Değerli kardeşimiz,
لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجاً
“Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol kıldık.” (Maide, 5/48)
Tasavvuf, İslam'ın ahlak ve ihsan boyutu, maneviyatta derinleşme cihetidir. Tarikat, tasavvufun sistemleşmiş şeklidir.
Tarikatlar, hakikatlerin yollarıdır. Bunlar, manevî birer kışla ve ciddi birer terbiye merkezidir.
Hilafet ve medreseler İslam’ın etrafında birer kale oldukları gibi, tarikatlar da mühim kalelerden biridir. Tarikatlar Müslümanlar içinde mukaddes bir bağ olan kardeşliğin gelişmesine tesirli birer vasıtadır.
Bütün hak tarikatlar, esaslarını Kur’ân’dan almışlardır. Bunların çıkması aynen fıkhî mezheplerin çıkışı gibi olmuştur. Fıkhı iyi bilenler etrafında Müslümanların bir araya gelmeleri mezhepleri ortaya çıkardığı gibi, tasavvufî yönü kuvvetli olanların etrafında toplanmalar da tarikatları ortaya çıkarmıştır.
Tarikatı kabul etmek istemeyen bazı kimselerin, “Hz. Peygamber devrinde tarikat mı vardı?” şeklindeki soruları, bir cerbezeden ibarettir. Zira tarikatın temel esasları zaten Resulullah’ın (asm) tatbikatına dayanmaktadır. Yani, uygulama vardır, fakat adı tarikat değildir.
Böyle bir bakışla bakıldığında “Hz. Peygamber devrinde tefsir ilmi mi vardı? Hz. Peygamber devrinde fıkıh ilmi mi vardı?” da denilebilir. Hâlbuki O en büyük müfessirdir, en büyük fıkıhçıdır. Ancak bu isimle ilimler o günün şartlarında söz konusu olmamıştır.
Tarikatın belli bir sistem içinde ortaya çıkması, hicri 3. asra dayanır. Cüneyd-i Bağdadî, Bayezid-i Bistami gibi zatlar, tarikatın ilk önderlerindendir. Daha sonraki dönemlerde gelen Şah-ı Nakşibend, Abdülkadir-i Geylanî, Mevlâna Celaleddin-i Rûmi, İmam-ı Rabbani gibi zatlar ise, tarikatın meşhur kahramanlarından bazılarıdır.
Tarikat, hakikate giden bir yol olmakla beraber, tek yol değildir. Tarikatlardaki metot farklılıkları bunu isbat eder.