MÜŞRİKLERİN EZİYET VE HAKARETLERİNİ ARTIRMALARI
Ebû Tâlib’in vefatına Peygamber Efendimiz ve Müslümanlar üzülürken, müşrikler ise sevindiler. Artık karşılarında Sevgili Peygamberimize arka çıkacak Hâşimoğullarının reisi yoktu. Bunu fırsat bilerek eziyet ve hakaretlerine hız verdiler. Ebû Tâlib’in hayatında cür’et edemedikleri birçok taşkınlıkta ve insafsızca harekette bulunmaya başladılar.
Resûl-i Ekrem, bir gün yoldan geçerken, müşriklerden biri, üstünü başını toz toprak içinde bırakmıştı. Bu âdice harekete hiçbir karşılık vermeden öylece evine dönmüştü. Sevgili babasının bu halini gören Hz. Fâtıma, onun üstünü başını temizlerken gözyaşlarını tutamamış ve hüngür hüngür ağlamıştı. Bir süre önce annesini kaybetmekle zaten gönlü mahzun ve kırık olan Hz. Fâtıma, babasını da bu halde görmekle adeta kalbinden vurulmuştu. Sanki o damlalar gözünden değil, kalbinden, ruhundan akıp geliyordu.
Şefkat menbaı Peygamberimiz, dayanılmaz bu manzara karşısında yine itidalini muhafaza etti, yine yüce yaratıcısına güvendi, yine O’na döndü ve ağlayan masum yavrusunun gözyaşlarını mübarek eliyle silerek, “Ağlama kızım, ağlama! Allah, babanı koruyacaktır” dedi; sonra da düşünceli düşünceli ilave etti: “Ebû Tâlib’in ölümüne kadar, müşrikler, bana böyle eziyet ve hakarete cür’et etmemişlerdi.”[1]
Bu devrede, müşriklerin eziyet ve hakaretleri öylesine insanlık dışı bir hüviyete bürünmüştü ki Ebû Leheb gibi İslam’ın en büyük düşmanının dahi gayretine dokunmuş, onun bile akrabalık damarını tahrik etmiş ve bu durum böyle sürerse Efendimize arka çıkacağını bile ifade etmesine sebep olmuştu.
Ebû Leheb’in bu sözleri üzerine müşrikler bir süre Peygamberimizden uzak durdular. Ne var ki Ebû Leheb’in akrabalık bağından gelen sun’î himâyesi pek fazla sürmedi. Resûl-i Ekrem’in halkı Allah’a imana daveti karşısında, tahammülü ve nesebî taraftarlığı kısa zamanda tükendi ve himâyeden vazgeçtiğini ilan etti. Himâyeden vazgeçmekle de kalmadı, eski düşmanlığını da aynı şiddetiyle devam ettirdi. Ömrünün sonuna kadar da bu düşmanlığından vazgeçmedi.
[1] Taberî, Tarih, c. 2, s. 229.