Hak Teâlâ, zikri en büyük ibâdet olarak tavsîf etmekte ve îman edenlere zikre devam etmelerini âyet-i kerîmelerde şöyle emretmektedir:
وَلَذِكْرُ اللهِ أَكْبَرُ
“…Allâh’ı zikretmek, elbette en büyük (ibâdet)’tir…” (el-Ankebût, 45)
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ إِلَيْهِ تَبْتِيلاً
“Rabbinin ismini zikret! Ve baütün varlığınla O’na yönel!” (el-Müzzemmil, 8)
فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا لِي وَلاَ تَكْفُرُونِ
“Siz Ben’i zikredin ki, Ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin ve Bana karşı nankörlükte bulunmayın!” (el-Bakara, 152)
ALLAH’I ZİKREDENLER HAKKINDA ÂYETİ-İ KERİMELER
Yüce Rabbimiz zikrin hakîkatine varan ve onu bütün fânî lezzetlerin fevkinde gören kullarını methetmekte, onların, dünyânın zînetlerine aldanmadıklarını ve kalblerinin zikirle huzur hâline kavuştuğunu şöyle bildirmektedir:
رِجَالٌ لاَ تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلاَ بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللهِ
“Öyle (sâlih) kimseler vardır ki, onları, Allâh’ın zikrinden ne ticâret alıkor, ne de alışveriş!..”(en-Nûr, 37)
أَلاَ بِذِكْرِ الله تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ
“…Kalbler, ancak Allâh’ın zikri ile itmi’nâna erer!” (er-Ra’d, 28)
Cenâb-ı Hak:
وَالذَّاكِرِينَ اللهَ كَثِيراً وَالذَّاكِرَاتِ
“…Allâh’ı çokca zikreden erkekler ve çokca zikreden kadınlar…” (el-Ahzâb, 35) âyet-i kerîmesiyle de zikre devam eden erkekleri ve kadınları ayrı ayrı senâ etmektedir.
ZİKRULLAHA DEVAM ETMEK
Zikrullâha devam etmek, kalbde Allâh Teâlâ’ya muhabbet filizlerini yeşertir ve onu fânî alâkalardan uzaklaştırarak muhabbetullâh ile doldurur. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur:
“Allâh’ı sevmenin alâmeti, Allâh Teâlâ’yı zikretmeyi sevmektir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, II, 52)
ZİKİRDEN UZAK KİMSELER
Bu bakımdan zikirden uzak kimseler, Allâh muhabbetinden uzak kaldıkları için ilâhî tehdîd altındadırlar.[1] Âyet-i kerîmede zikirden uzaklaşmanın tehlikesi şöyle bildirilir:
وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَاناً فَهُوَ لَهُ قَرِينٌ. وَإِنَّهُمْ لَيَصُدُّونَهُمْ عَنِ السَّبِيلِ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ. حَتَّى إِذَا جَاءَنَا قَالَ يَا لَيْتَ بَيْنِي وَبَيْنَكَ بُعْدَ الْمَشْرِقَيْنِ فَبِئْسَ الْقَرِينُ
“Kim Rahmân (olan Allâh)’ı zikretmekten gâfil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar, onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar. O şeytana dost olan kimse, en sonunda bize (huzûrumuza hesâb vermeye) gelince arkadaşına: «Keşke, benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı! Ne kötü bir arkadaşmışsın!» der.” (ez-Zuhruf, 36-38)
Bu sebeple insan, kendisini istikâmetten saptıracak ve dalâlet girdaplarına düşürecek olan şeytandan Allâh’ı zikretmek sûretiyle korunmaya ve güzel ahlâk sâhibi olmaya çalışmalıdır. Güzel ahlâk ve güzel hasletler ise, ancak Cenâb-ı Hak’tan korkmak, O’nu çok sevmek ve O’nu çokça zikretmekle elde edilebilir.
ZİKİR MECLİSLERİNİN FAZÎLETİ
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-, zikir meclislerini över ve zikre teşvîk ederek şöyle derdi:
“Zikir ve Allâh’ın nîmetlerini hatırlatmak için toplanılan meclislerden daha fazîletli hangi şey olabilir?Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ashâb-ı kirâmı halka halka olarak toplar ve Allâh’ı zikrederlerdi.”
Zikrin mânâya olduğu gibi maddeye de tesiri söz konusudur. Âyet-i kerîmede:
فَكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللهِ عَلَيْهِ إِنْ كُنْتُمْ بِآيَاتِهِ مُؤْمِنِينَ
“Allâh’ın âyetlerine inanıyorsanız, üzerine Allâh’ın ismi zikredilmiş olan şeylerden yiyin!” (el-En’âm, 118) buyrularak bu hakîkate işâret edilmiştir.
Dipnot: [1] Bkz. ez-Zümer, 22.
Nebiler Silsilesi 1