Başını kaldırıp bakan Âdem (a.s.), Arş-ı Âlâ’da muazzam bir nurla bir isim yazılı gördü: “Ahmed”
Merak edip sordu: “Yâ Rabbi! Bu nur nedir?”
Allah Teâlâ buyurdu: “Bu, senin zürriyetinden bir peygamberin nurudur ki onun ismi göklerde Ahmed ve yerlerde Muhammed’dir. Eğer o olmasaydı, seni yaratmazdım!”[1]
İmanımızla kabul ettiğimiz bu muazzam gerçeği, milyarlarca sene sonra gelen o nurun sahibi de, bütün açıklığıyla ifade buyurmuşlardır.
Bir gün ashaptan Abdullah b. Câbir (r.a.), “Yâ Resûlallah!” dedi. “Bana, Allah’ın her şeyden evvel yarattığı şey nedir, söyler misin?”
Şu cevabı verdiler:
“Her şeyden evvel senin Peygamberinin nurunu, Kendi nurundan yarattı. Nur, Allah’ın kudretiyle dilediği gibi gezerdi. O zaman ne Levh, ne kalem, ne cennet, ne cehennem, ne melek, ne semâ, ne arz, ne güneş, ne ay, ne insan ve ne de cin vardı.”[2]
Semâyı bütün haşmetiyle aydınlatan nur, sonra ilk olarak Hz. Âdem’in alnında parladı. Sonra peygamberden peygambere geçerek Hz. İbrahim’e (a.s.) kadar geldi. Ondan da oğlu Hz. İsmail’e intikal etti.
“Peygamberlerin Babası” olarak anılan Hz. İbrahim’in iki oğlu vardı: İshak ve İsmail (a.s.). O, oğlu İshak’ın neslinden birçok peygamberin geleceğini Cenab-ı Hakk’ın ilhamıyla bilmişti. Ancak çok sevdiği Hacer’den dünyaya gelen oğlu İsmail’in (a.s.) neslinden peygamber gelip gelmeyeceği meçhul idi.
Bununla birlikte, ahir zamanda büyük bir peygamberin gönderileceğini de biliyordu. Bu sebeple de, Son Peygamberin, çok sevdiği oğlu İsmail’in neslinden gelmesini şiddetle arzu ediyordu.
İlk bânisi Hz. Âdem olan yeryüzünün ilk mâbedi Kâbe, uzun zamanın geçmesiyle yıkılmış, adeta yerle bir olmuştu. Hz. İbrahim, bu mukaddes binanın tekrar inşası için Cenab-ı Hak’tan emir aldı ve oğlu İsmail’le birlikte derhal çalışmaya koyuldu.
Kâbe’nin inşası tamamlanınca, baba oğul ellerini dergâh-ı İlâhî’ye açarak şöyle yalvardılar:
“Ey Rabbimiz! Neslimizden gelen Müslüman ümmet içinden bir peygamber gönder; ki o, onlara ayetlerini okusun, kitabı ve hükümlerini öğretsin, onları günahlardan temizlesin!”[3]
İşte, Cenab-ı Hak, yapılan bu samimi duayı cevapsız bırakmadı ve Hz. İsmail’in neslinden, Peygamberlerin Reisi Hz. Muhammed’i (a.s.m.) göndererek kabul etti. Bu gerçeği bizzat Kâinatın Efendisi, “Ben, babam İbrahim’in duasıyım”[4]diyerek ifade buyurmuşlardır.
Hz. İsmail’in evlat ve torunları gittikçe çoğaldı ve Arap Yarımadası’nın her tarafına dağıldı. İçlerinden Adnanoğulları, onlar içinden Mudaroğulları ve onlar içinden de Kureyş kabilesi diğerlerinden üstün ve farklı oldu. Kureyş kabilesi içinde ise, Hâşimîler kolu, hepsinden daha çok fazilet ve şeref buldu.
Bu gerçeği de bizzat kendileri şu şekilde ifade buyurmuşlardır:
“Allah, İbrahimoğullarından İsmail’i, İsmailoğullarından Kinâneoğullarını, Kinâneoğullarından da Kureyş’i, Kureyş’ten de Benî Hâşim’i, Benî Hâşim’den de beni seçmiştir.”[5]
Bütün kaynakların ittifakla belirttikleri, Kâinatın Efendisinin yirmi dedesine kadar uzanan neseb silsilesi şöyledir:
“Muhammed (a.s.m.), Abdullah, Abdülmuttalib (asıl ismi Şeybe), Hâşim, Abdi Menaf [Muğîre], Kusayy, Kilab, Mürre, Kâb, Lüeyy, Galib, Fihr, Mâlik, Nadr, Kinâne, Huzeyme, Müdrike [Amir], İlyas, Mudar, Nizar, Maad, Adnan.”[6]
İşte, Fahr-i Kâinat Efendimizin büyük dedeleri, bu zâtlardı. Her birinin zürriyeti çoğalmış ve her biri pek çok cemaatin reisi, birçok kabile ve aşiretin dedesi ve babası olmuşlardır.
Ancak ne vakit birinin iki oğlu olsa veya bir kabile iki kola ayrılsa, Sevgili Peygamberimizin soyu en şerefli ve en hayırlı olan tarafta bulunur ve her asırda onun büyük dedesi kim ise yüzünde parlayan müstesna nurdan bilinirdi.
Yirminci Dededen Sonraki Neseb Çizgisi
Neseb âlimlerince, Peygamber Efendimizin yirminci dedesi olan Adnan’ın, Hz. İbrahim’in neslinden olduğu ittifakla kabul edilmektedir. Adnan ile İbrahim (a.s.) arasında uzun bir zaman mesafesi vardır. Bir kısım neseb âlimleri arada kırk batın [göbek] bulunduğunu belirtirler.[7]
Buna binaen, aradaki zaman biriminin ne kadar uzun olduğunu az çok tasavvur etmek mümkündür.
Bu sebeple, Resûl-i Ekrem Efendimizin yirminci dedesi Adnan’dan Hz. İbrahim’e kadar olan ikinci kademe neseb silsilesi, basamak basamak tespit edilememiştir. Bazı neseb âlimleri yedi, bazısı da dokuz göbekte Hz. İsmail’e Peygamber Efendimizin nesebini vardırmışlardır. Haliyle bu, arada birçok basamağın atlandığını ortaya koyar.
Adnan’dan Hz. İbrahim’e kadar
Bazı âlimler, Peygamber Efendimizin, Adnan’dan Hz. İbrahim’e vardırdıkları ikinci kademe neseb silsilesini şöyle sıralarlar:
Adnan
Udd (veya Udad)
Mukavvim
Nahur (veya Sârih)
Teyrah
Ya’ruh
Yeşcub
Nabit
İsmail (a.s.)
İbrahim (a.s.)[8]
Ayrıca İbni İshak, bundan sonra da Resûl-i Ekrem Efendimizin neseb silsilesini ta Âdem’e (a.s.) kadar götürür.[9]Ancak belirtelim ki diğer kaynaklar bu silsile üzerinde ittifak etmiş değillerdir.
[1] Kastalani, Mevahibü’l-Ledünniye, c. 1, s. 6.
[3] Bakara, 129.
[4] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 175; Taberî, Tarih, c. 2, s. 128.
[5] İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 20; Müslim, Sahih, c. 7, s. 58.
[6] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 1-3; İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 55-56; Belâzurî, Ensabü’l-Eşraf, c. 1, s. 12 v.d.; Taberî, Tarih, c. 2, s. 172-180.
[7] Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saadet, c. 1, s. 119.
[8] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 2; İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 56.
[9] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 2-4.