Resûl-i Kibriya Efendimiz ile Müslümanlar, Medine’de namazlarını, Allah’ın emriyle, “peygamberler makamı” olan Kudüs’e, yani Beytü’l-Makdis’e doğru kılarlardı. Fakat Peygamber Efendimiz, öteden beri tevhid akîdesinin müstesna bir âbidesi olan yeryüzünün ilk mâbedi ve ceddi Hz. İbrahim’in kıblesi olan Kâbe’ye doğru yönelerek namaz kılmayı kalben arzu ve temenni ediyordu. Müslümanlar da, hassaten muhacirler, kalplerinde aynı arzuyu taşıyorlardı. Çünkü beş vakit namazlarında Kâbe’ye yönelmek, vatanları Mekke’yi de yâdetmeye bir vesile olacaktı.
Yahudilerin de, “Muhammed ve ashabı, biz gösterinceye kadar kıblelerinin neresi olduğunu bile bilmiyorlardı!” diyerek sinsice dedikoduda bulunmaları onları rahatsız ettiğinden bu arzuları daha da kuvvetleniyordu. Bu sebeple, Resûl-i Ekrem Efendimiz, tahvil-i kıble için vahyin gelmesini bekliyor, Cebrail’i (a.s.) gözetliyor ve Kâbe’yi temenni ederek dua ediyordu.
Nitekim bir gün, gelen Cebrail’e (a.s.) bu arzusunu izhar etti: “Rabbimin, yüzümü Yahudilerin kıblesinden Kâbe’ye çevirmesini arzu ediyorum!”
Cebrail (a.s.), “Ben bir kulum! Sen, Rabbine niyazda bulun. Bunu O’ndan iste!”[1]dedi.
Bunun üzerine, Resûl-i Ekrem Efendimiz de, Beytü’l-Makdis’e müteveccihen namaza duracakları zaman başını semâya doğru kaldırmaya başladı.
Nihayet, Medine’ye hicretin 17. ayında, kıblenin Mescid-i Haram’a doğru çevrildiğini bildiren şu ayet-i kerime nâzil oldu:
“(Ey Resûlüm! Vahyin gelmesi için) yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Bunun için seni, râzı olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Şimdi, yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ey mü’minler! Siz de her nerede olursanız, yüzünüzü namazlarda o mescit tarafına çevirin!”[2]
Bu vahiy geldiği sırada Resûlullah Efendimiz, Müslümanlara mescidinde öğle namazını kıldırıyordu. Namazın ilk iki rekâtı kılınmış, sıra son iki rekâta gelmişti. Peygamber Efendimiz, ağır ağır yönünü değiştirdi ve mübarek yüzünü Kâbe’ye doğru çevirdi. Müslümanlar da Efendimizle birlikte o tarafa döndüler.[3]
İki Kıbleli Mescit
Diğer bir rivayete göre, Resûl-i Kibriya Efendimiz, Receb ayının bir Pazartesi günü Benî Seleme semtinde oturan Bişr b. Berâ’nın annesi Ümmü Bişr’i ziyarete gitmişlerdi. Kendisine yemek yapıldı. Yediler. Bu sırada öğle namazı vakti girdi. Peygamberimiz, oradaki mescitte Müslümanlarla birlikte iki rekât kıldıktan sonra namaz içinde Kâbe tarafına dönmesi emrolundu. Derhal cemaatle birlikte yüzlerini Mescid-i Haram tarafına çevirdiler.
Bu sebeple, Benî Seleme Mescidi’ne “Mescid-i Kıbleteyn [İki Kıbleli Mescit]” adı verildi.[4]
Peygamberimizin emri üzerine, bütün Müslümanlara kıblenin Mescid-i Aksâ’dan Mescid-i Haram tarafına çevrildiği duyuruldu.
Kıblenin Kâbe olarak tespit edilmesi, bir kısım Müslümanların telâşına sebep oldu; çünkü kıble değiştirilmeden önce Beytü’l-Makdis’e doğru namaz kılarak vefat etmiş veya şehit edilmiş Müslümanlar vardı. Bunun için huzur-u Risâlete gelerek, “Yâ Resûlallah! Daha önce ölen Müslüman kardeşlerimizin durumu ne olacak? Onlar Beytü’l-Makdis’e doğru namazlarını eda etmişlerdi” diyerek endişelerini izhar ettiler.
Cenab-ı Hak, Müslümanların bu endişelerini de, inzal buyurduğu ayet-i kerimeyle giderdi: “Ey Resûlüm! Halen yönelmekte olduğun Kâbe’yi, ancak resûle uyanlarla geri dönenler arasını ayırdetmek için kıble kıldık. Gerçi, bu kıbleyi çeviriş büyük ve ağır ise de yalnız o, Allah’ın hidayet ettiği kimselere ağır gelmez ve Allah imanınızı zâyî etmez. Muhakkak Allah Teâlâ, insanlara çok merhametlidir, günahlarını bağışlayıcıdır.”[5]
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Medine’ye teşrif edip Beytü’l-Makdis’e doğru namaz kılmaya başlayınca, Arap müşriklerinin gücüne gitmişti. Bilâhare kıble Kâbe’ye tahvil buyrulunca, bu sefer Yahudilerin gücüne gitti ve tekrar dedikodu yapmaya, fitne fesat çıkarmaya koyuldular! Hatta âlimlerinden birkaçı Resûlullah’a gelerek, “Yâ Muhammed! Üzerinde bulunduğun kıblenden seni döndüren nedir? İbrahim’in milleti ve dininde bulunduğunu söyleyen, sen değil misin?” dediler. Sonra da şu sinsi teklifte bulundular:
“Eğer şimdiye kadar üzerinde bulunduğun kıblene tekrar dönersen sana tâbi olur, seni tasdik ederiz!”
Şu ayetler (meâlen), bu hadiseyi anlatmaktadır:
“(Medîne’deki Yahudi ve münafık) insanlardan birtakım beyinsizler, akılsızlar da, ‘Müslümanları bulundukları kıbleden çeviren ne?’ diyecekler. Onlara de ki: “Doğu da, batı da Allah’ındır. O, kimi dilerse doğu yola çıkarır.
“Ey Müslümanlar! Böylece sizi seçkin ve şerefli bir ümmet kıldık ki bütün insanlar üzerine adâlet numunesi, hak şahitleri olasınız. Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun.
“... Andolsun ki sen, o kitap verilmiş olanlara her ayeti, her burhanı da getirmiş olsan, onlar yine senin kıblene tâbi olmazlar. Sen de onların kıblesine tâbi olmazsın. Hatta onların bir kısmı, bir kısmının kıblesine uyacak da değildir.
“Celâlim hakkı için, sana gelen bunca ilim arkasından bilfarz onların arzularına uyarsan, bu takdirde sen de kendine yazık etmişlerden sayılırsın.”[6]
Mescid-i Kıbleteyn |
Kuba Mescidi Kıblesi
Kıble Mescid-i Haram tarafına çevrildikten sonra, Resûl-i Ekrem Efendimiz, Kuba’ya gitti ve İslam tarihinde inşa edilen ilk mescit olan Kuba Mescidi’nin Beytü’l-Makdis tarafına olan kıblesini de Kâbe’ye doğru çevirtti.
[1] İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 241; Taberî, Tarih, c. 2, s. 265.
[3] İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 241-242.
[4] İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 241-242; Belâzurî, Ensab, c. 1, s. 246.
[5] Bakara, 143.
[6] Bakara, 142-143, 145.