Ancak bu ağır ve büyük vazifenin icabları vardı, onları yerine getirmek lâzım geliyordu.
Bunun ise, içinde bulunduğu cemiyette pek kolay olmayacağı da, kendisince muhakkak bilinen bir husustu.
O anda Efendimiz tek başına bir tarafta, bütün dünya bir tarafta yer alıyordu. Ve o, umum dünyaya Allah’tan aldığı emirleri tebliğ edecekti. Elbette bu, basit bir hadise olarak görülemezdi.
Allah Resûlü, dünyalar durdukça insanlığa nur ve şeref olan vazifesine nereden ve nasıl başlaması gerektiğini de çok iyi hesaplıyordu.
Durumu evvela, en yakını bulunan zevcesi Hz. Hatice’ye anlattı. Hz. Hatice, ona tereddütsüz sadâkat elini uzattı ve “ilk Müslüman” olma şerefine kavuştu.
Resûl-i Ekrem Efendimiz bundan sonra, Hz. Hatice’ye, Cebrail’den (a.s.) öğrendiği şekilde abdest aldırdı ve yine Cebrail’den öğrendiği surette imam olarak şerefli zevcesine iki rekât namaz kıldırdı.
Efendimizin kıldırdığı bu iki rekât namaz,[1]imam olarak kıldığı ilk namazdır ve bir Pazartesi gününün sonuna doğru kılınmıştır.[2]
[1] Önceleri namaz ikişer rekâttan iki vakit (bizim, sabah ve akşam namazlarına yakın bir vakitte) olarak farz kılınmıştı. Daha sonra buna gece namazı da (teheccüd) ilave olundu. Mîrac’ta vaktin beş olarak tayin edilmesinden sonra, gece namazı farzı ümmet için nâfileye çevrildi, ancak Resûl-i Ekrem Efendimize farz olmakta devam etti (bkz. İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 260-261; Tâhirü’l-Mevlevî, Müslümanlıkta İbâdet Tarihi, s. 24).