Son Nefese Ne Hazırladın?

Son Nefese Ne Hazırladın?

İnsanoğlu ömrü boyunca sayısız kere ölümle yüz yüze gelmektedir. Yaşanan hastalıklar, beklenmeyen sürprizler, meydana gelen felâketler, hayatta her an mevcud olan, fakat insanın gaflet ve acziyeti sebebiyle çoğu kez habersiz olduğu nice hayatî tehlikeler, ölümle insan arasında ne ince bir perde bulunduğunu göstermiyor mu?

Cenâb-ı Hak, bekâ sıfatını bu âlemde yalnız kendisine tahsis buyurmuştur. Bu yüzden, onun yüce zâtından başka her varlık fânîdir. Nitekim âyet-i kerîmede:

“Yeryüzünde bulunan her şey fânîdir...” (er-Rahmân, 26) buyrulmuştur.

Bunun tecellîsi de:

“Her can, ölümü tadacaktır…” (el-Enbiyâ, 35) beyânı üzere ölüm iledir.

Bu itibarla bilhassa insanın her dâim bu gerçeği tefekkür ile yaşaması zarûrîdir. Bunun için bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

“Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir de: İşte (ey insan) bu, senin öteden beri kaçtığın şeydir, denir.” (Kâf, 19)

İnsan ki, bu fânî dünyaya bir imtihan için gönderilmiştir. Dolayısıyla onun en büyük gâyesi, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazanıp Dâru’s-selâm’a, yâni selâm ve saâdet evi olan cennete nâil olmaya çalışmak olmalıdır. Bunun da yolu:

“O gün ne mal fayda verir, ne evlâd! Ancak kalb-i selîm ile gelenler müstesnâ!..” (eş-Şuarâ, 88-89) hakîkatinin muhtevâsına girebilmektir.

NEFS TERBİYESİNİN ÖZÜ


Bu ise, nefs terbiyesi ile mümkündür. Nefs terbiyesinin özü de, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e tam teslimiyet, bağlılık ve itaattir. Yâni yirmi üç senelik nebevî hayattan, daha doğrusu Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in gönül iklîminden hisse alabilmektir. Zîrâ Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’i Cebrâil -aleyhisselâm- vâsıtasıyla Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kalbine indirmiştir. Dolayısıyla Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bütün ibâdet, söz, davranış ve muâmelâtı, Kur’ân-ı Kerîm’in tefsiri mâhiyetindedir. Bu hakîkatler çerçevesinde Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kalb âleminden lâyıkıyla nasip almak için, onu candan, maldan, ehl ü ıyâlden, velhâsıl her şeyden daha çok sevmek şarttır. Bu muhabbet kulu, Cenâb-ı Hakk’ın muhabbetiyle yoğurur. Yâni ona muhabbet, Allâh’a muhabbet, Allâh’a muhabbet de ona muhabbettir. İşte vuslat için gönlün, bu kıvâma ulaşması zarûrîdir.

Bütün bunlar, son nefese hazırlığın en güzel adımlarıdır. Nasıl ki bardağa düşen son damla, önceki damlalara göre farklı bir iş görüp bardağın taşmasına sebep oluyorsa, daha önceki nefeslerimiz de böyledir. Yâni son nefesimiz, evvelki nefeslerimize göre bir netice hâsıl eder. Onun için, son nefese hazırlık, şu an aldığımız nefesleri nasıl kullandığımıza bağlıdır. Ömrünü Allâh ve Rasûlullâh aşkı ile geçiren ve bu istikâmette amel-i sâlihlerle süsleyen has kullar, son demlerinde kelime-i şehâdet ile huzûr içerisinde göçerler. Yâni Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şu müjdesine nâil olurlar:

“Bir kimse son nefeste (hâlis bir kalb ile) kelime-i tevhîd getirirse, cennete girer...” (Hâkim, Müstedrek, I, 503)

Yâni bir ömür kelime-i tevhîd ikliminde yaşayanlar, son demde onunla Hakk’a yolculuk ederler. Çünkü onlar, vakitlice kelime-i tevhîddeki «lâ» ile bütün fânî, izâfî ve nefsânî takıntıları ve putları gönülden silip atmışlar ve «illâ» ile kalbe yalnız Cenâb-ı Hakk’ın muhabbetini doldurmuşlardır.

DÜNYA HAYATININ GAYESİ

Bilmelidir ki şu kâinât, kudret eliyle kurulmuş, binbir nakışla tezyîn edilmiş fânî bir ikâmetgâhtır. Kâinatta hiçbir şey gâyesiz yaratılmamıştır. İnsanoğlu için dünya hayâtının gâyesi, âhiret saâdetini elde edebilmektir. Bu sebeple Rabbimiz, biz kullarını şöyle îkaz buyuruyor:

“Ey îmân edenler! Allâh’a karşı, O’nun azamet-i ilâhiyyesine göre takvâ üzere olun ve ancak müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102)

Osman Nûri Topbaş, Son Nefes, Erkam Yayınları,
Daha yeni Daha eski