Hz. Bilâl, Müslümanların amansız düşmanı Ümeyye b. Halef’in kölesi iken, Hz. Ebû Bekir vasıtasıyla İslam’la şereflenmiştir.[1]
Bir anda gönlünü çepeçevre saran iman nuru, Hz. Bilâl için hadsiz bir cesaret kaynağı oluvermişti. Öyle ki bir köle iken, efendisini ve müşriklerin her türlü baskı, işkence ve eziyetlerini hiçe sayarak Müslümanlığını açıkça ilan etmekten çekinmedi.
İmanın girmediği kalp taştan daha katı, Allah korkusunun bulunmadığı vicdan kayalardan daha hissizdir. Böyle bir kalbe ve vicdana sahip bir insanda acıma, şefkat ve merhamet aramak abestir. O insan, artık bu haliyle mânen canavarlaşmıştır; hatta tahribatı cihetiyle canavarları bile geride bırakmıştır.
İşte, İslam’ın diğer bütün amansız düşmanları gibi Ümeyye b. Halef de böyle bir kalbin ve vicdanın sahibiydi. Ve Hz. Bilâl, merhamet ve şefkat yoksunu bu kalp sahibinin kölesi idi.
Bu merhamet yoksunu adamın nazarında Hz. Bilâl’in, kendisini yaratan tek Allah’a iman etmesi ve O’nun Peygamberi Hz. Muhammed’e sadâkat elini uzatması büyük suçtu!
İşkence
Bunun için de o, en amansız işkencelere tâbi tutuluyordu. Bazen yirmi dört saat aç susuz bırakılıyor, Bazen boynuna ip takılarak Mekke’nin ücretle tutulan çocukları tarafından sokak sokak dolaştırılıyordu.
Ümeyye b. Halef’in bütün bu gayretleri boşunaydı. Hz. Bilâl bir kere iman etmişti ve Allah’a teslim olmuştu. Gönlü Resûlullah’ın muhabbetiyle gülşen olmuştu. Onun için, bu eziyet ve işkenceler altında inim inim inlerken bile davasını müşriklerin yüzlerine yüzlerine haykırmaktan geri durmuyordu: “Ehad! Ehad! [Allah birdir! Allah birdir!]”
İnandığı İslam davasından her türlü eziyete rağmen zerre kadar tâviz vermeyen Hz. Bilâl’i, bu sefer efendisi Ümeyye b. Halef, kavurucu sıcaklar altında, sırtını güneşin sıcaklığından ateş parçası haline gelmiş kızgın taş ve kumlara sürttürüp yaktırır, ağzına güneşte kurumuş bir lokma et verdikten sonra, göğsüne kocaman bir kaya parçası koydurur ve şöyle derdi:
“Andolsun ki sen ölmedikçe yahut Muhammed’i ve onun dinini inkâr ve reddederek Lât’a, Uzzâ’ya tapmadıkça, bu azabı üzerinden eksik etmeyeceğim!”
Fakat vücudunun bütün zerreleriyle adeta bir iman âbidesi kesilmiş olan Hz. Bilâl, ölümü göze alarak şöyle haykırırdı:
“Ben, Lât ve Uzzâ’yı kabul etmem. Allah birdir! Allah birdir.”[2]
Bu sözleri duyan Ümeyye b. Halef, bütün bütün çileden çıkar, Hz. Bilâl’in işkencesini, bayılıp kendinden geçinceye kadar artırırdı; sonra da çekip giderdi. Hz. Bilâl, nice zaman sonra kendine gelirdi.
Hz. Bilâl’in bütün bu dayanılmaz eziyetlere, bu çekilmez işkenceye karşı tek dayanak noktası, o haşmetli ve azametli imanıydı. İman, evet, kâinatı kabza-i tasarrufunda tutan Cenab-ı Hakk’a iman, O’nun sonsuz kudretine itimat, insan için sarsılmaz, yıkılmaz bir istinad noktasıdır. O, bu kahramanca tavrıyla adeta, “İman hem nurdur, hem kuvvettir. Hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir” hakikatini bütün dünyaya ilan ediyordu.
Yine bir gün, Ümeyye b. Halef’in onu işkenceden işkenceye uğrattığı bir sırada, oradan geçen Hz. Ebû Bekir, bu durumu gördü. Ümeyye’ye, “Sen hiç Allah’tan korkmaz mısın? Bu zavallıya daha ne zamana kadar işkence edeceksin?” dedi.
“Onun itikadını sen bozdun!” diye cevap verdi Ümeyye, “Kurtulmasını istiyorsan, onu satın al da kurtar!”
Hz. Ebû Bekir, “Ey Ümeyye!” dedi. “Benim, senin dininden siyah bir kölem var. Bundan daha güçlü, daha kuvvetlidir. Onu Bilâl’e karşılık sana vereyim, kabul eder misin?” dedi.
Ümeyye, “Kabul ettim!” dedi; sonra da gülerek, “Vallahi, kölenin karısını da vermedikçe olmaz!” diye konuştu.
Hz. Ebû Bekir, “Olur” dedi.
Ümeyye yine sinsi sinsi güldü ve “Vallahi, bana kölenin karısıyla birlikte kızını da vermedikçe olmaz!” dedi.
Hz. Ebû Bekir, bu teklife de, “Olur” diye cevap verdi.
Fakat azılı müşrik Ümeyye, adeta işi yokuşa sürmek istiyormuşçasına davranıyordu. Bu sefer haince gülüşler arasında şu istekte bulundu:
“Vallahi, bana onlarla birlikte iki yüz dinar da üste vermedikçe olmaz!”
Onun bu durumuna sinirlenen Hz. Ebû Bekir, hiddetle, “Sen” dedi. “Ne utanmaz adamsın! Boyuna yalan söyleyip duruyorsun!”
Ümeyye bu sefer, “Hayır!” dedi. “Lât’a, Uzzâ’ya andolsun ki artık bunları bana verirsen, dediğimi yapacağım!”
Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, “Onların hepsi senin olsun!” dedi ve Hz. Bilâl’i bu zâlim adamın elinden kurtardı.
Hz. Bilâl’i alan Ebû Bekir’e (r.a.), Peygamber Efendimiz, “Yâ Ebâ Bekir!” dedi. “Onun üzerinde bir hakkın olacak mı?”
Hz. Ebû Bekir, “Hayır, yâ Resûlallâh!” dedi. “Onu azat ettim!”[3]
Hz. Bilâl’i, Ümeyye b. Halef gibi azılı bir müşriğin elinden kurtarıp hürriyetine kavuşturan Hz. Ebû Bekir, bir müddet sonra onun gibi köle olan annesi Hamâme’yi de satın alıp azat etti.[4]
Hz. Bilâl-i Habeşî, Resûlullah Efendimizin has müezzini idi. Bir an olsun onun yanından ayrılmak istemezdi. Fahr-i Kâinat’ın dâr-ı bekâya irtihalleri üzerine, zâtına ve yüksek ahlâkına olan muhabbetinden dolayı Medine-i Münevvere’de kalmaya tahammül edemedi ve oradan ayrılmaya mecbur kaldı. Bu esnada halife olan Hz. Ebû Bekir, yanında kalması için ısrar edince, “Yâ Ebâ Bekir!” dedi. “Beni, kendin için satın aldınsa yanında tut; yok eğer Allah rızası için satın aldınsa, serbest bırak da Allah yolunda cihada katılayım!”
Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, kendisine müsaade etti. O da Şam’a gitti. Hz. Ebû Bekir’in hilâfeti sırasında orada vuku bulan gazâlara iştirak etti.[5]
[1] İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 232.
[3] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 340; İbn Sa’d, Tabakat, c. 3. s. 238; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 1, s. 299.
[4] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 340; İbn Sa’d, Tabakat, c. 3. s. 238; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 1, s. 299.
[5] İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 238; İbn Hacer, el-İsabe, c. 1, s. 169.