Zekâtın meşrû kılınmasının çeşitli hikmetleri vardır. Bunlar herkesçe anlaşılabilecek açıklıktadır. Cenâb-ı Hak insanları farklı yeteneklerle donatmış, buna bağlı olarak servet dağılımında da farklılıklar ortaya çıkmıştır.
Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Allah, rızık konusunda sizin bazınızı bazınızdan üstün kılmıştır.” [1] Servet üstünlüğü bulunan zenginlerin bir kısım mallarını yoksullara vermeleri farz kılınmıştır. Çünkü böyle bir zorlama olmaksızın zenginden yoksul kesime bu mal akışı sağlanamaz. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Onların mallarında, isteyen ve (istemeyip) mahrûm olanlar için belirli bir hak vardır.” [2]
İşte İslâm’ın getirdiği zekât uygulaması, varlıklı kesimle yoksul kesim arasındaki dengeyi sağlayacak önemli bir tedbirdir. Zekât, İslâm’daki sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın gerçekleşmesini sağlar, servetlerin yalnız zenginler arasında dönüp dolaşan bir güç olmasını engeller. Nitekim İslâm’ın ilk yayılma döneminde Mısır, Suriye ve Irak topraklarının gazilere dağıtılmayıp, eski sahiplerinde bırakılması, buna karşılık kendilerinden cizye ve harac vergisi alınarak kamu hizmetlerine harcanması servet tekellerini önleme amacına yöneliktir. Âyette şöyle buyurulur: “Allah’ın o kent halkından Peygamber’ine verdiği fey’ ganimetleri, Allah’a, Peygamber’e, hısımlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalanlara aittir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun, çünkü Allah’ın azabı şiddetlidir.” [3]
Buna göre İslâm, servetlerin yalnız belli bir sınıfın elinde toplanıp, geniş halk kitlelerinin yoksulluk sınırında yaşamasını onaylamaz. Miras paylaşımı, kredi düzeni, zekât ve diğer ekonomik düzenlemelerde bu ilke esas alınır.
1. Zekât zenginle yoksulu birbirine yaklaştırır, zengin yardım etmenin sevincini yaşarken, yoksul da zengine karşı sevgi ve saygı duyar. Kıskançlıklar ortadan kalkar. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Mallarınızı zekât vermek suretiyle koruma altına alın, hastalıklarınızı sadaka vererek tedavi edin, gelecek olan belâlara karşı dua ile hazırlıklı olun.” [4] “Kazayı ancak dua çevirir, ömrü de ancak iyilik uzatır.” [5]
2. Zekât, çalışmaktan âciz olanlara normal bir hayat sürme imkânı sağlar. Toplumu yoksulluktan, devleti zayıflıktan korur. Allah’ın Rasûlü şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü yoksullar sebebiyle vay zenginlerin haline! Yoksullar şöyle diyecekler: Rabbimiz! Senin bize ayırdığın hakları vermemek suretiyle bize zenginler haksızlık ettiler. Allah Teâlâ şöyle buyuracaktır: “İzzet ve celâlim hakkı için, sizi kendime yaklaştıracağım, onları ise uzaklaştıracağım.” Bundan sonra Hz. Peygamber: “Zenginlerin mallarında dilenen ve mahrûm olanlar için belli bir hak vardır” âyetini okumuştur.[6]
3. Zekât, kişiyi cimrilikten korur, cömert ve eli açık yapar, diğergamlık duygularını güçlendirir.
Servetinin bir bölümünü sırf Allah rızası için yoksul dindaşlarına veren ve buna karşılık onlardan bir şey beklemeyen kimse, sürekli olarak toplum yararını kişisel yararı üzerinde tutma alışkanlığını kazanmış olur.
4. Zekât malın bir şükrüdür ve Allah Teâlâ’nın gazabını söndürür. Gerçekte malı azaltmaz, bereketlendirir ve arttırır. Kur’an-ı Kerîm’de; “Eğer siz şükrederseniz, mutlaka verdiğim nimetleri artırırım” [7] buyurulur. Malın zekâtını vermek, baharda üzüm bağlarından fazla filizleri temizlemeye benzer. Bunlar temizlenmezse bütün çubuklarda gelişen üzüm salkımlarını kök besleyemez, salkımlar zayıf ve verimsiz kalır. Zekâtı verilmeyen servetin durumu da bunun gibidir.
5. İnsan sosyal bir varlıktır. Toplum dışı kalarak yalnız başına yaşamını sürdürme insan yaratılışı ile çelişir. Diğer yandan toplum bir bütündür. Herkes gelir ve kazanç elde etmede birbirinden yararlanır. Bu yüzden de meydana gelen servetlerde, başkalarının hakkı bulunur. Zenginin servetinin meydana gelmesinde, içinde yaşadığı toplumun katkısını kim inkâr edebilir? Böyle bir çevrede değil de dağın başında tek başına yaşasaydı bu servet meydana gelir miydi? İşte bütün bu nimetleri veren Allah’a şükür ve içinde yaşadığı topluma teşekkür borcu zekât emrine uymakla ödenmiş olur.
6. İnsanın mayası toprak olduğundan, toprağın suyu emip tutması gibi insanda da malı tutma özelliği vardır. Toprağın aldığı rutubetle bitki bitirmesi gibi, insanın başkalarına vermek suretiyle, cimrilik duyguları azalır. Binaenaleyh zekât, en az alan kadar, veren için de yararlıdır.
[1] Nahl, 16/71. [2] Meâric, 70/24. [3] Haşr, 69/7. [4] Bu hadisi Taberânî ve Ebû Nuaym, Hılye’de, İbn Mes’ud’dan; Ebû Dâvud ise mürsel olarak Hasen’den rivayet etmiştir. Hadis zayıftır. [5] Tirmizî, Kader, 6; İbn Mâce, Mukaddime, 10; A. İbn Hanbel, II, 316, 350, V, 277, 280. [6] Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, III, 62; Meâric, 70/24. [7] İbrâhim; 14/7.
Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali
Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulur: “Allah, rızık konusunda sizin bazınızı bazınızdan üstün kılmıştır.” [1] Servet üstünlüğü bulunan zenginlerin bir kısım mallarını yoksullara vermeleri farz kılınmıştır. Çünkü böyle bir zorlama olmaksızın zenginden yoksul kesime bu mal akışı sağlanamaz. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Onların mallarında, isteyen ve (istemeyip) mahrûm olanlar için belirli bir hak vardır.” [2]
İşte İslâm’ın getirdiği zekât uygulaması, varlıklı kesimle yoksul kesim arasındaki dengeyi sağlayacak önemli bir tedbirdir. Zekât, İslâm’daki sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın gerçekleşmesini sağlar, servetlerin yalnız zenginler arasında dönüp dolaşan bir güç olmasını engeller. Nitekim İslâm’ın ilk yayılma döneminde Mısır, Suriye ve Irak topraklarının gazilere dağıtılmayıp, eski sahiplerinde bırakılması, buna karşılık kendilerinden cizye ve harac vergisi alınarak kamu hizmetlerine harcanması servet tekellerini önleme amacına yöneliktir. Âyette şöyle buyurulur: “Allah’ın o kent halkından Peygamber’ine verdiği fey’ ganimetleri, Allah’a, Peygamber’e, hısımlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalanlara aittir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının. Allah’tan korkun, çünkü Allah’ın azabı şiddetlidir.” [3]
Buna göre İslâm, servetlerin yalnız belli bir sınıfın elinde toplanıp, geniş halk kitlelerinin yoksulluk sınırında yaşamasını onaylamaz. Miras paylaşımı, kredi düzeni, zekât ve diğer ekonomik düzenlemelerde bu ilke esas alınır.
1. Zekât zenginle yoksulu birbirine yaklaştırır, zengin yardım etmenin sevincini yaşarken, yoksul da zengine karşı sevgi ve saygı duyar. Kıskançlıklar ortadan kalkar. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Mallarınızı zekât vermek suretiyle koruma altına alın, hastalıklarınızı sadaka vererek tedavi edin, gelecek olan belâlara karşı dua ile hazırlıklı olun.” [4] “Kazayı ancak dua çevirir, ömrü de ancak iyilik uzatır.” [5]
2. Zekât, çalışmaktan âciz olanlara normal bir hayat sürme imkânı sağlar. Toplumu yoksulluktan, devleti zayıflıktan korur. Allah’ın Rasûlü şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü yoksullar sebebiyle vay zenginlerin haline! Yoksullar şöyle diyecekler: Rabbimiz! Senin bize ayırdığın hakları vermemek suretiyle bize zenginler haksızlık ettiler. Allah Teâlâ şöyle buyuracaktır: “İzzet ve celâlim hakkı için, sizi kendime yaklaştıracağım, onları ise uzaklaştıracağım.” Bundan sonra Hz. Peygamber: “Zenginlerin mallarında dilenen ve mahrûm olanlar için belli bir hak vardır” âyetini okumuştur.[6]
3. Zekât, kişiyi cimrilikten korur, cömert ve eli açık yapar, diğergamlık duygularını güçlendirir.
Servetinin bir bölümünü sırf Allah rızası için yoksul dindaşlarına veren ve buna karşılık onlardan bir şey beklemeyen kimse, sürekli olarak toplum yararını kişisel yararı üzerinde tutma alışkanlığını kazanmış olur.
4. Zekât malın bir şükrüdür ve Allah Teâlâ’nın gazabını söndürür. Gerçekte malı azaltmaz, bereketlendirir ve arttırır. Kur’an-ı Kerîm’de; “Eğer siz şükrederseniz, mutlaka verdiğim nimetleri artırırım” [7] buyurulur. Malın zekâtını vermek, baharda üzüm bağlarından fazla filizleri temizlemeye benzer. Bunlar temizlenmezse bütün çubuklarda gelişen üzüm salkımlarını kök besleyemez, salkımlar zayıf ve verimsiz kalır. Zekâtı verilmeyen servetin durumu da bunun gibidir.
5. İnsan sosyal bir varlıktır. Toplum dışı kalarak yalnız başına yaşamını sürdürme insan yaratılışı ile çelişir. Diğer yandan toplum bir bütündür. Herkes gelir ve kazanç elde etmede birbirinden yararlanır. Bu yüzden de meydana gelen servetlerde, başkalarının hakkı bulunur. Zenginin servetinin meydana gelmesinde, içinde yaşadığı toplumun katkısını kim inkâr edebilir? Böyle bir çevrede değil de dağın başında tek başına yaşasaydı bu servet meydana gelir miydi? İşte bütün bu nimetleri veren Allah’a şükür ve içinde yaşadığı topluma teşekkür borcu zekât emrine uymakla ödenmiş olur.
6. İnsanın mayası toprak olduğundan, toprağın suyu emip tutması gibi insanda da malı tutma özelliği vardır. Toprağın aldığı rutubetle bitki bitirmesi gibi, insanın başkalarına vermek suretiyle, cimrilik duyguları azalır. Binaenaleyh zekât, en az alan kadar, veren için de yararlıdır.
[1] Nahl, 16/71. [2] Meâric, 70/24. [3] Haşr, 69/7. [4] Bu hadisi Taberânî ve Ebû Nuaym, Hılye’de, İbn Mes’ud’dan; Ebû Dâvud ise mürsel olarak Hasen’den rivayet etmiştir. Hadis zayıftır. [5] Tirmizî, Kader, 6; İbn Mâce, Mukaddime, 10; A. İbn Hanbel, II, 316, 350, V, 277, 280. [6] Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, III, 62; Meâric, 70/24. [7] İbrâhim; 14/7.
Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali