İslâm, belli bir coğrafya veya muayyen bir zamana mahsus değildir. Kıyâmete kadar bütün zamanlarda hükmü geçerli olan tek dîndir ve bütün insanlığa hattâ bütün âlemlere gönderilmiştir.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“(Resûlüm!) Biz Sen’i bütün âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (el-Enbiyâ, 107)
Resûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, “Resûlü’s-sekaleyn”dir, yani bütün insanlara ve cinlere rahmet olarak gönderilmiştir.[1]
PEYGAMBERİMİZE VERİLEN 5 ŞEY
Diğer peygamberler geçici bir zaman için ve bazıları da münhasıran bir kavme gönderilmişlerdir. Bu hakîkati Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle ifade buyurur:
“Bana, benden önceki peygamberlerden kimseye verilmemiş olan beş husûsiyet verildi:
- Bir aylık mesafeden düşmanın kalbine korku salmakla yardım olundum.
- Bana yeryüzü mescid ve temiz kılındı. Binâenaleyh ümmetimden herhangi bir mü’min, namaz vakti gelince, hemen olduğu yerde namazını kılsın!
- Benden önce hiçbir peygambere helâl kılınmayan ganimet, bana helâl kılındı.[2]
- Şefaat izni verildi.
- Benden önceki peygamberler, sadece milletlerine gönderilirlerdi. Ben ise, bütün insanlığa peygamber olarak gönderildim.” (Buhârî, Teyemmüm, 1)
Yani Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in devr-i risâletinden itibâren kıyâmete kadar gelecek bütün insanlık, O’nun ümmetidir. O’na inanıp ebedî kurtuluş davetine uyanlar “ümmet-i icâbe” diğerleriyse “ümmet-i gayri icâbe”dir.
Yine her peygamberin mûcizesi kendi zamanına münhasırken, Hazret-i Peygamber’in -sallâllâhu aleyhi ve sellem- en büyük mûcizesi olan Kur’ân-ı Kerîm kıyâmete kadar cârîdir. Hakîkaten Kur’ân-ı Kerîm, kıyâmete kadar tahriften korunmuş olarak var olmaya devam edecektir. Zira bu bir ilâhî vaaddir.[3]
Peygamber Efendimiz’in Hâtemü’n-Nebiyyîn / Peygamberlerin Sonuncusu ve Mührü olması, kendisinden sonra başka bir peygamberin gelmeyecek olması da O’nun şerîatinin kıyâmete kadar geçerli olduğunun ispatıdır.
Dipnotlar: [1] Bkz. el-Ahkāf, 29; el-Cin, 1-19. [2] Yani dînin temeli olan akâid/inanç kısmı Hazret-i Âdem’den Rasûlullah Efendimiz’e kadar hep aynı kalmakla birlikte, Cenâb-ı Hak, farklı ümmetlere şer’î ahkâmda birtakım farklı hükümler de tayin buyurmuştur. [3] Bkz. el-Hicr, 9.