Tasavvufî hayat, insanın mânevî tekâmülü için İslâm çerçevesi içinde belli kuralları olan bir hayat biçimidir. İslâm’ın özünden uzaklaşmadan, Kur’ân ve Sünnet’in ortaya koyduğu her türlü kâideyi içinde mezcederek dönem dönem insan kitlelerine ve coğrafî bölgelere göre farklılık arz etse de tasavvuf, daha çok mü’minin takvâ hayatı üzere yaşamasına yardımcı olmuştur. Şüphesiz tasavvuf olarak ifade edilen prensipler, her zaman doğrudan vahyin emrettiği kurallar olmasa da temeli, Kur’ân’a ve Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Sünnetlerine dayanan kurallar bütünüdür.
Tasavvuf’un en önemli unsuru, insandır. En mühim gayesi, insanın kemâl derecesine ulaşması, bütün yönleri ile mükemmeli yakalaması, yani Rabbinin Kur’ân-ı Kerîm’inde vasfettiği ve taltif ettiği “örnek/mükerrem insan tipini” ortaya çıkarmaktır.
Bir disiplin veya farklı yönleri ile bir ilim dalı hâline gelen tasavvufun tarihî gelişimine baktığımız zaman, ilk dönemlerde adı konulmamış olsa da uygulamaları ve ortaya koymak istediği davranış biçimleri ile Peygamber Efendimiz’in hayatı, tasavvufî hayatın temelini teşkil eder.
Bugün tasavvufun ana omurgası olarak ifade edebileceğimiz mefhumların neredeyse tamamının Kur’ânî ifadeler olduğunu ve kâmil insanın yetişmesi için bunların Allah tarafından öğretildiğini görmekteyiz. Nefis terbiyesi, kalp tasfiyesi, takvâ hayatı, tefekkür, Allâh’ın çokça zikredilmesi, kalbin tekâmülü gibi konular, temel olarak İslâm’ın geliştirmek istediği örnek insanın karakteristik özellikleridir.
Tarihî sürece baktığımız zaman, tasavvuf alanında birer klasik eser hâlini almış ve yüzyıllardan beri geniş insan kitleleri tarafından kabul görmüş kitaplarda, meselenin bir bütünlük içerisinde kuralları ortaya konulmuş ve bu yoldan yeterince ve kolaylıkla istifade etmek için müridin dikkat edeceği hususlar madde madde sıralanmıştır.
TASAVVUF'UN EN MÜHİM DURAKLARINDAN BİRİ
Tasavvuf yolunun en mühim duraklarından biri “sohbet”tir. Farklı tarîkat geleneklerinin en önemli ortak noktası olan sohbetin bu denli ehemmiyetli olması, Peygamber Efendimiz’in, sohbeti bir irşad yolu olarak kullanmasıdır. Tebliğ vazifesinin en belirgin tarafı olan sohbet, nebevî bir metot olması hasebiyle tasavvufî eğitim yollarının birinci şartı olmuştur.
Sohbet kavramı, bazı tarîkat anlayışlarında kelimenin ilk mânâsı olan “karşılıklı konuşmak, sohbet etmek veya bir grup hâlinde karşılıklı irşad vazifesini yerine getirmek” olarak ifade edilse de bir diğer ve önemli mânâsı, “halkın içinde olarak Hakk’ı anlatmak” şeklinde uygulanmıştır.
Tasavvuf yolunun en mühim duraklarından biri “sohbet”tir. Farklı tarîkat geleneklerinin en önemli ortak noktası olan sohbetin bu denli ehemmiyetli olması, Peygamber Efendimiz’in, sohbeti bir irşad yolu olarak kullanmasıdır. Tebliğ vazifesinin en belirgin tarafı olan sohbet, nebevî bir metot olması hasebiyle tasavvufî eğitim yollarının birinci şartı olmuştur.
Sohbet kavramı, bazı tarîkat anlayışlarında kelimenin ilk mânâsı olan “karşılıklı konuşmak, sohbet etmek veya bir grup hâlinde karşılıklı irşad vazifesini yerine getirmek” olarak ifade edilse de bir diğer ve önemli mânâsı, “halkın içinde olarak Hakk’ı anlatmak” şeklinde uygulanmıştır.
11 ESAS
Bu vesîle ile Abdülhâlık Gucdüvânî Hazretleri’nin tasavvuf ilmine kazandırdığı ve insanın mânevî gelişiminden çok önemli prensipler olarak bilinen “on bir esası” hatırlamakta fayda var:
Abdülhâlık Gucdüvânî -kuddise sirruh- büyük velîlerden öğrendiği ve bizzat tecrübe ettiği bu terbiye usûllerini on bir temel prensiple ortaya koymuştur. Bu prensipler, her müslüman için mânevî gelişim noktasında hedef olarak belirlenecek ahlâkî güzelliklerdir. Bütün hak yolcuları için lâzım olan mânevî usûllerdir. Onlar zikrin meyveleridir, güzel terbiyenin sonuçlarıdır. Zikir âyetlerinin tefsiridir. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in devamlı zikir hâlinin açıklamasıdır. “Halk içinde Hak ile olma” sünnetinin her dönemde yaşanmasıdır.
Ârifler, kâmil mürşidler, onları bizzat yaşamışlar ve bizlere örnek olarak göstermişlerdir. Bu usuller şunlardır:
Vukûf-i Zamânî: Yaşanan her ânın farkında olmaktır. Hak yolcusu, her ânını kontrol etmelidir. O, zaman içinde kendisine gereken en hayırlı amelin ne olduğunu bilmeli ve o ameli yapmalıdır.
Vukûf-i Adedî: Çektiği zikrin farkında olmak, adedi korumaktır. Hak yolcusu, zikrin sayısına dikkat etmelidir. Zikri, öğretilen edebe uygun yapmalıdır.
Vukûf-i Kalbî: Kalbi zikirde toplamak ve bütünüyle zikrettiği varlığa bağlanmaktır.
Nazar ber kadem: Gözün ayağın üzerinde olmasıdır. Hak yolcusu, yürürken devamlı önüne bakmalı, hep kendi işi ile meşgul olmalıdır. Gözünü haramdan ve kalbini karıştıracak şeylerden korumalıdır.
Hûş der dem: Her nefes alış verişinde uyanık bulunmak, gaflette olmamaktır. Hak yolcusu her nefesini Allah ile huzur ve uyanıklık içinde alıp vermelidir. Bütün vakitlerini bir çeşit ibadet ve taat içinde geçirmelidir.
Sefer der vatan: Halktan kaçıp Hakk’a gitmektir. Hak yolcusu, devamlı seyir ve sefer hâlindedir. Gidilecek yer Cennet’tir, aranacak şey, ilâhî rızâdır.
Halvet der encümen: Halkın arasında iken Cenâb-ı Hak ile beraber olmaktır. Buna, zâhiri halk, bâtını Hak ile olmak denir. Hak yolcusunun kalbi, ilâhî zikrin tadıyla dolu olmalı ve her şeyi zikre vesîle etmelidir. Varlıklar kalbe perde yapılmamalı, her şey değerine göre yerine konulmalıdır.
Yâd-kerd: Murâkabe durumuna geldikten sonra “lâ ilâhe illâllah” zikriyle meşgul olmak, tevhîdin mânâsına ulaşmak, devamlı Yüce Allâh’ı hatırda tutmak, kalp ile dilin zikrini birleştirmektir.
Bâz-geşt: Dönüş demektir. Bununla anlatılmak istenen; “Nefy u isbat” yani “lâ ilâhe illâllah” zikrini çekerken, nefesi serbest bırakma ânında, bütün hayalini şu cümlenin mânâsında toplamaktır: “İlâhî ente maksûdî ve rızâke matlûbî” (Ey Allâh’ım! Bu zikirden asıl maksadım Sen’sin. Tek isteğim, Senin rızândır.) demektir.
Nigâh-dâşt: Hak yolcusu, zikir esnasında kalbine sahip olmalıdır. Zikir esnasında nefy u isbâtın mânâsını düşünmeli, kalbini nefsânî düşünce ve endişelerden korumalıdır.
Yâd-dâşt: Anmak, hiç unutmamak, devamlı zikretmektir. Hak yolcusu, her ân ve mekânda Cenâb-ı Hak ile beraber olmalıdır. İlâhî huzur ve beraberlik hâlinden hiç ayrılmamalıdır. Bütün eşyada ilâhî tecellîleri müşâhede ile kalbini uyanık tutmalıdır.
Bütün bu ifade edilenler, sâlih mü’minlerin vasıflarıdır. Onlar, yaşanmış ve ehlince yaşanmaya devam edilen mânevî hâllerdir. Bir mü’min için Yüce Allâh’ı zikirden ve hayatın her safhasında O’nunla beraber olduğunu fark etmekten daha kıymetli, daha tatlı, daha kârlı hangi iş vardır? O hâlde, neticesi ebedî nîmetler olan bu güzel hâli elde etmenin yoluna düşmeli, bu yolun esaslarını bilmeli ve yaşamalıyız.
Allah Teâlâ, kendisine yöneldiğimiz bu mübârek yolun menzillerini kat edebilmeyi, lûtuf ve ihsânıyla hepimize ikrâm eylesin. Bizleri rızâsıyla mükâfatlandırsın ve cemâliyle müşerref kılsın. Âmîn.
Bu vesîle ile Abdülhâlık Gucdüvânî Hazretleri’nin tasavvuf ilmine kazandırdığı ve insanın mânevî gelişiminden çok önemli prensipler olarak bilinen “on bir esası” hatırlamakta fayda var:
Abdülhâlık Gucdüvânî -kuddise sirruh- büyük velîlerden öğrendiği ve bizzat tecrübe ettiği bu terbiye usûllerini on bir temel prensiple ortaya koymuştur. Bu prensipler, her müslüman için mânevî gelişim noktasında hedef olarak belirlenecek ahlâkî güzelliklerdir. Bütün hak yolcuları için lâzım olan mânevî usûllerdir. Onlar zikrin meyveleridir, güzel terbiyenin sonuçlarıdır. Zikir âyetlerinin tefsiridir. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in devamlı zikir hâlinin açıklamasıdır. “Halk içinde Hak ile olma” sünnetinin her dönemde yaşanmasıdır.
Ârifler, kâmil mürşidler, onları bizzat yaşamışlar ve bizlere örnek olarak göstermişlerdir. Bu usuller şunlardır:
Vukûf-i Zamânî: Yaşanan her ânın farkında olmaktır. Hak yolcusu, her ânını kontrol etmelidir. O, zaman içinde kendisine gereken en hayırlı amelin ne olduğunu bilmeli ve o ameli yapmalıdır.
Vukûf-i Adedî: Çektiği zikrin farkında olmak, adedi korumaktır. Hak yolcusu, zikrin sayısına dikkat etmelidir. Zikri, öğretilen edebe uygun yapmalıdır.
Vukûf-i Kalbî: Kalbi zikirde toplamak ve bütünüyle zikrettiği varlığa bağlanmaktır.
Nazar ber kadem: Gözün ayağın üzerinde olmasıdır. Hak yolcusu, yürürken devamlı önüne bakmalı, hep kendi işi ile meşgul olmalıdır. Gözünü haramdan ve kalbini karıştıracak şeylerden korumalıdır.
Hûş der dem: Her nefes alış verişinde uyanık bulunmak, gaflette olmamaktır. Hak yolcusu her nefesini Allah ile huzur ve uyanıklık içinde alıp vermelidir. Bütün vakitlerini bir çeşit ibadet ve taat içinde geçirmelidir.
Sefer der vatan: Halktan kaçıp Hakk’a gitmektir. Hak yolcusu, devamlı seyir ve sefer hâlindedir. Gidilecek yer Cennet’tir, aranacak şey, ilâhî rızâdır.
Halvet der encümen: Halkın arasında iken Cenâb-ı Hak ile beraber olmaktır. Buna, zâhiri halk, bâtını Hak ile olmak denir. Hak yolcusunun kalbi, ilâhî zikrin tadıyla dolu olmalı ve her şeyi zikre vesîle etmelidir. Varlıklar kalbe perde yapılmamalı, her şey değerine göre yerine konulmalıdır.
Yâd-kerd: Murâkabe durumuna geldikten sonra “lâ ilâhe illâllah” zikriyle meşgul olmak, tevhîdin mânâsına ulaşmak, devamlı Yüce Allâh’ı hatırda tutmak, kalp ile dilin zikrini birleştirmektir.
Bâz-geşt: Dönüş demektir. Bununla anlatılmak istenen; “Nefy u isbat” yani “lâ ilâhe illâllah” zikrini çekerken, nefesi serbest bırakma ânında, bütün hayalini şu cümlenin mânâsında toplamaktır: “İlâhî ente maksûdî ve rızâke matlûbî” (Ey Allâh’ım! Bu zikirden asıl maksadım Sen’sin. Tek isteğim, Senin rızândır.) demektir.
Nigâh-dâşt: Hak yolcusu, zikir esnasında kalbine sahip olmalıdır. Zikir esnasında nefy u isbâtın mânâsını düşünmeli, kalbini nefsânî düşünce ve endişelerden korumalıdır.
Yâd-dâşt: Anmak, hiç unutmamak, devamlı zikretmektir. Hak yolcusu, her ân ve mekânda Cenâb-ı Hak ile beraber olmalıdır. İlâhî huzur ve beraberlik hâlinden hiç ayrılmamalıdır. Bütün eşyada ilâhî tecellîleri müşâhede ile kalbini uyanık tutmalıdır.
Bütün bu ifade edilenler, sâlih mü’minlerin vasıflarıdır. Onlar, yaşanmış ve ehlince yaşanmaya devam edilen mânevî hâllerdir. Bir mü’min için Yüce Allâh’ı zikirden ve hayatın her safhasında O’nunla beraber olduğunu fark etmekten daha kıymetli, daha tatlı, daha kârlı hangi iş vardır? O hâlde, neticesi ebedî nîmetler olan bu güzel hâli elde etmenin yoluna düşmeli, bu yolun esaslarını bilmeli ve yaşamalıyız.
Allah Teâlâ, kendisine yöneldiğimiz bu mübârek yolun menzillerini kat edebilmeyi, lûtuf ve ihsânıyla hepimize ikrâm eylesin. Bizleri rızâsıyla mükâfatlandırsın ve cemâliyle müşerref kılsın. Âmîn.
Kaynak: Şefika MERİÇ, Şebnem Dergisi, 2021-Eylül, Sayı:199