KURAN’I KERİM TEFSİRİ
ÖMER NASUHİ BİLMEN
İhlas Suresi Tefsiri, Türkçe Meali ve Açıklaması
Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu mübârek sûre, “Ennâs” sûresinden sonra Mekke-i Mükerreme’de nâzil olmuştur. Dört âyet-i kerîmeyi ihtiva etmektedir.
Cenab-ı Hak’kın birliğini, yüce vasıflarını en mükemmel, en samimi bir şekilde bildirdiği için kendisine böyle “İhlâs sûresi” adı verilmiştir.
Maamafih kendisine: “Necât, marifet, tevhîd, kulhüval’lah-ü ehad sûresi isimleri de verilmiştir. Hattâ yirmi isminin bulunduğu Tefsîr-i Kebirde yazılıdır.
Bu sûre-i celîle böyle yüce bir esası insanlığa teblîğ eden bir Yüce Peygamberin aleyhinde bulunan Ebû Leheb gibi inkârcıların elbette en şiddetli bir cehennem azabına lâyık olduklarına işâreti içerdiği için kendisinden evvelki “Tebbet” sûresi ile aralarında bir derin münâsebet vardır.
1. De ki: O Allah, birdir.
1. Bu sûre-i celîle, âlemin Yaratıcısı’nın birliğini ve her türlü ihtiyaçtan uzak olup bütün mahlûkatının kendisine muhtaç bulunduklarını bildiriyor.
Ve doğurmaktan ve doğurulmuş olmaktan ve ortak ve benzerden uzak bulunduğunu şöylece beyan buyurmaktadır: Ey Peygamberlerin en mükemmeli!. Allâh-ü Teâlâ’nın zât ve kutsal sıfatları hakkında senden bilgi isteyenlere (de ki: O) Yüce Mâbud olan (Allah, birdir.)
Birlik sıfatına sâhiptir, zâtında, sıfatında ve fiillerinde birdir. Onun ilâhî zâtında çokluk, cüzlere ihtiyaç, başkaları ile ortaklık düşünülmüş değildir. Maddî ve maddî olmayan cevherlerden, asılardan aslâ terkip edilmiş bulunmamaktadır.
Vâhid ile ehad arasında fark vardır. Şöyle ki: Birlik sıfatı, yalnız Cenab-ı Hak’ka mahsustur, başkası hakkında vâhiddir, denilirse de ehaddır. Denilemez.
Ehad kelimesi, olumsuzluk hususunda geneli ifade eder, vâhid kelimesi ifade etmez. Meselâ, evde “ehad” yoktur denilince orada hiç bir kimse yoktur denilmiş olur. Fakat evde “vâhid” yoktur, denilse birçok kimselerin bulunmuş olduğu nefiy edilmiş olmaz.
2. Allah, bütün mahlûkların kendisine yöneleceği ve sığınacağı yegâne varlıktır.
2. (Allah): O Yüce Yaratıcı, sameddir. Yâni: (Bütün mahlûkatın kendisine yöneleceği ve sığınacağı yegâne varlıktır.)
Bütün yaratılmış olanlar, kendi ihtiyaçlarından dolayı o kerîm Yaratıcı’ya ihtiyaçlarını arz eder, dua ve niyâzda bulunurlar.
Onun üstünde bir zât yoktur. O hiç bir kimseye muhtaç değildir. Bütün mahlûkattan müstağnidir.
“Samed” Bir ilâhî sıfattır. Hâcetlerin kazası, yerine getirilmesi hususuna yalnız bizzat kasdedilmiş olan Kerem Sâhibi Yaratıcı demektir.
3. O doğurmadı ve doğurulmamıştır.
3. O Ezelî Yaratıcı, hâşâ (Doğurmadı) bir kimsenin hâşâ pederi bulunmuş değildir. O; ezelîdir, ebedîdir, çoluk ve çocuğa ihtiyaçtan uzaktır.
Dilediği şeyleri, kimseleri dilediği vakit yaratır, varlık alanına getirir, hepsinin Kudret Sâhibi Yaratıcı sıfatına sâhiptir.
Bir kimsenin pederi veya validesi olmak, mahlûkata ait bir sıfattır, aralarında bir cinsiyet, bir ortaklık bulunmamasını, gerektirir. Allah’ın şanı ise bundan uzaktır. Hiç bir şey, o Yüce Yaratıcı ile aynı cins, hem mertebede olamaz.
Halbuki: O Yaratıcının kendisi de hâşâ (doğrulmamıştır.) başkasının hayatından meydana gelmiş. Böyle bir
şey, başlangıçta yok bulunmuş olmayı, başkasına ihtiyacı olmayı başkası ile ayrı cins bulunmayı gerektirir. İlahlığın şanı ise bunlardan uzaktır.
O Yüce Yaratıcı; ezelidir, sonradan vücûde gelmiş değildir ve hiç bir kimseye muhtaç bulunmamaktadır. Buna inanıyoruz.
4. Ve ona hiç bir şey denk eşit olmamıştır.
4. (Ve ona) O bütün Kâinatın Ezeli Yaratıcısına (hiç bir şey denk) eşit ve benzer (olmamıştır.) onun tek olan zatın, her türlü düşüncenin üstünde bir büyüklük ve yüceliğe sâhiptir.
O bütün Kâinatın üstünde bir kuvvet ve hâkimiyete sâhiptir. Hiç bir mahlûk, O Ezelî Yaratıcı’ya benzer, onun çocuğu veya babası olmak kabiliyetine aslâ sâhip değildir.
“Bütün bu ilâhî beyan, ilâhlık zanneyleyen müşrikleri reddetmektedir. Meselâ: Yahudiler, Uzeyr, Allah’ın oğludur derler. Hıristiyanlar da İsâ Allah’ın oğludur demektedirler.
Bir takım arap müşrikleri de melekleri Cenab-ı Hak’kın kızları sanmışlardı. Sabie denilen bir topluluk da yıldızlara ibâdette bulunmuşlardır.
Seneviyye gurubu da nûr ve karanlığı birer Mâbud telâkki etmişlerdir. Bir kısım feylezoflar, Vâcibül’vücud olan Allâh-ü Teâlâ’dan bir aklın doğduğuna, bu akıldan da başka bir akıl ile nefsin ve feleğin doğmuş bulunduğuna, bundan sonra da ay küresinin altındakilerini idare eden diğer bir aklın ortaya çıkmasına kanaat getirmişlerdir.
Bir takım sapıklar da Allâh-ü Teâlâ’nın insanlara geçeceğini iddiada bulunmak ahmaklağını göstermişlerdir. Bu muhtasar dört âyet-i kerîme ise bütün bu bâtıl iddiaları, inançları, reddetmektedir. İlâhlığın şanının büyüklüğünü, bütün noksanlardan, ihtiyaçlardan, mahlûkata benzemekten uzak bulunduğunu pek ebedi veciz bir tarzda bildirmektedir.
Bu ihlâs sûresinin iniş sebebi hakkında deniliyor ki:
Arap müşrikleri Resûl-i Ekrem, Sallallâh-ü Aleyhi Veselleme “Âmir ibnittüfeyl”i göndermişlerdi.
Âmir, o müşrikler adına dediki: Sen bizim asâmızı yardın, yâni bizleri ayrılığa düşürdün ve tanrılarımıza sövdün, babalarının dinine muhalefette bulundun, eğer sen fakir isen seni zengin kılalım, eğer mecnun isen sana tedavide bulunalım ve eğer bir kadına düşkün isen onu sana alalım, Resûl-i Ekrem de buyurdu ki: Ben fakir ve mecnun değilim, bir kadına da düşkün değilim, ben Allah’ın Resûlüyüm, sizi putlara tapmaktan kurtararak Allâh-ü Teâlâ’ya ibâdete dâvet ediyorum.
Bunun üzerine o müşrikler, Âmiri tekrar Yüce Peygamberin huzuruna göndermişler, ve demişler ki: Ona de ki: Sen kendi Mâbudunun cinsini bize beyan et, o altından mıdır, yoksa gümüşten midir?. İşte bu câhil halkın böyle bir suali üzerine bu sûre-i celîle nâzil olmuş, Hak Teâlâ Hazretlerinin hiç bir şeye muhtaç olmayan yüce şanını telkin buyurmuştur.
Velhâsıl: Bu mübârek ihlâs sûresi, İslâm’ın rükünlerinin en mühimmi olan Allah’ı birlemeyi ve Yüce Yaratıcının başkaları ile aynı cins olmaktan ve her bir ihtiyaçtan uzak olduğunu en ebedi ve veciz bir sûrette bildirdiği için kadrinin yüceliği hakkında bir çok hâdis-i şerif vardır. Kısacası imam Ahmet ve Nesâi merhumlar, şu sahîh hâdis-i rivâyet etmişlerdir:
Her kim Kulhûvallâh sûresini okursa Kur’an’ın üçte birini okumuş gibi olur. Bu hâdis-i şerifi şöyle yorumluyorlar: Bu sûrenin üçte birinin Kur’an’a eşit olması, sevap itibarîle değildir.
Belki Kur’an’ın başlıca içeriği itibariledir. Şöyle ki: O içerik: Akaide, ahkâma ve kıssalara aittir. Bu sûre ise akaide ait en büyük esası içerdiği için Kur’an-ı Kerim’in üçte birini içermiş demektir.
Maamafih şöyle de deniliyor ki:
Allâh-ü Teâlâ, kullarının bâzı ibâdetleri kolay olsa da bu ibâdetleri diğer bir çok ibâdetlerden ziyade sevaba vesîle kılabilir. Cenab-ı Hak’kın fazl ve keremine nihâyet yoktur.
Nitekim bâzı zamanlarda veya makamlarda yapılan ibâdetleri diğer zamanlarda ve makamlarda yapılan ibâdetlerden daha ziyade sevaba vesîle kılmıştır.
Bu, bir hürmet gereğidir. Bu hikmetin neden ibaret olduğunu Allah’ın ilmine havale ederiz. Ancak şu muhakkaktır ki: Bu ihlâs sûresi pek mukaddes bir Kuran sûresidir, bunun okunmasına devam edilmesi, pek fâidelidir, pek ziyade sevaba vesîledir.
Bu hususlara dair Tefsîr-i Kebîrde ve Tefsîr-i Alûsî’de ayrıntılı bilgi vardır. Hak Teâlâ Hazretleri cümlemizi bu sure-i celîlenin feyizlerine eriştirsin. Âmin..