Öncelikle fetva makamında olan kişi, dini kaynaklara müracaat edebilecek seviyede yeterli ilmi donanıma sahip olmalıdır. Kişi bu makamın peygamberi veraset makamı olduğunu bilmeli ve zühd ve takvadan da nasibini almalıdır.
Fetva ve Soru Sorma Adabı
Fetva dini bir meselenin müşkilliğini giderecek cevabın verilmesidir. Fetva verene, “Müfti” sorana da “Müstefti” denir. Evet, ilim bir hazinedir. Bu hazinenin anahtarı ise soru sormaktır. Ancak mevzu dini olunca hem soranın hem de sorulanın bilmesi, dikkat etmesi gereken kurallar olduğu hususunda uyarıyor büyükler…
Fetva geleneği yüce dinimizin doğasında vardır. Zira İslam öğrenmeye ve öğretmeye çok büyük önem vermiş, Rasulullah’a (s.a.v) inen ilk ayet “Oku!” olmuş ve yine bir başka ayette, “ Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun” (Enbiya, 7) buyrulmuştur.
Bu anlamda sahabe-i kiram (r.anhüm) problemlerini bizzat Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) soruyorlar, o da bu problemleri ayet veya kendi buyurduğu hadisle çözümlüyordu. Hz. Peygamber vali olarak sahabeden birini bir yere gönderdiğinde, fetva verme hususunda yetkili olanları seçiyordu.
Şunu unutmamak gerekir ki, fetva veren kişi, Allah Teala’nın ve Resulü’nün haberini insanlara anlatan kimsedir. Bu itibarla hem fetva verenin hem de isteyenin dikkat etmesi gereken pek çok nokta vardır.
Öncelikle fetva makamında olan kişi, dini kaynaklara müracaat edebilecek seviyede yeterli ilmi donanıma sahip olmalıdır. Kişi bu makamın peygamberi veraset makamı olduğunu bilmeli ve zühd ve takvadan da nasibini almalıdır. Ehl-i sünnet eserlerden, sağlam kaynaklardan istifade etmeli ve naklini onlar üzerinden yapmalıdır. Soru soranı şaşırtacak tarzda ihtilafları zikredip meseleyi karma karışık hale getirmemelidir. Sorulan soruyu zaman ve mekan unsurlarını da hesaba katarak öncelikle çok iyi anladığından emin olmalıdır.
Cevabından çok emin olmadığı konuları diğer ulema ile tartışıp sonuca öyle varmalıdır. Bilmediği konular için “Bilmiyorum” demekten çekinmemelidir.
Büyükler fetva vermenin ne kadar hassas bir mesele olduğunun bilincinde hareket ediyorlardı. İbnu Ömer’e (r.a) bir fetva sorulduğunda, “Bunu git, insanların işini üstlenen halifeye sor, mesuliyeti onun omuzuna yükle!” derdi. İbnu Mesud (r.a) ise “Kendisine her sorulan konuda insanlara fetva veren kimse, muhakkak delidir” derdi.
Abdurrahman b. Ebi Leyla (rah) demiştir ki: “Şu mescitte, Resulullah’ın (s.a.v) ashabından yüz yirmi sahabeyi görüp meclisinde bulundum. Onlardan her birisi, kendisine bir hadis veya fetva sorulduğunda, yanındaki kardeşinin onu yeteri kadar bildiğini düşünüyor ve soru soranın ona gitmesini istiyordu. Onlardan birisine bir mesele arz edildiğinde o diğerine o da öbürüne yollar, sonunda mesele cevap için ilk sorulan kimseye gelirdi.”
Kişi sorusunu ne şekilde sorarsa, alacağı cevap da o yönde olacaktır. Büyüklerin, “asıl müftü senin vicdanındır” demelerinin sebebi de budur.
Fetva Soranın Dikkat Etmesi Gerekenler
Fetva verirken dikkat edilmesi gereken hususlar kısaca böyleyken elbette soranın da dikkat etmesi gereken bazı noktalar da vardır:
1-Hiç ihtiyaç yokken yahut abes olan sorular sormak adaba terstir. Soru ya bir ihtiyaca binaen olmalı ya da öğrenme maksadıyla olmalıdır.
2-Soru sorarken, fazla uzatılmadan anlatılmalı, fetva verecek kişiyi yanıltacak beyanlarda bulunulmamalıdır. Özellikle talak (boşanma), yemin, emanet, kefaret, şahitlik gibi mevzularda net ve doğru bilgiler verilmeye çalışılmalıdır. Şu unutulmamalıdır ki, kişi sorusunu ne şekilde sorarsa, alacağı cevap da o yönde olacaktır. Büyüklerin, “asıl müftü senin vicdanındır” demelerinin sebebi de budur.
Bugün dini meselelerde özellikle, talak (boşanma) gibi iki tarafı ilgilendiren konularda, bazı anlaşmazlıkların meydana gelmesinin altında bu madde yatmaktadır. Tarafların meseleyi olduğu gibi anlatmamaları, kendini haklı çıkarmak için yalan yanlış beyanlarda bulunmaları, sorulan sorunun şekline yansıyacağı gibi cevaba da yansıyacaktır.
3-Fetva veren alimin verdiği cevap yeterli değilse, başka bir gaye gütmeksizin daha fazla izahat istenebilir. Ancak bazen insanlar aldıkları cevaptan memnun olmadıklarından daha farklı ya da kendi menfaatlerine gelecek şekilde cevap arayışına girerler. Bunu “Aslında benim sorum o şekilde değil de şu şekildeydi…” gibi şeyler söyleyerek yaparlar ki, bunu da ikinci maddede zikredilen “vicdan”a bırakmak lazımdır.
4-Alimler, insanı usandıracak kadar soru sorulmasının da edebe aykırı olduğunu beyan etmişlerdir. Hele fındık kabuğunu doldurmayacak kadar tali meselelerin çok büyük mesele gibi addedilip tatbik edilmeye çalışılması da bu tür arızalardandır. Bazen gıybet gibi yalan gibi büyük günahları işler ancak onu normal bir şey gibi görürüz bazen de sinek pisliğiyle namaz olup olmayacağını tartışırız.
Farzları ihmal edip ilmihal kitaplarının kıyıda köşede kalmış mubah nevinden olan meseleler üzerinde tartışmalar yapar ve bu gibi meseleler üzerinde vakit kaybederiz.
5-Sohbet yapmakta ya da konuşmakta olan bir alime, araya girip soru sormak da edebe aykırıdır. Onun için Efendimiz (s.a.v) konuşurken kendisine soru soranın cevabını geciktirmiştir. Hasılı soru sormak için uygun zamanı beklemek gerekir.
6-Bildiği bir mevzuyu sormamalıdır. “Bakalım hoca ne biliyor? Ne kadar bilgisi var? Benim bildiğimi de biliyor mu?” gibi hocanın bilgisini tartmak, denemek gibi basit düşüncelerle soru sormamalıdır. Bu davranışlar alime saygısızlığın başka bir çeşididir.
7-Verilen cevaplar nefse ağır gelse de, Müslüman olmanın gereğini yerine getirmeli ve alınan cevap uygulanmalıdır.
8-Bazen mutmain olmak için veya inanmayan, kabullenmeyen ve başkalarını yanlışa sevk eden birine doğrunun delilini gösterme adına, usulü dairesinde bu cevabın hangi kaynaklarda geçtiğini sorabilir.
9-Bazı insanlar öğrenmek için değil de, alimleri yanıltmak için soru sorarlar. Bu da adaba aykırıdır. Resulullah Efendimiz (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuştur: “İnsanların şerlileri, ulemaya (bir şey öğrenmek için değil), onları yanıltmak için zararlı meselelerden soru soranlardır.” (Süyuti) Bunlar net cevabı olmayan, olsa bile faydası olmayan, bir başka ifade ile gerçek bir ihtiyaçtan doğmayan meseleleri sorarak hem bilgiçlik taslamak suretiyle dikkatleri kendilerine çekmek hem de soru sordukları kimseleri küçük düşürmek isterler. Bu çeşit meseleler her devirde bulunmuştur.
Bu gibi kimseler, müminleri gerçek meselelerinden uzak tutabilmek, asıl öğrenilecek hususları gündem dışı tutmak için günün şartlarına uygun yeni meseleler çıkarıp bunları yayarak gündemi bunlarla meşgul ederler.
10-Sormak istediği sualleri dolandırarak, sanki kendi de çok şey biliyormuş havasında sorarak karşıdakini oyalamamalıdır. Son olarak bidat ehline, o sahanın erbabı olmayan kimselere, yarım veya az bilenlere soru sormamalıdır.
Başta da belirttiğimiz gibi soru bilgi hazinesinin anahtarıdır. O anahtarı en doğru şekilde kullanmayı Allah Teala hepimize nasip etsin.
Fetva ve Soru Sorma Adabı
Fetva dini bir meselenin müşkilliğini giderecek cevabın verilmesidir. Fetva verene, “Müfti” sorana da “Müstefti” denir. Evet, ilim bir hazinedir. Bu hazinenin anahtarı ise soru sormaktır. Ancak mevzu dini olunca hem soranın hem de sorulanın bilmesi, dikkat etmesi gereken kurallar olduğu hususunda uyarıyor büyükler…
Fetva geleneği yüce dinimizin doğasında vardır. Zira İslam öğrenmeye ve öğretmeye çok büyük önem vermiş, Rasulullah’a (s.a.v) inen ilk ayet “Oku!” olmuş ve yine bir başka ayette, “ Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun” (Enbiya, 7) buyrulmuştur.
Bu anlamda sahabe-i kiram (r.anhüm) problemlerini bizzat Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) soruyorlar, o da bu problemleri ayet veya kendi buyurduğu hadisle çözümlüyordu. Hz. Peygamber vali olarak sahabeden birini bir yere gönderdiğinde, fetva verme hususunda yetkili olanları seçiyordu.
Şunu unutmamak gerekir ki, fetva veren kişi, Allah Teala’nın ve Resulü’nün haberini insanlara anlatan kimsedir. Bu itibarla hem fetva verenin hem de isteyenin dikkat etmesi gereken pek çok nokta vardır.
Öncelikle fetva makamında olan kişi, dini kaynaklara müracaat edebilecek seviyede yeterli ilmi donanıma sahip olmalıdır. Kişi bu makamın peygamberi veraset makamı olduğunu bilmeli ve zühd ve takvadan da nasibini almalıdır. Ehl-i sünnet eserlerden, sağlam kaynaklardan istifade etmeli ve naklini onlar üzerinden yapmalıdır. Soru soranı şaşırtacak tarzda ihtilafları zikredip meseleyi karma karışık hale getirmemelidir. Sorulan soruyu zaman ve mekan unsurlarını da hesaba katarak öncelikle çok iyi anladığından emin olmalıdır.
Cevabından çok emin olmadığı konuları diğer ulema ile tartışıp sonuca öyle varmalıdır. Bilmediği konular için “Bilmiyorum” demekten çekinmemelidir.
Büyükler fetva vermenin ne kadar hassas bir mesele olduğunun bilincinde hareket ediyorlardı. İbnu Ömer’e (r.a) bir fetva sorulduğunda, “Bunu git, insanların işini üstlenen halifeye sor, mesuliyeti onun omuzuna yükle!” derdi. İbnu Mesud (r.a) ise “Kendisine her sorulan konuda insanlara fetva veren kimse, muhakkak delidir” derdi.
Abdurrahman b. Ebi Leyla (rah) demiştir ki: “Şu mescitte, Resulullah’ın (s.a.v) ashabından yüz yirmi sahabeyi görüp meclisinde bulundum. Onlardan her birisi, kendisine bir hadis veya fetva sorulduğunda, yanındaki kardeşinin onu yeteri kadar bildiğini düşünüyor ve soru soranın ona gitmesini istiyordu. Onlardan birisine bir mesele arz edildiğinde o diğerine o da öbürüne yollar, sonunda mesele cevap için ilk sorulan kimseye gelirdi.”
Kişi sorusunu ne şekilde sorarsa, alacağı cevap da o yönde olacaktır. Büyüklerin, “asıl müftü senin vicdanındır” demelerinin sebebi de budur.
Fetva Soranın Dikkat Etmesi Gerekenler
Fetva verirken dikkat edilmesi gereken hususlar kısaca böyleyken elbette soranın da dikkat etmesi gereken bazı noktalar da vardır:
1-Hiç ihtiyaç yokken yahut abes olan sorular sormak adaba terstir. Soru ya bir ihtiyaca binaen olmalı ya da öğrenme maksadıyla olmalıdır.
2-Soru sorarken, fazla uzatılmadan anlatılmalı, fetva verecek kişiyi yanıltacak beyanlarda bulunulmamalıdır. Özellikle talak (boşanma), yemin, emanet, kefaret, şahitlik gibi mevzularda net ve doğru bilgiler verilmeye çalışılmalıdır. Şu unutulmamalıdır ki, kişi sorusunu ne şekilde sorarsa, alacağı cevap da o yönde olacaktır. Büyüklerin, “asıl müftü senin vicdanındır” demelerinin sebebi de budur.
Bugün dini meselelerde özellikle, talak (boşanma) gibi iki tarafı ilgilendiren konularda, bazı anlaşmazlıkların meydana gelmesinin altında bu madde yatmaktadır. Tarafların meseleyi olduğu gibi anlatmamaları, kendini haklı çıkarmak için yalan yanlış beyanlarda bulunmaları, sorulan sorunun şekline yansıyacağı gibi cevaba da yansıyacaktır.
3-Fetva veren alimin verdiği cevap yeterli değilse, başka bir gaye gütmeksizin daha fazla izahat istenebilir. Ancak bazen insanlar aldıkları cevaptan memnun olmadıklarından daha farklı ya da kendi menfaatlerine gelecek şekilde cevap arayışına girerler. Bunu “Aslında benim sorum o şekilde değil de şu şekildeydi…” gibi şeyler söyleyerek yaparlar ki, bunu da ikinci maddede zikredilen “vicdan”a bırakmak lazımdır.
4-Alimler, insanı usandıracak kadar soru sorulmasının da edebe aykırı olduğunu beyan etmişlerdir. Hele fındık kabuğunu doldurmayacak kadar tali meselelerin çok büyük mesele gibi addedilip tatbik edilmeye çalışılması da bu tür arızalardandır. Bazen gıybet gibi yalan gibi büyük günahları işler ancak onu normal bir şey gibi görürüz bazen de sinek pisliğiyle namaz olup olmayacağını tartışırız.
Farzları ihmal edip ilmihal kitaplarının kıyıda köşede kalmış mubah nevinden olan meseleler üzerinde tartışmalar yapar ve bu gibi meseleler üzerinde vakit kaybederiz.
5-Sohbet yapmakta ya da konuşmakta olan bir alime, araya girip soru sormak da edebe aykırıdır. Onun için Efendimiz (s.a.v) konuşurken kendisine soru soranın cevabını geciktirmiştir. Hasılı soru sormak için uygun zamanı beklemek gerekir.
6-Bildiği bir mevzuyu sormamalıdır. “Bakalım hoca ne biliyor? Ne kadar bilgisi var? Benim bildiğimi de biliyor mu?” gibi hocanın bilgisini tartmak, denemek gibi basit düşüncelerle soru sormamalıdır. Bu davranışlar alime saygısızlığın başka bir çeşididir.
7-Verilen cevaplar nefse ağır gelse de, Müslüman olmanın gereğini yerine getirmeli ve alınan cevap uygulanmalıdır.
8-Bazen mutmain olmak için veya inanmayan, kabullenmeyen ve başkalarını yanlışa sevk eden birine doğrunun delilini gösterme adına, usulü dairesinde bu cevabın hangi kaynaklarda geçtiğini sorabilir.
9-Bazı insanlar öğrenmek için değil de, alimleri yanıltmak için soru sorarlar. Bu da adaba aykırıdır. Resulullah Efendimiz (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuştur: “İnsanların şerlileri, ulemaya (bir şey öğrenmek için değil), onları yanıltmak için zararlı meselelerden soru soranlardır.” (Süyuti) Bunlar net cevabı olmayan, olsa bile faydası olmayan, bir başka ifade ile gerçek bir ihtiyaçtan doğmayan meseleleri sorarak hem bilgiçlik taslamak suretiyle dikkatleri kendilerine çekmek hem de soru sordukları kimseleri küçük düşürmek isterler. Bu çeşit meseleler her devirde bulunmuştur.
Bu gibi kimseler, müminleri gerçek meselelerinden uzak tutabilmek, asıl öğrenilecek hususları gündem dışı tutmak için günün şartlarına uygun yeni meseleler çıkarıp bunları yayarak gündemi bunlarla meşgul ederler.
10-Sormak istediği sualleri dolandırarak, sanki kendi de çok şey biliyormuş havasında sorarak karşıdakini oyalamamalıdır. Son olarak bidat ehline, o sahanın erbabı olmayan kimselere, yarım veya az bilenlere soru sormamalıdır.
Başta da belirttiğimiz gibi soru bilgi hazinesinin anahtarıdır. O anahtarı en doğru şekilde kullanmayı Allah Teala hepimize nasip etsin.