Biz burada Resulullah’ın (asm) şerefiyle, mucizesi olarak, ümmetinin melekleri görmesi ve meleklerle konuşmasıyla ilgili mucizelerden birkaçını nakledeceğiz.
Cebrail Aleyhisselam’ın Ziyaretleri
Başta Buharî ve Müslim gibi hadîs imamları beraberce haber veriyorlar ki: Bir defasında Hazret-i Cebrâil (as), beyaz elbiseli bir insan suretinde gelmiş. Allah Resulü (asm) sahabeleri içinde otururken, yanına gitmiş ve“İman, İslâm, ihsan nedir; tarif et?” diye sormuş. Allah Resulü (asm) tarif etmiş. Oradaki sahabeler de dinleyip hem ders almış, hem de o zâtı iyi görmüşler. O zât, misafir gibi görünürken, üstünde yolculuk alameti yoktu. Kalktı, birden kayboldu. O gittikten sonra Allah Resulü (asm) “Size ders vermek için Cebrail böyle yaptı.” diyerek gelenin kim olduğunu sahabelerine haber verdi.[4]
Yine pek çok sahih kaynakta hadis ilminin büyük imamları tarafından tevatürle nakledilir ki, Hazret-i Cebrâil’i (as) çok defa, sahabelerden yüz güzelliği ile meşhur Dıhye (ra) suretinde, Allah Resulü’nün (asm) yanında sahabeler görüyorlardı. Örneğin, Hazret-i Ömer, İbni Abbas, Üsame bin Zeyd bin Hâris, müminlerin annesi Hazreti Ayşe ve Hazreti Ümmü Seleme (Radıyallahu Anhum Ecmain) gibi sahabeler pek çok defalar nakletmişlerdir ki: “Biz Hazret-i Cebrâil’i, Dıhye (ra) suretinde, Resulullah’ın (asm) yanında çok defalar görüyoruz.”[5] Acaba bu büyük sahabelerin melekleri görmeden, “onları görüyoruz” demeleri mümkün müdür?
Muhafız Melekler
Güvenilir kaynaklarda, cennetle müjdelenmiş sahabelerden İran fatihi Sa’d ibni Ebî Vakkas’dan naklediliyor ki: “Uhud Savaşı’nda, Resulullah’ın (asm) iki tarafında, iki beyaz elbiseli şahsı ona nöbetçi gibi, muhafızlık eder suretinde gördük. İkisinin de daha sonradan Hazret-i Cebrâil ve Hazreti Mikâil olduğunu anladık.”[6] Acaba böyle bir İslâm kahramanı “gördük” dese, görmemesi mümkün müdür?
Savaşan Melekler
Hem Peygamberimizin (asm) amcasının oğlu olan Ebu Süfyan ibni Hâris ibni Abdülmuttalib, sağlam kaynaklarda haber veriyor ki: “Bedir Savaşı’nda, gökle yer arasında, beyaz elbiseli, atlı zâtları gördük.”[7]
Hazreti Hamza’nın (ra), Hazreti Cebrail (as) ile Karşılaşması
Hem Hazreti Hamza (ra), Allah Resulü’ne (asm)“Ben Cebrâil’i görmek istiyorum.” diye ricada bulundu. Efendimiz (asm) de Kâbede ona Cebrail’i (as) gösterdi. Hazreti Hamza dayanamadı, kendinden geçip yere düştü.[8]
Bu türden meleklerle görüşme şeklinde meydana gelen hadiseler çokça vuku bulmuştur. Bütün bu hadiseler, meleklerin Peygamberimizin (asm), nübüvvet kandilinin etrafından birer pervane olduğunu ispat ederler.
Cinlerle İlgili Mucizeler
Cinlerin Peygamberimiz (asm) ve sahabelerle görüşmesi şeklinde de pek çok hadiseler nakledilmiştir. Sahih kaynaklarda geçenlerden birkaçını nakledeceğiz.
Hadis imamları bize, İbni Mes’ud’dan (ra) naklediyorlar ki: “Batn-ı Nahl denilen yerde, cinlerin hidayete erdikleri gece, cinleri gördüm. Sudan Kabilesinden Zut denilen uzun boylu insanlara benziyordular.”[9]
Hadîs imamlarının naklettikleri meşhur bir hadise de şudur: Hazreti Hâlid ibni Velid’in Uzzâ putunu imha ederken, putun içinden siyah bir kadın şeklinde bir cin çıktı. Hazreti Hâlid bir kılıçla cini iki parça etti. Allah Resulü (asm), o hâdise için “Uzzâ putu içinde ona ibadet ediliyordu. Daha ona ibadet edilmez.” diye açıklamada bulunmuştur.[10]
Hem Hazreti Ömer’den (ra) nakledilen bir başka hadise de şöyledir. Hazreti Ömer (ra) anlatıyor: “Biz Allah Resulü’nün (asm) yanında iken, ihtiyar biri gibi elinde asâ olan, “Hâme” isminde bir cin geldi ve iman etti. Sonrasında ise Allah Resulü (asm), ona kısa sûrelerden birkaç sûreyi ders verdi. Dersini aldı, gitti.”[11]
Melekler ve cinlerle ilgili mucizeleri bitirirken, Allah Resulü’nün (asm) ümmetinden ileri gelen bazı büyük zatların da Peygamberimizin (asm) nuruyla ve terbiyesiyle yüzlerce defa melekleri ve cinleri gördüklerini[12], bu hadiselerin de dolayısıyla Peygamberimizin (asm) mucizevi irşadının ve terbiyesinin bir neticesi olduğunu hatırlatarak konuyu noktalıyoruz.
[1]bk. Âl-i İmran Sûresi, 3:123-125; Cin Sûresi, 72:1-2; Ahkaf Sûresi, 46:29.
[3]Buharî, Mağâzî: 11.
[4]Buharî, İmân: 37; Müslim, İmân: 1-7.
[5]Buhârî, Fedâilü’l-Eshâb: 30; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:276-277; Ahmed İbni Hanbel, Fedâilü’s-Sahâbe (tahkik: Vasiyyüllah), no. 1817, 1853, 1918; Müsned, 1:212; el-Askalânî, el-İsâbe, 1:598.
[6]Buharî, Mağâzî: 18, Libas: 24; Müslim, Fedâil: 46, 47, no. 2306; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:361.
[7]Müsned, 1:147, 353; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:362; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:281; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:735.
[8]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:362; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:282; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:736.
[9]Müsned (tahkik: Ahmed Şâkir), 6:165, no. 4353; Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 1:343, 2:361.
[10]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:362; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:287; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:738; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 4:316; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:176.
[11]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:363; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:287; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 5/416-418.
[12]İbni Teymiye, et-Tevessül ve’l-Vesîle, s. 24; İbni Teymiye, Mecmû-u Fetâvâ, 11:307.