Peygamberimizin risalet ummanından feyiz alarak yetişen ve o eşsiz zattan hidayet nurları dererek insanlığa yol gösteren yıldız sahabiler, bulundukları devirde ve gittikleri her yerde beşerin rahatı ve huzuru için çalışmış, iki dünya saadetinin kazanılması için çok üstün bir gayret sarf etmişlerdir.
Peygamberimizin ders halkasında yetişerek mükemmel bir insan olan ve tam örnek bir şahsiyete bürünen sahabilerden birisi de, Hz. Sâid bin Âmir’dir (r.a.). Hz. Sâid, risalet güneşinden feyiz almaya Hayber’in fethinden önce başlamıştı; imanın tatlı pınarlarından âb-ı hayat suyunu kana kana içmeye başlayınca Mekke’de duramadı, hicret ederek saadet kervanına karıştı. Bütün varlığıyla İslam’a sarılarak Peygamberimizin nurlu dersine devam etti. Sefer sırasında, cihat meydanlarında bir kahraman oldu.
Hz. Sâid kudretli bir kumandandı. Yermuk Muharebesi’nde Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a.), Halife Hz. Ömer’den (r.a.) yardım isteyince, Hz. Ömer bin kişiye bedel dört sahabi gönderdi. Bunlardan birisi de Hz. Sâid bir Âmir’di. Bizans’a karşı yapılan Yermuk Muharebesi’nde Hz. Sâid üstün fedakârlıklar gösterdi.
Hz. Sâid aynı zamanda ferasetli bir idareci, basiret sahibi, kabiliyetli ve adaletli bir siyaset dehası ve diplomat idi. Zira Peygamber iksirinden ilham alan bu şahsiyetler kısa zamanda üstün vasıflara sahip oluyorlardı. Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Bedevi bir kavim ve ümmi bir muhite, hayat-ı içtimaiyeden hali ve kitapsız ve fetret asrının karanlıklarında bulunan ve pek az bir zamanda en medeni ve malumatlı ve hayat-ı içtimaiyede ve siyasiyede en ileri olan milletlere ve hükûmetlere üstad ve rehber ve diplomat ve hâkim-i âdil, şarktan garba kadar cihanpesendane [bütün dünyanın takdirini kazanarak] idare eden ve sahabe namıyla dünyada namdar olan cemaat-i meşhure”yi yetiştirmişti.[1]
Peygamberimizin Suffe Ashâbı’ndan olan bu mübarek zatı Hz. Ömer, Humus valiliğine tayin etti. Kısa zamanda halk tarafından sayılan ve sevilen Hz. Sâid, her yönüyle mükemmel bir idarecilik yapıyordu. Halkın derdini dinliyor, kimsesizleri himaye ediyordu. Gayrimüslimler bile onun idareciliğinden memnundular. Millet tarafından valinin çok sevildiğini haber alan Hz. Ömer, Humuslulara bunun sebebini sorduğu zaman, “Valimiz halkın dert ortağıdır.” cevabını aldı.
Hz. Ömer, Şam’a gittiği sırada şehrin kuzey tarafında bulunan Humus’a uğradı. Oraya tayin ettiği güzide valisi Hz. Sâid’i görecekti. Valiyle bir müddet görüştükten sonra, onun idareciliği hakkında halkın da fikrini alacaktı. Halifenin şehre geldiğini duyan halk toplanmıştı. Hz. Ömer ileri gelenlere, “Ey Humuslular, valinizi nasıl buldunuz? Memnun musunuz? Hakkında bir şikâyetiniz var mı?” diye sordu.
Halk, umumi olarak memnun olduklarını söyledikten sonra, hikmetini anlamadıkları bazı hâllerden dolayı da şikâyetlerini dile getirdiler. Hz. Ömer’in ısrarı üzerine, “Sabahleyin vazifesine erken değil de, kuşluk vakti geliyor!” dediler.
Hz. Ömer, halkın şikâyet ettiği daha büyük bir kusur arıyordu: “Bundan daha büyük bir suçu var mı?”
“Gece olunca bizden hiç kimseyi kabul etmiyor. Ayda bir gün eve kapanıyor, halkın içine çıkmıyor. Bazı zamanlar baygın düşüyor, ölüm tehlikesi geçiriyor!”
Hz. Ömer, Humusluları dinledikten sonra, vali Hz. Sâid bin Âmir’i çağırttı. İsnat edilen bu kusurların sebebini sormak istiyordu.
Biraz sonra vali geldi. Ömer (r.a.), halkın huzurunda, şikâyetleri teker teker sordu. Bu arada, “Allah’ım, Sâid bin Âmir hakkındaki hüsn-ü zannımda beni hataya düşürme!” diye de dua ediyordu.
Şikâyetler sıralanırken Hz. Sâid gayet sakindi. Hz. Ömer’in sözü bittikten sonra, şikâyet mevzuu olan meselelerin hikmetini şöyle açıkladı:
“Yâ Ömer, aslında ben bunları söylemeyi istemiyorum, ama şikâyete sebep olduğu için ifade edeceğim: Mesaiye biraz geç gidişimin sebebi, evde hizmetçim yoktur. Ev işlerinin çoğunu kendim görüyorum. Sabahleyin erkenden hamur yoğuruyor, ekmeği yapıyorum, çocukların kahvaltısını yaptırdıktan sonra abdest alıp çıkıyorum. (Bazı kaynaklarda hanımının hasta olduğu kaydedilmektedir.)
“Geceleri kimseyi kabul etmiyorum; çünkü gündüzleri halkın işi ve derdi için, geceyi de Hak için ayırıyorum.
“Ayda bir gün halkın içine çıkmayışıma gelince: Hizmetçim olmadığı için elbisemi kendim yıkıyorum. Başka değişik bir elbisem de yoktur. Yıkadıktan sonra onun kurumasını bekliyorum. Kuruduktan sonra giyiyor, halkın içine ondan sonra çıkıyorum.
“Bazı günler baygınlık geçirmem ise… Mekkeliler Hubeyb’i astıkları gün ben de oradaydım. Müşrikler onu bir ağaca bağladılar, sonra da şu teklifte bulundular: ‘Senin yerine Muhammed’i asmamızı ister misin?!’ O hâlindeyken Hubeyb, ‘Ben çoluk çocuğumun içinde rahatça oturayım da Muhammed’in (a.s.m.) ayağına bir diken batsın ha; vallahi buna dahi razı olmam!’ dedikten sonra ‘Yâ Muhammed!’ diye bağırdı. Sonra da şehit ettiler. Hubeyb’in bu fedakârlığını hatırladığım zaman, ona yardım edemeyişim de aklıma geliyor. Çünkü onu asmalarına mâni olabilirdim. Ne yazık ki, ben o zaman müşriktim! Bu günahımdan dolayı Allah’ın ebediyen beni affetmeyeceğini sanıyorum. İşte o zaman üzerime baygınlık geliyor, kendimden geçiyorum...”
Takva ve zühdün zirvesinde bulunan valisini dikkatle dinleyen Hz. Ömer, ellerini açtı, “Allah’ım, iyi niyetimde beni yanıltmadın, Sana şükürler olsun!” dedi.[2]Başta halife olmak üzere, dinleyenler gözyaşlarını tutamıyorlardı.
Peygamberimizin güzide sahabileri, yokluk ânında maddi sıkıntıya göğüs gerdikleri gibi, varlık günlerinde de kanaatten şaşmazlardı.
Dünya servetine aldanmayan zatlardan birisi de Hz. Sâid’di. Hz. Sâid, Humus’ta vali yken, Hz. Ömer, Humus halkından, şehirde bulunan fakirleri tespit etmesini istedi. Fakirler tespit edildi ve bir grup Humuslu, listeyi Hz. Ömer’e verdiler. Listenin başında “Sâid bin Âmir” ismini gören Hz. Ömer şaşakaldı. İsim benzerliği olabileceği ihtimaliyle, “Sâid bin Âmir kimdir?” diye sordu. “Ey müminlerin emîri, o, bizim valimizdir!” dediler. Halifenin hayreti daha da arttı. “Valiniz fakir ha!” deyince, “Evet.” cevabını aldı. Tekrar sordu: “Valiniz nasıl fakir oluyor? Geliri nasıl, geçimini nereden temin ediyor?” Heyet cevap verdi: “Yâ Ömer, o, yanında bir şey tutmaz ki, eline geçeni fakir fukaraya dağıtır...” Hz. Ömer’in gözlerinden yaşlar damlıyordu…
Hz. Ömer, valisini sıkıntılı durumdan kurtarmak için bin dinar hazırlayarak bir elçiyle gönderdi. Elçiye de, “Benden selam söyle. ‘Bu parayı müminlerin emîri gönderdi.’ de ve ihtiyaçlarına harcamasını söyle!” diye tembih etti.
Elçi Humus’a vardı. Emaneti valiye takdim etti. Keseyi açıp da içinde para olduğunu gören Hz. Sâid, “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn.” dedi. Sanki başına bir musibet gelmişti… Valinin bu sözünü hanımı da duymuştu. Elçi gittikten sonra, “Hayrola, Hz. Ömer’e bir şey mi oldu yoksa?!” diye sordu. Hz. Sâid, “Daha büyük!” dedi ve ekledi: “Dünya bana geliyor, fitne üzerime geldi!” Hanımı, parayı istediği yere harcamasını söyleyince, Hz. Sâid paraları bir keseye koyarak evin bir köşesine bıraktı. Sonra sabaha kadar zikir ve ibadetle meşgul oldu. Sabah olunca da parayı bütün Müslüman askerlere dağıttı.
Hanımı paraların hepsini dağıttığını görünce Hz. Sâid’e, “N’olurdu, birazını kendine bıraksaydın da ihtiyaçlarımıza sarf etseydik!” dedi. Ahiret meyvelerini dünyada yemeye gönlü razı olmayan yüce sahabi, hanımına şöyle dedi:
“Ben Resûlullah’tan işittim. Şöyle buyuruyordu: ‘Eğer cennet kadınlarından birisi yeryüzüne bakacak olsa dünyayı misk kokusu kaplardı.’ Vallahi ben cennetin ebedî nimetlerini dünyada fâni bir surette yemem! Ayrıca Resûlullah, fakir Muhacirlerin, zenginlerden 70 sene önce cennete gireceğini haber vermişti.”
Hicret’in 20. senesinde, Humus’ta 40 yaşında vefat eden Hz. Sâid bin Âmir oraya defnedildi.[3]
Allah ondan razı olsun!
[1]Mektûbât, s. 202.
[3]Üsdü’l-Gàbe, 2: 311-312.