Gelecekle İlgili Verdiği Haberlerin Doğru Çıkması


Peygamber Efendimiz (a.s.m), Allah’ın bildirmesiyle gelecekle ilgili pek çok konuda haberler vermiştir. Verdiği haberler ise aynen bildirdiği gibi vücuda gelmiştir. Sahih rivayetlerden bir kısmını kaynaklarıyla beraber nakledeceğiz.

Sahabelerine demiş: “Şu benim oğlum Hasan, seyyiddir. Allah onun vasıtasıyla Müslümanların iki büyük ordusunu barıştıracaktır.”[1] Bu rivayetten tam kırk sene sonra Hazreti Hasan (r.a)’ın kumandası altındaki İslam ordusu, Hazret-i Muaviye (r.a)’ın ordusu ile karşı karşıya geldiğinde Hazret-i Hasan (r.a) hakkından fedakârlık ederek Müslüman kanı dökülmesini engellemiş ve dedesinin (a.s.m) bu mucizevî haberini tasdik etmiştir.

Hazret-i Ali (ra)’ye demiş: “Sen, biatını bozan, hak ve adaletten sapan ve dinden çıkan kimselerle savaşacaksın.”[2] Cemel ve Sıffin vakıalarını ve Haricilerin ortaya çıkacaklarını mucizane haber vermiştir..

Hazreti Ali (ra) ile Hazreti Zübeyir birbirine karşı ziyade muhabbetli olduklları bir zamanda, Hazreti Ali (ra)’ye demiş ki: “Bu sana karşı savaşacak. Fakat haksızdır.”[3] Hazreti Zübeyir Cemel Vakıasında Hazreti Ali (ra)’ye karşı çıkarak Efendimizin (asm) mucizevi haberini tasdik etmiştir. Bu savaşta Hazreti Ali (ra) yukarıdaki rivayeti Hazreti Zübeyir’e hatırlatınca savaşmaktan hemen vazgeçerek gitmek istemiş, fakat bir hain tarafından şehit edilmiştir.[4] 

Mübarek eşlerine hitaben demiş: “İçinizden birisi, mühim bir fitnenin başına geçecek ve etrafında çoklar katledilecek.”[5] “Ona Hav’eb köpekleri havlayacak.”[6] Hazreti Ayşe (r.anha), Hazreti Ali (ra)’nin halife seçilmesinden sonra ondan, Hazreti Osman (ra)’ın katillerini bulup cezalandırmasını istiyordu. Hazreti Ali (ra) ise henüz suçlunun tam olarak belli olmadığını öne sürerek bu taleplerini erteliyordu. Bunun üzerine Hazreti Ayşe (r.anha)’nin başında bulunduğu ve Hazreti Zübeyir ve Hazreti Talha gibi cennetle müjdelenen iki sahabenin de içerisinde olduğu bir ordu ile Hazreti Ali (ra)’ye karşı savaşmaya karar verdiler. Ordu Hav’eb denen mevkiden geçince Hazreti Ayşe (r.anha) validemiz bulundukları yerin neresi olduğunu sormuştu. Ona önce Hav’eb diyerek doğrusunu söylemişlerdi. Hazreti Ayşe (r.anha) validemiz, Efendimizin (asm) mucizane söylediği yukarıdaki ifadelerini hatırladığı anda vazgeçmek istemiş, ancak sonrasında yine aldatılarak yerin ismi farklı söylenmiş ve savaş meydanına götürülmüştür. Maalesef bu savaşta on binlerce Müslümanın kanı dökülmüştür.[7] 

Hazreti Ali (ra)’ye demiş ki:“Senin sakalını senin başının kanıyla ıslattıracak bir adam” diyerek Abdurrahman ibni Mülcemü’l-Hâricî'yi haber vermiş.[8] Haber verdiği gibi bu şahıs tarafından namaza giderken haince şehit edilmiştir. 

Efendimiz (asm) Haricilerin çıkacağını haber verdiği rivayetlerinden birisinde “Bu kötü kavmin alameti şudur: İçlerinde bir adam bulunacak. O adamın pazusu olup kolu bulunmayacak. Pazusunun ucunda meme ucu gibi bir çıkıntı bulunacak. Üzerinde beyaz kıllar bulunacak.”[9] demiş. Haricilerle yapılan savaştan sonra öldürülen hariciler içinde aynen tarif edilen özellikte “Züssedye” isimli bir şahıs bulunarak Efendimizin (asm) mucizane verdiği haber tasdik edilmiştir. 

Ümmü Seleme (ra) validemize bildirmiştir ki: “Hazreti Hüseyin, Taff, yani Kerbelâ’da katledilecektir.”[10] Tam elli sene sonra dediği gibi çıkmış ve Hazreti Hüseyin (ra) Kerbela’da şehit edilmiştir. 

Pek çok tekrar ile “Benim Âl-i Beytim, benden sonra katle, belâya ve sürgünlere maruz kalacaklar.”[11] diyerek; hem Hazreti Osman (ra)’ın zamanında meydana gelecek hadiseleri, hem Hazreti Ali (ra)’nin hem de Hazreti Hasan (ra) ve Hüseyin (ra)’ın başına gelecek haberleri mucizane haber vermiştir. 

Azgın bir taifenin Ammar bin Yasir’i (ra) şehit edeceğini haber vermiştir.[12]Hakikaten Sıffin savaşında bazı azılı insanlar Hazreti Ammar’ı hunharca şehit ettiler. Hazreti Ali (ra) Emevilerin liderlerine haksızlıklarını ispat için yukarıdaki rivayeti onlara hatırlattı, Amr bin As ise siyasi dehasıyla azgın taifenin sadece onu öldürenlerin olduğunu, kendilerinin olmadığını söyleyerek tevil etmiştir. 

Hazreti Ömer’in (ra) aralarında olduğu sürece, Müslümanlar arasında fitnelerin olmayacağını söylemiştir.[13] Hakikaten Hazreti Ömer (ra) şehit edilinceye kadar hiçbir fitne baş göstermemiş, vefatının hemen ardından Hazreti Osman (ra)’ın halifeliği döneminde fitneler ortaya çıkmaya başlamıştır.
“Hilâfet benden sonra otuz sene sürecek, ondan sonra da saltanat şeklini alacaktır.”[14]“Bu iş nübüvvet ve rahmetle başladı, sonra rahmet ve hilâfet halini alacak, sonra ısırıcı saltanat şekline girecek, sonra da ceberût ve fesâd-ı ümmet azgınlık meydan alacak.”[15] ifadeleriyle, hem dört halifenin ve Hazreti Hasan (ra)’ın altı aylık halifeliğinin de eklenmesiyle otuz senelik hilafet sürelerini, hem de sonrasında Emevilerle başlayan saltanatı ve sonrasında ümmetinin bazı musibetlere maruz kalacağını haber vermiş. Aynen haber verdiği gibi vücuda gelmiştir.
“Osman Kur’an okurken şehid edilecek.”[16]“Muhakkak ki Cenâb-ı Hak Osman’a halife gömleğini giydirecektir; fakat onlar bu gömleği çıkartmak isteyecekler.”[17] diyerek Hazreti Osman (ra)’ın halifeliğini ve şehid edileceğini haber vermiş ve aynen haber verdiği gibi meydana gelmiştir.
Yukarıda saydığımız bu mucizelerden sonra akla gelebilecek birkaç soruyu cevaplayıp kaldığımız yerden mucizeleri nakletmeye devam edeceğiz.

Soru: Hazreti Ali (ra) halifeliğe çok layık olduğu halde, hem de cesareti ve ilmi gibi pek çok özelliği ile temayüz ettiği halde, neden ilk halife olmadı ve neden onun halifeliği zamanında fitneler bu kadar fazla oldu?

Eğer Hazreti Ali (ra), Efendimizin (asm) vefatından sonra ilk halife olarak başa geçseydi, halifeliği zamanındaki hadiseleri delil göstererek diyebiliriz ki; ondaki boyun eğmeyen, çekinmeyen, kahramanca, müstağnice ve cesurca tavırlar dolayısıyla, pek çok kabilede rekabet damarı oynayarak fitneler çıkabilirdi.

Hazreti Ali (ra)’nin halifeliğinin ertelenmesinin bir nedeni de şudur: Özellikle Hazreti Ömer (ra) döneminde Müslüman olan pek çok kavmin ortaya çıktığı bir zamanda -ki bunların içerisinde Efendimizin (asm) haber verdiği yetmiş üç fırkanın çekirdeklerini bünyelerinde taşıyan fırkalar da vardı- harikulade cesaret ve feraset sahibi olan Hazreti Ali (ra) gibi birisi ancak dayanabilirdi. Hayatına mal olsa da dayandı. Efendimizin (asm) “Ben Kur’ân’ın tenzili için harb ettim. Sen de tevili için harb edeceksin.”[18] sözünün mucizeliğini hayatıyla ispat etmiştir. Allah ondan razı olsun.

Eğer Hazreti Ali (ra) olmasaydı, Emevilerin zenginliklerinin, onları baştan çıkarması ihtimali vardı. Hazreti Ali (ra)’nin ve Ehl-i beytinin dik duruşuyla ve adeta Efendimizin (asm) yaşayan birer numunesi olmalarıyla pek çok hatalarının önüne geçilmişti. Çünkü Ehl-i beyte ve savunduğu davaya karşı gelmek, adeta İslam’a karşı gelmekti. Bu nedenle Emevi meliklerinin tamamı olmasa da onların tabileri ve taraftarları, bütün kuvvetleri ile İslam’ın ve imanın hakikatlerini muhafazaya çalışmışlar ve pek çok müçtehid ve hadis aliminin yetişmesine vesile olmuşlardır.

Soru: Çok layık oldukları halde, halifelik neden Ehl-i beytte devam etmedi?

Dünya saltanatı aldatıcıdır. Hâlbuki Ehl-i beyt dünya saltanatından ziyade İslam’ın hakikatlerini ve Kur’an’ın hükümlerini muhafazayla vazifelidirler. Oysa Hazreti Ali (ra)’den sonra halifelik bir nevi sultanlığa dönüşmüştü.[19] Sultanlığa geçen ya peygamber gibi masum olmalıdır veya Ömer bin Abdulaziz veya Mehdi-i Abbasi gibi nefsini ve dünyevi arzularını terk eden bir durumda olmalı ki aldanmasın. Oysa Mısır’da Ehl-i beyt namına ortaya çıkan Fatımiler Devleti, Afrika’daki Muvahhidler hükumeti veya İran’daki Safeviler gibi olumsuz sonuçlanan girişimler göstermiştir ki, Ehl-i beyte dünya saltanatı yaramamıştır. Çünkü asıl vazifesi olan dinin muhafazası veya İslam’a hizmeti onlara unutturmuş, siyasi çekişmelerin içine düşürmüştür.

Halbuki, Hazreti Hasan (ra)’ın neslinden gelen Ehl-i beytin meşhur imamları olan Gavs-ı Azam Abdulkadir-i Geylani, Seyyid Ahmed Rufâî, Seyyid Ahmed Bedevî ve İbrahim-i Dessûkî veya Hazreti Hüseyin (ra)’in soyundan gelen İmam Zeynel Abidin veya İmam Cafer-i Sadık gibi zatlar ispat etmişlerdi ki, Ehl-i beytin asıl vazifesi Kur’an’ın ve imanın hakikatlerine hizmet etmektir.

Soru: Peygamberimizin (asm) vefatından sonra, O’nun Ehl-i beytinin ve kanı dökülen binlerce Müslümanın başlarına gelen bu felaketlerin hikmeti nedir? Onlar bu şekilde bir musibete layık değillerdi; Allah’ın rahmeti buna nasıl müsaade etti?

Nasıl ki baharda dehşetli yağmurlu bir fırtına, her bitki taifesinin, tohumların ve ağaçların kabiliyetlerini tahrik eder, onların yetişmelerini hızlandırır. Her biri kendine mahsus çiçek açar, fıtrî vazifelerinin başına geçerler.

Öyle de, sahabe ve tabiinin başına gelen o musibetler de, çekirdekler hükmündeki muhtelif ayrı ayrı kabiliyetleri harekete geçirdi. “İslâmiyet tehlikededir, yangın var!” diye her taifeyi uyarıp, İslâmiyet’in muhafazasına koşturdu. Her biri kendi kabiliyetine göre, bir vazifeyi omuzuna aldı. Bir kısmı hadislerin muhafazasına, bir kısmı şeriatın muhafazasına, bir kısmı iman hakikatlerinin muhafazasına, bir kısmı Kur’ân’ın muhafazasına çalıştılar. Her alanda İslamiyet’in muhafazası için gayret gösterdiler. Muhtelif renklerde çok çiçekler açıldı. O dönemde çok genişlemiş olan İslâm âleminin her tarafına, o musibetlerin fırtınası ile tohumlar atıldı, İslam âleminin yarısını gülistana çevirdi. Pek çok müçtehitleri, muhaddisleri, Kur’an ve hadis hafızlarını, asfiyaları, kutupları İslâm âleminin her yerine götürdü, hicret ettirdi. Doğudan batıya kadar İslam âlemini heyecana getirip, Kur’ân’ın hazinelerinden istifade için gözlerini açtırdı.

Şimdi gelecekle ilgili verdiği haberlerin doğru çıkması mucizelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Ashabına Mekke’nin[20], Hayber’in[21], Şam’ın[22], Irak’ın[23], İran’ın[24], Kudüs’ün[25], İstanbul’un[26] fetihlerini haber vermiştir, verdiği gibi aynen vücuda gelmiştir. Hem defalarca ümmetinin yardıma ve zafere nail olacağını ifade etmiştir. Hem o zamanın en büyük devletlerinden olan İran ve Rum padişahlarının ganimetlerine sahip olacaklarını haber vermiştir.[27] Dediği gibi aynen vukua gelmiştir. Hem “Tahminim böyle” veya “Zannederim” dememiş; aksine, görür gibi kesin haber vermiştir ve haber verdiği gibi çıkmıştır. Hâlbuki haber verdiği zaman, hicrete mecbur olup kendi yurdundan çıkartılmış, Sahabeleri az, Medine etrafı ve bütün dünya O’nun (asm) düşmanıydı.
“Benden sonra Ebû Bekir ve Ömer’in yolu üzere gidin.”[28] diyerek vefatından sonra sırasıyla Hazreti Ebu Bekir (ra) ve Hazreti Ömer (ra)’in halife olacaklarını haber vermiş, haber verdiği gibi meydana gelmiştir.
“Yeryüzü benim için büzülüp katlandı. Bana onun doğuları ve batıları gösterildi ve ümmetimin mülkü benim için katlanan yerlere kadar ulaşacaktır.”[29] diyerek ümmetinin doğudan batıya kadar genişleyeceğini ve hiçbir ümmetin bu kadar genişliğe ulaşamayacağını haber vermiştir. Haber verdiği gibi meydana gelmiştir.
Bedir savaşından evvel Kureyş müşriklerinin Bedir’de ölecekleri yerleri göstererek “Burası Ebû Cehil’in katledileceği yer, burası Utbe’nin katledileceği yer, burası Ümeyye’nin katledileceği yer ve burası da falan ve falanın katledileceği yerlerdir.” demiştir. Aynen dediği yerlerde dediği şahısların cesetleri bulunmuştur.[30] Yine Bedir’den evvel kendi eliyle Übeyy ibni Halef’i öldüreceğini söylemiştir.[31] Bedir’de canını kurtaran Übeyy, Uhud savaşının sonunda Efendimizin (asm) attığı bir mızrakla yaralanmış, Mekke’ye giderken yolda ölmüştür.[32]
Mute Savaşı’na katılamamıştı. Ancak savaş esnasında meydana gelen hadiseleri bir televizyon ekranından görür gibi yanında bulunanlara haber vermişti. “Sancağı Zeyd aldı ve vuruldu. Sonra Câfer aldı, o da vuruldu. Sonra İbni Revâha aldı, o da vuruldu. Ve sonra onu, Allah’ın kılıçlarından bir kılıç eline aldı...”[33] diyerek, sırasıyla tayin ettiği tüm kumandanların şehit olup en sonunda Halid bin Velid’in orduyu harika idare etmesini haber vermişti. Savaştan birkaç hafta sonra Ya’le ibni Münebbih Mute’den döndüğünde, Efendimizin (asm) savaşla ilgili tüm detayları ona anlattığında Ya’le kasemle aynen dediği gibi savaşın cereyan ettiğini ifade etti.[34]
Abdullah bin Zübeyir’e “Senin yüzünden insanların, insanlar yüzünden de senin vay haline!”[35] diyerek, bazı mühim olaylara karışacağını haber vermiştir. Hakikaten Emeviler zamanında Abdullah bin Zübeyir halifeliğini ilan etmiştir. Ardından Haccac-ı Zalim ordusuyla onun üzerine yürümüş ve o kahraman sahabeyi şehit etmiştir.
Emeviye devletinin ortaya çıkacağını[36], Yezid ve Velid zalim hükümdarlarının olacağını[37] haber vermiştir. Ayrıca Hazreti Muaviye’nin de ümmetin başına geçeceğini söylemiş. Hazreti Muaviye’nin ümmetine ve Ehl-i beytine karşı tutumlarını da önceden haber vererek ona “Başa geçtiğin zaman affedici ol ve âdil davran.”[38] emretmiştir.
“Abbasoğulları siyah bayraklarla çıkarlar ve öncekilerden çok uzun müddet saltanat sürerler.”[39] diyerek, Emevilerden sonra Abbasilerin ortaya çıkacağını haber vermiştir. Haber verdiği gibi meydana gelmiştir.
“Yaklaşmakta olan bir şerden vay Arapların haline!”[40] diyerek, Cengiz ve Hülagu fitnelerini haber vermiştir. Maalesef haber verdiği gibi, Moğol İmparatoru zalim Cengiz Han[41] ve torunu Hülagu[42] pek çok Müslümanın kanını akıtmışladır.
Sa’d ibni Ebî Vakkas’ın ağır hasta olduğu bir dönemde ona,“Sen daha çok yaşayacaksın ve ordunun başına geçeceksin. Sonunda; tâ ki, bir kısım milletler senden fayda görecekler, bir kısmı da zarar görecekler...” demiştir.[43] Hakikaten İslam ordusunun başında İran’ın fethi gibi çok zaferlere imza atmış ve çok milletlerin İslam’la şereflenmesine vesile olmuştur.
Peygamberimizin (asm) davetiyle İslam’la şereflenen Habeş kıralı Necaşi, hicretin yedinci senesi vefat ettiği aynı anda Efendimiz (asm) sahabelerine haber vermiş ve cenaze namazını kılmıştır.[44] Bir hafta sonra haber gelmiştir ki, Efendimizin (asm) haber verdiği aynı zamanda vefat etmiştir.
Hira veya Uhud dağlarından birisinin üzerinde Hazreti Ebubekir (ra), Hazreti Ömer (ra), Hazreti Osman (ra) ve Hazreti Ali (ra) ile beraberken, dağın zelzele oluyor gibi titremesi üzerine,“Sâkin ol! Zira senin üstünde bir peygamber, bir sıddık ve şehid vardır.”[45] diyerek, Hazreti Ebubekir (ra) haricindekilerin şehit olacaklarını mucizane haber vermiştir. Hakikaten Hazreti Ebubekir (ra) haricindeki diğer üç halife de şehid edilmişlerdir.
Buraya kadar Hazreti Muhammed (asv)’in, binlerce mucizelerinden sadece gelecekle ilgili verdiği haberlere dair birkaç numuneyi aktardık. İnanmayan bazı insanlar, Efendimizin (asm) bu kadar gaybi haberleri vermesini O’nun zeki olmasına verebilirler. Şu kadar hadiseyi doğru ve kendinden tam emin bir halde haber veren ve haber verdiği gibi çıkan bir insan sadece zeki değil, aynı zamanda büyük bir dahi olmalıdır. Madem deha derecesinde zekidir ve dediklerinin hepsi doğru çıkmıştır. Demek ki, O’nda (asm) yalan yoktur ve her dediği doğrudur. Öyle ise O’nun (asm) ölümden sonrası için verdiği gaybi haberlere de inanmak gerekir. Bu kadar gaybi haberi duyup doğruluğu gören birisinin, ölümden sonrasıyla ilgili gaybi haberlere inanmaması divanelik değil de nedir?
Tekrar kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Hazreti Fatma (r.anha)’ya kendi vefatını haber verip, vefatından sonra kendi ailesinden herkesten önce onun vefat edip kendisine kavuşacağını haber vermiş, altı ay sonra aynen haber verdiği gibi çıkmıştır.[46]

Ebu Zerr el-Gıffari Hazretlerine “Buradan çıkarılacak, tek başına yaşayacak ve tek başına öleceksin.” demiştir.[47] Hakikaten önce Şam’a, oradan tekrar Medine’ye, oradan da çöle gidip tek başına yaşayıp vefat ederek Efendimizin (asm) verdiği haberin doğruluğunu tasdik etmiştir. 

Birgün Resul-i Ekrem (asm) süt halası Ümmü Haram’ın evinde uyuyordu. Uykusundan tebessüm ederek uyandı. Rüyasında Müslümanların gemilere binip deniz seferlerine çıkacaklarını gördüğünü anlattı. Ümmü Harâm; “Ya Resulallah (a.s.m.), Allah’a dua edin, ben de onlarla beraber olayım.” dedi. Peygamber Efendimiz (asm) de: “Beraber olacaksın!..” buyurdu. Ümmü Harâm, Efendimizin (asm) bu duasının bereketiyle Hz. Osman (ra)’ın hilâfeti zamanında, Hz. Muâviye (ra)’in komutasında tertiplenen Kıbrıs Seferi’ne kocası Ubâde ile birlikte katıldı. Denizi aşıp, adaya çıktılar. Orada bindiği katırdan düştü ve bu yüzden vefat etti. Kabri hâlen Kıbrıs’ta en çok ziyaret edilen mekânlardandır.[48]

Hem ferman etmiş ki: “Sakif kabilesinden birisi peygamberlik iddiasında bulunacak ve yine o kabileden hunhar bir zalim çıkacaktır.”[49] Aynen dediği gibi, peygamberlik iddia eden Muhtar ve yüz binden fazla insanı öldüren meşhur Haccac-ı Zalim, Sakif kabilesinden çıkmıştır.

“İstanbul fethedilecektir. Onu fethedecek olan kumandan ne güzel kumandan ve onun ordusu ne güzel ordudur.”[50] diyerek İstanbul’un fethini ve Fatih Sultan Mehmed’in yüksek bir makamda olduğunu haber vermiştir; dediği gibi aynen vukua gelmiştir. 

“Eğer din, Ülker Takım yıldızında bile olsaydı, Fars’tan bazı kimseler ona ulaşıp alabileceklerdi.”[51] diyerek Farsların içinden yani İran’da yetişecek başta İmam-ı Azam Ebu Hanife olmak üzere pek çok alimlerin çıkacağını haber vermiş ve söylediği gibi çıkmıştır. 

“Kureyş’in âlimi yeryüzünün tabakalarını ilimle dolduracaktır.”[52] diyerek Gazze’de doğup ardından Efendimizin (asm) akrabaları olan Kureyş Kabilesinin bulunduğu Mekke’ye yerleşerek, burada ilim tahsil eden İmam-ı Şafi’yi haber vermiştir. Hakikaten İmam-ı Şafi’ye tabi olanlar, yeryüzünün her yerine dağılarak Efendimizin (asm) verdiği haberin mucize olduğunu tasdik etmişlerdir. 

“Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. İçlerinden birisi fırka-i nâciyedir. ‘Onlar kimdir?’ dediler. Buyurdu ki: Bana ve ashabıma tâbi olanlardır.”[53] diyerek, sonradan ortaya çıkacak bid’a fırkalarını haber vermiş ve Ehl-i sünnet ve’l cemaat denilen cemaatin kurtuluşa ereceklerini bildirmiştir. Vefatından kısa bir süre sonra bu fırkalar ortaya çıkmaya başlamıştır. 

“Kaderiye fırkası, bu ümmetin mecûsîleridir.”[54] diyerek, kaderi inkar eden Kaderileri haber vermiş ve haber verdiği gibi çıkmıştır. 

Hristiyanların, Hz. İsa’yı sevmede ölçüyü kaçırdıkları gibi, Hazreti Ali’yi sevmede de bazı insanların ölçüyü kaçıracağını ve onların Rafızîler[55] olarak adlandırılacaklarını haber vermiştir.[56] Henüz ortaya çıkmadan yıllar önce çeşitli fırkalara ayrılan Şiilerin ortaya çıkacaklarını haber vermiştir. 

“Ne vakit gururla yürümeler başladı ve Fars ve Rum kızları hizmet etti; o vakit belânız, fitneniz içinize girecek, harbiniz dâhilî olacak, şerirleriniz başa geçip hayırlılar ve iyilerinize musallat olacaklar.”[57] diyerek, Emeviler dönemindeki dünyevileşmeyi ve onların şerli liderlerinden haber vermiştir. Otuz sene sonra dediği gibi ortaya çıkmıştır. 

Hayber Kalesi’nin fethinin Hazreti Ali (ra)’nin eliyle olacağını haber vermiş.[58] Haber verdiği savaşın ikinci günü Hazreti Ali (ra), kalenin kapısını söküp kalkan gibi kullanarak savaşmıştır. Daha sonra yere attığı kapıyı bazı rivayetlerde sekiz bazı rivayetlerde ise kırk kişi yerinden kaldıramamıştır.[59] 

Kureyş müşriklerinin önde gelenlerinden ve Hudeybiye’nin başrol oyuncularından olan Suheyl bin Amr, henüz Müslüman olmadan evvel Bedir Savaşı’nda esir edilmişti. Hazreti Ömer (ra), ona işkence etmek için Peygamber Efendimizden (asm) izin istedi. Efendimiz (asm) ise “Yâ Ömer! Gün gelir, bu adam seni sevindirecek bir duruma gelir.” diyerek buna müsaade etmedi.[60] Hakikaten Peygamberimizin (asm) vefatı zamanında Müslümanların zor anlar yaşadığı dönemde, Medine’deki Müslümanları teselli eden ve uyaran Hazreti Ebubekir (ra) gibi, Suheyl bin Amr’da Mekke’deki Müslümanları uyarıp teselli ederek Efendimizin (asm) verdiği haberi tasdik etmiştir. 

Hazreti Sureka’ya Kisra’nın bileziklerini giyeceğini haber vermiştir.[61] Bu haber vermesinden yıllar sonra Hazreti Ömer (ra) zamanında İran fethedildi. Kisra’nın bilezikleri getiriledi, Hz. Ömer, Sureka’nın kollarına takıp “Bu iki bileziği Kisrâ’dan alıp Sürâka’ya giydiren Allah’a hamd olsun.” diyerek Efendimizin (asm) yukarıdaki haberini hatırlatmıştır.[62] 

Fars Kisra’sının ölümünden sonra artık Kisra gelmeyeceğini haber vermiş, haber verdiği gibi çıkmıştır.[63] 

Kisra’nın Efendimizi (asm) esir edip getirmeleri için vazifelendirdiği elçiye Efendimiz (asm) Kisra’nın şu an oğlu Perviz tarafından öldürüldüğünü haber vermiştir.[64] Önce inanmayan elçi ülkesine dönüp gerçeği gördükten sonra gelerek Müslüman olmuştur.[65] 

Mekke’nin fethinden önce, Peygamberimiz (asm) Mekke üzerine yürüyeceği sırada, ashabdan Hâtıb b. Ebi Beltea, Mekkeli müşriklere bir yazı yazarak, Peygamberimizin (asm) bu husustaki kararını bildirmek istedi. Peygamber Efendimiz (asm) bunu Allah’ın bildirmesiyle öğrendi ve bu mektubu götüren elçiyi durdurmaları için Hazreti Ali (ra)’yi ve Hazreti Miktad’ı vazifelendirdi. “Acele gidiniz! Hâh bahçesine vardığınızda, orada, hayvan üzerinde giden ve yanında bir mektup bulunan bir kadın bulacaksınız![66]Mektubu ondan alınız ve bana getiriniz!”[67] Hakikaten Hazreti Ali (ra) ve Hazreti Miktad, Efendimizin (asm) haber verdiği aynı yerde elçiyi yakalayıp mektubu alıp getirdiler. Hatıb’a sordular, mektubu kendisinin yolladığını itiraf etti. Nedeni sorulduğunda, Mekke’de bulunan ailesine ve mallarına müşrikler tarafından zarar verilmemesi için yaptığını söyleyince, Efendimiz (asm) onu affetti.[68]

Daha önce Peygamberimizin (asm) damadıyken, anne ve babasının kışkırtmasıyla eşini boşayan ve Efendimize (asm) hakaretler eden Ebu Cehil’in oğlu Uteybe hakkında “Allah’ın bir kelbi (köpeği veya parçalayıcı hayvanı) onu yiyecek.”[69] demiştir. Sonrasında Uteybe Kureyşîlerden bir ticaret kafilesiyle yola çıktı. Zerka diye anılan bir yerde geceleyin konakladılar. O gece bir arslan gelip çevrelerinde dolaşmaya başlayınca, Uteybe: "Vay anam! Vallahi, Muhammed'in dediği gibi, bu beni yiyecek! Benim katilim İbn Ebi Kebşe'dir. Kendisi Mekke'de, ben Şam'da olsam da!" dedi. Arslan o gece çevrelerinde dolaştıktan sonra dönüp gitti! Arkadaşları Uteybe’yi ortalarına alıp uyudular. Arslan geri geldi. Aralarından geçti. Yavaş yavaş ve koklaya koklaya, Uteybe'nin yanına kadar vardı ve onu öldürdü. Uteybe, can çekişirken: "Ben size'Muhammed insanların en doğru sözlüsüdür.’ demedim mi?" diyerek ölüp gitti. Oğlunun arslan tarafından öldürüldüğünü işitince, Ebu Leheb de: "Ben size 'Muhammed'in oğlum hakkındaki duasından korkuyorum.’ dememiş miydim?" demiştir. 

Mekke’nin fethinden sonra Efendimiz (asm) ezan okuması için Bilal-i Habeşî’ye Kabe’nin damına çıkmasını söylemişti. Hazreti Bilal ezan okuyunca Kureyş’in reislerinden Ebu Süfyan, Attab ibni Esid ve Hâris ibni Hişam kendi aralarında konuşmaya başladılar. Attab dedi ki: “Pederim Esid bahtiyardı ki bu günü görmedi.” Hâris dedi ki: “Muhammed bu siyah kargadan başka adam bulmadı mı ki müezzin yapsın?” Ebu Süfyan ise daha evvelden Müslüman olduğundan bu konuşanlardan tedirgin olarak “Ben korkarım, birşey demeyeceğim. Kimse olmasa da, şu Batha’nın (Mekke’nin) taşları ona haber verecek ve o bilecek.” dedi. Hakikaten, kısa bir süre sonra Efendimiz (asm) onların yanına geldi ve dediklerini harfiyen nakletti. Attab ile Hâris bu mucize karşısında şehadet getirip, Müslüman oldular.[70] 

Peygamberimizin (asm) amcası Hazreti Abbas, hicretten sonra Mekke’de kalıp Müslümanlığını gizleyenlerdendi. Bedir Savaşı’nda müşriklerin ısrarları üzerine o da savaşa katılmıştı. Bedir savaşında esir düşen Hazreti Abbas’dan fidye istediklerinde“Param yok.” diye cevap verince Efendimiz (asm), “Eşin Ümmü Fadl yanında bu kadar parayı filân yere bırakmışsın.” diye haber vermişti. Hazreti Abbas, Efendimizin (asm) haberini tasdik edip, “Eşimle benden başka kimsenin bilmediği bir sır idi.” diyerek itiraf etmiştir. O olaydan sonra imanı daha da pekişmiştir.[71]

Yahudi sihirbaz Lebid, Efendimize (asm) zarar verecek çok tesirli bir sihir yapıp bir kuyuya atmıştı. Bu sihirin üzerine Efendimiz (asm) çok rahatsızlanmıştı. Hazreti Ali (ra) ve bazı sahabelerine sihirin yapılıp atıldığı kuyuyu haber vererek alıp getirmelerini emretti. Hakikaten sahabeler gidince kuyuda üzerine saçlar sarılmış ve sihir yapılmış bir tarak bulup getirdiler. Efendimiz (asm) tarağın üzerindeki saçların çözülmesini emredince, sahabeler çözmeye başladılar. Her bir saç teli açıldıkça Efendimizin (asm) rahatsızlığı hafifliyordu.[72]

Peygamber Efendimiz (asm) bir gün bir topluluğun içerisinde “Birinizin dişi, cehennemde Uhud Dağından daha büyük olacaktır.” diye ferman etmiştir.[73] Ebu Hureyre aradan çok zaman geçtikten sonra, o anda bu sözü işiten topluluktakilerden sadece kendisinin ve bir başkasının hayatta kaldığını görünce, kendisi hakkında tedirgin olmuş. Fakat daha sonra öteki şahsın yalancı Müseylime’nin ordusunda Müslümanlara karşı savaşırken yakalanıp öldürüldüğünü görmüş ve Efendimizin (asm) mucizane haberini tasdik etmiştir.[74]

Umeyr bin Vehb ve Safvan bin Ümeyye, Hazreti Muhammedi (asv) öldürmek üzere bir anlaşma yapmışlar. Anlaşmaya göre Umeyr bin Vehb Medine'ye gidecek, Bedir esirleri arasındaki oğlu için geldiğini söyleyecek ve zehir sürdüğü kılıcıyla Allah Resûlü'nü (asm) öldürecekti. Buna karşılık da Safvan bin Ümeyye onun borçlarını üzerine alacak ve ona bir şey olursa ailesine bakacaktı. Umeyr, kılıcını biledi ve yola koyuldu. Medine'ye geldiğinde alıp mescide getirdiler. Fakat sahabenin Umeyr'e hiç itimadı yoktu. Onun için de, kimse onu Allah Resûlü'yle yalnız bırakmaya razı değildi. Umeyr mescide girince, Allah Resûlü (asm), niçin geldiğini sordu. Umeyr, bir sürü yalan söyledi; fakat hiçbirine de Allah Resûlünü inandıramadı. Sonunda Efendimiz (asm) "Madem ki sen doğruyu söylemiyorsun, o hâlde ben söyleyeyim: Sen Safvan ile şurada şöyle şöyle konuştun ve beni öldürmek için geldin. Buna karşılık da Safvan senin borcunu ödeyip ailene bakacaktı." Umeyr, sadece Safvan’la arasında geçen bu konuşmayı haber verenin sıradan bir insan olmadığına kanaat getirdi. Sonra Allah Resulü (asm) elini onun göğsüne koydu, içindeki nefret giderek yerine muhabbet doldu ve Müslüman oldu.[75] 

Bu noktada, “Hazreti Muhammed (asm) akıllı bir adam olduğu için bu kadar gelecekle ilgili gaybi haberler vermiştir.” diyebilecek olanları dikkate alarak bir hatırlatma yapmak istiyoruz. Şimdiye kadar saydığımız bu kadar gaybi haberi veren zat için iki durum söz konusudur: O, ya bir dahidir, keskin bir zekâsı vardır. Geçmişi ve geleceği, doğuyu ve batıyı görebilecek kadar bir gözü ve bütün zamanları keşfeden bir dehası vardır. Bu ise normal bir insanda olamaz. Eğer olsa, Allah tarafından verilmiş özel bir kabiliyet olabilir. Bu ise zaten tek başına bir mucizedir. Veyahut da O, bütün zamanları ve kâinatı tasarrufu altında bulunduran, her şeyi gören ve bilen Allah’ın elçisidir. Ne zaman ihtiyacı olsa Rabbinden ders alır, bildirir ve gösterir. Evet, Hazreti Muhammed (asv) ilmi ezeli olan Rabbinden ders alır, ona göre haber verir.

Hazreti Hâlid bin Velid ’i, harpiçin Düvmetü’l-Cendel reisi olan Ükeydir’e gönderdiği vakit O’nu yabani sığır avında bulacağını ve hiç savaşmadan kolaylıkla esir edeceğini haber vermiş, haber verdiği gibi vuku bulmuştur. [76]

Mekke’de müşriklerin, Müslümanlara uyguladıkları boykotun yazılı olduğu kağıt hakkında Efendimiz (asm) amcası Ebu Talib’e “Ey amca! Benim Rabbim olan Allah, Kureyşlilerin sahifesine ağaç kurdunu (güvesini) musallat etti. Allah'ın isminden başka, onda tesbit edilen, zulüm, akraba ile ilgi kesme, bühtan gibi şeylerden hiçbiri­ni bırakmadı, yok etti!” buyurdu. Bunun üzerine Ebu Talip, Kureyş mürşiklerinin ileri gelenlerinin yanına giderek, “Ey Kureyş halkı! Hiçbir zaman yalan söylememiş olan kardeşimin oğlu bana haber verdi ki; sizin yazmış olduğunuz sahifenize, Allah ağaç kurdunu (güvesini) musallat kılmış; o, onun içindeki cevr, zulüm ve akrabalarla ilişiği kesme, gibi her şeye dokunmuş, onda sadece Allah'ın ismi anılan sözler kalmıştır! Haydi, yazdığınız sahifenizi getiriniz! Eğer kardeşimin oğlu doğru söylemiş ise, vallahi biz en sonuncumuz ölmedikçe onu size teslim etmeyiz! Artık siz de kötü görüşünüzden vazgeçin! Eğer dediği doğru çıkmazsa, kardeşimin oğlunu size teslim ederim. Siz de onu ister öldürürsünüz, isterseniz sağ bırakırsınız!” dedi. Ardından müşrikler kağıdı kontrol etmek için yanlarına getirttiler, aynen Efendimizin (asm) haber verdiği gibi olduğunu gördüler. Bunun üzerine bazı müşrikler pişmanlık duydu, bazıları ise bu bir sihirdir deyip inatlarında devam ettiler.[77]

Kudüs’ün Fethi sırasında öldürücü bir bulaşıcı hastalığın çıkacağını haber vermiştir. Haber verdiği gibi, fetih vaktinde öyle bir hastalık baş gösterdi ki, üç günde yetmiş bin insan öldü.[78]
Basra[79] ve Bağdat şehirlerinin kurulacaklarını, Bağdat’a dünyanın hazinelerinin gireceğini[80], Türkler[81] ve Hazar Denizi etrafındaki milletlerle, Arapların savaşacaklarını ve daha sonra o milletlerin çoğunun Müslüman olacaklarını haber vermiştir. “İçinizde Arap olmayan milletlerin çoğalacağı günler yakındır. Onlar sizin gelirlerinizi ve her şeyinizi gözünüz önünde yiyecekler ve ensenize vuracaklar.”[82] diyerek, yeni Müslüman olan bu millerin kendi içlerinde onlara hakim olacaklarını haber vermiş ve asırlarca Arapları adaletle idare eden Osmanlı gibi Türk devletlerinin vücuda gelmesiyle verdiği haberin doğruluğu ispat edilmiştir.
“Ümmetimin helâki, Kureyş’in birkaç küçük gencinin elleriyle olacak.”[83] buyurarak, Kureyş kabilesi içerisinden çıkan ve pek çok Müslümanın kanını döken Yezid ve Velid’i haber vermiş, yıllar sonra verdiği haber doğru çıkmıştır.
Hendek Savaşı esnasında“Bundan sonra onlar bana değil, ben onlara hücum edeceğim.” demiş, dediği gibi çıkmıştır.[84]
Uhud Savaşı’ndan sonra da“Allah bize fetih nasip edinceye kadar, artık müşrikler bir daha bizi bunun gibi (Uhud gibi) bir musibete uğratamayacaklardır!” buyurmuştur.[85] Hakikaten Müslümanların mağlup oldukları tek savaş Uhud Savaşı olmuştur.
Bir kabileye İslam’ı öğretmek için yolladığı Suffe Mektebi’nin güzide talebelerinden olan sahabelerinin tuzağa düşürülüp şehit edildiklerini aynı anda ashabına haber vermiştir.[86] Haber verdiği gibi vuku bulmuştur. Peygamber Efendimizi (asm) çok üzen bu hadise üzerine Hazreti Enes, “Allah Resulü’nün Bi’r-i Maune’de şehit olan ashabına yanıp üzüldüğü kadar, hiçbir şeye yanıp üzüldüğünü görmedim.” demiştir.
Vefatından kısa bir süre önce “Allah bir kulunu serbest bıraktı. O da, Allah katındakini seçti.”[87] diyerek vefatını haber vermiş, hakikaten de haber vermesinden iki ay sonra vefat etmiştir.
Hazreti Zeyd için,“Onun bir uzvu kendisinden önce cennete gider.”[88] buyurmuştur. Hakikaten bu haberden kısa bir süre sonra, Nihavend Harbinde Hazreti Zeyd’in eli kesilmiş, manen şehit olarak cennete gitmiştir.
Savaşlarda gösterdiği kahramanlıklarıyla nam salmış Kuzman adında birisi için Efendimiz “O, muhakkak ki, Cehennemliklerdendir!” buyururdu. Hakikaten Bedir Savaşı’nda en önde savaşıp dururken pek çok müşriği de öldürdüğü bir sırada sahabeler ona “Ey Kuzman cennete gireceğin için sana müjdeler olsun” dediklerinde o: “Ben ancak kavmimin şerefi için çarpıştım, eğer anlattığınız şey için olsaydı çarpışmazdım” dedi. Ardından aldığı yaralardan ağrısı şiddetlenince intihar ederek Efendimizin (asm) onun hakkında “cehennemliktir” haberinin doğruluğunu tasdik etti.[89]
"Bir zaman gelecektir ki, o zaman, ticaret kervanı hiçbir kim­senin himayesine hacet kalmadan Mekke'ye kadar çıkıp gidecektir! Yoksulluğa gelince; sizin biriniz sadakasıyla dolaşıp da kendisinden bu sadakayı kabul edecek bir kimseyi bulamayacak hale gelmedikçe, Kıyamet kopmayacaktır!" buyurmuştur. Hakikaten haber verdikten kısa bir süre sonra bütün arap yarım adası müslümanların himayesine girdi. Ardından Hazreti Ömer'in (ra) döneminde başlayan fetihlerle İslam toprakları hem genişledi, hem de berekete kavuştu. Öyle dönemler oldu ki, müslümanlar zekatlarını verecek fakir bulamaz hale geldiler.[90]
Gelecekle ilgili nakledeceğimiz rivayetlere burada son veriyoruz. Ancak bilinmelidir ki, hem Kur’an’ın haber verdiği gaybi haberlerin doğru çıkması hem de sahih hadis kitaplarında ve siyer kaynaklarında nakledilen daha pek çok bu şekilde mucizevî haberler, hep birlikte Hazreti Muhammed’in (asv) nubuvvetinin doğruluğuna parmak basmaktadır. Gelecekle ilgili verdiği haberlerin doğru çıkması O’nun (asm) gösterdiği onlarca ayrı mucize türünden sadece bir tanesidir. Tüm bu mucizeleri beraber okuyan birisinin, eğer kalbi ve aklı bozulmamış ise, iman edecek ki, Hazreti Muhammed (asv), her şeyin yaratıcısı olan Hâlık-ı Külli Şey ve her şeyi bilen Allâmü’l-Guyûb olan bir Zât-ı Zülcelâlin elçisidir ve O’ndan haber alıyor.

[1]Buharî, Fiten: 20; Sulh: 9; Fedâilu Ashâbi’n-Nebî: 22; Menâkıb: 25; Dârîmî, Sünnet: 12; Tirmizî, Menâkıb: 25; Nesâî, Cum’a: 27; Müsned, 5:38, 44, 49, 51. [2]el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:139, 140; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 7:138; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:414.
[3]İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:213; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:366, 367; Ali (ra) el-Kari, Şerhü’ş-Şifâ, 1:686, 687.
[4]Taberî, 5-199-200, 219; Müstedrek, 3:366; El-Kâmil Tercümesi, 3:346, 251; Üsdü’l-Gabe, 2:199.
[5]el-Askalânî, Fethü’l-Bârî, 13:45.
[6]Müsned, 6:52, 97; İbni Hibban, Sahih, 8:258, no: 6697; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:120.
[7]El-Kâmil Tercümesi, 3:260.
[8]el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:113; Müsned, 1:102, 103, 148, 156.
[9]Buharî, Menâkıb: 25; Edeb: 95; İstitâbe: 7; Müslim, Zekât: 148, 156, 157; Ebû Dâvud, Sünnet: 28; Müsned, 3:56, 65.
[10]el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:188;Müsned, 6:294.
[11]İbni Mâce, Fiten: 34.
[12]Buharî, Salât, 63; Müslim, Fiten: 70, 72, 73; Tirmizî, Menâkıb: 34; Müsned, 2:161, 164, 206, 3:5, 22, 28, 91, 4:197, 199, 5:215, 306, 307, 6:289, 300, 311, 315; Kettânî, Nazmü’l-Mütenâsir, 126; İbni Hibban, Sahih, 8:260; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:155, 3:191, 397; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:339; es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 23:142.
[13]Buharî, Mevâkît, 4; Menâkıb: 25, Fiten: 22; Müslim, Îmân: 231, Fiten: 27; İbni Mâce, Fiten: 9; Müs ned, 5:401, 405.
[14]Müsned, 5:220, 221.
[15]Kadî Iyâz, eş-Şifâ, 1:340; Müsned, 4:273.
[16]el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:103.
[17]bk. el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:100.
[18]el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:244; Müsned, 3:31, 33, 82; İbni Hibban, Sahih, 9:46, no. 6898.
[19]Bu aynı zaman da Peygamberimizin (asm) bir başka mucizesidir. Çünkü kendisinden sonra halifeliğin otuz sene süreceğini ve ardından bir nevi sultanlık sistemine geçileceğini aynen haber vermiştir. (Tirmizi, Fiten 48) Aynen dediği gibi vukua gelmiştir.
[20]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ 1:678, 679.
[21]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:679.
[22]Vakidi, Megazi, 2:450.
[23]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:678.
[24]Ahmed b. Hanbel, 4:303.
[25]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:678, 679.
[26]Ahmed bin Hanbel, IV, 335; Buhârî, et-Tarihu'l-Kebîr, I (ikinci kısım), 81; et-Târihu's-Sagîr, I, 341; Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr, II, 24; Hâkim, Müstedrek IV, 422; Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, VI, 219
[27]Buharî, Cihad: 157, Menâkıb:25, İman: 3; Müslim, Fiten: 75, 76; Tirmizî, Fiten: 41.
[28]Tirmizî, Menâkıb: 16, 37; İbni Mâce, Mukaddime: 11; Müsned, 5:382, 385, 399, 402.
[29]Müslim, Fiten: 19, 20; Ebû Dâvud, Fiten: 1; Tirmizî, Fiten: 14; İbni Mâce, Fiten: 9; Müsned, 4:123, 278, 284.
[30]Müslim, Cihad: 83, Cennet: 76; Ebû Dâvud, Cihad: 115; Nesâi, Cenâiz: 117; Müsned, 1:26, 3:219, 258.
[31]El-Hâkim, el-Müstedrek, 2:327.
[32]Sire, 3:89.
[33]Buharî, Mağâzî: 44; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:298.
[34]el-Hafacî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:210; İbnü’l-Kayyım el-Cevzî, Zâdü’l-Meâd (tahkik: Arnavûd), 3:385.
[35]el-Askalânî, el-Metâlibü’l-Âliye, 4:21; el-Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid, 2708; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:554.
[36]Kadî Iyâz, eş-Şifâ, 1:338; Ali el-Karî, 1:683; el-Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 1:179.
[37]bk. el-Askalânî, el-Metâlibü’l-Âliye, no. 4528; el-Albânî, Sahihu’l-Câmi’i’s-Sağîr, no. 2579; el-Elbâ nî, Silsiletü’l-Ehâdîsi’s-Sahîha, no. 1749.
[38]el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 5:186; İbni Hacer, el-Metâlibü’l-Â’liye (tahkik: Abdurrahman el-A’zamî), no. 4085.
[39]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:338; Müsned, 3:216-218; Beyhakî, Delâili’n-Nübüvve: 6:517.
[40]Buharî, Fiten: 4, 28; Müslim, Fiten: 1; Ebû Dâvud, Fiten: 1; Tirmizî, Fiten: 23; İbni Mâce, Fiten: 9; Müsned, 2:390, 39; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:108, 4:439, 483.
[41]http://www.sorularlarisale.com/index.php?s=article&aid=2043
[42]http://www.sorularlarisale.com/index.php?s=article&aid=2358
[43]Buharî, Cenâiz: 36, Menâkıbü’l-Ensâr: 49, Ferâiz: 6; el-Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:209; A’liyyü’l-Karî, Şerhu’ş-Şifâ, 1:699; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 1:94.
[44]Buharî, Cenâiz: 57, Menâkıbü’l-Ensâr: 38; Müslim, Ferâiz: 14; Ebû Dâvud, Cihad: 133; Büyû’: 9; Tirmizî, Cenâiz: 69; Nesâî, Cenâiz: 66, 67; İbni Mâce, Sadakat: 9, 13.
[45]Buharî, Fedailü’s-Sahâbe:5,7; Ebû Dâvud, Sünnet, 8; Tirmizî, Menakıb: 17, 18; Müsned, 3:112, 5:331; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:450, 451 (verilen bu kaynaklarda “iki şehid” tabiri geçmektedir).
[46]Buharî, Menâkıb: 25, Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 101; İbni Mâce, Cenâiz: 64; Müsned, 6:240, 282, 283; Kadî İyâz, eş-Şifâ, 1:340.
[47]el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:345; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:343; Aliyyü’l-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:700; el-Askalânî, el-Metâlibü’l-Â’liye, 4:116, no. 4109; İbni Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 5:8-9; el-Askalânî, el-İsabe: 4:64.
[48]Buharî, Ta’bîr: 12; Cihad: 3, 8, 63, 75; İsti’zân, 41; Müslim, İmâret: 160, 161; Ebû Dâvud, Cihad: 9; Tirmizî, Fedâilü’l-Cihad: 15; Nesâî, Cihad: 40; İbni Mâce, Cihad: 10; Dârîmî, Cihad: 28; Muvatta’, Cihad: 39; Müsned, 3:240, 264 ...; el-Elbânî, Sahîhu’l-Câmi’i’s-Sa ğîr, 6:24, no: 6620; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:556.
[49]Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 229, Tirmizî, Fiten: 44, Menâkıb: 73; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:450, 4:254.
[50]el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:422; Buharî, Târihü’s-Sağîr, no. 139; Müsned, 4:335; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:218.
[51]Buharî, Tefsir: 62; Tirmizî, 47. sûrenin tefsiri: 3.
[52]el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:53, 54.
[53]Ebû Dâvud, Sünnet: 1; İbni Mâce, Fiten: 17; Tirmizî, Îmân: 18; Müsned, 2:232, 3:120, 148; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:679.
[54]4:150; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:85; Ebû Dâvud, Sünnet: 5; Süyûti, el-Fethu’l-Kebîr, 3:23; Müsned, 2:86, 125, 5:406.
[55]Müsned, 1:103.
[56]Müsned, 1:160; Mecmeu’z-Zevâid, 9:133; Müstedrek, 3:123.
[57]Tirmizî (tahkik: Ahmed Şâkir), no. 2262; el-Elbânî, Silsiletü’l-Ehâdîsi’s-Sahîha, 954; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 10:232, 237.
[58]Buharî, Cihad: 102,143, el-Mağâzî: 38; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 34, 35; Müsned, 2:484, 5:333; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 4:205.
[59]Süyûti, ed-Dürerü’l-Müntesira, 118; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 4:189-190; Aclûnî, Keş fü’l-Hafâ, 1:365.
[60]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:704; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:218; el-Askalânî, el-İsâbe, 2:93-94; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:282.
[61]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:703, el-Askalânî, el-İsâbe, no. 3115.
[62]Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:703, el-Askalânî, el-İsâbe, no. 3115; Kâd-ı Iyâz, eş-Şifâ, 1:344.
[63]Buharî, İmân: 31; Müslim, Fiten: 76; Tirmizî, Fiten: 41; Müsned, 2:233, 240, 5:92, 99; Kâd-ı Iyâz, eş-Şifâ, 1:337; el-Mubârekforî, Tuhfetü’l-Ahvezî, 6:462, 663.
[64]Kadî Iyâz, eş-Şifâ, 1:343; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:211; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:700; el-Elbânî, Silsiletü’l-Ehâdîsi’s-Sahîha, 1427.
[65]İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 263, 264; Diyarbekrî, Târîhu'l-hamfs, c. 2, s. 37.
[66]Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1,s.79; Buhârî, Sahih, c. 5, s. 60; Müslim, Sahih, c. 4, s. 1941; E bu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 47; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 409.
[67]Vâhidf, Esbâbu'n-nüzûl, s. 282; Zemahşerİ, Keşşaf, c. 4, s. 88; Kurtubf, Tefsfr, c. 18, s. 51; B. Aynf, Umde, c. 14, s. 255; Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 79; Halebî, İnsan, c. 3, s. 11; Zürkânf, c. 2, s. 295.
[68]Buharî, Cihad: 141, Tefsir: 60:1, Meğâzî: 46; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 161; Ebû Dâvud, Cihad: 98; Tirmizî, 60:1; Müsned, 1:79; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:301; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:342.
[69]el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:139; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:664.
[70]el-Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:219, 220; el-Askâlânî, el-Metâlibü’l-Âliye, no. 4366; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Meâd, (tahkik: el-Arnavud), 3:409-410; İbni Hişâm, Sîretü’n-Nebî, 2:413.
[71]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:343, Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:699; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:206, 207; el-Hey semî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:85.
[72]Buharî, Tıb: 47, 49, 50; Edeb: 56; Daavât: 57; Bedü’l-Halk: 11; Müslim, Selâm: 43; İbni Mâce, Tıb: 45; Müsned, 6:57, 63, 96; Ali el-Kari, Şerü’ş-Şifâ, 1:706; Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, (tahkik: el-El bânî), 3:174, no. 5893.
[73]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 4:342; el-Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:203; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:289-290, 8:290; Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, 3:103.
[74]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:342; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:298.
[75]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:342, 343; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:286-287, 8:284-286; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 3:313.
[76]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:344; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:218; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:704; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Meâd, 5:538-539; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:519; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 4:30.
[77]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:345; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:720; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:706; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 3:96-97; İbni Hişâm, Sîretü’n-Nebî, 1:371.
[78]Buharî, Tıb: 30, Hıyel: 13; Müslim, Selâm: 98, 100; Muvatta’, Medine: 22, 24; Müsned, 4:195-196; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:383; Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, 2:477-478.
[79]el-Elbânî, Sahîhu’l-Câmi’i’s-Sağîr, 6:268, no. 7736; Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, no. 5433.
[80]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:344; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:703; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 10:102; Tebrizî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, no. 5433.
[81]Buharî, Cihad:95 Müslim, Fiten: 64-66, Tirmizî, Fiten:37 ve İbni Mâce, Fiten: 36.
[82]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:341; Hafâci, Şer hu’ş-Şi fâ, 3:194; Ali el-Kari,Şerhu’ş-Şifâ, 1:692; el-Heysemî,Mecme’u’z-Zevâid, 7:310; el-Hâ kim, el-Müstedrek, 4:519; Müsned, 2:288, 296, 304, 324, 377, 520, 4:66, 5:38.
[83]Buharî, Menâkıb: 25; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:479, 527, 572; Müsned, 2:288, 296, 301, 304, 324, 377, 520, 536, 4:66, 5:38; İbni Hibban, Sahih, 8:215, 252.
[84]Hadis-i bilmanadır. Buharî, Meğâzî: 29; Müsned, 4:262, 6:394; İbni Hibban, Sahih, 6:272.
[85]İbn İshak, İbn Hişam.Sîre.c. 3, s. 106; Taberî, Târih, c. 3, s. 27; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser,c. 2, s. 24; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 47.
[86]Hâkim, Müstedrek, c. 2, s. 111; Beyhakî, Delâilü'n-nübüvye, c. 3, s. 344; Suyûtî, Hasâisu'l-kübrâ, c. 1, s. 556.
[87]Buharî, Menâkıbu’l-Ensâr: 45; Salât: 80, Fedâilü’s-Sahâbe: 3; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 2; Tirmizî, Menâkıb: 15; Ebû Dâvud, Mukaddime: 14; Müsned, 3:18, 478, 4:211, 5:139; İbni Hibban, Sahih, 8:200, 9:58.
[88]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:343; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:702; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:214; el-Heysemî, Mecme’u’z-Zevâid, 9:398; Askâlânî, el-Metâlibü’l-Âliye, 4:91, no. 4047.
[89]İbn İshak, İbn Hisam, c. 3, s. 93; Vâkıdî, c.1, s. 224; İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 163; Zehebî, Megâzî, s. 166.
[90] Buhârî,Sahih,c.2, s. 113.
Daha yeni Daha eski