KURAN’I KERİM TEFSİRİ
ÖMER NASUHİ BİLMEN
Kafirun Suresi Tefsiri, Türkçe Meali ve Açıklaması
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu mübârek sûre, “El-Maun” sûresinden sonra Mekke-i Mükerreme’de nâzil olmuştur. Altı âyet-i kerîmeyi içermektedir.
Kâfirlere bir ihtarı içermiş olduğu için kendisine bu isim verilmiştir. Maamafih buna “El-Münâbeze” yâni: Muhârebe ve “Mukas Kişe” yâni: Uyuz ve çiçek gibi illetlerden iyileştirici sûresi adı verilmiştir.
Kevser sûresinde Resûl-i Ekrem’in Cenab-ı Hak’ka ibâdetle mükellef olduğuna ve şanının yüceliğine işaret edilmişti. Bu sûrede de o Yüce Peygamber’in Hak Teâlâ’ya ibâdet edip kâfirlerin ibâdet etmedikleri bildirildiği için bu iki sûre arasında mühim bir irtibat vardır.
1. De ki: Ey kâfirler!
1. Bu mübârek sûre, İslâm dininin diğerlerinden uzak olduğunu gösteriyor. İlâhî dinin başkalarına bir ihtiyacı bulunmadığını bildiriyor.
Resûl-i Ekrem’in Allah’ın himâyesinde olup başkalarına ihtiyacı bulunmadığına şöylece işaret buyurmaktadır. Ey Allah’ın birliğini insanlığa telkine memur olan Yüce Peygamber!. O küfürlerinde ısrar edip duran müşriklere (Deki: Ey kâfirler!.) ey hakikî dinden mahrum olan inkârcılar!.
Gerçekten de Resûl-i Ekrem, Sallâlâh-ü Aleyhi Vesellem, insanlara karşı her hususta merhametle, yumuşaklıkla muamelede bulunmakla emrolunmuştu, dâima güzel şekilde hitabede, tartışmada, mücadelede bulunurdu.
Şimdi bir takım müşriklere karşı: Ey kâfirler!, diye hitap etmesi, sırf bir ilâhî emre dayalıdır. Çünkü: O muhataplar, küfürlerinde ısrarlı kimseler idi, Yüce Peygamber’i bile kendi bâtıl dinlerine sevk etmek istemişlerdi, binaenaleyh onları böyle bir hitap ile reddetmek, bir hikmet gereği olmuştu.
Evet.. Bu mübârek sûrenin iniş sebebi tefsirlerde şöyle gösteriliyor: Mekke-i Mükerreme’deki müşriklerden “Velid Binil’Mugayre” As Bin-i Vâil, Esvet Bin-i Abdül’muttalip, Ümmiyye Bin-i Half; Kureyş tâifesinin ileri gelenlerinden idi.
Bir gün bir cemaatle Resûl-i Ekrem’in yanına geldiler, “Yâ Muhammed!. Sen gel bizim dinimize tâbi ol, biz de senin dinine tâbi olalım, seni kendi işlerimize ortak yapalım, sen bizim putlarımıza bir sene ibâdet et, biz de senin Allah’ına bir sene ibâdet edelim, eğer senin getirdiğin bir hayır ise biz de onda sana ortak olmuş oluruz.
Ondan nasîb almış bulunuruz ve bizimle olan hayır ise sen de bizim işimize iştirâk etmiş, ondan bir nasîb almış bulunursun” diye teklif yapmış oldular.
Peygamber Efendimiz ise.. “Allah korusun!. Ben Allâh-ü Teâlâ’ya başkasını ortak edinir miyim?. Allâh-ü Teâlâ’dan başka yaratıcı, ibâdete lâyık bir şey yoktur.” diyerek o müşrikleri reddetti. İşte bu olay üzerine bu sûre-i celîle nâzil oldu. Resûl-i Ekrem Hazretleri de Mescid-i Haram’a gidip bunu insanlara karşı okudu, artık o kâfirler, ümitlerini kesmiş bulundular.
2. Ben sizin ibadet ettiğinize ibadet etmem.
2. Yüce Peygamber o kâfirlere şöyle hitap ile emrolunmuştu: Ey kâfirler!. (Ben) gelecekte (sizin ibâdet ettiğinize ibâdet etmem.) Allah’ın birliğini terk ederek sizin şirkinize iştirâk edecek değilim, çünkü, sizin taptığınız şeyler, mâbutluk sıfatına sâhip değildirler.
Onlar ibâdete aslâ lâyık olamazlar. Onlar bir kısım mahlûkattan ibarettirler, hepsi de muhtaç, fenaya uğramışlardır: Bir Yüce Yaratıcının birer yaratılış eserinden başka bir şey değildirler, onlara nasıl ibâdet edebilirim?
3. Siz de benim ibadet ettiğime ibadet ediciler değilsinizdir.
3. (Siz de) Ey küfür ve şirk içinde yaşayanlar!, (benim ibâdet ettiğime ibâdet ediciler değilsinizdir.) Siz, bâtıl tanrılara ibâdet ediyorsunuz. Yalnız Yüce Mâbud’a ibâdet edecek kimseler bulunmuyorsunuz.
4. Ve ben sizin taptığınıza tapıcı değilim.
4. (Ve ben) İstikbâlde olduğu gibi hâlen de (sizin taptığınıza tapıcı değilim.) ben dâima ortak ve benzerden uzak olan bir Ezeli Mâbud’a kullukta bulunurum, ondan başkasına ibâdette bulunmam. Çünkü, ondan başkası aslâ ilâhlık ve mâbutluk sıfatına sâhip değildir.
5. Siz de benim taptığıma tapıcılar değilsinizdir.
5. (Siz de) Ey küfürlerinde ısrar edip duranlar!, (benim taptığıma tapıcılar değilsinizdir.) Siz hiç bir vakit Allah’ın birliği inancını kabul ederek İslâmiyet şerefine nâil olamayacaksınızdır.
Ben yalnız Allâh-ü Teâlâ’ya tam bir samimiyetle ibâdet etmekteyim, sizin ibâdetleriniz ise haddizatında makbul bir ibâdet değildir. Sizin ibâdetleriniz, şirk ile karışıktır. Gaflet ve cehâlete dayalıdır, Allah’ın emrine terstir.
6. Sizin dininiz sizin içindir, benim dinim de benim içindir.
6. Artık ey müşrikler!. (Sizin dininiz sizin içindir.) Öyle küfür ve şirke dayalı olan ve haddizatında bir ilâhî din mahiyetinde bulunmayan sizin dininiz, size mahsustur, onun cezası size yöneliktir. (Benim dinimde benim içindir.)
Allah’ın birliği esasına dayalı ve her şekliyle gerçekliğe, yüceliğe sâhip olan İslâm dini de benim dinimdir. Onun mükâfatı da bana aittir.
Bir yoruma göre bu âyetteki “din”den maksat, cezadır. Ceza ve mükâfattır. Buyrulmuş oluyor ki: Ey inkârcılar!. Sizin cezanız size aittir.
Artık siz, bu âkıbeti düşünün, çünkü, küfür ile âhirete gidenler, ebedî şekilde azap göreceklerdir. Müslümanlar da âhirette ebedî mükâfatlara nâil olacaklardır.
Bâzı zâtlara göre bu ilâhî beyan, cihad ile emrolunmadan öncedir. Bilâhare nesh olunmuştur. (Yürürlükten kaldırılmıştır.) Fakat tahkik ehli zâtların ifadelerine göre bunda bir nesh yoktur. Bu muhkem bir sûredir. Bunda küfre bir izin ve cihattan engelleme yoktur.
Bu ilâhî beyan kâfirlerin hakkında bir tehdidi ifade etmektedir.
Ve onlara karşı bir meydan okumak mahiyetindedir.
Nesh ise bunun tersinedir. Bir zaruret bulunmadıkça nesh cihetine gidilemez. “Tefsîr-i Kebîr, Siracül’Münîr, Tefsîr-i Alûsî, Tefsîrül’meragî.”