir zelzele ile bu yer âlemi, öyle harap olduğu vakit (insanlar, amelleri kendilerine gösterilmek için) vaktiyle yapmış oldukları şeylerin karşılığı, hayırlı amellerinin mükâfatı ve şerli amellerinin cezası kendi haklarında tatbik edilmesi için yerlerinden (perakende bir hâlde) amellerine göre dağınık, birbirlerinden ayrılmış bir vaziyette hesap yerine (dönerler.) muhasebeye tâbi tutulurlar.
“Sudûr” Dönmek, ortaya çıkmak, meydana çıkmak mânâsınadır. “Eştât” da müteferrik, yâni dağınık, ayrılmış mânâsına olan “Şetit” kelimesinin çoğuludur.
7. Artık her kim bir zerre ağırlığında bir hayır işlemiş ise onu görecektir.
7. (Artık her kim) Dünyada iken ister (bir zerre ağırlığında) olsun (bir hayır işlemiş ise onu görecektir.) onun sevabına, mükâfatına kavuşacaktır.
“Miskâl” yüz arpa ağırlığı mânâsınadır ki, pek az şeyden kinâyedir.
“Zerre” de küçük şey demektir. Karınca ve güneşin ziyasında görünen ufacık toz gibi şey mânâsında da kullanılmıştır.
8. Ve her kim bir zerre miktarı bir şer işler ise onu görecektir.
8. (Ve her kim bir zerre miktarı bir şer işler ise onu) Onun cezasını âhirette veya daha dünyada iken (görecektir.) kendisi o günü hareketinden haberdar edilmiş bulunacaktır.
Şöyle ki: Bir mü’mîn, bir hayır işledi mi, onun mükâfatını her hâlde görecektir. Bir şer de işledi mi ondan da haberdar edilecektir. Ancak iyiliği, kötülüğüne galip ve büyük günahlardan kaçınmış ise Allah’ın bir Lütfü olarak o şer sayılan ameli affedilebilir, veya onun cezasını dünyada görmüş bulunur.
Bir kâfir ise bir hayır işlerse, meselâ: Fakirlere sadaka vermiş olursa o hayır, îmana bağlı olmadığı için Allah katında makbul değildir. Âhirette kendisini ebedî azaptan kurtaramaz. Ancak azabını kısmen azaltmış olabilir. Yâhut o iyi muamelesinin mükâfatını dünyada görmüş olur.
Bilakis bir şey işlemiş olunca onun cezasını da âhirette görecektir. O yüzden dünyada da bir felâkete uğramış olabilir. Maamafih kâfir olduğu hâlde âhirete giden her şahıs ebediyyen cehennem azabına uğrayıp duracaktır. (Ez-Zilzal). Bu sûre-i celîlenin sebebi nüzulü hakkında deniliyor ki: Kâfirler, Resûl-i Ekrem’le karşılaşınca: O vâ’d olunan kıyamet gününün ne zaman vuku bulacağını bir alay yoluyla soruyorlardı.
İşte onlara, o günün müthiş alâmetleri ihtar edilmiş, fakat o günün ne vakit vuku bulacağı insanlara hikmet gereği tâyin edilmemiştir.
Tâ ki: Kıyametin kopma vaktini uzak görerek gaflet ve şehvet içinde yaşayıp durmasınlar, bu âyetlerde şuna da işaret vardır ki: İnsan, elinden gelen hayırlı işlerde bulunsun, isterse, o hayır pek az olsun, onun azlığına bakarak terki yönüne gitmesin, mutlaka onun da bir mükâfatı vardır.
Ve bilakis en ufak bir kötülüğü de ehemmiyetsiz görerek işlemesin, zira onun da herhâlde bir cezası vardır. Artık her insan bunu düşünsün, ona göre hareketini tanzim etsin, Hak Teâlâ Hazretleri o kıyamet günü güzelce düşünüp onun için güzelce hazırlanan sâlih kullar arasına cümlemizi katsın, âmin..
Zilzal Suresi Tefsiri, Türkçe Meali ve Açıklaması
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu mübârek sûre, “En-Nisâ” sûresinden sonra Medine-i Münevvere’de nâzil olmuştur. Gelecekte vuku bulacak bir zelzeleyi haber verdiği için kendisine bu ad verilmiştir.
Kendisinden evvelki “El-Beyyine” sûresinde mü’mînlerin mükâfatı, kâfirlerin de cezası bildirilmişti. Bu sûrede de o mükâfat ile cezanın vakti ve onun alâmetleri bildirildiği için bu iki sûre arasında mühim bir münâsebet vardır. Sekiz âyet-i kerîmeyi ihtiva eder.
1. Vaktaki: Yer, kendisine ait şiddetli bir zelzele ile sarsılır.
1. Bu sûre-i celîle, kıyamet kopacağı zaman yeryüzünün nasıl bir mustarib hâle geleceğini ve insanların nasıl vaziyetler içinde kalarak hesap ve ceza mevkiine sevk edileceğini ve herkesin kendi amellerinin karşılığını tamamen göreceğini şöylece beyan buyurmaktadır:
(Vakta ki:) Kıyamet kopmaya başlar (yer) yüzü (kendisine ait şiddetli bir zelzele ile sarsılır.) Allah’ın takdiri ile öyle bir zelzelenin üstünde bir enteresan hareket meydana gelir, artık bunun neticesi düşünülsün!.
“Zelzele” ıztırap, şiddetli bir hareket, yeryüzünün titremesi demektir.
2. Ve yer ağırlıklarını dışarıya çıkarır.
2. (Ve) O günkü: (yer) Bu ikâmetgâhımız olan yeryüzü, pek şiddetli titremesinden dolayı (ağırlıklarını) içindeki madenleri, hazineleri, ölüleri (dışarıya çıkarır.) nasıl ki; Daha kıyamet kopmadan evvel de bâzı yerlerde dağlar; yarılır, içlerinden ateşler dışarıya fışkırıp durur, o civardaki, kasabalar mahvolup gider.
“Eşkal” Esasen ev veya yolcu eşyası demektir. Bundan maksat, yere ağırlık veren madenler gibi çeşitli şeylerdir.
3. Ve insan, buna ne oluyor demiş olur.
3. (Ve) O günkü: (insan) O müthiş hâdiseyi görecek olan herhangi bir şahıs, hayretler içinde kalarak (buna) yeryüzüne (ne oluyor?.) ne için bu kadar benzeri görülmemiş müthiş bir harekette bulunuyor, (demiş olur.)
Mü’mîn kimse, bu hâdiseyi büyük görür, ne büyük bir ilâhî kudret eseri olduğunu bilerek böyle söylemeğe başlar. Kâfir bir şahıs ise taaccüpte bulunur, inkâr ettiği hâdisenin böyle vücuda gelmekte olduğunu görerek heyecanlar içinde kalır.
4. O gün yeryüzü, kendi haberlerini anlatıverir.
4. İşte (O gün) o pek şiddetli zelzele vaktinde yeryüzü (kendi haberlerini anlatıverir.) ne için öyle ıstıraba, değişikliğe uğramış olduğunu halka bir lisân-ı hâl ile anlatmış olur.
Onun o vaziyeti, o görünen hâli, onun ne için öyle ıstırap dolu bir değişime mâruz kaldığını anlatmış bulunur veyâhut Cenab-ı Hak yere bir konuşma kabiliyeti verir, uğradığı korkunç hâdiseyi ve sebebini bir konuşma lisânıyla insanlara bildirir, üzerinde hayır ve şer adına yapılmış olan muameleleri teşhîr etmiş bulunur.
5. Çünkü, şüphe yok, Rabbin ona vahyetmiştir.
5. Evet.. Yer, öyle uğradığı hâdiseleri ve onun sebeplerini halka bildirir (çünkü, şüphe yok, Rab’bin) O Hikmet Sâhibi Yaratıcı (ona) o yeryüzüne (vahy eylemiştir.) yâni: Ona öyle konuşma kuvvetini vermiştir, o değişikliğin sebeplerini halka anlatması için kendisine müsaade buyurmuştur. Yâhut o yerin öyle değişikliğe uğraması için kendisine Hak Teâlâ
emretmiş, onu öyle bir hitap ile muhatap bulundurmuştur.
6. O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilmek için darmadağınık halde dönerler.
6. İşte (O gün) öyle müthiş bir zelzele ile bu yer âlemi, öyle harap olduğu vakit (insanlar, amelleri kendilerine gösterilmek için) vaktiyle yapmış oldukları şeylerin karşılığı, hayırlı amellerinin mükâfatı ve şerli amellerinin cezası kendi haklarında tatbik edilmesi için yerlerinden (perakende bir hâlde) amellerine göre dağınık, birbirlerinden ayrılmış bir vaziyette hesap yerine (dönerler.) muhasebeye tâbi tutulurlar.
“Sudûr” Dönmek, ortaya çıkmak, meydana çıkmak mânâsınadır. “Eştât” da müteferrik, yâni dağınık, ayrılmış mânâsına olan “Şetit” kelimesinin çoğuludur.
7. Artık her kim bir zerre ağırlığında bir hayır işlemiş ise onu görecektir.
7. (Artık her kim) Dünyada iken ister (bir zerre ağırlığında) olsun (bir hayır işlemiş ise onu görecektir.) onun sevabına, mükâfatına kavuşacaktır.
“Miskâl” yüz arpa ağırlığı mânâsınadır ki, pek az şeyden kinâyedir.
“Zerre” de küçük şey demektir. Karınca ve güneşin ziyasında görünen ufacık toz gibi şey mânâsında da kullanılmıştır.
8. Ve her kim bir zerre miktarı bir şer işler ise onu görecektir.
8. (Ve her kim bir zerre miktarı bir şer işler ise onu) Onun cezasını âhirette veya daha dünyada iken (görecektir.) kendisi o günü hareketinden haberdar edilmiş bulunacaktır.
Şöyle ki: Bir mü’mîn, bir hayır işledi mi, onun mükâfatını her hâlde görecektir. Bir şer de işledi mi ondan da haberdar edilecektir. Ancak iyiliği, kötülüğüne galip ve büyük günahlardan kaçınmış ise Allah’ın bir Lütfü olarak o şer sayılan ameli affedilebilir, veya onun cezasını dünyada görmüş bulunur.
Bir kâfir ise bir hayır işlerse, meselâ: Fakirlere sadaka vermiş olursa o hayır, îmana bağlı olmadığı için Allah katında makbul değildir. Âhirette kendisini ebedî azaptan kurtaramaz. Ancak azabını kısmen azaltmış olabilir. Yâhut o iyi muamelesinin mükâfatını dünyada görmüş olur.
Bilakis bir şey işlemiş olunca onun cezasını da âhirette görecektir. O yüzden dünyada da bir felâkete uğramış olabilir. Maamafih kâfir olduğu hâlde âhirete giden her şahıs ebediyyen cehennem azabına uğrayıp duracaktır. (Ez-Zilzal). Bu sûre-i celîlenin sebebi nüzulü hakkında deniliyor ki: Kâfirler, Resûl-i Ekrem’le karşılaşınca: O vâ’d olunan kıyamet gününün ne zaman vuku bulacağını bir alay yoluyla soruyorlardı.
İşte onlara, o günün müthiş alâmetleri ihtar edilmiş, fakat o günün ne vakit vuku bulacağı insanlara hikmet gereği tâyin edilmemiştir.
Tâ ki: Kıyametin kopma vaktini uzak görerek gaflet ve şehvet içinde yaşayıp durmasınlar, bu âyetlerde şuna da işaret vardır ki: İnsan, elinden gelen hayırlı işlerde bulunsun, isterse, o hayır pek az olsun, onun azlığına bakarak terki yönüne gitmesin, mutlaka onun da bir mükâfatı vardır.
Ve bilakis en ufak bir kötülüğü de ehemmiyetsiz görerek işlemesin, zira onun da herhâlde bir cezası vardır. Artık her insan bunu düşünsün, ona göre hareketini tanzim etsin, Hak Teâlâ Hazretleri o kıyamet günü güzelce düşünüp onun için güzelce hazırlanan sâlih kullar arasına cümlemizi katsın, âmin..