Bu mucizeleri bizlere nakleden sahabeler Hazreti Ali, Hazreti İbni Abbas, Hazreti İbni Mes’ud, Hazreti İbni Ömer, Hazreti Ya’le ibni Murre, Hazreti Câbir, Hazreti Enes ibni Mâlik, Hazreti Büreyde, Hazreti Üsâme bin Zeyd ve Hazreti Gaylan ibni Seleme (Radiyallahu anhum ecmain) gibi sahabenin önde gelenleridir. Bu sahabelerin her biri farklı bir mucizeyi sonraki asırlara nakletmişlerdir. Nakledilen bu mucizeleri, Tabiin’in yüzlerce hadis imamı alıp sahihlerini ayırt ederek bizlere nakletmişlerdir. Bu nedenle, bu rivayetler, üzerinde şüphe edilmeyecek tevatür şeklinde değerlendirilmelidir.Şimdi bu mucizelerden bir kısmını kaynaklarıyla aktaracağız.
Emre İtaat Eden Ağaç Mucizesi - 1
Başta İmam-ı İbn-i Mâce, Dârimî, İmam-ı Beyhakî, Hazreti Enes ibni Mâlik ve Hazreti Ali’den, Bezzaz ve İmam-ı Beyhakî ise Hazreti Ömer’den aynı mucizeyi nakletmişlerdir.
Allah Resulü (asm) kâfirlerin yalanlamalarından dolayı hüzünlü olduğu bir zamanda dedi ki:
Emre İtaat Eden Ağaç Mucizesi - 2
Endülüs’ün büyük İslam âlimi Kadı İyaz, Şifâ-i Şerif isimli eserinde kuvvetli senetlerle ve rivayet silsilesi ile bize Hazreti Abdullah ibni Ömer’den şu mucizesi naklediyor:
Bir seferde, Allah Resulü’nün (asm) yanına bir bedevî geldi. Efendimiz (asm) ona sordu:
“Nereye gidiyorsun?” Bedevî dedi:
“Aileme.” diye cevap verdi. Efendimiz (asm) tekrar sordu:
“Ondan daha iyi bir hayır istemiyor musun?” Bedevî sordu:
“Nedir?” Efendimiz (asm) cevap verdi:
“Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Onun bir olduğuna, hiçbir şeriki bulunmadığına ve Muhammed’in, Onun kulu ve resulü olduğuna şehadet etmendir.” Bedevî sordu:
“Bu şehadete şahit nedir?” Efendimiz (asm) cevap verdi:
“Vadi kenarındaki şu ağaç şahit olacak.”
İbni Ömer der ki: O ağaç yerinden sallanarak çıktı, yeri ikiye yardı, Allah Resulü’nün (asm) yanına kadar geldi. Efendimiz (asm) üç defa kendisinin Allah’ın Elçisi olduğuna dair o ağacı şahit gösterdi ve ağaç da Efendimizi (asm) doğruladı. Sonra Efendimiz (asm) ağaca emretti, ağaç tekrar yerine gidip yerleşti.[3]
Hazreti Büreyde’den nakledilen rivayette ise; Bedevi’nin bir delil istemesine karşılık Efendimiz (asm) ona “Şu ağaca, ‘Resulullah seni çağırıyor’ de.” diye karşılık verdi. Sonra işaret ettiği ağaç yerinden çıkarak Efendimizin (asm) huzuruna geldi ve “Selâm sana ey Allah’ın Resûlü!” dedi. Sonra Bedevi ağacın tekrar yerine gitmesini istedi. Efendimiz (asm) ağaca emretti, ağaç tekrar yerine gidip yerleşti.
Bu mucize üzerine o bedevi Efendimize (asm) secde etmek istedi. Efendimiz (asm), kendisine secde etme konusunda kimseye izin olmadığını söyleyince, bu defa da Bedevi “Elini ayağını öpeyim.” dedi, Efendimiz (asm) buna izin verdi.[4]
Emre İtaat Eden Ağaç Mucizesi - 3
Başta Sahih-i Müslim olmak üzere sahih hadis kitaplarında nakledilen bir mucizedir. Hazreti Câbir anlatıyor:
“Biz bir seferde Allah Resulü (asm) ile beraberdik. Tuvalet ihtiyacı için bir yer aradı. Kapalı bir yer bulamadı. Sonra iki ağacın yanına gitti, bir ağacın dalını tuttu, çekti. Ağaç itaat ederek beraber gitti; öteki ağacın yanına getirdi. Bir devenin yularını tutup çekildiğinde geldiği gibi, o iki ağaç da öyle yan yana getirildi. Sonra Efendimiz (asm) o ağaçlara “Üstüme birleşiniz.” dedi. İkisi birleşerek örtü oldular. Efendimiz (asm) bu ağaçların arkasında ihtiyacını gördükten sonra ağaçlara emretti, tekrar yerlerine gittiler.[5]
Başka bir rivayette de ağaçları çağırması için Hazreti Cabir’e emrettiği, Hazreti Cabir’in çağırmasıyla ağaçların gelip, Efendimizin (asm) ihtiyacını görmesinden sonra, Efendimizin (asm) başıyla sağa ve sola işaret ettiği ve ağaçların yerlerine gittikleri rivayet edilmiştir.[6]
Emre İtaat Eden Ağaç Mucizesi - 4
Peygamber Efendimizin (asm) hizmetinde bulunan ve bir defasında da ordusunda kumandanlık vazifesi gören Üsâme bin Zeyd’den nakledilen bir mucizedir:
Bir seferde, Allah Resulü (asm) ile beraberdik. Tuvalet ihtiyacı için, kimsenin olmadığı kapalı bir yer bulunmuyordu. Bana “Ağaç veya taş gibi bir şeyler görüyor musun?” diye sordu. Ben de “Evet, var.” dedim. Sonra bana şöyle emretti: “Ağaçlara de ki: ‘Resulullah’ın ihtiyacı için birleşiniz.’ Ve taşlara da de: ‘Duvar gibi toplanınız.’” Ben gittim, söyledim. Yemin ediyorum ki, ağaçlar birleştiler ve taşlar duvar oldular. Allah Resulü (asm), ihtiyacını gördükten sonra “Onlara söyle, ayrılsınlar.” diye bana emretti. Benim nefsim Kudret elinde olan Zât-ı Zülcelâle yemin ederim, ağaçlar ve taşlar ayrılıp yerlerine gittiler.[7]
Yukarıda naklettiğimiz Hazreti Câbir’den gelen rivayet ile şimdi naklettiğimiz Hazreti Üsâme’nin beyan ettiği iki mucizeyi, Ya’le ibni Murre, Gaylan ibni Selemeti’s-Sakafî ve Hazreti İbni Mes’ud aynı şekilde Huneyn Savaşı’nda olduğunu haber veriyorlar.[8]
İkiye Ayrılan Ağaç
Harika içtihatları ve faziletlerinden dolayı İkinci İmam-ı Şafi unvanı verilen İmam-ı İbni Fevrek naklediyor ki:
Taif kuşatmasında Allah Resulü (asm) gece at üstünde yolculuk yaparken uykusu geliyordu. O halde iken bir sidre ağacına rast geldi. Ağaç ona yol verip atını incitmemek için iki parçaya ayrıldı; Allah Resulü (asm) atı ile içinden geçti. O ağaç günümüze kadar iki ayak üstünde o vaziyetin kaldı.[9]
Selam Veren Ağaç
Hazreti Ya’le, sahih bir şekilde haber veriyor ki:
Bir seferde, “talha” veya “semure” denilen bir ağaç geldi, Allah Resulü’nün (asm) etrafında tavaf eder gibi döndü, sonra yine yerine gitti. Sonra Allah Resulü (asm) dedi ki:
Hadis âlimleri sahih rivayet zincirleri ile İbni Mes’ud’dan naklediyorlar. İbni Mesud anlatıyor:
“Batn-ı Nahl denilen yerde, Nusaybin cinleri Müslüman olmak için Allah Resulü’nün yanına geldiklerinde bir ağaç cinlerin geldiklerini haber verdi. İmam-ı Mücahid, aynı hadiste İbni Mes’ud’dan nakleder ki: O cinler bir delil yani mucize istediler. Allah Resulü (asm) bir ağaca emretti; ağaç yerinden çıkıp geldi, sonra yine yerine gitti.”[11]
İşte, cin taifesine birtek mucize kâfi geldi. Acaba bu mucize gibi bin mucizeyi duyan bir insan imana gelmezse, cinlerin “Bizim beyinsizimiz ise Allah hakkında yalan yanlış şeyler söylüyor.”[12] şeklinde tabir ettikleri şeytanlardan daha şeytan olmaz mı?
Kopup Gelen Ağaç Dalı
Başta Tirmizî olmak üzere pek çok hadis âliminin Hazreti İbni Abbas’tan haber verdikleri bir mucizedir.
İbni Abbas dedi ki:
“Allah Resulü (asm) bir bedeviye dedi ki:
“Ben bu ağacın şu dalını çağırsam, yanıma gelse, iman edecek misin?” Bedevi
“Evet” dedi.
Allah Resulü (asm) çağırdı. O dal ağacının başından kopup, Allah Resulü’nün (asm) yanına geldi. Sonra Efendimizn (asm) emretti, yine yerine gitti.”[13]
İşte, burada naklettiğimiz sekiz misal gibi çok misaller var; çok farklı şekillerde bizlere nakledilmişler. Malûmdur ki, yedi sekiz ip bir araya getirilse, kuvvetli bir halat olur. Aynen öyle de şu en meşhur sahabelerden, böyle farklı farklı yollarla bize ulaşan şu ağaç mucizeleri de elbette mânevî tevatür kuvvetindedir, belki de hakiki tevatür olarak değerlendirilmelidir. Yani kesinlikle yalanda ittifak etmeyecek sağlam rivayet zincirleri ile bize ulaşmışlardır. Zaten sahabeden sonra tâbiînin eline geçtiği vakit, tevatür olarak değerlendirilir. Özellikle Buharî, Müslim, İbni Hibban, Tirmizî gibi sahih hadis kaynakları, tâ sahabelerin zamanına kadar, o yolu o kadar sağlam yapmışlar ve tutmuşlar ki, örneğin Buharî’de bir rivayeti görmek, aynı sahabeden işitmek gibidir.
Acaba, yukarıda birkaç örneğini naklettiğimiz gibi; Allah Resulü’nü (asm) ağaçlar tanıyıp peygamberliğini tasdik ettikleri ve O’na selam ederek ziyaret edip emirlerine itaat ettikleri halde, kendilerine insan diyen bir kısım ruhsuz ve akılsız mahlûklar O’nu tanıyıp iman etmezse, kuru ağaçtan daha aşağı bir mertebeye düşmez mi? Ve ehemmiyetsiz bir kuru ağaç olarak cehennem ateşine layık olmaz mı?
Kuru Hurma Kütüğünün Ağlaması
Ağaçlarla ilgili mucizelerin içerisinde en kuvvetli senetlerle ve çok sahabelerden birden nakledilen bir mucize de kuru hurma kütüğünün ağlaması mucizesidir.
“Peygamber Efendimiz (asm) Mescid-i Şerifte hutbe verirken dayandığı hurma ağacından olan kuru bir direk vardı. Daha sonrasında minber yapılınca Efendimiz (asm) hutbe verdiği zaman onun üzerine çıkıp hutbeye başladı. Tam bu esnada artık üzerinde hutbe okunmayan kuru direk deve gibi inleyerek ağladı. Ağlama sesini bütün cemaat işitti. Bunun üzerine Efendimiz (asm) minberden inerek direğin yanına geldi, elini üstüne koydu, onunla konuştu teselli verdi. Direğin ağlama sesi bunun üzerine kesildi.”[14]
Bu mucize çok meşhurdur ve hakiki mütevatirdir.[15] Çünkü en büyük sahabelerden oluşan büyük bir cemaatin içerisinde vuku bulmuş ve on beş ayrı sahabe tarafından nakledilmiştir.[16] Ardından tâbiînin yüzlerce imamı bu rivayeti nakledenler zinciriyle alıp sonraki asırlara ulaştırmışlardır. Bu rivayetin arkasında sahabelerin alimlerinden ve hadis rivayet edenlerin reislerinden Hazreti Enes ibni Mâlik (Efendimizin hizmetçisi)[17], Hazreti Câbir bin Abdullahi’l-Ensârî (Efendimizin hizmetçisi)[18], Hazreti Abdullah ibni Ömer[19], Hazreti Abdullah bin Abbas[20], Hazreti Sehl bin Sa’d[21], Hazreti Ebu Saidi’l-Hudrî[22], Hazreti Übey ibni’l-Kâ’b[23], Hazreti Büreyde[24], müminlerin annesi Hazreti Ümmü Seleme[25] gibi sahabeler rivayet etmişlerdir. Başta Buharî, Müslim olmak üzere sahih hadis kitaplarında bu mucize yer almıştır.
Sehl ibni Sa’d, bu mucizeyi naklederken der ki: “Direğin ağlaması üzerine, cemaatin içinde de ağlamalar çoğaldı.” Diğer bir rivayette[26], Allah Resulü (asm) direğin ağlamasını “Onun yanında okunan zikir ve hutbedeki İlâhî zikirlerden ayrı kaldığı için ağladı.” şeklinde açıklamıştır.
Diğer bir rivayette de[27] Efendimizin (asm) “Ben onu kucaklayıp teselli vermeseydim, bu ayrılıktan dolayı kıyamete kadar böyle ağlaması devam edecekti.” dediği rivayet edilmektedir.
Hazreti Büreyde’nin rivayetinde der ki: Direk ağladıktan sonra, Allah Resulü (asm) elini üstüne koyup ona dedi ki:
“İstersen seni eski yerine nakledeyim. Orada kök salar, büyüyüp gelişirsin, yaprakların tazelenir ve defalarca meyve verirsin. Eğer cenneti istersen seni cennette dikeyim; orada meyvelerinden Allah’ın sevgili kulları yer.” Ardından direk cevap verdi, verdiği cevabı yanındaki sahabeler duydular. Direk dedi ki: “Cennette beni dik ki, benim meyvelerimden, Cenâb-ı Hakk’ın sevgili kulları yesin. Hem bir mekân ki, orada bekà bulup, çürümek yoktur.” Allah Resulü (asm) ona “Öyle yaptım.” diye cevap verdi. Sonra sahabelerine dedi ki: “Bâki olan âhireti fâni dünyaya tercih etti.”
Hazreti Übeyy ibni Kâ’b der ki: Bu harika hadiseden sonra Allah Resulü (asm) emretti ki, “Direk minberin altına konulsun.” Mescid-i Şerif’in tamirine kadar minberin altında kaldı. O zaman Hazreti Übeyy ibni Kâ’b yanına aldı; çürüyünceye kadar muhafaza edildi.[28]
Meşhur Hasan-ı Basrî, şu hadiseyi talebelerine ders verdiği vakit ağlardı ve derdi ki:
“Ağaç, Allah Resulü’ne (asm) meyil ve iştiyak gösteriyor. Sizler daha fazla iştiyaka, meyle müstehaksınız.”[29]
Bediüzzaman Hazretleri de bu mucizeyi naklettiği yerde şöyle der:
“Evet, hem ona iştiyak ve meyil ve muhabbet, onun sünnet-i seniyyesine ve şeriat-ı garrâsına ittibâ iledir.”[30]
Burada şöyle bir soru akla gelebilir: “Hendek Savaşı’nda dört avuç bir yiyecekle bin adamı doyurmak gibi bin kişinin tanık olduğu bir bereket mucizesi veya ve mübarek parmaklarından akan su ile, bin kişiye suyu doyuruncaya kadar su içirmesi mucizesi, neden şu kuru direğin ağlaması mucizesi gibi şaşalı bir şekilde ve pek çok sahabeden birden nakledilmemiş? Halbuki o ikisi, bundan daha kalabalık bir cemaatte vuku bulmuş.”
Cevap olarak şöyle deriz ki: Efendimizin (asm) gösterdiği mucizeler iki kısımdır. Bir kısmı, peygamberliğini tasdik ettirmek için, Peygamberimizin (asm) elinde gösteriliyor. Direğin ağlaması mucizesi bu sınıfa dahil edilebilir. Bu mucizeler mü’minlerin imanını arttırmak ve münafıkları da ihlâsa ve imana sevk etmek ve inanmayanları da imana getirmek için gösterilmiştir. Onun için, halkın her tabakasından insan bu mucizeye tanık oldu ve yayılması konusunda sahabeler özel bir hassasiyet gösterdiler.
Mucizelerin diğer kısmı ise bir ihtiyaç anında gösterilen mucizelerdir. “Bereketle ilgili mucizeler” bu sınıfa dahil edilebilir. Bunlar bir ihtiyaca binaen Cenab-ı Hakk’ın bir ikramı bir ziyafetidir. Onun için, peygamberliğini tasdik eden bir mucizedir; fakat bu mucizeden asıl maksat, ordu aç kalmıştır. Bir çekirdekten yüzlerce binlerce hurmayı yarattığı gibi, Cenâb-ı Hak, rahmet hazinesinden az bir yemekle bin adama ziyafet veriyor. Hem susuz kalmış mücahid bir orduya, kumandanları olan Allah Resulü’nün (asm) parmaklarından kevser suyu gibi, su akıttırıp içiriyor. Fakat bu mucizeler de yine mütevatirdir. Sağlam kaynaklarla bizlere kadar ulaşmıştır. Ayrıca yemekteki bereketi ve parmaklarından suyun akmasını herkes göremiyor, yalnız eserlerini görüyorlar. Direğin ağlamasını ise herkes işitiyor. Onun için bu kadar çok rivayetlerle nakledilmiştir.
Ayrıca akla gelebilir ki: “Neden Hazreti Enes, Hazreti Câbir ve Ebu Hüreyre’den çok hadis naklediliyor; Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ömer az rivayet ediyor?”
Bereketle ilgili mucizelerin başında da kısmen ifade ettiğimiz gibi; nasıl ki insan hastalansa ve bir ilâca muhtaç olsa, bir doktora gider; plan ve projeye ihtiyacı olsa mühendise gider, mühendisten nakleder; şeri meseleler müftüden haber alınır... Öyle de, sahabe içinde, hadisleri gelecek asırlara ders vermek için, sahabenin alimlerinden bazıları bu işte mânen vazifeliydiler. Bütün kuvvetleriyle ona çalışıyorlardı. Evet, Hazreti Ebu Hüreyre bütün hayatını hadîslerin muhafazasına vermiş. Hazret-i Ömer siyaset âlemiyle ve Efendimizden (asm) sonra ümmetin halifeliği vazifesi ile meşguldü. Onun için, hadisleri ümmete ders vermek için, Ebu Hüreyre ve Enes ve Câbir gibi sahabelere itimad edip, fazla hadis rivayet etmezdi. Hem madem dürüstlükleri, doğrulukları ve Allah Resulü’ne (asm) sadakatleri ispat edilmiş sahabenin bir ferdi bir hâdiseyi bir rivayetle haber verse, yeter denilir ve başkasının nakline ihtiyaç da kalmaz. Onun için bazı mühim hâdiseler iki üç rivayetle bize ulaşmıştır.
[2]İbni Mâce, Fiten: 23, no. 4028; Dârîmî, Mukaddime: 3; Müsned, 1:223, 3:113, 4:177; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:302; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:620; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:10; el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 2:354.
[3]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:298; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:615; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:14; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:292; İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:125; el-Askalânî, el-Metâlibü’l-Âliye, 4:16, no. 3836; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:620; İbni Hibban, Sahih, 8:150.
[4]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:299; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:49.
[5]Müslim, Zühd: 74, no. 3012.
[6]Dârîmî, Mukaddime: 4; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:299; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:616; Hafâcî, Şer hu’ş-Şifâ, 3:51.
[7]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:300; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:617-619; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:51; el-As ka lânî, el-Metâlibü’l-Âliye, 4:8-10, no. 3830.
[8]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:301; el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 12:403.
[9]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:301; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:620; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:57.
[10]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:301; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:619; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:53; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:6-7; Müsned, 4:170, 172; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:617.
[11]Buharî, Menâkıbu’l-Ensâr: 32 (Bâb: Zikru’l-Cin); Müslim, Salât: 150; Ali el-Karî, Şerhu’ş-Şifâ, 1:619.
[12]Cin sûresi, 72/4
[13]Tirmizî, Menâkıb: 6; el-Mubârekforî, Tuhfetü’l-Ahvezî, no. 3707; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:10.
[14]Buhârî, Menâkıb, 25, Cum’a, 26; İbni Mâce, İkâme, 199; Nesâî, Cum’a 17; Tirmizî, Cum’a, 10, Me nâkıb, 6; Dârimî, Mukaddime, 6, Salât, 202; Müsned, 1:249.
[15]el-Kettânî, Nazmü’l-Mütenâsir, 134-135.
[16]İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 125-132.
[17]Enes ibni Mâlik tariki: Buharî, Menâkıb: 25; Tirmizî, Menâkıb: 6, Cum’a: 10; İbni Mâce, İkame tü’s-Salât: 199; Dârîmî, Mukaddime: 6; Salât: 202; Müsned, 1:249, 267, 363, 3:226.
[18]Câbir bin Abdullah-il-Ensârî tariki: Buharî, Menâkıb: 25; Tirmizî, Menâkıb: 6, Cum’a: 10; Nesâî, Cum’a: 17; İbni Mâce, İkametü’s-Salât: 199; Dârîmî, Mukaddime: 6 (Câbir’den üç ayrı tarikle); Sa lât: 202; Müsned, 3:293, 295, 306, 324.
[19]Abdullah ibni Ömer tariki: Buharî, Menâkıb: 25; Tirmizî, Cum’a: 10 Tirmizî (tahkik: Ahmed Şâ kir), no. 505, Menâkıb: 6; Dârîmî, Mukaddime: 6.
[20]Abdullah bin Abbas tariki: Tirmizî, Menâkıb: 6; Cum’a: 10; Dârîmî, Mukaddime: 6; Salât: 202; Müs ned, 1:249; Müsned, 1:363.
[21]Sehl bin Sa’d tariki: Tirmizî, Menâkıb: 6; Cum’a: 10; Dârîmî, Mukaddime: 6; Salât: 202; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:62.
[22]Ebû Saîd-il-Hudrî tariki, Dârîmî,Mukaddime: 6.
[23]Ubey ibni’l-Kâ’b tariki: Tirmizî, Cum’a: 10; İbni Mâce, İkametü’s-Salât: 199; Dârîmî, Mukaddi me: 6; Müsned, 139; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:62; Mubârekforî, Tuhfetü’l-Ahvezî, 3:22.
[24]Büreyde tariki: Dârîmî,Mukaddime: 6.
[25]Ümmü’l-Mü’minîn Ümmü Seleme tariki: Tirmizî, Menâkıb: 6; Cum’a: 10.
[26]Yani, Câbir ibni Abdullah tariki. Buharî, Menâkıb: 25.
[27]Yani, Enes ibni Mâlik ve Abdullah ibni Abbas tariki. Dârîmî,Mukaddime: 6.
[28]Kadı İyâz, eş-Şifâ, 1:304; İbni Mâce, İkametü’s-Salât: 199; Dârîmî,Mukaddime: 6; Kadı İyâz, eş- Şifâ, 1:304.
[29]Kadı İyâz, eş-Şifâ, 1:305.
[30]Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, Onuncu İşaret
Emre İtaat Eden Ağaç Mucizesi - 1
Başta İmam-ı İbn-i Mâce, Dârimî, İmam-ı Beyhakî, Hazreti Enes ibni Mâlik ve Hazreti Ali’den, Bezzaz ve İmam-ı Beyhakî ise Hazreti Ömer’den aynı mucizeyi nakletmişlerdir.
Allah Resulü (asm) kâfirlerin yalanlamalarından dolayı hüzünlü olduğu bir zamanda dedi ki:
“Ey Rabbim, bana öyle bir âyet (mucize) göster ki, bundan böyle beni yalanlayanlara aldırmayayım.”Hazreti Enes’in rivayetinde, bu hadise vuku bulmadan evvel Hazreti Cebrâil de oradaydı. Vadi kenarında bir ağaç vardı. Hazreti Cebrâil’in haber vermesiyle Allah Resulü (asm) o ağacı çağırdı, ağaç yanına geldi. Sonra “Git” dedi. Tekrar gitti, yerine yerleşti.[2]
Emre İtaat Eden Ağaç Mucizesi - 2
Endülüs’ün büyük İslam âlimi Kadı İyaz, Şifâ-i Şerif isimli eserinde kuvvetli senetlerle ve rivayet silsilesi ile bize Hazreti Abdullah ibni Ömer’den şu mucizesi naklediyor:
Bir seferde, Allah Resulü’nün (asm) yanına bir bedevî geldi. Efendimiz (asm) ona sordu:
“Nereye gidiyorsun?” Bedevî dedi:
“Aileme.” diye cevap verdi. Efendimiz (asm) tekrar sordu:
“Ondan daha iyi bir hayır istemiyor musun?” Bedevî sordu:
“Nedir?” Efendimiz (asm) cevap verdi:
“Allah’tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Onun bir olduğuna, hiçbir şeriki bulunmadığına ve Muhammed’in, Onun kulu ve resulü olduğuna şehadet etmendir.” Bedevî sordu:
“Bu şehadete şahit nedir?” Efendimiz (asm) cevap verdi:
“Vadi kenarındaki şu ağaç şahit olacak.”
İbni Ömer der ki: O ağaç yerinden sallanarak çıktı, yeri ikiye yardı, Allah Resulü’nün (asm) yanına kadar geldi. Efendimiz (asm) üç defa kendisinin Allah’ın Elçisi olduğuna dair o ağacı şahit gösterdi ve ağaç da Efendimizi (asm) doğruladı. Sonra Efendimiz (asm) ağaca emretti, ağaç tekrar yerine gidip yerleşti.[3]
Hazreti Büreyde’den nakledilen rivayette ise; Bedevi’nin bir delil istemesine karşılık Efendimiz (asm) ona “Şu ağaca, ‘Resulullah seni çağırıyor’ de.” diye karşılık verdi. Sonra işaret ettiği ağaç yerinden çıkarak Efendimizin (asm) huzuruna geldi ve “Selâm sana ey Allah’ın Resûlü!” dedi. Sonra Bedevi ağacın tekrar yerine gitmesini istedi. Efendimiz (asm) ağaca emretti, ağaç tekrar yerine gidip yerleşti.
Bu mucize üzerine o bedevi Efendimize (asm) secde etmek istedi. Efendimiz (asm), kendisine secde etme konusunda kimseye izin olmadığını söyleyince, bu defa da Bedevi “Elini ayağını öpeyim.” dedi, Efendimiz (asm) buna izin verdi.[4]
Emre İtaat Eden Ağaç Mucizesi - 3
Başta Sahih-i Müslim olmak üzere sahih hadis kitaplarında nakledilen bir mucizedir. Hazreti Câbir anlatıyor:
“Biz bir seferde Allah Resulü (asm) ile beraberdik. Tuvalet ihtiyacı için bir yer aradı. Kapalı bir yer bulamadı. Sonra iki ağacın yanına gitti, bir ağacın dalını tuttu, çekti. Ağaç itaat ederek beraber gitti; öteki ağacın yanına getirdi. Bir devenin yularını tutup çekildiğinde geldiği gibi, o iki ağaç da öyle yan yana getirildi. Sonra Efendimiz (asm) o ağaçlara “Üstüme birleşiniz.” dedi. İkisi birleşerek örtü oldular. Efendimiz (asm) bu ağaçların arkasında ihtiyacını gördükten sonra ağaçlara emretti, tekrar yerlerine gittiler.[5]
Başka bir rivayette de ağaçları çağırması için Hazreti Cabir’e emrettiği, Hazreti Cabir’in çağırmasıyla ağaçların gelip, Efendimizin (asm) ihtiyacını görmesinden sonra, Efendimizin (asm) başıyla sağa ve sola işaret ettiği ve ağaçların yerlerine gittikleri rivayet edilmiştir.[6]
Emre İtaat Eden Ağaç Mucizesi - 4
Peygamber Efendimizin (asm) hizmetinde bulunan ve bir defasında da ordusunda kumandanlık vazifesi gören Üsâme bin Zeyd’den nakledilen bir mucizedir:
Bir seferde, Allah Resulü (asm) ile beraberdik. Tuvalet ihtiyacı için, kimsenin olmadığı kapalı bir yer bulunmuyordu. Bana “Ağaç veya taş gibi bir şeyler görüyor musun?” diye sordu. Ben de “Evet, var.” dedim. Sonra bana şöyle emretti: “Ağaçlara de ki: ‘Resulullah’ın ihtiyacı için birleşiniz.’ Ve taşlara da de: ‘Duvar gibi toplanınız.’” Ben gittim, söyledim. Yemin ediyorum ki, ağaçlar birleştiler ve taşlar duvar oldular. Allah Resulü (asm), ihtiyacını gördükten sonra “Onlara söyle, ayrılsınlar.” diye bana emretti. Benim nefsim Kudret elinde olan Zât-ı Zülcelâle yemin ederim, ağaçlar ve taşlar ayrılıp yerlerine gittiler.[7]
Yukarıda naklettiğimiz Hazreti Câbir’den gelen rivayet ile şimdi naklettiğimiz Hazreti Üsâme’nin beyan ettiği iki mucizeyi, Ya’le ibni Murre, Gaylan ibni Selemeti’s-Sakafî ve Hazreti İbni Mes’ud aynı şekilde Huneyn Savaşı’nda olduğunu haber veriyorlar.[8]
İkiye Ayrılan Ağaç
Harika içtihatları ve faziletlerinden dolayı İkinci İmam-ı Şafi unvanı verilen İmam-ı İbni Fevrek naklediyor ki:
Taif kuşatmasında Allah Resulü (asm) gece at üstünde yolculuk yaparken uykusu geliyordu. O halde iken bir sidre ağacına rast geldi. Ağaç ona yol verip atını incitmemek için iki parçaya ayrıldı; Allah Resulü (asm) atı ile içinden geçti. O ağaç günümüze kadar iki ayak üstünde o vaziyetin kaldı.[9]
Selam Veren Ağaç
Hazreti Ya’le, sahih bir şekilde haber veriyor ki:
Bir seferde, “talha” veya “semure” denilen bir ağaç geldi, Allah Resulü’nün (asm) etrafında tavaf eder gibi döndü, sonra yine yerine gitti. Sonra Allah Resulü (asm) dedi ki:
“O ağaç Cenâb-ı Hakk’tan istedi ki, bana selâm etsin.”[10]Cinlerin Hidayetine Vesile Olan Ağaç Mucizesi
Hadis âlimleri sahih rivayet zincirleri ile İbni Mes’ud’dan naklediyorlar. İbni Mesud anlatıyor:
“Batn-ı Nahl denilen yerde, Nusaybin cinleri Müslüman olmak için Allah Resulü’nün yanına geldiklerinde bir ağaç cinlerin geldiklerini haber verdi. İmam-ı Mücahid, aynı hadiste İbni Mes’ud’dan nakleder ki: O cinler bir delil yani mucize istediler. Allah Resulü (asm) bir ağaca emretti; ağaç yerinden çıkıp geldi, sonra yine yerine gitti.”[11]
İşte, cin taifesine birtek mucize kâfi geldi. Acaba bu mucize gibi bin mucizeyi duyan bir insan imana gelmezse, cinlerin “Bizim beyinsizimiz ise Allah hakkında yalan yanlış şeyler söylüyor.”[12] şeklinde tabir ettikleri şeytanlardan daha şeytan olmaz mı?
Kopup Gelen Ağaç Dalı
Başta Tirmizî olmak üzere pek çok hadis âliminin Hazreti İbni Abbas’tan haber verdikleri bir mucizedir.
İbni Abbas dedi ki:
“Allah Resulü (asm) bir bedeviye dedi ki:
“Ben bu ağacın şu dalını çağırsam, yanıma gelse, iman edecek misin?” Bedevi
“Evet” dedi.
Allah Resulü (asm) çağırdı. O dal ağacının başından kopup, Allah Resulü’nün (asm) yanına geldi. Sonra Efendimizn (asm) emretti, yine yerine gitti.”[13]
İşte, burada naklettiğimiz sekiz misal gibi çok misaller var; çok farklı şekillerde bizlere nakledilmişler. Malûmdur ki, yedi sekiz ip bir araya getirilse, kuvvetli bir halat olur. Aynen öyle de şu en meşhur sahabelerden, böyle farklı farklı yollarla bize ulaşan şu ağaç mucizeleri de elbette mânevî tevatür kuvvetindedir, belki de hakiki tevatür olarak değerlendirilmelidir. Yani kesinlikle yalanda ittifak etmeyecek sağlam rivayet zincirleri ile bize ulaşmışlardır. Zaten sahabeden sonra tâbiînin eline geçtiği vakit, tevatür olarak değerlendirilir. Özellikle Buharî, Müslim, İbni Hibban, Tirmizî gibi sahih hadis kaynakları, tâ sahabelerin zamanına kadar, o yolu o kadar sağlam yapmışlar ve tutmuşlar ki, örneğin Buharî’de bir rivayeti görmek, aynı sahabeden işitmek gibidir.
Acaba, yukarıda birkaç örneğini naklettiğimiz gibi; Allah Resulü’nü (asm) ağaçlar tanıyıp peygamberliğini tasdik ettikleri ve O’na selam ederek ziyaret edip emirlerine itaat ettikleri halde, kendilerine insan diyen bir kısım ruhsuz ve akılsız mahlûklar O’nu tanıyıp iman etmezse, kuru ağaçtan daha aşağı bir mertebeye düşmez mi? Ve ehemmiyetsiz bir kuru ağaç olarak cehennem ateşine layık olmaz mı?
Kuru Hurma Kütüğünün Ağlaması
Ağaçlarla ilgili mucizelerin içerisinde en kuvvetli senetlerle ve çok sahabelerden birden nakledilen bir mucize de kuru hurma kütüğünün ağlaması mucizesidir.
“Peygamber Efendimiz (asm) Mescid-i Şerifte hutbe verirken dayandığı hurma ağacından olan kuru bir direk vardı. Daha sonrasında minber yapılınca Efendimiz (asm) hutbe verdiği zaman onun üzerine çıkıp hutbeye başladı. Tam bu esnada artık üzerinde hutbe okunmayan kuru direk deve gibi inleyerek ağladı. Ağlama sesini bütün cemaat işitti. Bunun üzerine Efendimiz (asm) minberden inerek direğin yanına geldi, elini üstüne koydu, onunla konuştu teselli verdi. Direğin ağlama sesi bunun üzerine kesildi.”[14]
Bu mucize çok meşhurdur ve hakiki mütevatirdir.[15] Çünkü en büyük sahabelerden oluşan büyük bir cemaatin içerisinde vuku bulmuş ve on beş ayrı sahabe tarafından nakledilmiştir.[16] Ardından tâbiînin yüzlerce imamı bu rivayeti nakledenler zinciriyle alıp sonraki asırlara ulaştırmışlardır. Bu rivayetin arkasında sahabelerin alimlerinden ve hadis rivayet edenlerin reislerinden Hazreti Enes ibni Mâlik (Efendimizin hizmetçisi)[17], Hazreti Câbir bin Abdullahi’l-Ensârî (Efendimizin hizmetçisi)[18], Hazreti Abdullah ibni Ömer[19], Hazreti Abdullah bin Abbas[20], Hazreti Sehl bin Sa’d[21], Hazreti Ebu Saidi’l-Hudrî[22], Hazreti Übey ibni’l-Kâ’b[23], Hazreti Büreyde[24], müminlerin annesi Hazreti Ümmü Seleme[25] gibi sahabeler rivayet etmişlerdir. Başta Buharî, Müslim olmak üzere sahih hadis kitaplarında bu mucize yer almıştır.
Sehl ibni Sa’d, bu mucizeyi naklederken der ki: “Direğin ağlaması üzerine, cemaatin içinde de ağlamalar çoğaldı.” Diğer bir rivayette[26], Allah Resulü (asm) direğin ağlamasını “Onun yanında okunan zikir ve hutbedeki İlâhî zikirlerden ayrı kaldığı için ağladı.” şeklinde açıklamıştır.
Diğer bir rivayette de[27] Efendimizin (asm) “Ben onu kucaklayıp teselli vermeseydim, bu ayrılıktan dolayı kıyamete kadar böyle ağlaması devam edecekti.” dediği rivayet edilmektedir.
Hazreti Büreyde’nin rivayetinde der ki: Direk ağladıktan sonra, Allah Resulü (asm) elini üstüne koyup ona dedi ki:
“İstersen seni eski yerine nakledeyim. Orada kök salar, büyüyüp gelişirsin, yaprakların tazelenir ve defalarca meyve verirsin. Eğer cenneti istersen seni cennette dikeyim; orada meyvelerinden Allah’ın sevgili kulları yer.” Ardından direk cevap verdi, verdiği cevabı yanındaki sahabeler duydular. Direk dedi ki: “Cennette beni dik ki, benim meyvelerimden, Cenâb-ı Hakk’ın sevgili kulları yesin. Hem bir mekân ki, orada bekà bulup, çürümek yoktur.” Allah Resulü (asm) ona “Öyle yaptım.” diye cevap verdi. Sonra sahabelerine dedi ki: “Bâki olan âhireti fâni dünyaya tercih etti.”
Hazreti Übeyy ibni Kâ’b der ki: Bu harika hadiseden sonra Allah Resulü (asm) emretti ki, “Direk minberin altına konulsun.” Mescid-i Şerif’in tamirine kadar minberin altında kaldı. O zaman Hazreti Übeyy ibni Kâ’b yanına aldı; çürüyünceye kadar muhafaza edildi.[28]
Meşhur Hasan-ı Basrî, şu hadiseyi talebelerine ders verdiği vakit ağlardı ve derdi ki:
“Ağaç, Allah Resulü’ne (asm) meyil ve iştiyak gösteriyor. Sizler daha fazla iştiyaka, meyle müstehaksınız.”[29]
Bediüzzaman Hazretleri de bu mucizeyi naklettiği yerde şöyle der:
“Evet, hem ona iştiyak ve meyil ve muhabbet, onun sünnet-i seniyyesine ve şeriat-ı garrâsına ittibâ iledir.”[30]
Burada şöyle bir soru akla gelebilir: “Hendek Savaşı’nda dört avuç bir yiyecekle bin adamı doyurmak gibi bin kişinin tanık olduğu bir bereket mucizesi veya ve mübarek parmaklarından akan su ile, bin kişiye suyu doyuruncaya kadar su içirmesi mucizesi, neden şu kuru direğin ağlaması mucizesi gibi şaşalı bir şekilde ve pek çok sahabeden birden nakledilmemiş? Halbuki o ikisi, bundan daha kalabalık bir cemaatte vuku bulmuş.”
Cevap olarak şöyle deriz ki: Efendimizin (asm) gösterdiği mucizeler iki kısımdır. Bir kısmı, peygamberliğini tasdik ettirmek için, Peygamberimizin (asm) elinde gösteriliyor. Direğin ağlaması mucizesi bu sınıfa dahil edilebilir. Bu mucizeler mü’minlerin imanını arttırmak ve münafıkları da ihlâsa ve imana sevk etmek ve inanmayanları da imana getirmek için gösterilmiştir. Onun için, halkın her tabakasından insan bu mucizeye tanık oldu ve yayılması konusunda sahabeler özel bir hassasiyet gösterdiler.
Mucizelerin diğer kısmı ise bir ihtiyaç anında gösterilen mucizelerdir. “Bereketle ilgili mucizeler” bu sınıfa dahil edilebilir. Bunlar bir ihtiyaca binaen Cenab-ı Hakk’ın bir ikramı bir ziyafetidir. Onun için, peygamberliğini tasdik eden bir mucizedir; fakat bu mucizeden asıl maksat, ordu aç kalmıştır. Bir çekirdekten yüzlerce binlerce hurmayı yarattığı gibi, Cenâb-ı Hak, rahmet hazinesinden az bir yemekle bin adama ziyafet veriyor. Hem susuz kalmış mücahid bir orduya, kumandanları olan Allah Resulü’nün (asm) parmaklarından kevser suyu gibi, su akıttırıp içiriyor. Fakat bu mucizeler de yine mütevatirdir. Sağlam kaynaklarla bizlere kadar ulaşmıştır. Ayrıca yemekteki bereketi ve parmaklarından suyun akmasını herkes göremiyor, yalnız eserlerini görüyorlar. Direğin ağlamasını ise herkes işitiyor. Onun için bu kadar çok rivayetlerle nakledilmiştir.
Ayrıca akla gelebilir ki: “Neden Hazreti Enes, Hazreti Câbir ve Ebu Hüreyre’den çok hadis naklediliyor; Hazreti Ebu Bekir ve Hazreti Ömer az rivayet ediyor?”
Bereketle ilgili mucizelerin başında da kısmen ifade ettiğimiz gibi; nasıl ki insan hastalansa ve bir ilâca muhtaç olsa, bir doktora gider; plan ve projeye ihtiyacı olsa mühendise gider, mühendisten nakleder; şeri meseleler müftüden haber alınır... Öyle de, sahabe içinde, hadisleri gelecek asırlara ders vermek için, sahabenin alimlerinden bazıları bu işte mânen vazifeliydiler. Bütün kuvvetleriyle ona çalışıyorlardı. Evet, Hazreti Ebu Hüreyre bütün hayatını hadîslerin muhafazasına vermiş. Hazret-i Ömer siyaset âlemiyle ve Efendimizden (asm) sonra ümmetin halifeliği vazifesi ile meşguldü. Onun için, hadisleri ümmete ders vermek için, Ebu Hüreyre ve Enes ve Câbir gibi sahabelere itimad edip, fazla hadis rivayet etmezdi. Hem madem dürüstlükleri, doğrulukları ve Allah Resulü’ne (asm) sadakatleri ispat edilmiş sahabenin bir ferdi bir hâdiseyi bir rivayetle haber verse, yeter denilir ve başkasının nakline ihtiyaç da kalmaz. Onun için bazı mühim hâdiseler iki üç rivayetle bize ulaşmıştır.
[1]Kettânî, Nazmü’l-Mütenâsir, s.137.
[3]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:298; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:615; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:14; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:292; İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:125; el-Askalânî, el-Metâlibü’l-Âliye, 4:16, no. 3836; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:620; İbni Hibban, Sahih, 8:150.
[4]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:299; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:49.
[5]Müslim, Zühd: 74, no. 3012.
[6]Dârîmî, Mukaddime: 4; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:299; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:616; Hafâcî, Şer hu’ş-Şifâ, 3:51.
[7]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:300; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:617-619; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:51; el-As ka lânî, el-Metâlibü’l-Âliye, 4:8-10, no. 3830.
[8]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:301; el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 12:403.
[9]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:301; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:620; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:57.
[10]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:301; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:619; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:53; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:6-7; Müsned, 4:170, 172; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:617.
[11]Buharî, Menâkıbu’l-Ensâr: 32 (Bâb: Zikru’l-Cin); Müslim, Salât: 150; Ali el-Karî, Şerhu’ş-Şifâ, 1:619.
[12]Cin sûresi, 72/4
[13]Tirmizî, Menâkıb: 6; el-Mubârekforî, Tuhfetü’l-Ahvezî, no. 3707; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:10.
[14]Buhârî, Menâkıb, 25, Cum’a, 26; İbni Mâce, İkâme, 199; Nesâî, Cum’a 17; Tirmizî, Cum’a, 10, Me nâkıb, 6; Dârimî, Mukaddime, 6, Salât, 202; Müsned, 1:249.
[15]el-Kettânî, Nazmü’l-Mütenâsir, 134-135.
[16]İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 125-132.
[17]Enes ibni Mâlik tariki: Buharî, Menâkıb: 25; Tirmizî, Menâkıb: 6, Cum’a: 10; İbni Mâce, İkame tü’s-Salât: 199; Dârîmî, Mukaddime: 6; Salât: 202; Müsned, 1:249, 267, 363, 3:226.
[18]Câbir bin Abdullah-il-Ensârî tariki: Buharî, Menâkıb: 25; Tirmizî, Menâkıb: 6, Cum’a: 10; Nesâî, Cum’a: 17; İbni Mâce, İkametü’s-Salât: 199; Dârîmî, Mukaddime: 6 (Câbir’den üç ayrı tarikle); Sa lât: 202; Müsned, 3:293, 295, 306, 324.
[19]Abdullah ibni Ömer tariki: Buharî, Menâkıb: 25; Tirmizî, Cum’a: 10 Tirmizî (tahkik: Ahmed Şâ kir), no. 505, Menâkıb: 6; Dârîmî, Mukaddime: 6.
[20]Abdullah bin Abbas tariki: Tirmizî, Menâkıb: 6; Cum’a: 10; Dârîmî, Mukaddime: 6; Salât: 202; Müs ned, 1:249; Müsned, 1:363.
[21]Sehl bin Sa’d tariki: Tirmizî, Menâkıb: 6; Cum’a: 10; Dârîmî, Mukaddime: 6; Salât: 202; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:62.
[22]Ebû Saîd-il-Hudrî tariki, Dârîmî,Mukaddime: 6.
[23]Ubey ibni’l-Kâ’b tariki: Tirmizî, Cum’a: 10; İbni Mâce, İkametü’s-Salât: 199; Dârîmî, Mukaddi me: 6; Müsned, 139; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:62; Mubârekforî, Tuhfetü’l-Ahvezî, 3:22.
[24]Büreyde tariki: Dârîmî,Mukaddime: 6.
[25]Ümmü’l-Mü’minîn Ümmü Seleme tariki: Tirmizî, Menâkıb: 6; Cum’a: 10.
[26]Yani, Câbir ibni Abdullah tariki. Buharî, Menâkıb: 25.
[27]Yani, Enes ibni Mâlik ve Abdullah ibni Abbas tariki. Dârîmî,Mukaddime: 6.
[28]Kadı İyâz, eş-Şifâ, 1:304; İbni Mâce, İkametü’s-Salât: 199; Dârîmî,Mukaddime: 6; Kadı İyâz, eş- Şifâ, 1:304.
[29]Kadı İyâz, eş-Şifâ, 1:305.
[30]Risale-i Nur Külliyatı, Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, Onuncu İşaret