Ashâb-ı kirâmın coşkun muhabbetini, onların hadîs-i şerîfleri okurken ve rivâyet ederken gösterdikleri hürmet ve dikkatlerinde de açıkça görmekteyiz. Sahâbe-i kirâm, Peygamber Efendimiz’den bir hadîs-i şerîf rivâyet ederken, bilmeyerek yanlış bir şey söylememek için kalpleri titrer, yüzleri sararırdı.
Amr bin Meymûn şöyle anlatıyor:
“Ben, İbn-i Mes’ûd Hazretlerinin perşembe akşamları yaptığı sohbetlerini hiç aksatmazdım. Bu sohbetlerde onun; «Resûlullah buyurdular ki…» diye kesin bir ifâde kullandığını hiç duymazdım. Bir akşam; «Resûlullah Efendimiz buyurdular ki…» diyerek söze başladı, fakat arkasını getiremeyip başını önüne eğdi. Biraz bekledikten sonra kendisine baktım; gömleğinin düğmeleri çözülmüş, gözlerinden yaşlar boşanmış, avurtları şişmiş vaziyette ayakta duruyordu. Bir müddet bu vaziyette kaldıktan sonra sözünü şöyle tamamladı:
«Resûlullah, öyle veya ona yakın ya da ona benzer bir şey söylemişti.»” (İbn-i Mâce, Mukaddime, 3)
Abdullah bin Ömer (r.a.) Peygamber Efendimiz’i ne zaman zikretse mutlaka ağlardı. (Dârimî, I, 40; İbn-i Saʻd, IV, 168)
ADI ANILDIĞINDA KENDİNDEN GEÇERDİ
Tâbiînin büyük âlimi İmam Zührî, insanların en sakini ve en îtidâl üzere bulunanı idi. Ancak yanında Resûlullah zikredildiğinde kendinden geçer, sanki sen onu o da seni tanımıyormuş gibi bir hâl alırdı. (Kādî Iyâz, Şifâ, II, 597-598)
Vefât edeceğini anlayan sahâbîler buna sevinir:
“–Ne mutlu bana, yarın sevgililerime kavuşacağım, Hazret-i Muhammed’in (a.s.) ve arkadaşlarının yanına gideceğim!” diye sevinç gözyaşları dökerlerdi.
Fahr-i Âlem - Habîbi Hüdâ Hz. Muhammed Mustafâ, Erkam Yayınları