Bedir Muharebesi’nde Müslümanlar, kendilerinden sayıca ve kuvvetçe üç misli çok olan müşriklere karşı mücadele etmiş ve zafere ulaşmıştı. Müşriklerin ileri gelenlerinin de dâhil olduğu çok sayıda ölünün yanında, düşmanlar birçok da esir bırakarak harp meydanını terk ediyorlardı. Bu esnada Sahabe’den Mâlik bin Duhşum (r.a.) birisini esir etmiş, Resûlullah’ın (a.s.m.) huzuruna getirmişti. Gelen esir hiddetli gözlerle Resûlullah’ı (a.s.m.) ve etrafındakileri süzüyor ve kendisini bekleyen akıbeti merak ediyordu.
Bu esir, müşriklerin ileri gelenlerinden, Müslümanlar aleyhine yaptığı tahrik edici konuşmalarıyla meşhur hatip Süheyl bin Amr idi. Orada bulunan Hz. Ömer (r.a.) hemen kılıcını çekip ortaya atılmış ve şöyle demişti:
“Ey Allah’ın Resûl’ü! Müsaade et, şu adamın dişlerini çekeyim de, bir daha sizin aleyhinizde konuşmasın! Çünkü o, tesirli konuşmalarıyla Kureyş kâfirlerini aleyhimize teşvik ediyordu.”
Sevgili Peygamberimiz (a.s.m.) şöyle cevap verdi:
“Bırak onu, ey Ömer! Ümit edilir, o öyle bir makamda bulunur ki, seni de sevindirir…”
Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.) her sözüne bütün ruh ve canıyla bağlı olan ve bu sözün de bir gün gelip tahakkuk edeceğine inanan Hz. Ömer (r.a.), “Peki, ey Allah’ın Resûl’ü.” diyerek kılıcını kınına koydu ve boyun eğdi. [1]
Süheyl bin Amr sevinç içinde Resûlullah’ın (a.s.m.) yanından ayrılıp birliğine doğru gitti.
Bu esnada Süheyl’in oğlu Abdullah da (r.a.) bir fırsatını bulup Müslümanların safına geçmişti. Abdullah (r.a.) ilk Müslümanlardandı. Müşriklerin zulüm ve işkencelerine dayanamayarak Habeşistan’a hicret eden ilk kafilenin içerisinde o da bulunuyordu. Ancak Habeşistan dönüşünde babası onu yanına almış ve İslamiyet’ten vazgeçmesi için, akla gelmez zulümlere maruz bırakmıştı. Abdullah artık işkencelere dayanamaz bir hâle gelmişti. Resûlullah (a.s.m.) ona, Müslümanlığını gizleyebileceğini ve İslamiyet’ten döndüğünü babasına söyleyebileceğini bildirdi. Abdullah, babasını “İslam’dan döndüğü” hususunda kandırmaya muvaffak oldu. Ancak imanında zerre kadar bir sarsılma olmamıştı. Bir an önce Resûlullah’a (a.s.m.) kavuşmayı bekliyordu. Babasıyla birlikte Bedir Savaşı’na katıldı ve bir fırsatını bulup Müslümanların tarafına geçti. Artık saadetine diyecek yoktu. [2]
Aradan yıllar geçti, müşriklerle Müslümanlar Hudeybiye’de tekrar karşı karşıya geldiler. Kureyş müşrikleri barış istiyorlardı. Gelen heyetin başında Süheyl bin Amr vardı.
Resûlullah (a.s.m.), Süheyl’le uzun uzadıya konuştuktan sonra anlaşma şartlarında muvafakata vardılar. Sıra anlaşma maddelerinin yazılmasına gelmişti. Kâtip, Hz. Ali (r.a.) idi. Resûlullah (a.s.m.) emretti: “Yaz! Bismillâhirrahmânirrahim.” Süheyl hemen itiraz etti: “Biz bunu kabul etmiyoruz ki!” Resûlullah (a.s.m.) “Öyleyse nasıl yazalım?” diye sordu. Süheyl “Bismike Allahümme” yazılacağını söyledi. Resûlullah (a.s.m.) “Bu da güzeldir!” diyerek Hz. Ali’ye (r.a.) öyle yazılmasını emretti.
Anlaşma maddeleri yazıldıktan sonra sıra imzaya gelmişti. Peygamberimiz, Hz. Ali’ye, “Allah’ın Resûl’ü Muhammed ile Süheyl bin Amr’ın anlaşmaya varıp sulh oldukları, icabının taraflarca yerine getirilmesini kararlaştırıp imzaladığı maddelerdir.” şeklinde yazmasını emretti. Kureyş heyetinin başkanı Süheyl buna da itiraz etti: “Vallahi biz senin gerçekten Allah’ın Resûl’ü olduğunu kabul edip tanımış olsaydık, Beytullah’ı ziyaretine mâni olmaz ve seninle çarpışmazdık!” Neticede “Muhammed bin Abdullah” diye yazıldı.
Geçen zaman içerisinde Süheyl bin Amr’ın küçük oğlu Ebû Cendel (r.a.) de İslamiyet’e girmiş ve babası onu da ağabeyi gibi zincire vurup bir yere hapsetmişti. Ancak Ebû Cendel bir yolunu bulup kaçtı ve tam Hudeybiye Barış Anlaşması’nın yapıldığı esnada ortaya çıkarak Resûlullah’ın (a.s.m.) tarafına iltihak etmek istedi. Ancak anlaşmanın bir maddesi, Ebû Cendel’in Müslümanların tarafına geçmesine mâni oluyordu.
Süheyl bin Amr, elleri zincirlerle bağlı olarak ortada duran oğlunu görünce çok şaşırdı ve hiddetle Resûlullah’a (a.s.m.) şöyle dedi:
“İşte, barış anlaşması gereği bize geri vereceğin ilk kişi budur!”
Resûlullah (a.s.m.), mahzun ve mükedder bir vaziyette bekleyen Ebû Cendel’e baktı ve Süheyl’e dönüp şöyle dedi:
“Haydi bu seferlik bunu bana bağışla ve anlaşmayı imza et.”
Süheyl “Ben bunu asla kabul edemem!” diyerek reddetti.
Resûlullah’ın (a.s.m.) şefkati, Ebû Cendel’i geri vermekle onu tekrar zulüm ve işkencenin içine atmaya müsaade etmiyordu. Ancak Resûlullah anlaşma için söz vermişti ve geri vermediği takdirde Kureyş anlaşmayı feshedecekti. Bu anlaşmanın ileride tamamıyla Müslümanların lehine olacağını bilen Resûl-i Ekrem (a.s.m.), Ebû Cendel’e döndü ve şöyle dedi:
“Biraz daha sabret! Biraz daha, maruz kaldıklarına göğüs ger. Allah sana bunların mükâfatını verecektir. Muhakkak ki, Allah sana ve yanında bulunan Müslümanlara bir ferahlık yaratacaktır. Onlara vermiş olduğunuz söze vefasızlık edemeyiz...” [3]
Yıllar yılları kovalamış ve nihayet Mekke Müslümanlar tarafından fethedilmişti. Diğer Kureyş ileri gelenleri gibi Süheyl bin Amr da “yakalandığında öldürülecekler”den birisiydi. Oğlu Abdullah, Resûlullah’a (a.s.m.) gelerek, babasına eman vermesini ve affetmesini istedi. Resûlullah (a.s.m.), iki fedakâr oğlunun hatırına Süheyl’e eman verip affetti. Abdullah sevinçle koşarak gidip, Süheyl’i gizlenmiş olduğu yerde buldu ve müjdeyi verdi. Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.) bu âlicenaplığı karşısında Süheyl hemen Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldu.
Süheyl bin Amr (r.a.), İslamiyet’e girdikten sonra canla başla İslam için çalışmaya başladı. Çok hassas kalpli ve ince ruhlu bir hâle geldi. Zaman zaman eski hayatını hatırlayıp ağlardı. Hele Kur’ân okunurken büsbütün dayanamaz, çok ağlardı. İbadetine fevkalade düşkün ve müttaki idi.
Siyer müellifi Vâkidi der ki: “Fetih günü Müslüman olanlardan, Süheyl bin Amr gibi İslamiyet’e sarılan başka birisi yoktur.” [4]
Süheyl’in (r.a.) oğlu Abdullah, Hicret’in 12. senesinde Yemâme Harbi’nde şehit düşmüştü. Hz. Ebû Bekir (r.a.), Süheyl bin Amr’ı teselliye geldi. Yıllar önce, Müslüman oluşundan dolayı oğullarına her türlü zulüm ve işkenceyi reva gören Süheyl bin Amr’ın, oğlunun şehadet haberi karşısında sözleri şu oldu:
“Keşke ben de şehit olsaydım!” [5]
Süheyl bin Amr (r.a.), Peygamberimizin (a.s.m.) vefatında Mekke’de bulunuyordu. O sırada Kureyş içerisinde dinden dönme hareketleri başlamıştı. Kureyş halkını bir araya toplayarak veciz bir konuşma yaptı. Şöyle diyordu:
“Ey Kureyş halkı! En son İslamiyet’e giren ve ilk önce ondan dönen kimselerden mi oluyoruz? Yemin ederim ki, bu din şarktan garba kadar uzanacak, her tarafı kaplayacaktır...”
Süheyl bin Amr oldukça uzun süren bu konuşmasıyla, Kureyş’ten bazılarının İslamiyet’ten dönmesini önlemişti. Böylece, Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.) Bedir’de Hz. Ömer’e söylemiş olduğu söz tahakkuk etmiş ve Süheyl bin Amr, Hz. Ömer’in de sevineceği bir makama gelmiş oluyordu.
Peygamberimizin (a.s.m.) vefatından sonra Mekke’den ayrıldı ve cihat hizmetlerine daha fazla katılabilmek için ailesiyle birlikte Şam’a gitti. Bir rivayete göre, Hicret’in 13. senesinde Yermuk’ta şehit oldu. Başka bir rivayete göre ise, Hicetin 18. senesinde taundan vefat etti…
Allah ondan razı olsun!
[1]Üsdü’l-Gàbe, 2: 372; Mektûbât, s. 99.
[2]age., 3: 180-181.
[3]Müsned, 4: 325.
[4]Üsdü’l-Gàbe, 2: 371-373.
[5]age., 3: 180-181.
[3]Müsned, 4: 325.
[4]Üsdü’l-Gàbe, 2: 371-373.
[5]age., 3: 180-181.