Birinin ardından, olumsuz yanlarını başkalarına söylemeye gıybet denir ki, gıybet haramdır. Gıybet, bir müslümanın diğer bir müslüman kardeşinin arkasından konuşarak, duyduğunda üzüleceği veya utanacağı bir kusurundan bahsetmesidir.
GIYBET (DEDİKODU) NEDİR?
Arapça, dedidoku demektir. Birinin ardından, olumsuz yanlarını başkalarına söylemeye gıybet denir ki, gıybet haramdır. Allah'ın Settâr isminin, kulların ayıplarını örtmekte ilgili oluşu, bu konuda İlâhî bir örnektir. Hucurat suresinde dedikodu yapılan kişinin, ölü haldeki etinin yenilişindeki haramın şiddeti, dedikoduya eş tutulmuştur. denilmiştir.
Gıybet, bir müslümanın diğer bir müslüman kardeşinin arkasından konuşarak, duyduğunda üzüleceği veya utanacağı bir kusurundan bahsetmesidir. Allah Teâlâ, insanoğluna öyle büyük bir şeref atfetmektedir ki, onun kusurlarının gıyâbında söylenmesini dahî dînen ağır bir suç olarak îlân etmiştir. Bu keyfiyet, rahmeti gazabına gâlip olan Rabbimizin, günahkâr ve kusurlu olan bir kulunu dahî koruyup himâye ettiğini gösterir.
Bununla birlikte gıybetin menedilme sebebi, sâdece Cenâb-ı Hakk’ın “günahkâr bir kulunun bile hakkını muhâfaza edip ona sâhip çıkma” arzusundan ibâret değildir. Bunun bir sebebi de, gıybetin, cemiyet hayâtının muhtaç olduğu sulh ve sükûn ile kardeşlik duygularını zedeleyici bir rol oynamasıdır.
Gerçekten gıybet, İslâm kardeşliğini bozan, toplum düzenini altüst eden, birlik ve beraberlik rûhunu öldürerek kalplere kin ve husûmet saçan büyük günahlardan biridir. Böyle olmakla beraber birçok kimse, câhilâne bir düşünce ile, söylediğinin gerçek olmasıyla kendisini avutur. Hâlbuki gıybet, esâsen gerçek olan bir kusurun söylenmesidir. Gerçek olmayanı söylemek ise iftirâdır. Bunu düşünmeyerek, bir kişinin, sözlerinin doğru olmasıyla tesellî bulması ve yanlış yolda devâm edip gitmesi, ne büyük bir gaflettir!
GIYBET İLE İLGİLİ AYETLER
Hucurât Sûresi 12
"Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir."
"Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir."
İsrâ Sûresi 36
"Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi, yaptıklarından sorumludur."
"Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi, yaptıklarından sorumludur."
Kaf Sûresi 18
"İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın."
"İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın."
Kasas Sûresi 55
"Onlar boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler."
"Onlar boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler."
Mü'minûn Sûresi 3
"Mü'minler, boş ve faydasız şeylerden yüz çevirirler."
"Mü'minler, boş ve faydasız şeylerden yüz çevirirler."
İsrâ Sûresi 36
Kulak, göz ve gönül, bunların hepsi sorumludur."
Kulak, göz ve gönül, bunların hepsi sorumludur."
En'âm Sûresi 68
"Âyetlerimiz hakkında dedikoduya dalanları gördüğün vakit başka bir söze dalıncaya kadar onlardan yüz çevir, uzaklaş. Şayet şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra (kalk), o zalimler grubu ile beraber oturma.
"Âyetlerimiz hakkında dedikoduya dalanları gördüğün vakit başka bir söze dalıncaya kadar onlardan yüz çevir, uzaklaş. Şayet şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra (kalk), o zalimler grubu ile beraber oturma.
"Yûsuf Sûresi 31
"Kadın, bunların dedikodularını işitince haber gönderip onları çağırdı. (ziyafet düzenleyip) onlar için oturup yaslanacakları yer hazırladı. Her birine birer de bıçak verdi ve Yûsuf'a, "Çık karşılarına" dedi. Kadınlar Yûsuf'u görünce onu pek büyüttüler ve şaşkınlıkla ellerini kestiler. "Haşa! Allah için, bu bir insan değil, ancak şerefli bir melektir" dediler."
"Kadın, bunların dedikodularını işitince haber gönderip onları çağırdı. (ziyafet düzenleyip) onlar için oturup yaslanacakları yer hazırladı. Her birine birer de bıçak verdi ve Yûsuf'a, "Çık karşılarına" dedi. Kadınlar Yûsuf'u görünce onu pek büyüttüler ve şaşkınlıkla ellerini kestiler. "Haşa! Allah için, bu bir insan değil, ancak şerefli bir melektir" dediler."
GIYBET İLE İLGİLİ HADİSLER
İnsanı Cehenneme Sürükleyen 2 Şey
Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
- İnsanları cennete en fazla götürecek şey nedir? diye soruldu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Allah’a saygı (takvâ) ve güzel ahlâktır” buyurdu.
- İnsanları cehenneme en fazla götürecek şey nedir? diye sorulunca da:
- “Ağız ve cinsel organdır” buyurdu. (Tirmizî, Birr 62. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 29)
Ağız, söyleyeceği güzel sözler, yapacağı zikirler ile insanı cennete gönderebileceği gibi, insanlara ve kendisini yaratana karşı söyleyeceği çirkin sözler, küfürler, gıybet ve koğuculuklar, iftiralar ve daha başka kötülüklerle sahibini cehenneme yollayabilir.
Gıybet Nedir?
Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
- "Gıybet nedir, bilir misiniz?"
- Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dediler. Hz. Peygamber:
- "Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şey ile anmandır" buyurdu.
- Söylenen ayıp eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?" diye soruldu.
- "Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin; yoksa, o zaman ona iftira ettin demektir," buyurdu. (Müslim, Birr 70. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 35; Tirmizî, Birr 23)
Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
- "Gıybet nedir, bilir misiniz?"
- Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dediler. Hz. Peygamber:
- "Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şey ile anmandır" buyurdu.
- Söylenen ayıp eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?" diye soruldu.
- "Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin; yoksa, o zaman ona iftira ettin demektir," buyurdu. (Müslim, Birr 70. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 35; Tirmizî, Birr 23)
Gıybet Edeni, Allah Teâla Evinde Bile Olsa Rezil Eder
Ebû Berze (r.a)’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v) söyle buyurmustur:
“Ey diliyle iman edip de kalplerine iman tam olarak yerlesmeyen kimseler! Müslümanları gıybet etmeyiniz, onların kusurlarını da arastırmayınız! Kim müslümanların kusurlarını arastırırsa Allah da onun kusurlarını arastırır. Allah kimin kusurlarını arastırırsa onu evinin içinde bile olsa rezil eder.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 35/4880; Tirmizî, Birr, 85/2032; Đbn-i Kesîr, Tefsir, IV, 229)
Ebû Berze (r.a)’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v) söyle buyurmustur:
“Ey diliyle iman edip de kalplerine iman tam olarak yerlesmeyen kimseler! Müslümanları gıybet etmeyiniz, onların kusurlarını da arastırmayınız! Kim müslümanların kusurlarını arastırırsa Allah da onun kusurlarını arastırır. Allah kimin kusurlarını arastırırsa onu evinin içinde bile olsa rezil eder.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 35/4880; Tirmizî, Birr, 85/2032; Đbn-i Kesîr, Tefsir, IV, 229)
Peygamberimizin, Gıybet Hususunda Hz. Aişe Annemizi İkazı
Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
-Ey Allah'ın Resûlü! Safiyye'nin şöyle şöyle oluşu sana yeter, dedim. -Ravilerden biri, bu sözle Hz. Âişe'nin, onun kısa boylu oluşunu kastettiğini söylüyor-. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
- "Ey Âişe! Öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz denize karışsa idi onun suyunu bozardı" buyurdu.
Âişe dedi ki, ben bir başka gün de kendisine bir insanın durumunu takliden hikâye etmiştim. Bunun üzerine de Hz. Peygamber:
- "Bana dünyanın en kıymetli şeylerini verseler, ben yine de bir insanı hoşlanmayacağı bir şekilde taklid edip anmayı kesinlikle istemem" buyurdu. (Ebû Dâvûd, Edeb 35; Tirmizî, Kıyâmet 51)
Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
-Ey Allah'ın Resûlü! Safiyye'nin şöyle şöyle oluşu sana yeter, dedim. -Ravilerden biri, bu sözle Hz. Âişe'nin, onun kısa boylu oluşunu kastettiğini söylüyor-. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
- "Ey Âişe! Öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz denize karışsa idi onun suyunu bozardı" buyurdu.
Âişe dedi ki, ben bir başka gün de kendisine bir insanın durumunu takliden hikâye etmiştim. Bunun üzerine de Hz. Peygamber:
- "Bana dünyanın en kıymetli şeylerini verseler, ben yine de bir insanı hoşlanmayacağı bir şekilde taklid edip anmayı kesinlikle istemem" buyurdu. (Ebû Dâvûd, Edeb 35; Tirmizî, Kıyâmet 51)
Miraçta, Gıybet Edenlerin Ahiretteki Durumları
Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Mi'raca çıkarıldığımda ben bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir topluluğun yanından geçtim.
- Ey Cebrâil! Bunlar kimlerdir? diye sordum."
- Bunlar, (gıybet etmek suretiyle) insanların etlerini yiyenler ve onların şeref ve namuslarıyla oynayanlardır, cevabını verdi. (Ebû Dâvûd, Edeb 35)
Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Mi'raca çıkarıldığımda ben bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir topluluğun yanından geçtim.
- Ey Cebrâil! Bunlar kimlerdir? diye sordum."
- Bunlar, (gıybet etmek suretiyle) insanların etlerini yiyenler ve onların şeref ve namuslarıyla oynayanlardır, cevabını verdi. (Ebû Dâvûd, Edeb 35)
Ya Hayır Söyle, Ya Sus
Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Allah'a ve âhiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da sussun." (Buhârî, Edeb 31, 85)
Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Allah'a ve âhiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da sussun." (Buhârî, Edeb 31, 85)
Müslümanları En Üstünü
Ebû Mûsâ radıyallahu anh şöyle dedi:
- Ey Allah'ın Resûlü! Hangi müslüman en üstündür? diye sordum.
- "Dilinden ve elinden müslümanların emniyette olduğu kimse" cevabını verdi. (Buhârî, Îmân 4, 5, Rikak 26)
Önemsemeksizin Söylenen Söz
Ebû Abdurrahman Bilâl İbni'l-Hâris el-Müzenî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kul, Allah'ın hoşnut olduğu bir sözü söyler, fakat onunla Allah'ın rızâsını kazanacağı hiç aklına gelmez. Halbuki Allah, o söz sebebiyle, kendisine kavuştuğu kıyamet gününe kadar o kimseden hoşnut olur.
Yine bir kul da Allah'ın gazabını gerektiren bir söz söyler fakat o sözün kendisini Allah'ın gazabına çarptıracağını düşünmez. Oysa Allah, o kimseye o kötü söz sebebiyle kendisine kavuşacağı kıyamet gününe kadar gazap eder." (Muvatta, Kelâm 5; Tirmizî, Zühd 12. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12)
Ebû Abdurrahman Bilâl İbni'l-Hâris el-Müzenî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kul, Allah'ın hoşnut olduğu bir sözü söyler, fakat onunla Allah'ın rızâsını kazanacağı hiç aklına gelmez. Halbuki Allah, o söz sebebiyle, kendisine kavuştuğu kıyamet gününe kadar o kimseden hoşnut olur.
Yine bir kul da Allah'ın gazabını gerektiren bir söz söyler fakat o sözün kendisini Allah'ın gazabına çarptıracağını düşünmez. Oysa Allah, o kimseye o kötü söz sebebiyle kendisine kavuşacağı kıyamet gününe kadar gazap eder." (Muvatta, Kelâm 5; Tirmizî, Zühd 12. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12)
Diline Dikkat
Süfyân İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:
- Ey Allah'ın Resûlü! Bana kesinlikle yapmam gereken bir iş söyle dedim. Efendimiz:
- "Rabbim Allah'tır de, sonra dosdoğru ol!" buyurdu. Ben:
- Ey Allah'ın Resûlü! Hakkımda (zararını göreceğimden) en çok endişe ettiğin şey nedir? dedim. Efendimiz, o güzel dilini eliyle tuttu ve:
- "İşte budur!" buyurdu. (Tirmizî, Zühd 61; Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12)
Süfyân İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:
- Ey Allah'ın Resûlü! Bana kesinlikle yapmam gereken bir iş söyle dedim. Efendimiz:
- "Rabbim Allah'tır de, sonra dosdoğru ol!" buyurdu. Ben:
- Ey Allah'ın Resûlü! Hakkımda (zararını göreceğimden) en çok endişe ettiğin şey nedir? dedim. Efendimiz, o güzel dilini eliyle tuttu ve:
- "İşte budur!" buyurdu. (Tirmizî, Zühd 61; Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12)
Çok Söz Kalbi Katılaştırır
İbn Ömer radıyallahu anhümâ "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu" dedi:
"Allah'ı anmaksızın çok konuşmayın. Allah'ın zikri dışında çok söz söylemek, kalbi katılaştırır. Katı kalpli olanların ise, Allah'dan en uzak kimseler olduğu kesindir." (Tirmizî, Zühd 62)
İbn Ömer radıyallahu anhümâ "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu" dedi:
"Allah'ı anmaksızın çok konuşmayın. Allah'ın zikri dışında çok söz söylemek, kalbi katılaştırır. Katı kalpli olanların ise, Allah'dan en uzak kimseler olduğu kesindir." (Tirmizî, Zühd 62)
Dilini Tut!
Ukbe İbni Âmir radıyallahu anh şöyle dedi:
- Ey Allah'ın Resûlü! Kurtuluş (sebebi) nedir? dedim.
- "Aleyhine olacak sözlerden dilini tut, evinde kalmayı yeğle, kendi günahın için pişmanlık duyarak göz yaşı dök!" buyurdu. (Tirmizî, Zühd 61)
Ukbe İbni Âmir radıyallahu anh şöyle dedi:
- Ey Allah'ın Resûlü! Kurtuluş (sebebi) nedir? dedim.
- "Aleyhine olacak sözlerden dilini tut, evinde kalmayı yeğle, kendi günahın için pişmanlık duyarak göz yaşı dök!" buyurdu. (Tirmizî, Zühd 61)
Bütün Organlar Dile Baş Vurur
Ebû Said el-Hudrî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"İnsan sabahlayınca, bütün organları dil'e baş vurur ve (âdeta ona) şöyle derler: Bizim haklarımızı korumakta Allah'dan kork. Biz ancak senin söyleyeceklerinle ceza görürüz. Biz, sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan, biz de doğru oluruz. Eğer sen eğrilir, yoldan çıkarsan biz de sana uyar, senin gibi oluruz." (Tirmizî, Zühd 61)
Ebû Said el-Hudrî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"İnsan sabahlayınca, bütün organları dil'e baş vurur ve (âdeta ona) şöyle derler: Bizim haklarımızı korumakta Allah'dan kork. Biz ancak senin söyleyeceklerinle ceza görürüz. Biz, sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan, biz de doğru oluruz. Eğer sen eğrilir, yoldan çıkarsan biz de sana uyar, senin gibi oluruz." (Tirmizî, Zühd 61)
Dilini Koru!
Muâz İbni Cebel radıyallahu anh şöyle dedi:
- Ya Resûlallah! Beni cennete girdirecek, cehennemden uzaklaştıracak bir iş (amel) söyle bana, dedim.
- "Çok büyük bir şey istiyorsun. Ancak bu, Allah'ın kolay kıldığı kişi için pek kolaydır: Hiçbir şeyi ortak koşmadan yalnızca Allah'a kulluk edersin. Namazı dosdoğru kılarsın. Zekâtı verirsin. Ramazan orucunu tutarsın. Gücün yeter, imkân bulabilirsen haccedersin" buyurdu. Sonra sözüne devamla:
"Şimdi sana hayır kapılarını haber vereyim mi?: Oruç kalkandır. Sadaka, suyun ateşi söndürmesi gibi günahın azâbını söndürür. Kişinin gece yarısı kıldığı namaz da günahı söndürür" buyurdu.
Bundan sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "Korkuyla ve umutla Rablerine kulluk ettikleri için vücutları yataklarından uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar. Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez" [Secde sûresi (32), 16, 17] âyetini okudu.
Daha sonra Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
- "Sana bütün işlerin başını, ana direğini ve doruk noktasını bildireyim mi?" Ben:
- Evet, bildiriniz Ya Resûlallah! dedim.
- "İşin başı İslâm, direği namaz, doruğu cihaddır" buyurdu.
Sonra:
- "Sana bütün bunların kıvamının kendisine bağlı olduğu şeyi (can damarını) bildireyim mi?" dedi.
Ben:
- Evet, bildir Ya Resûlallah! dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber dilini tuttu ve:
- "Şunu koru! buyurdu. Ben:
- Ya Resûlallah! Biz konuştuklarımızdan da sorgulanacak mıyız? dedim.
- "Annen yokluğuna yansın ey Muaz! İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir!" buyurdu. (Tirmizî, Îmân 8. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12)
Muâz İbni Cebel radıyallahu anh şöyle dedi:
- Ya Resûlallah! Beni cennete girdirecek, cehennemden uzaklaştıracak bir iş (amel) söyle bana, dedim.
- "Çok büyük bir şey istiyorsun. Ancak bu, Allah'ın kolay kıldığı kişi için pek kolaydır: Hiçbir şeyi ortak koşmadan yalnızca Allah'a kulluk edersin. Namazı dosdoğru kılarsın. Zekâtı verirsin. Ramazan orucunu tutarsın. Gücün yeter, imkân bulabilirsen haccedersin" buyurdu. Sonra sözüne devamla:
"Şimdi sana hayır kapılarını haber vereyim mi?: Oruç kalkandır. Sadaka, suyun ateşi söndürmesi gibi günahın azâbını söndürür. Kişinin gece yarısı kıldığı namaz da günahı söndürür" buyurdu.
Bundan sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "Korkuyla ve umutla Rablerine kulluk ettikleri için vücutları yataklarından uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar. Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez" [Secde sûresi (32), 16, 17] âyetini okudu.
Daha sonra Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
- "Sana bütün işlerin başını, ana direğini ve doruk noktasını bildireyim mi?" Ben:
- Evet, bildiriniz Ya Resûlallah! dedim.
- "İşin başı İslâm, direği namaz, doruğu cihaddır" buyurdu.
Sonra:
- "Sana bütün bunların kıvamının kendisine bağlı olduğu şeyi (can damarını) bildireyim mi?" dedi.
Ben:
- Evet, bildir Ya Resûlallah! dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber dilini tuttu ve:
- "Şunu koru! buyurdu. Ben:
- Ya Resûlallah! Biz konuştuklarımızdan da sorgulanacak mıyız? dedim.
- "Annen yokluğuna yansın ey Muaz! İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir!" buyurdu. (Tirmizî, Îmân 8. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12)
Gıybet Edebe Karşı Gel
Ebû'd-Derdâ radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim, (din) kardeşinin ırz ve namusunu onu gıybet edene karşı savunursa, Allah da kıyamet günü o kimseyi cehennemden korur." (Tirmizî, Birr 20)
Ebû'd-Derdâ radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim, (din) kardeşinin ırz ve namusunu onu gıybet edene karşı savunursa, Allah da kıyamet günü o kimseyi cehennemden korur." (Tirmizî, Birr 20)
Gıybet Kokusu
Rasûlullah (s.a.v) ile beraberdik. Birden ortalığa kötü bir cîfe kokusu yayıldı. Rasûlullah (s.a.v):
“–Bu kokunun ne olduğunu biliyor musunuz? Bu, mü’minlerin gıybetini yapan kimselerin kokusudur” buyurdu. (Ahmed, III, 351)
Rasûlullah (s.a.v) ile beraberdik. Birden ortalığa kötü bir cîfe kokusu yayıldı. Rasûlullah (s.a.v):
“–Bu kokunun ne olduğunu biliyor musunuz? Bu, mü’minlerin gıybetini yapan kimselerin kokusudur” buyurdu. (Ahmed, III, 351)
Gıybetin Affı Var mı?
Gıybet ve iftirâ kul hakkı olduğu için, onları affettirmeye sadece tevbe kâfî gelmez. Rasûlullah (s.a.v) söyle buyurur:
“Gıybet edilen kimse affetmediği müddetçe gıybetçi mağfiret olunmaz.” (Heysemî, VIII, 92)
Gıybet Orucu Zedeler
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- birgün:
“Oruç, oruçluya yakışmayan şeylerle zedelenmedikçe (tutan için) bir kalkandır.” buyurdu. Ashâb-ı Kirâm:
“(Oruçlu) onu ne ile zedeler?” diye sorunca Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Yalan ve gıybetle...” cevâbını verdiler. (Nesâî; Sıyâm, 43)
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- birgün:
“Oruç, oruçluya yakışmayan şeylerle zedelenmedikçe (tutan için) bir kalkandır.” buyurdu. Ashâb-ı Kirâm:
“(Oruçlu) onu ne ile zedeler?” diye sorunca Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Yalan ve gıybetle...” cevâbını verdiler. (Nesâî; Sıyâm, 43)
Gıybet Ederek Orucunu Bozan 2 Kadın
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in âzadlısı Ubeyd şöyle anlatır:
İki kadın oruç tutuyorlardı. Öğle üzeri bir kimse Peygamber Efendimiz’e gelerek:
“–Yâ Rasûlallâh! Şurada iki kadın var, oruç tutuyorlar. Neredeyse susuzluktan ölecekler. (Müsâade buyurursanız oruçlarını bozsunlar.)” dedi.
Allâh Rasûlü ondan yüz çevirdi, cevap vermedi. Gelen kimse sözünü tekrar ederek:
“–Yâ Nebiyyallâh! Vallâhi neredeyse ölecekler.” dedi. Fahr-i Kâinât Efendimiz:
“–Çağır onları!” buyurdu.
Kadınlar geldi. Peygamber -aleyhisselâm- bir kap istedi. Kadınlardan birine vererek:
“–İçindekileri çıkar!” dedi. Kadın kabın yarısını dolduracak kadar kan, cerâhat ve et kustu. Diğerine de aynı şekilde emir buyurunca o da kabı dolduruncaya kadar kan ve taze et çıkardı. Bunun üzerine Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Bu iki kadın Allâh’ın helâl kıldığı şeylerden kendilerini tutarak, onlara karşı oruçlu oldular, haram kıldığı şeyleri yaparak da iftâr edip oruçlarını bozdular. Biri diğerinin yanına oturup insanların etlerini yemeye başladılar (yani gıybet ettiler).” buyurdu. (Ahmed, V, 431; Heysemî, III, 171)
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in âzadlısı Ubeyd şöyle anlatır:
İki kadın oruç tutuyorlardı. Öğle üzeri bir kimse Peygamber Efendimiz’e gelerek:
“–Yâ Rasûlallâh! Şurada iki kadın var, oruç tutuyorlar. Neredeyse susuzluktan ölecekler. (Müsâade buyurursanız oruçlarını bozsunlar.)” dedi.
Allâh Rasûlü ondan yüz çevirdi, cevap vermedi. Gelen kimse sözünü tekrar ederek:
“–Yâ Nebiyyallâh! Vallâhi neredeyse ölecekler.” dedi. Fahr-i Kâinât Efendimiz:
“–Çağır onları!” buyurdu.
Kadınlar geldi. Peygamber -aleyhisselâm- bir kap istedi. Kadınlardan birine vererek:
“–İçindekileri çıkar!” dedi. Kadın kabın yarısını dolduracak kadar kan, cerâhat ve et kustu. Diğerine de aynı şekilde emir buyurunca o da kabı dolduruncaya kadar kan ve taze et çıkardı. Bunun üzerine Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Bu iki kadın Allâh’ın helâl kıldığı şeylerden kendilerini tutarak, onlara karşı oruçlu oldular, haram kıldığı şeyleri yaparak da iftâr edip oruçlarını bozdular. Biri diğerinin yanına oturup insanların etlerini yemeye başladılar (yani gıybet ettiler).” buyurdu. (Ahmed, V, 431; Heysemî, III, 171)
Gıybet Ettiğiniz Kişiden Helallik İsteyin
Selmân-ı Fârisî Hazretleri, bir seferde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ashâbından iki kişi ile beraberdi. Onların hizmetlerini görür ve yemeklerinden yerdi. Birgün insanlar yürüdüğünde Selman -radıyallâhu anh- uyuyakalmış ve onlarla birlikte gidememişti. İki arkadaşı, onu arayıp bulamayınca çadırlarını kendileri kurarak konakladılar ve:
“–Selman pişmiş yemeğe ve kurulmuş çadıra gelmekten başka bir şey bilmiyor.” dediler. Selman geldiğinde de onu, kendilerine katık istemek üzere Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gönderdiler. Selman, elinde bir kapla Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına vardı:
“–Ey Allâh’ın Elçisi! Arkadaşlarım beni Sana gönderdiler. Şayet yanında katık varsa biraz ricâ ediyorlar.” dedi.
Allâh’ın Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Arkadaşların katığı ne yapacaklar, onlar katıklarını yediler!” buyurdu. Selman dönerek o ikisine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sözlerini haber verdi. Onlar da kalkıp Allah Rasûlü’nün yanına geldiler ve:
“–Sen’i hak ile gönderene yemin olsun ki konakladığımızdan beri biz herhangi bir yemek yemedik.” dediler.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Konuşmalarınızla siz Selmân’ı katık olarak yediniz.” buyurdu. Bu hâdisenin peşinden; “…Hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır?..” (el-Hucurât, 12) âyet-i kerîmesi nâzil oldu.
Diğer bir rivâyete göre Allah Rasûlü sözlerinin devâmında:
“–Ben o kardeşinizin etini, dişlerinizin arasında görüyorum.” buyurmuştu. Bunun üzerine o sahâbîler:
“–Yâ Rasûlallah! Bizim için istiğfâr ediver!” dediler. Fahr-i Kâinât Efendimiz de:
“–Gıybet ettiğiniz arkadaşınıza ricâ edin de, sizin için o istiğfarda bulunsun.” buyurdu. (İbn-i Kesîr, Tefsir, IV, 231)
Selmân-ı Fârisî Hazretleri, bir seferde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ashâbından iki kişi ile beraberdi. Onların hizmetlerini görür ve yemeklerinden yerdi. Birgün insanlar yürüdüğünde Selman -radıyallâhu anh- uyuyakalmış ve onlarla birlikte gidememişti. İki arkadaşı, onu arayıp bulamayınca çadırlarını kendileri kurarak konakladılar ve:
“–Selman pişmiş yemeğe ve kurulmuş çadıra gelmekten başka bir şey bilmiyor.” dediler. Selman geldiğinde de onu, kendilerine katık istemek üzere Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e gönderdiler. Selman, elinde bir kapla Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanına vardı:
“–Ey Allâh’ın Elçisi! Arkadaşlarım beni Sana gönderdiler. Şayet yanında katık varsa biraz ricâ ediyorlar.” dedi.
Allâh’ın Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Arkadaşların katığı ne yapacaklar, onlar katıklarını yediler!” buyurdu. Selman dönerek o ikisine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sözlerini haber verdi. Onlar da kalkıp Allah Rasûlü’nün yanına geldiler ve:
“–Sen’i hak ile gönderene yemin olsun ki konakladığımızdan beri biz herhangi bir yemek yemedik.” dediler.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Konuşmalarınızla siz Selmân’ı katık olarak yediniz.” buyurdu. Bu hâdisenin peşinden; “…Hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır?..” (el-Hucurât, 12) âyet-i kerîmesi nâzil oldu.
Diğer bir rivâyete göre Allah Rasûlü sözlerinin devâmında:
“–Ben o kardeşinizin etini, dişlerinizin arasında görüyorum.” buyurmuştu. Bunun üzerine o sahâbîler:
“–Yâ Rasûlallah! Bizim için istiğfâr ediver!” dediler. Fahr-i Kâinât Efendimiz de:
“–Gıybet ettiğiniz arkadaşınıza ricâ edin de, sizin için o istiğfarda bulunsun.” buyurdu. (İbn-i Kesîr, Tefsir, IV, 231)
GIYBET ETMENİN CAİZ OLDUĞU YERLER
- İnsanlar aleyhine konuşmanın gıybet olmadığı bâzı yerler vardır. Onlar da şöyledir:
- Zulme uğramış bir kimsenin, hükümdar veya hâkim gibi, zâlime karşı kendisine yardımcı olabilecek yetki ve kudrete sâhip birine gidip; “Falan bana şöyle şöyle haksızlık etti.” demesi.
- Bir kişinin fetvâ makâmına gidip, “Falanca bana zulmetti. Hakkımı almamın ve haksızlığı önlememin yolu nedir?” gibi sözler söylemesi. Bu, ihtiyaçtan dolayı câizdir, ancak, meseleyi üstü kapalı olarak arz etmek ihtiyata daha uygun ve fazîlete daha muvâfıktır.
- Müslümanları şerden sakındırmak ve iyiliklerini istemek (nasihat). Bunun da değişik şekilleri vardır:
- Hadis râvîlerinden ve şâhitlerinden kusurlu olanları cerh etmek. Bu, icmâ ile câizdir. Hattâ yerine göre vâcip bile olur.
- Bir kimse ile dünürlük, ortaklık, komşuluk, alışveriş vs. yapmak veya emânet bırakmak isteyen kişiye, mevzû ile doğrudan alâkalı bilgilerin söylenmesi.
- Dîni ve dînî ilimleri öğrenmek isteyen birinin, bid’atçı veya günahkâr (fâsık) bir hocadan ders aldığına şâhid olup zarar göreceği endişesine kapılan birinin, o öğrenciye öğüt verip hocasının hâlini açıklaması.
- Üstlendiği vazifeyi îcâb ettiği şekilde yapmayan bir vazifelinin durumunu üst makâma bildirmek.
- Fâsıklık ve bid’atçılığı âşikar olan kimsenin hakkında konuşmak. Ancak onun açığa vurduklarının dışındaki başka ayıplarının anılması -onların da söylenmesini gerektiren başka bir sebep yoksa- haramdır.
- Bir insan; şaşı, topal, sağır, kör veya buna benzer başka lâkaplarla biliniyorsa, onu sırf târif edebilmek için bu lâkapları kullanmak. Böyle lâkaplarla bilinen kişilerin başka türlü târif ve tanıtımı mümkün olduğu sürece bu lâkapları kullanmaktan da sakınmak îcâb eder.
GIYBETİN ZARARLARI
Gıybet mühim bir kul hakkı, insanı âhirette iflâsa sürükleyen büyük bir günahtır. İnsanlar sohbet ederken farkına bile varmadan gıybet bataklığına düşüverirler. Çoğu zaman günah işlediklerini bile düşünmeden, “Doğruları konuşuyoruz.” diye avunurlar. Gıybetin en tehlikeli tarafı da işte burasıdır.
Gâfil insanlara tatlı bir mûsikî gibi gelen gıybet, hakîkatte hem dünya hem de âhiret hayâtını berbâd eden mânevî bir hastalıktır. Dünyada muhabbet, hürmet ve kardeşlik duygularının yanında, birlik, beraberlik ve yardımlaşmayı da ortadan kaldırır. Âhirette ise pek çok hayır ve sevâbın hebâ olmasına sebep olmakla birlikte ağır bir günah yükünü de beraberinde getirir. Buna rağmen maalesef pek çok insan, bu günâha kolaylıkla düşmekte ve hattâ onu alışkanlık hâline getirmektedirler. Bu sebeple gıybet husûsunda son derece hassas ve müteyakkız olmamız îcâb etmektedir.
GIYBET EDENİN TÖVBESİ VE GIYBETTEN KURTULUŞ
Gıybet günâhına mübtelâ olmuş biri, muhîtinde bulunan bir Hak dostunun da gıybetini yapmaktan geri kalmıyordu. Bu sebeple de o gıybetçiyi kimse sevmiyordu. Fakat gönül insanı büyük zât, o gıybetçi huzûruna geldiğinde hep tebessümle karşılıyor; “Gel bakalım benim sevgili ortağım!” diye iltifatlarda bulunuyordu. Bu güzel hâl sonunda gıybetçiyi insafa getirdi:
“Ben bu zâtın orada burada aleyhinde konuşuyorum, o ise bana hep iltifatta bulunuyor. Bundan sonra aleyhinde konuşmayacağım.” diye karar verdi. Artık Hak dostunun gıybetini yapmıyordu. Lâkin huzûruna vardığında önceden gördüğü iltifâtı da göremiyordu. Bunun sebebini merak ederek birgün sordu:
“–Efendi Hazretleri! Bana gösterdiğiniz iltifatı artık göstermiyorsunuz, eski muhabbetiniz kalmadı. Sebebi nedir?” dedi.
Onu ve onun gibi gıybet hastalığına mübtelâ olanları îkâz için güzel bir fırsat yakalayan Hak dostu tebessüm ederek:
“–Eskiden bir ticârî ortaklığımız vardı. Şimdilerde o ortaklık bitti; iltifat da gitti.” dedi. O zât:
“–Ne ortaklığı? Ben öyle bir ortaklığın farkında değilim.” deyince büyük velî açıklamasına şöyle devâm etti:
“–Sen orada burada benim aleyhimde konuşuyordun; ben de gıybetine gıybetle karşılık vermeyip sabretmeyi tercih ediyordum. Bu sabrımın karşılığı olarak benim günahlarım senin defterine, senin sevapların da benim defterime yazılıyordu. Seninle böyle bir ticârî ortaklığımız vardı. Şimdilerde ise artık sen benim gıybetimi yapmıyorsun. Böylece ortaklığımız da bitmiş bulunuyor...”
Gıybetçi adam düşünmeye başladı:
“–Hakîkaten gıybetçinin durumu böyle midir?” diye sorunca mübârek zât açıklamasına şu misâl ile devâm etti:
“–İmâm-ı Şârânî Hazretleri diyor ki: «Ben ille de birinin gıybetini yapacak olsam önce anamın babamın gıybetini yapardım. Çünkü gıybet yapan insan, evvelâ kendi sevaplarını gıybetini yaptığı kişiye bağışlamış, sonra da onun günahlarını kendi üzerine yüklenmiş olur.»”
Bu sözler üzerine derin düşüncelere dalan gıybetçinin aklı başına geldi ve bundan sonra hiç kimsenin gıybetini yapmamaya söz verdi…