Abdestli olmanın fazileti ile ilgili hadisleri ve Efendimiz'in ümmetinden görmediklerini nasıl tanıyacağını anlattığı hadis-i şerifi istifadenize sunuyoruz.
HANGİ AMELİ YAPARAK BENDEN ÖNCE CENNETE GİRDİN?
Asr-ı Saâdet mü’minleri, devamlı abdestli bulunmaya ve her namaz için yeniden abdest almaya büyük bir îtinâ gösteriyorlardı. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir sabah Hazret-i Bilâl’i yanına çağırıp:
“–Bilâl! Hangi ameli yaparak benden önce cennete girdin? Ne zaman (rüyamda) cennete girsem, ayakkabılarının tıkırtısını önümde duyuyorum. Dün gece de cennete gitmiştim, ayakkabılarının tıkırtısını yine önümde duydum…” buyurdu.
Bilâl -radıyallâhu anh-:
“–Yâ Rasûlâllah, her ezan okuyuşumda, muhakkak iki rekât namaz kılarım. Abdestim bozulduğunda da hemen abdest alır ve üzerimde Allâh’ın iki rekât namaz hakkı olduğunu düşünürüm.” dedi.
Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“–İşte bu ikisi sâyesinde!” buyurdular. (Tirmizî, Menâkıb, 17/3689; Ahmed, V, 354)
ABDEST ÜZERİNE ABDEST ALANA ON HASENE VERİLİR
Ebû Gutayf el-Hüzelî şöyle anlatır:
Abdullah bin Ömer’i Mescid’de yerinde otururken dinledim. Öğle namazının vakti gelince kalktı, abdest alıp namaz kıldı. Sonra yerine döndü. İkindi namazının vakti gelince (abdesti olduğu hâlde) yeniden kalktı, abdest alıp namaz kıldı. Sonra yerine döndü. Akşam namazı olunca kalkıp tekrar abdest tazeledi ve namaz kıldı. Sonra yine yerine döndü. Ona:
“–Allah seni sâlihlerden kılsın, her namaz için abdest tazelemek farz mıdır, yoksa sünnet midir?” diye sordum,
O da bana:
“–Sen beni ve benim şu yaptığımı tâkip mi ettin?” diye sordu.
“–Evet.” dedim. Şöyle cevap verdi:
“–Hayır, farz değildir. Ben, sabah namazı için abdest alınca abdestimi bozmadığım müddetçe bütün namazlarımı kılabilirdim. Lâkin Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in şöyle buyurduğunu işittim:
«Kim abdest üzerine abdest alırsa kendisine on hasene verilir.»
İşte ben bu hasenelere rağbet ettim!” dedi. (İbn-i Mâce, Tahâret, 73)
MÜ’MİNİN NÛRU, ABDEST SUYUNUN ULAŞTIĞI YERE KADARDIR
Ashâb-ı kirâm, abdestlerini, hakkını vererek ve en güzel şekilde alırlardı. Tâbiînden Ebû Hâzim, Ebû Hüreyre Hazretleri’nin abdest alırken kollarını koltuğunun altına kadar yıkadığını görmüştü.
“–Ey Ebû Hüreyre, bu nasıl abdest?” diye sordu. O da:
“–Ey Benî Ferrûh! Siz burada mıydınız? Burada olduğunuzu bilseydim böyle abdest almazdım. Ben, dostum Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i şöyle buyururken işittim:
«Kıyâmet gününde mü’minin nûru, abdest suyunun ulaştığı yere kadar varır.»” (Müslim, Tahâret, 40)
PEYGAMBERİMİZ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ÜMMETİNDEN GÖRMEDİKLERİNİ NASIL TANIYACAK?
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir gün kabristana uğramış ve:
“Selâm size ey mü’minler diyârının sâkinleri! İnşâallah bir gün biz de sizin yanınıza geleceğiz. Kardeşlerimizi görmeyi ne kadar da çok isterdim!” buyurmuştu.
Ashâb-ı kirâm -radıyallâhu anhum- hemen:
“–Biz sizin kardeşleriniz değil miyiz, yâ Rasûlâllah?” diye sordular.
Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Sizler benim ashâbımsınız; kardeşlerimiz, henüz dünyaya gelmemiş olanlardır.” buyurdu.
Bunun üzerine ashâb-ı kirâm:
“–Ümmetinizden henüz gelmemiş olanları nasıl tanıyacaksınız, ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sordular.
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de onlara:
“–Bir kişinin alnı ve ayakları beyaz olan bir atı olduğunu düşünün. O zât bu atını, hepsi de simsiyah olan bir at sürüsü içinde tanıyamaz mı?” diye sordu.
Sahâbe-i kirâm -radıyallâhu anhum-:
“–Evet, tanır ey Allâh’ın Rasûlü!” cevabını verdiler.
Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“–İşte kardeşlerimiz de abdestten dolayı yüzleri nurlu, el ve ayakları parlak olarak geleceklerdir. Ben, önceden gidip havuzumun başında ikram etmek için onları bekleyeceğim. Dikkat edin! Birtakım kimseler, yabancı devenin sürüden kovulup uzaklaştırıldığı gibi benim havuzumdan (melekler tarafından) kovulacaklardır. Ben onlara «Buraya gelin!» diye nidâ edeceğim. (Vazifeli melekler) bana:
«–Onlar Sen’den sonra hâllerini değiştirdiler. (Sen’in Sünnet’ini takip etmeyip başka yollara saptılar.)» denilecek. Bunun üzerine ben de:
«–Uzak olsunlar, uzak olsunlar!» diyeceğim.” (Müslim, Tahâret, 39; Fedâil, 26; Nesâî, Tahâret, 110/150; İbn-i Mâce, Zühd, 36; Muvatta’, Tahâret, 28; Ahmed, II, 300, 408)