Yağmur Duaları
Allah Resulü’nün (asm) yaptığı yağmur dualarının kabul edilmesi çok defalar tekrarlanan hadiselerdendir. Başta İmam-ı Buharî ve İmam-ı Müslim gibi hadis imamları bu vakıalardan çok nakletmişlerdir. Hatta bazen, minber-i şerif üstünde yağmur duası için elini kaldırıp dua etmiş, daha elini indirmeden yağmur yağmıştır.[1]
Su ile ilgili mucizeleri naklederken de bahsettiğimiz gibi, bir iki defa ordu susuz kaldığı vakit Efendimizin (asm) duasıyla bulut geliyordu, yağmur veriyordu.[2]Hatta Allah Resulü’ne (asm) peygamberlik vazifesi verilmeden evvel, çocukluk devresinde dedesi Abdülmuttalib, Peygamberimizin (asm) mübarek yüzüyle yağmur duasına giderdi. Onun yüzü hürmetine yağmur gelirdi ki, o hâdise Abdülmuttalib’in bir şiiriyle meşhur olmuştur.[3]
Hem, Efendimizin (asm) vefatından sonra, Hazret-i Ömer (ra), yağmur duasına çıkacağı vakit, Peygamberimizin (asm) Amcası Hazret-i Abbas’ı da götürerek: “Yâ Rab, bu Senin habibinin amcasıdır. Onun yüzü hürmetine yağmur ver.” diye vesile yaparak dua edermiş. Bu duanın hürmetine Cenab-ı Hakk yağmur gönderirmiş.[4]
Hem İmam-ı Buharî ve İmam-ı Müslim haber veriyorlar ki: Efendimizden (asm) yağmur için dua talep edildi. Efendimiz de (asm) dua etti. Yağmur öyle geldi ki, mecbur oldular: “Aman dua et, kesilsin.” demek zorunda kaldılar. Sonra Efendimiz (asm) dua etti, birden kesildi.[5]
İki Ömer’den Birisi
Tevatüre yakın meşhurdur ki, Allah Resulü (asm), sahabe ve imana gelenler daha kırka ulaşmadan önce ve gizli ibadet etmekte iken, dua etti: “Allah’ım, İslâmiyeti Ömer ibni’l-Hattâb veya Amr ibni’l-Hişâm (Ebû Cehil) ile aziz eyle.” Bu duadan bir iki gün sonra, Hazret-i Ömer ibnü’l-Hattab imana geldi ve İslâmiyeti ilân ve aziz etmeye vesile oldu, “Faruk” unvanını aldı.[6]
Bazı Sahabelere Bereket İçin Yapılan Duaların Kabul Olması
Efendimiz (asm), bazı güzide sahabelerine, ayrı ayrı maksatlar için dua etmiştir. Bu duaları öyle parlak bir surette kabul olmuş ki, o dualarının kerameti, mucize derecesine çıkmıştır.
Hazreti İbni Abbas’a Yapılan Dua
Başta Buharî ve Müslim haber veriyorlar ki: İbni Abbas’a şöyle dua etmiş:
“Allah’ım! Onu dinde fakîh kıl ve ona tefsir ilmini öğret.”[7]
Efendimizin (asm) bu duası öyle makbul olmuş ki, İbni Abbas “Tercümanü’l-Kur’ân” yani Kur’an’ın tercümanı unvanını ve “allâme-i ümmet” yani ümmetin âlimi yüksek rütbesini kazanmıştır.[8]Hatta daha çocuk sayılacak yaşlarda iken, Hazret-i Ömer (ra) onu âlimler ve yüksek rütbeli sahabelerin meclisine alıyordu.[9]
Hazreti Enes’e Yapılan Dua
Başta İmam-ı Buharî ve diğer sahih hadis kitaplarından naklediliyor ki:
Enes’in annesi, Allah Resulü’ne (asm) rica etmiş ki,
“Senin hizmetcin olan Enes’in evlât ve malı hakkında bereketle dua et.”Efendimiz de (asm) Hazreti Enes’e
“Allah’ım! Onun malını ve evlâdını çoğalt. Ve ona ihsan ettiğin nimetlere bereket ver.”
diye dua etmiştir. Bu duanın üzerine, Hazret-i Enes, ömrünün sonuna doğru yemin ederek ilan etmiş ki:
“Ben kendi elimle yüz evlâdımı defnetmişim. Benim malım ve servetim itibarıyla da, hiçbirisi benim gibi mesut yaşamamış. Benim malımı görüyorsunuz ki pek çoktur. Bunlar bütün Peygamberimizin (asm) duasının bereketindendir.”[10]
Duasıyla Berekete Mazhar Olan Bazı Sahabeler
Başta İmam-ı Beyhakî gibi hadîs âlimleri haber veriyorlar ki: Cennetle müjdelenen on sahabeden birisi olan Abdurrahman bin Avf’a, Peygamber Efendimiz (asm) malının bereketlenmesi için dua etmiş. O duanın bereketiyle o kadar servet kazanmış ki, bir defa yedi yüz deveyi yükleriyle beraber Allah yolunda sadaka vermiştir. İşte, Efendimizin (asm) duasının bereketine bakınız ve “Bârekallâh” deyiniz.[11]
İmam-ı Buharî başta olmak üzere pek çok râviler naklediyorlar ki: Allah Resulü (asm), Urve İbn-i Ebî Ca’de’ye, ticarette kâr ve kazanç için bereketle dua etmiş. Urve diyor ki: “Ben bazı Kûfe çarşısında duruyordum. Bir günde kırk bin kazanıyordum, sonra evime dönüyordum.” İmam-ı Buharî der ki: “Toprağı da eline alsa onda bir kazanç bulurdu.”[12]
Hem Abdullah ibni Cafer’e malının çoğalması ve bereketlenmesi için dua etmiş.[13] Hazret-i Abdullah ibni Cafer o derece servet kazanmış ki, o asırda meşhur olmuş. Peygamberimizin (asm) bereket duasının hürmetine kendisine verilen mal ile şöhret bulduğu gibi, cömertliği ile de şöhret salmıştır.[14]
Bu şekilde bereket duası ile meydana gelen mucizelerle ilgili çok misaller vardır. Nümune için bu dört misali vermekle yetiniyoruz.
* * *
Duasına Mazhar Olan Bazı Sahabeler
Başta İmam-ı Tirmizî haber veriyor ki: Sa’d ibni Ebî Vakkas için Allah Resulü (asm) “Allah’ım, onun duasını kabul eyle.”[15]diye dua etmiş. O asırda Sa’d’ın bedduasından herkes korkuyordu. Duasının kabulü de şöhret buldu.[16]
Hem meşhur Ebu Katâde’ye “Allah onun yüzünü ak etsin. Allah’ım, onun tenini ve saçını mübarek kıl.” diye, genç kalmasına dua etmiş. Ebu Katâde yetmiş yaşında vefat ettiği vakit, on beş yaşında bir genç gibi olduğu, sahih kaynaklarda şöhret bulmuş.[17]
Hem ünlü şair Nâbiğa’nın meşhur hadisesidir ki, Allah Resulü’nün (asm) yanında bir şiirini okumuş. Şiirinde “Şerefimiz göğe çıktı; biz daha üstüne çıkmak istiyoruz.” deyince, Allah Resulü (asm) latife şeklinde ona sordu: “Gökten öbür tarafa nereyi istiyorsun ki, şiirinde orayı niyet ediyorsun?” Nâbiğa dedi: “Göklerin fevkinde Cennete gitmek istiyoruz.” Sonra bir manidar şiirini daha okudu. Allah Resulü (asm) ona “Senin ağzın bozulmasın.” diye dua etti. İşte, o Peygamber (asm) duasının bereketiyle, o Nâbiğa, yüz yirmi yaşına geldiği zaman bile bir dişi noksan olmadı. Hatta bazı bir dişi düştüğü vakit, yerine hemen yenisi çıkıyordu.[18]
Hem, sahih kaynaklardan nakledilir ki, İmam-ı Ali (ra) için “Yâ Rab, soğuk ve sıcağın zahmetini ona gösterme.” diye dua etmiş. İşte şu dua bereketiyle, İmam-ı Ali (ra) kışın yaz elbisesi giyerdi, yazın da kış elbisesi giyerdi. Derdi ki: “O duanın bereketiyle hiçbir soğuk ve sıcağın zahmetini çekmiyorum.”[19]
Hem Hazreti Fatıma (r.anha) için “Açlık elemini ona verme.” diye dua etmiş. Hazreti Fatıma (r.anha) der ki: “O duadan sonra açlık elemini görmedim.”[20]
Hem Tufeyl ibni Amr, Allah Resulü’nden (asm) bir mucize istedi ki, götürüp kavmine göstersin. Allah Resulü (asm) ona “Allahım, onu nurlandır.” diye dua etmiş. Duadan sonra iki gözü ortasında bir nur belirmiş. Sonra da o nur değneğinin ucuna geçmiş. Bu nurla“zinnur” yani “nur sahibi” diye meşhur olmuştur.[21]
Hem Ebu Hüreyre, Allah Resulü’ne (asm) “Bende unutkanlık hastalığı var.” diye şikâyette bulunmuş. Allah Resulü (asm) ona mendil şeklinde bir şey açmasını söylemiş. Sonra, mübarek avucuyla gaybdan bir şey alır gibi yapıp sonra onun mendilinin içine boşaltmış. İki üç defa öyle yaptıktan sonra Ebu Hüreyre’ye “Şimdi mendili topla.” demiş. O da toplamış. Peygamberimizin (asm) bu manevi duasının sırrıyla, Ebu Hüreyre “Ondan sonra hiçbir şey unutmadım.” diye yemin ederek bize haber vermektedir.[22]
İşte bu hadiseler, meşhurdur, doğrulukları konusunda şüphe bulunmamaktadır.
Bedduasına Mazhar Olanlar
Allah Resulü’nün (asm) bedduasına mazhar olmuş birkaç hadiseyi beyan edeceğiz.
Birincisi: Perviz denilen Fars Padişahı, Peygamber Efendimizin (asm) İslamı tebliğ için ona yolladığı mektubunu yırtmış. Bu hadise Allah Resulü’ne (asm) haber verilince“Yâ Rab! Nasıl mektubumu paraladıysa; sen de onu ve onun mülkünü parça parça et.” diye beddua etmiş.[23]İşte şu bedduanın tesiriyledir ki, o Kisrâ Perviz’in oğlu Şirviye, hançerle babasını öldürdü.[24]Sa’d ibni Ebî Vakkas da saltanatını parça parça etti. Sâsâniye devletinin hiçbir yerde bir izi kalmadı. Fakat Kayser ve sair devlet büyükleri, Peygamberimizin (asm) mektubuna hürmet ettikleri için, mahvolmadılar.
İkincisi: Tevatüre yakın meşhurdur ve Kur’ân ayeti işaret ediyor ki: İslâmın ilk yıllarında, Allah Resulü (asm) Mescid-i Harâmda namaz kılarken, Kureyşin ileri gelenleri toplandılar, ona karşı gayet kötü bir muamelede bulundular. O da, o vakit onlara beddua etti. İbni Mesud der ki: “Ben yemin ederim, o kötü muameleyi yapan ve onun bedduasına mazhar olanların hepsinin, Bedir Savaşı’nda birer birer cesetlerini gördüm.” [25]
Üçüncüsü: Mudariyye isminde Arabistan’ın büyük bir kabilesi, Hazreti Peygamber’i (asm) yalanladıkları için, onlara kıtlık için beddua etti. Yağmur kesildi, kıtlık başladı. Sonra Mudariyye kavminden olan Kureyş kabilesi, Allah Resulü’ne (asm) ricada bulundular. Dua etti, yağmur geldi, kıtlık kalktı. Bu hadise tevatür derecesinde meşhurdur.[26]
Dördüncüsü: Uteybe bin Ebî Leheb hakkında şöyle beddua etti: “Yâ Rab! Ona bir itini musallat et.” Sonra, Uteybe sefere giderken, bir arslan gelip, kàfile içinde onu arayıp bulmuş, parçalamış. Şu hadise meşhurdur; hadîs imamları nakil ve tashih etmişler.[27]
Beşincisi: Muhallim ibni Cessâme, Âmir ibni Azbat isimli sahabeyi işkenceyle katletmişti. Halbuki, Âmir’i, Allah Resulü (asm), onu cihad ve harp için kumandan tayin edip bir bölükle göndermişti. Muhallim de beraberdi. Bu öldürme hadisesinin haberi Resulullah’a (asm) ulaştığı zaman hiddet etmiş ve “Allah’ım, Muhallim’i affetme!..” diye beddua buyurmuştur. Bu bedduadan yedi gün sonra o Muhallim öldü. Kabre koydular, kabir dışarıya attı. Kaç defa koydularsa yer kabul etmedi. Sonra mecbur oldular; iki taş ortasında sağlam bir duvar yapıp, onun altına gömdüler.[28]
Altıncısı: Resulullah (asm) bir adamın sol eliyle yemek yediğini görüyordu. Ona “Sağ elinle ye.” dedi, o adam da yapabildiği halde, lakayt bir tavırla “Sağ elimle yapamıyorum.” diye cevap verdi. Allah Resulü (asm) de ona hem lakaytlığının hem de yalan söylemesinin cezası olarak “Kaldıramayacaksın!..” dedi. İşte ondan sonra o adam sağ elini bir daha hiç kaldıramadı.[29]
Peygamberimizin Duası ve Dokunmasıyla Gerçekleşen Olağanüstü Hadiseler
Allah Resulü’nün (asm) hem duası, hem de temasıyla gerçekleşen pek çok harika hadiseden, sahih kaynaklarda geçen birkaçını nakledeceğiz:
Birincisi: Allah’ın kılıncı lakaplı Hazret-i Hâlid ibni Velid’e birkaç saç telini verip, Allah’ın yardımına mazhar olması için dua etmiş. Hazret-i Hâlid, o saçları sarığının içinde muhafaza etmiş. İşte o saç ve duanın bereketi hürmetine, girdiği her savaşta Allah’ın yardımıyla muzaffer olmuştur.[30]
İkincisi: Selmân-ı Farisî, Müslüman olmadan önce Yahudilerin kölesiymiş. Onun sahipleri, hürriyetine kavuşması için çok şeyler istediler. “Üç yüz hurma fidanını dikip meyve verdikten sonra, kırk okka[31]altın vermekle serbest bırakırız.”dediler. Allah Resulü’ne (asm) gelip durumunu anlattı. Allah Resulü (asm), kendi eliyle, Medine civarında üç yüz hurma fidanı dikti. Yalnız bir tanesini başkası dikti. O sene zarfında, Allah Resulü’nün (asm) diktiği bütün fidanlar meyve verdi. Sadece başkasının diktiği meyve vermedi. Allah Resulü (asm) onu çıkarıp yeniden dikti. O da meyve verdi.
Hem toplamda tavuk yumurtası kadar bir altına, ağzının mübarek suyunu ona sürerek dua etti ve sonra da Selmân’a verdi. Dedi: “Git bunu, sahibin olan Yahudilere ver.” Selmân-ı Farisî gidip o altından kırk okka onlara verdi. O tavuk yumurtası kadar olan altın, eskisi gibi elinde kalmaya devam etti. Şu hadise, Hazret-i Selmân-ı Farisi’nin hayatının en önemli bir hâdisesidir; güvenilir ve vesikalarıyla eserler yazan imamlar haber vermişlerdir.[32]
Üçüncüsü:Ümmü Mâlik isminde bir sahabe, Allah Resulü’ne (asm) “ukke” denilen küçük bir yağ tulumu içerisinde yağ hediye ederdi. Bir defasında Allah Resulü (asm) ukkeye dua ederek onu o sahabeye geri vermiş ve demiş ki:“Onu boşaltıp sıkmayınız.” Ümmü Mâlik ukkeyi almış. Ne vakit evlâtları yağ isterlerse, o duanın bereketiyle, ukkede yağ bulurlardı. Hayli zaman devam etti. Sonra sıktılar, bereket kesildi.[33]
Peygamberimizin Duası ve Dokunmasıyla Tatlılaşan ve Güzel Kokular Veren Sular
Peygamber Efendimizin (asm) duasıyla ve dokunmasıyla suların tatlılaşması ve güzel koku vermesinin de çok örnekleri vardır. Bazılarını nakledeceğiz:
Birincisi: İmam-ı Beyhakî başta olmak üzere hadis alimleri haber veriyorlar ki: Bi’r-i Kubâ denilen kuyunun suyu bazen kesiliyordu, yani bitiyordu. Allah Resulü (asm) abdest suyunu içine koyup dua ettikten sonra, çoğalmaya başladı ve öylece devam etti, bir daha hiç kesilmedi.[34]
İkincisi: Başta Ebu Nuaym Delâil-i Nübüvvet isimli eserinde olmak üzere diğer hadis alimleri de eserlerinde haber veriyorlar ki: Hazreti Enes’in evindeki kuyuya, Allah Resulü (asm), mübarek ağzının suyunu içine atıp dua etmiş; Medine-i Münevvere’deki en tatlı su o olmuş.[35]
Üçüncüsü: İbni Mâce haber veriyor ki: Zemzem suyundan bir kova su, Allah Resulü’ne (asm) getirdiler. Bir parça ağzına aldı, kovaya boşalttı. Kova misk gibi koku verdi.[36]
Dördüncüsü: İmam-ı Ahmed ibni Hanbel haber veriyor ki: Bir kuyudan bir kova su çıkardılar. Allah Resulü (asm), içine mübarek ağzının suyunu akıtıp kuyuya boşalttıktan sonra, kuyu misk gibi koku vermeye başladı.[37]
Beşincisi: Başta İmam-ı Müslim gibi Allah’ın veli kullarından ve Endülüs’lü İslam alimi Hammad ibni Seleme haber veriyor ki: Allah Resulü (asm), deriden bir su kabını doldurup ağzına üflemiş, dua etmiş. Daha sonra o su kabının ağzını bağlayıp bazı sahabelerine verdi. “Ağzını açmayınız; yalnız abdest aldığınız vakit açınız!..” demiş. Gitmişler, abdest almak vaktinde ağzını açmışlar. İçerisinde hâlis bir süt, ağzında da kaymak yağ olduğunu görmüşler.[38]
İşte burada naklettiğimiz beş örneği, meşhur ve mühim imamlar nakletmişlerdir. Bunlar ve burada nakledilmeyenlerle beraber mânevî tevatür gibi, bu tarz mucizelerin doğruluğunun kesinliğini bize ispat ediyorlar.
Peygamberimizin Duası ve Dokunmasıyla Sütü Artan Hayvanlar
Allah Resulü’nün (asm) mesh etmesi ve duasıyla, sütsüz ve kısır keçilerin, sütlerinin artmasıyla ilgili örnekler çoktur. Biz, yalnız meşhur ve sahih kaynaklarda geçen birkaç örneği nakledeceğiz:
Birincisi: Güvenilir siyer kaynaklarında nakledilir ki: Allah Resulü (asm), Hazreti Ebu Bekir (ra) ile beraber hicret ederken, asıl ismi Âtiket bint-i Hâlidi’l-Huzâî olan Ümmü Mâbed’in evine gelmişler. Gayet zayıf, sütsüz, kısır bir keçi orada vardı. Allah Resulü (asm), Ümmü Mâbed’e “Bunda süt yok mudur?” diye sordu. Ümmü Mâbed dedi ki: “Bunun vücudunda kan yoktur; nereden süt verecek?” Allah Resulü (asm) gidip o keçinin beline elini sürmüş, memesini de mesh etmiş ve dua etmiş. Sonra demiş: “Kap getiriniz, sağınız.” Sağdılar, çıkan sütten Allah Resulü (asm) ve Hazreti Ebu Bekir (ra) içtikten sonra, o evdekilerin hepsi doyuncaya kadar içtiler. O keçi bu mucizeden sonra kuvvetlenmiş, öyle de mübarek kalmıştır.[39]
İkincisi: Şât-ı İbni Mesud’un başından geçen meşhur hadisedir. İbni Mesud, Müslüman olmadan önce çobanlık yapıyordu. Allah Resulü (asm), Hazreti Ebu Bekir (ra) ile beraber, İbni Mesud’un keçileriyle bulunduğu yere gitmişler. Allah Resulü (asm), İbni Mesud’dan süt istemiş. O da“Keçiler benim değil, başkasının malıdırlar.” diye cevap vermiş. Allah Resulü (asm) ona bu sözünün üzerine “Kısır, sütsüz bir keçi bana getir.” demiş. O da iki senedir teke görmemiş yani çiftleştirilmemiş bir keçi getirdi. Allah Resulü (asm) eliyle onun memesini mesh edip, dua etmiş. Sonra sağmışlar, halis bir süt almışlar, içmişler. İbni Mesud bu mucizeyi gördükten sonra iman etmiş.[40]
Üçüncüsü: Allah Resulü’nün (asm) süt annesi olan Halime’nin başından geçen bir hadisedir. O’nun kabilesinde kıtlık olmuştu. Hayvanları zayıf ve sütsüz oluyorlardı. Ve tok oluncaya kadar yemiyorlardı. Allah Resulü (asm) oraya, süt annesinin yanına gönderildiği zaman, onun bereketiyle, Halime’nin keçileri, akşamları döndükleri zaman, başkalarının hayvanlarının zıddına olarak, hem tok, hem de memeleri dolu olarak geliyorlardı.[41]
İşte bunun gibi, siyer kitaplarında anlatılan daha pek çok örnekler vardır. Fakat bu verdiğimiz örnekler asıl maksada kâfidir.
Peygamberimizin Duası ve Dokunmasıyla Değişen Simalar
Resulullah’ın (asm) mübarek eliyle bazı şahısların başını ve yüzünü mesh etmesi ve dua etmesinden sonra görülen harikulade hadiselerden birkaçını burada nakledeceğiz.
Birincisi: Ömer ibni Sa’d’ın başına elini sürmüş, dua etmiş. O duanın bereketiyle, seksen yaşında vefat ettiği zaman bile başında beyaz saç yoktu.[42]
İkincisi: Kays ibni Zeyd’in başına elini koyup, mesh edip dua etmiş. O duanın bereketiyle, yüz yaşına girdiği vakit, bütün başındaki saçları beyazladığı halde Allah Resulü’nün (asm) elini koyduğu yer siyah olarak kalmıştı.[43]
Üçüncüsü: Abdurrahman ibni Zeyd ibni’l-Hattab, hem kısa boylu hem de simaca çirkindi. Allah Resulü (asm) eliyle başını mesh edip dua etmiş. O duanın bereketiyle, hem boyca en uzun, hem de simaca en güzel bir surete kavuşmuştur.[44]
Dördüncüsü: Âiz ibni Amr’ın, Huneyn Savaşı’nda yüzü yaralanmıştı. Allah Resulü (asm), eliyle yüzündeki kanı silmiş. Allah Resulü’nün (asm) elinin temas ettiği yer, parlak bir nuraniyet vermiş ki, bu nuru öyle parlıyormuş ki, hadis alimleri bu hadiseyi naklederken bu nuru “doru atın alnındaki beyaz” şeklinde tavsif etmişlerdir.[45]
Beşincisi: Katâde İbni Selmân’ın yüzüne elini sürmüş, dua etmiş. Katâde’nin yüzü ayna gibi parlamaya başlamıştır.[46]
Altıncısı: Müminlerin annesi Ümmü Seleme’nin kızı ve Allah Resulü’nün de (asm) üvey kızı olan Zeyneb’in küçüklüğünde, Allah Resulü (asm) onun yüzüne abdest suyu atıp şaka yapmış. O suyun temasından sonra, Zeyneb’in siması emsalsiz bir güzelliğe kavuşmuş.[47]
* * *
Bu bölümde naklettiğimiz bu mucizeler gibi daha çok misaller vardır. Hadis alimleri bu hadisleri nakletmişlerdir. Bu haberlerin her birini ahadi yani tek kanaldan bize ulaşmış gibi veya kaynağını zayıf farz etsek bile, yine tamamı bir araya geldiğinde mânevî bir tevatür hükmünü alır ve mutlak doğru olarak kabul edilir. Çünkü bir hâdise farklı kişilerden bazı detaylarda farklılık olarak nakledilse bile neticede o hadisenin doğruluğunda şüphe olmaz. Aynı hadisenin nakledilmesi, o hadisenin kesin olarak meydana geldiğini ispat eder.
Meselâ, bir gürültü işitilse ve bunun üzerine bazıları deseler ki, “Filânın evi yıkıldı.” Diğer bazıları da, “Başka ev yıkıldı” dese ve daha başkası da, başka bir evi söylese... Her biri detaylarda farklılıklar ifade etseler de neticede “bir evin yıkılması” haberinin kesin olduğu kanaatine ulaşırız. Çünkü detaylarda farklılık olsa da bir evin yıkılması konusunda hepsi ittifak halindedir.
Bizim de burada naklettiğimiz hadiseler gerçi sahih kaynaklardan nakledilmişlerdir, ancak bunları zayıf da farz etsek yukarıdaki örnekte dediğimiz gibi, bir evin yıkılmasında tüm haber verenlerin ittifak etmesi gibi, bize ulaşan mucizelerde de tüm kaynakların ittifak ettikleri noktalar, bize o hadisenin mutlaka gerçekleştiğini haber verir.
[1]Buhârî, İstiskâ, 6-8, 14; Müslim, İstiskâ, 8-10.
[3]İbni Sa’d, Tabakat, 1:90; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 2:15-19.
[4]Buharî, İstiska: 3; Fedâilü Ashâbi’n-Nebî: 11.
[5]Buharî, İstiska: 19; İbni Mâce, İkame: 154; Müslim, Salâtü’l-İstiska: 8, hadis no. 897; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:91-92; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:327.
[6]Tirmizî, Menâkıb: 18, hadis no. 1683; el-Elbânî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, no. 6036; el-Mubârekforî, Tuh fetü’l-Ahvezî, no. 3766; İbni Esîr el-Cizrî, Câmiu’l-Usûl, no. 7428; İbni Hibban, Sahih, 9:17; el-Hâ kim, el-Müstedrek, 2:465, 3:83, 502; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:327; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 2:215.
[7]Buharî, Vudû’: 10, İlim: 17, Fedâilü’l-Eshâb: 24; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 138; İbni Hibban, Sahih, 9:98; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:327; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:661; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:130; İbnü’l-Esîr, Câmiu’l-Usûl, 9:63; Müsned, 1:264, 314, 328, 330; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:534.
[8]Müstedrek, 3:535; İbni Hacer, el-İsâbe, 2:330-334; İbni Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, 3:291; Kadı Iyâz, eş-Şi fâ, 1:327.
[9]Müsned, 1:338; Ahmed ibni Hanbel,Fedâilü’s-Sahâbe, no. 1871; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:535; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:661.
[10]Buharî, Daavât: 19, 26, 47; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 141, 142, no. 2480, 2481; Müsned, 3:190, 6:430; İbni Hibban, Sahih, 9:155; el-Mubârekforî, Tuhfetü’l-Ahvezî, 10:330.
[11]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:326; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:659; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:125.
[12]Buharî, Menâkıb: 28; İbni Mâce, Sadakat: 7; Müsned, 4:375; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:327; Es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 22:326.
[13]Mecmeu’z-Zevâid, 9:286; İbni Hacer, Metâlibü’l-Âliye, 4:105; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 6:221.
[14]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:327; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:661; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 5:286; İbni Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, no. 4077, 4078.
[15]Tirmizî, Menâkıb: 27, no. 3751; İbn-i Hibbân, Sahih, no. 12215; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:499; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 1:93, Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 3:206; el-Elbânî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, 3:251, no. 6116; el-Mubârekforî, Tuhfetü’l-Ahvezî, 10:253-254, no. 3835; Ahmed ibni Hanbel, Fedâilü’s-Sahâbe, 2:750, no. 1038; İbnü’l-Esîr, Câmi’u’l-Usûl, 10:16, no. 6535.
[16]İbdü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, 2:367; İbni Hacer, el-İsâbe, 2:33.
[17]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:327; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:660; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:128.
[18]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:661; İbni Hacer, el-İsâbe fî Temyizi’s-Sahâbe, no. 8639; el-Askalânî, el-Metâlibü’l-Âliye, no. 4060; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:168.
[19]el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:122; Ahmed ibni Hanbel, Fedâilü’s-Sahâbe, no. 950; İbni Mâce, Mukaddime: 11, no. 117; Müsned, 1:99, 133; Müsned (tahkik: Ahmed Şâkir), 2:120, no. 1114; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:133.
[20]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:328; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:134; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:203.
[21]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:328; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:134; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:662.
[22]Buharî, İlim: 42; Menâkıb: 28; Büyû’: 1; Hars: 21; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 159, no. 2492; Tirmizî, Menâkıb: 46, 47; Müsned, 2:240, 274, 428; el-Mubârekforî, Tuhfetü’l-Ahvezî, 10:334, no. 3923; İbni’l-Esîr, Câmiü’l-Usûl , 9:95; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:162; es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 22:405, 409-410; Ebû Na’îm, Hılyetü’l-Evliyâ, 1:381; el-Askalânî, el-İsâbe, no. 1190.
[23]Buharî, İlim: 7; Cihad: 101; Mağâzî: 82; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:328; es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 22:159.
[24]İbni Hişâm, es-Sîratü’n-Nebeviyye, 1:71; Taberî, Târîhu’l-Ümme ve’l-Mülûk, 2:135; İbni Kesîr, el Bidâye, 10:369.
[25]Buharî, Salât: 109; Menâkıbü’l-Ensâr: 45; Müslim, Cihad: 107, no. 1794; Müsned, 1:417.
[26]Buharî, Tefsir: 30:.., 28:3, 44:3, 4; Daavât: 58, İstiska: 13; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:328; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:663; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 2:324.
[27]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:329; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:664.
[28]İbni Mâce, Fiten: 1, no. 3930; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:329; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:665; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:142; İbni Hişâm, Sîretü’n-Nebî, 4:247; İbni Kesîr, el-Bidâye Ve’n-Nihâye, 4:224-226.
[29]Müslim, Eşribe: 107, no. 2021; İbni Hibban, Sahih, 8:152; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:328-329; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:666.
[30]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:331; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:349; el-Askalânî, el-Metâlibü’l-Âliye, 4:90, no. 4044; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:289.
[31]Okka;eskiden kullanılan 1282 gr.’lık bir ağırlık birimi, dört yüz dirhem.
[32]Müsned, 5:441-442; İbni Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ, 4:53-57; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:332-336; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:332; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:16.
[33]Müslim, Fedâil: 8, no. 2280; Müsned, 3:340, 347; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:332.
[34]Beyhakî, Delâlilü’n-Nübüvve: 6:136; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:331; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:149.
[35]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:331; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:668.
[36]İbni Mâce, Tahâret: 136, no. 659; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:332; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:669.
[37]es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 22:667.
[38]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:334; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:160.
[39]Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh (tahkik: Elbânî), no. 5943; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:58; 8:313; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:109; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 3:190-191; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Meâd, 3:55, 57; İbni Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ, 1:230-231.
[40]Müsned (tahkik Ahmed Şâkir), 5:210, no. 3598; İbni Hibban, Sahih, 8:149; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:102.
[41]Es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 20:192-193; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:220-221; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, 1:111-113; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2:273; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:366; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:750; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:313.
[42]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:334; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:673.
[43]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:334; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:674.
[44]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:335; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:676-677.
[45]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:334; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:412; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:487.
[46]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:334; el-Askalânî, el-İsâbe, 3:225; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 5:319.
[47]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:334; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:163; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:259.